190 entry daha
  • babamın hiç bilmediği, ona söyleme fırsatımın hiç olmadığı ve geceleri gözümü kapatıp ondan istediğim en büyük şey, gelmesiydi. gelmesi ve beni yanında götürmesi. üvey abi ve üvey babanın olmadığı herhangi bir yere.

    sanırım her kız çocuğunda doğuştan gelen bir şey babaya olan sevgi, aşk ve ihtiyaç duyma durumu. annemle babam boşanmadan önce, babamın eve geldiği nadir zamanlarda bana sarıldığı, kucağına aldığı anları hatırladığımda hissettiğim en büyük duygu güven. sanki babam dünyanın en güçlü insanıydı. sanki onun yanında bana hiçbir şey olmazdı. babam yanımdaysa kimse bana zarar veremezdi. beni seviyordu. beni korurdu. hiç şüphem yoktu. annemi de çok severdim ama babam başkaydı.

    boşandıklarında beş, annem başka biriyle evlendiğinde yedi yaşındaydım. yedi yaşındaydım ve babamı iki yıldır görmüyordum. herkes babam diye birisi sanki hiç olmamış gibi davranıyordu. annem, akrabalarım, annemin yeni eşi... babamı özlediğimi söylediğimde annemi üzdüğümü gördüğüm için içime atmaya alıştırmıştım kendimi. böylece annem ağlamıyordu. kendim dışındaki herkese karşı babam hiç olmamış gibi davranıyordum. bunu hem annemi üzmemek için, hem de kendimi kötü hissettiğim için yapıyordum. çünkü babam beni aramıyordu, yanıma gelmiyordu. bu yüzden onu özlemek, onu sevmek istemiyordum. çünkü gelmediğine göre o beni sevmiyordu. hem böyle hissediyor, hem buna inanmak istemiyordum. babam beni seviyordu. beni özlüyordu. ne olduğunu bilmediğim bir şey vardı, o yüzden gelemiyordu. kesin böyleydi. yoksa gelirdi. kafam çok karışıktı. ne yapmam gerektiğini, ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum.

    annem başka biriyle evlendiğinde yedi yaşındaydım. annemin eşinin yani üvey babamın oğlu on altı yaşındaydı. üvey abim. annesi o küçükken vefat etmiş. beni hiç sevmedi. ben de onu hiç sevmedim. birbirini sevmeyen üvey kardeşlerdik. ben onu sevmiyordum ama onun için üzülüyordum çünkü annesi ölmüştü. o beni sevmiyordu ve hiç sevmemeye kararlıydı. beni hiç sevmeyeceğini kesin olarak anladığım zamana kadar, bana iyi davransa onu sevebileceğimi hissediyordum. çünkü ben insanları severdim. sıcakkanlıydım. insanların gülmesini severdim. annem, durakta otobüs beklerken bile, asık suratlı bir insanı gülümsetene kadar uğraştığımı anlatır. öyle insanların yüzüne bakıp gülümsermişim, elimde yiyecek bir şey varsa uzatırmışım, en olmadı karşısına geçip oynarmışım. hatırlamıyorum. belki o yönümü hatırlamak istemediğimdendir.

    hatırlamak istemediğim bazı şeyleri silme veya eksik hatırlama konusunda beynim oldukça başarılıdır. geçmişle ilgili bazı şeyleri parça parça hatırlarım ve birleştiremem. mesela dört beş yaşlarımdayken bir bakıcım, onun da oğlu vardı. bir şey yaşandı. parça parça hatırladıklarım şunlar; bakıcım beni öğle uykusuna yatırıyor. sonra oğlu beni yanağımdan öperken uyanıyorum. sonra ağzımı kapatıyor. sonra olanlar yok. sonra bakıcım odaya giriyor. sonrası yok. sonra bakıcım oğlunu öldüresiye dövüyor. sonrası yok. sonra bakıcım bana sarılıp ağlıyor. sonrası yok. sonra banyo yaptırmış bana belli ki, çünkü saçlarımı kurutuyor. her şey parça parça. anneme ya da babama bir şey anlattım mı hatırlamıyorum. hatırlayamadığım anları ne kadar uğraşsam da hatırlamıyorum. kayıplar. her neyse. üvey abi diyordum.

    bir gün okuldan geldim. annem ve kocası evde yoklar, üvey abim var. ne sormak ya da almak için odasına gittiğimi hatırlamıyorum şimdi. kapısını çaldım, ''gel'' dedi. girdiğimde, şimdi porno olduğunu bildiğim bir şey izliyordu. görünce hemen odadan çıkmak için arkamı döndüm. görüntülerin ne olduğu hakkında bir fikrim yok gibiydi ama rahatsız olmuştum. üvey abim beni kolumdan tuttu. izlememi söyledi. neden kaçtığımı sordu. bilmediğimi söyledim. izlemek istemediğimi söylediğim halde kolumu bırakmıyordu. ''kötü bir şey değil bu'' diyordu. sonunda beni kimseye söylememem şartıyla bıraktı, odadan çıktım. sonraki günlerde evde annemler yokken, bilerek sürekli öyle videolar açıp beni odasına bir şey söyleyecekmiş gibi çağırıp, görmemi sağlamaya başladı. anneme neden hiçbir şey anlatmadığımı bilmiyorum.

    başka bir gün beni yine odasına çağırdı. gitmedim. o görüntüleri izlemek istemiyordum. sonra sanki acı çekiyormuş gibi sesler çıkarmaya başladı. dayanamadım gittim. ne olduğunu sordum. karnının çok ağrıdığını söyledi. ellerini karnına koymuş masaj yapıyordu. benim yapmamı istedi. ellerimi karnına koydum. ellerini benim ellerimin üzerine koyup bastırdı. öyle bastırmamı, ağrının azaldığını söyledi. sonra, biraz daha aşağı doğru yapsana, dedi. sonra, böyle tersime geliyor hem daha kolay ovarsın karnımı falan gibi bir şeyler söyleyip beni kucağına oturttu. hiçbir şey anlamadım. karnını ovaladığımı sanıyordum. karnının daha aşağısındaki bir yerine dokunmamı sağladığını o zamanlar anlamamıştım. hala yedi yaşında mıydım yoksa sekize girmiş miydim hatırlamıyorum. anneme bir şey söylemememi istedi. anneme neden bir şey söylemedim bilmiyorum.

    sonraki günler, nerdeyse her gün üvey abimin ağrıyan karnına masaj yaptım. bir süre sonra yapmak istemedim. iyiliğe karşılık iyilik olarak bana bir şeyler almaya başladı. bir süre sonra yine de yapmak istemedim. yanlış gelen bir şeyler vardı ama tam da anlamıyordum. bu yüzden, neden yapmak istemediğimi sorduğunda cevap veremiyordum. önceleri aldığı şeylerle, daha sonra tehditle karnına masaj yapmamı sağlamayı hep başardı. tehdit dediğim, büyük şeyler değil. ama bir çocuk için, anneden azar yememek için saklanması gereken şeyler. evde bir şey kırmak, annenin yapma diye uyardığı bir şeyi yaparken üvey abiye yakalanmak gibi. sanırım bu şekilde bir buçuk iki yıla yakın bir süre geçti. kimseye hiçbir şey anlatmadım.

    bir gün annem işte olması gereken bir zamanda eve geldi. üvey abimin odasına birden girince, beni onun kucağında, ellerim karnının biraz daha altında dururken gördü. beni kolumdan çekerek odama götürdü ve bağırmaya başladı. ne yaptığımı sordu. ''karnı ağrıyor'' dedim. bağırıp, biraz sakinleşince, annem bana bir sürü soru sordu. nasıl yaptırdığını, daha önce de yaptırıp yaptırmadığını, ne zamandır bunun olduğunu... her şeyi anlattım. annem bana çok kızdı. çok yanlış bir şey olduğunu söyledi. bir daha sakın onun odasına gitme, dedi. ne derse desin gitmeyeceğime söz verdirdi. bu kadar. annem başka hiçbir şey yapmadı. kocasına anlatmadı. üvey abimle konuşmadı. kendince sebepleri vardı belki, bilmiyorum. sonraki günlerde annem her akşam odama gelip, gündüz bir şey olup olmadığını sordu. çok sinirliydi. ''doğru söyle'' diye omzumdan tutup sarsıyordu. artık gündüz daha fazla şey oluyordu ama ''hayır'' diyordum. ''hayır anne hiçbir şey olmadı.'' gündüz olanları anlatsam, annem bana kızacaktı. ama gündüz evde annem yoktu. üvey abim annemin sessizliğini lehine kullandı. bana dokunmasından, sıkıştırmasından, karnının altındaki o şeyden tiksiniyordum. hayır bana tecavüz etmedi. galiba onun gözünde evde sıkıştırmaktan, dokunmaktan, dokundurmaktan, korkutmaktan, kaçmasından zevk aldığı, oyuncak gibi bir şeydim. kimseye bir şey anlatamıyordum. annem bana kızdıysa, herkes kızardı. ben bir yerlerde yanlış yapmıştım ama hatamı bulamıyordum.

    korkuyordum. okulun bitmesinden, eve gelmekten nefret ediyordum. akşam annemler gelene kadar geçen süreden nefret ediyordum. üvey abimin liseyi bitirene kadar geçen süre ve üniversiteyi kazanamayıp dersaneye gittiği yıl boyunca bunlar sürdü. geceleri yatağıma yattığımda babamdan artık gelmesini istiyordum. çünkü babam gelirse kimse bana dokunamazdı. çünkü babam buna izin vermezdi. üvey abim üniversiteye gittikten sonra da kurtulamadım. çünkü bir buçuk iki saatlik yakında bir yere gitmişti ve tüm tatillerde, hafta sonlarında yine geliyordu.

    olayların başlamasından bir süre sonra hırçınlaşmaya, saldırganlaşmaya başladım. evde susmak zorundaydım. ama dışarda tam tersiydim. konuşmak, laf anlatmaya çalışmak beni sadece daha fazla sinirlendiriyordu. birine kızdıysam ona tüm gücümle vuruyordum. arkadaşlarıma çok saçma sebeplerden kızıyordum ve dinlemiyordum. birisi gelip bana en ufak bir şey söylediğinde yaptığım tek şey onu tüm gücümle itmek, ona vurabildiğim kadar sert vurmak oluyordu. herkesten nefret ediyordum. sinirlendiğim birine vurduğumda, ona vurabilmiş olmak, canını yakmak hoşuma gidiyordu. evet kural buydu. katıldığım oyunlardaki tek amacım bir sebep bulup birisine saldırmaktı. kızlar hemen ağlıyordu. erkekler karşılık veriyordu. bana karşılık veren birini dövebilmek daha güzeldi. içimdeki bu nefreti fark eden öğretmenimin yönlendirmesiyle basketbola başladım. ilk önce voleybol oynatmaya çalıştılar aslında ama onu çok naif bulup hiç keyif alamamıştım. basketbol güzeldi. rakiple karşı karşıya gelebiliyordun. annemin beni kursa yazdırmasını sağladım. biraz daha büyüdüğümde okul çıkışında annemlerin eve geliş saatine kadar, hafta sonları sabahtan akşama kadar eve yakın başka bir okulun bahçesinde basketbol oynadım. yalvar yakar ikinci bir kursa da kendimi yazdırmayı başarınca, artık eve sadece akşamları gelir oldum. sadece gündüz evde olmamak yetmiyordu çünkü annem ve kocası haftanın en az üç dört günü dışarı çıkıyorlardı. sinema, tiyatro, arkadaşlarıyla yemekler. ama en kötüsü bardı. o günler eve gece çok daha geç saatlerde geliyorlardı.

    aklımı sadece derslerime ve basketbola vermeye çalışıyordum. ilk zamanlar sinirlendiğimde kurstaki çocuklara saldırıyordum. sonra o zamanki koçum sağolsun beni sakinleştirmenin iki yolunu buldu. teknik bir; birisine mi vurdun? çek 50 mekik. aynı gün yine mi birisine vurdun? 50 mekik daha çek. hala düşmanca mı bakıyorsun? o zaman 50 mekik daha çek.
    teknik iki; çok sinirlendin ve karşındakine vurmak mı istiyorsun? tamam yine vur. ama önce içinden ona kadar say. saydın, bitti. hala vurmak mı istiyorsun? yirmiye kadar say. sinirin geçmedi mi? elliye kadar say. buna rağmen karşındakine yine de saldırdın mı? o zaman çek 50 mekik...

    basketbol olmasaydı, o zamanlar çok daha fazla yıpranırdım sanırım. basketbola aşık olmamı ve sahaya çıktığımda evi, üvey abimi, babamı, annem ve kocasının bitmeyen kavgalarını, annemin dayak yediği anları her şeyi aklımdan silmemi sağladığı için beynime teşekkür ediyorum. beynim muhteşemdir. bana acı veren anları siler, başka bir şeye yönlenmemi sağlar, son yıllarda daha iyisini de yapmaya başladı; artık geçmişte olanları sanki yaşamadım gibi hissetmemi sağlıyor. çocuklukta olanlardan tut, dün yaşadığım bir olaya kadar. şu an bu yazıyı yazıyorum, tuşları hissediyorum ama yarın bu anı düşündüğümde sanki ben yaşamadım, sanki bu yazıyı yazan kendimi izleyen bir gözlemciden başka bir şey değildim gibi hissedeceğim. yarın olduğunda, şu an bana yaşadığım gerçek bir anı olarak gelmeyecek. tek kötü yanı, her şeyde bu kuralın geçerli olması. sadece kötü anılarda değil. iyi onlarda da böyle. bu, hayattan keyif almayı engelliyor. hissetmemeye başlıyorsun. beynim bunu yapıyor çünkü tek savunma mekanizması bu.

    üvey abim üniversiteyi bitirdiğinde işe girdi ve tekrar bizimle yaşamaya başladı. orta sondaydım ve artık ondan artık kesinlikle korkmuyordum. bizim eve taşındıktan sonraki ilk denemesini çok yanlış bir yerde yaptı. mutfakta. elime bıçak alırken aklımda sadece saplamak vardı. gücüm yetseydi bunu yapardım. çok şaşırdı. önce korktu, sonra dalga geçti. ''bana gücün yeter mi sanıyorsun? böyle bir şeyi nasıl yapabilirsin?'' dedi. ''uyurken kapını kitle o zaman'' dedim. o iğrenç gülüşü kayboldu. yeniden korktu. o yılın sonunda annem ve kocası boşanana kadar da korkmaya devam etti. yine elinden gelen hainliği yapıyordu ispiyon, iftira, küfür vs ama benim için bunların önemi yoktu zaten. küçük şeylerdi.

    annem eşinden boşandığında on dört yaşıma yeni girmiştim. şimdi yirmi iki yaşındayım. o zamandan bu yana üvey abimi görmedim. bu insanın öğretmen olması çok acı. duyduğum kadarıyla evlenmiş ve bir kızı olmuş. umarım değişmiştir. benim babam hiç gelmedi ama umarım üvey abim ne kadar iğrenç bir insan olsa da kızının yanında olur ve onu korur. inşallah onun hatalarının diyetini kızının ödeyeceği bir adalet terazisi mevcut değildir. allah hiçbir çocuğa böyle şeyler yaşatmasın. ben erkeklere düşman olmadım, erkeklerden korkmadım, delirmedim ya da serseri olmadım. evet içime atmakla ilgili belki çok ciddi problemlerim var ama hayatım kaydı diyebileceğim bir duruma düşmedim. üniversitedeyim, mezun olunca bir mesleğim, hem de bunun yerine yapmak isteyeceğim başka hiçbir şey olmayan, sevdiğim bir mesleğim olacak. dostlarım var. erkek arkadaşım var. erkek arkadaşlarım hep oldu. hayatımdaki insanla evlenir miyim bilmiyorum. çünkü korkularım var. paranoyalarım var. her şey ihtimaller dahilinde. boşanabiliriz. boşandığımızda çocuğumuz veya çocuklarımız olabilir. benim babam gibi, çocuklarıyla boşandıktan sonra ilgilenmeyebilir. ben tekrar evlenebilirim. evlendiğim kişi çocuğuma veya çocuklarıma zarar verebilir. bunlardan haberim olmayabilir. ya da bir daha evlenmeyebilirim. bu kez de babası olmayan yeni bir çocuk meydana getirmiş olurum. ona eksiklik hissettirmemek için çırpınmak zorunda olurum. hissettiklerini anladığım için kendimden nefret ederim. sanki evlenmek, çocuğumun da benzer şeyler yaşaması ihtimallerinin önünü açmak gibi geliyor. çünkü annem de babamı severek evlenmişti. muhtemelen bir gün boşanacaklarını hiç düşünmemişti. babam, annemin hamile olduğunu öğrendiğinde sevinçten avazı çıktığı kadar bağırıp evin içinde koşup, hızını alamayıp kendisini sokağa attığında, beni bırakıp gideceğini muhtemelen hiç düşünmüyordu.

    bu yaşananlara olumlu yönden bakmaya çalışırsam, ben artık korunup kollanma ihtiyacı duymuyorum. hani çok meşhurdur, her yerde söylenir ya düştüğümde biri beni kaldırsın lafı... açık konuşayım, ben de isterim bunu. ama olmazsa, ne yapalım? düşünce kalkabilirim. düşünce kalkmayı öğrendim. üzülürsem ağlarım, kızarsam bağırırım, sonra sakinleşirim ve ne yapmam gerektiğini düşünmeye başlarım. şu an dünyanın hiç bilmediğim bir noktasına fırlatılsam, çok kısa sürede uyum sağlarım. okuldan atılsam, yeniden kazanıp girerim. sevdiğim biri ölse üzülürüm, yıkılırım ama devam ederim. ki bunu iki kez zaten yaptım. taptığım biri beni terk etse yıpranırım ama yine yaşarım. günün birinde açlıktan nefesim koksa, her şeyimi kaybetsem yine düze çıkarım. açlığı biliyorum, insanı bu öldürmez. para desen kazanılan bir şey ve kazanmayı biliyorum. biri bana vurursa karşılık veririm. belki dayak yerim ama zarar vermeden bırakmam. şu an düşündüğümde altından kalkamayacağımı düşündüğüm tek şey, bir gün evlenir de boşanırsam, babasız bir çocukla baş başa kalmak. haricinde, beni korkutan bir şey galiba yok. gerçi dedim ya beynim muhteşem. öyle bir şey olsa, yine bir kılıf uydurur ve devam etmemi sağlar. yine yaşarız ama bunu istemiyorum.
51 entry daha
hesabın var mı? giriş yap