108 entry daha
  • quentin tarantino'nun az evvel izleme şerefine nail olduğum sekizinci filmidir.

    her şeyden önce şunu demek lazım ki bu adam -eğer özellikle takip edip tüm filmlerini izlemiş biriyseniz- hakkatten kendini özletiyor. bunu yeni çıkan filmlerini izlemeye başlayınca fark ediyorsunuz. daha ilk sahneden bir gülümseme yayılıyor. e tabi çekirdek cast ten oyuncuları görmenin yarattığı nostaljik bir "hey gidi nerden nereye" durumunun da bunda payı büyük. fakat ne olursa olsun özlenmiş o kesin.

    --- spoiler ---

    ağır spoiler hayvan gibi
    --- spoiler ---

    naçizane yorumlarıma gelirsek, önce aktörlere değinmek istiyorum. oyuncu kalitesi bir filmi nasıl taşır dersi böyle verilir ancak. ha bundan senaryonun kötü olduğunu düşündüğüm anlaşılmasın fakat oyuncuların daha iyi olduğu kesin. döktüren döktürene affedersiniz nerdeyse herkes amından sikinden dahi oyunculuk işemiş.

    samuel l. jackson bir önceki filmde de mevcuttu, ve onda da döktürmüştü fakat rolü kısaydı. the hateful eight' te ise kendisini bol bol görüyoruz ve gerçekten adamı izlemek yemek üstüne sigara yakmak gibi bişey. nigga nefret edicisi dedemizi kızdırmaya sevk ettiği monolog, gerilimi çocuk büyütür gibi adım adım, yavaş yavaş arttırması top noktasıydı. direkt adrenalin pompaladım anlatılacak gibi değil.

    jennifer jason leigh ise samuel abimizle rahatça boy ölçüşen, hatta zaman zaman üzerine çıkan innanılmaz bir performans sergilemiş kanımca. tarantino ne istediyse fazlasını yapmış, bir tarantino filminde olabilecek maksimum gerçekçilikle ruh hastası daisy domergue' yu kusursuza yakın hayata geçirmiş. ne abartılı, ne durgun müthişti gerçekten. kendisini bugüne kadar pek seyretmemiş olmaktan utandım. oscar' larda en azından aday gösterilmezse kendimi sikerim.

    walton goggins ve kurt russell de çok ekstra işler çıkarmışlar, helal olsun. bilhassa goggins' in southern aksanı, russell' ın hal hareketleri belli, yönetmen arzusu ile mizah katma amacıyla bir parça abartılmış, fakat o kadar iyi oturmuş ve doğal olmuş ki, atmosferi asıl kuran, mevzubahis dönemin havasına seyirciyi asıl ısıtan sahneler onlarınki olmuş bence. leziz.

    michael madsen karizmasını hep kıskandığım, son zamanlarda piyasada göremediğim için üzüldüğüm izlemesi aşşırı keyifli gelen bi oyuncudur bana normalde ve tim roth ile ikisini kadroda görmek daha işin en başında yogamınagi tepkisi verdirtmişti fakat artık ilk yazdığım dörtlünün çıkardığı olağanüstü performanstan mıdır, veyahut artık öyle denk geldiğinden midir bilmiyorum ikisi de oldukça ortalama idi bana sorarsanız. ha bu adamların ortalamaları da zaten yüksek olduğu için kötü demeye bin şahit ister fakat ne bileyim öyle geldi. bilhassa tim roth sanki karakteri christoph waltz olsa nasıl oynardı diye düşünüp öyle oynamış. zaten o mu waltz mu kadroda yer alacak derken biraz ortalık karışmıştı galiba başlarda, ona veriyorum bu durumu.

    ennio morricone abimizin müzikleri vasat üstüydü. genel olarak müzik seçimleri zaten önceki filmlere göre biraz daha sönüktü ama müzik kullanımının aşırıya kaçması biraz kolaycılık olduğundan böylesi benim açımdan filmi daha güzelleştirmiş olabilir, emin değilim. bol müzikli sevenler için zayıf diyebilirim ama.

    senaryo ve işleyişe gelirsek, daha tazecik izlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki filme en çok damga vuran şey benim açımdan ilk yarıdaki akıcılıktı. izlediğim şeyin bir film olduğunu gerçekten unuttum ilk yarıda. her şey çok oturaklıydı, ne sırıtan bir diyalog, ne sırıtan bir giriş çok nizamiydi. karakterlerin tek tek sırayla hikayeye girmesi, onların girişini alıştıran small talk lar hepsi gayet iyi yazılmıştı belli ki. belki sadece joe karakteri hariç, pek beğenemedim onun rolünü. netice olarak her şey yağ gibi akıp gidiyordu ta ki narrator girip "evet, 15 dakka öncesine dönersek aslında şöyle şöyle" diye akışı kesene kadar. en hoşuma gitmeyen şeylerden biriydi. tam gazı almış gidiyor, kendimi iyice kaptırıyorken laps diye girip ambiyansın amına koydu. hayır narrator suz, daha başka şekilde, kesmeden anlatılabilirdi daisy' nin kahveye zehir atanı gördüğü. flashback'i var, şok edip karaktere açıklatmak var yani narrator bozdu benim nezdimde akıcılığı biraz. neyse. ikinci yarı daha kötüydü, karakterlerden olaylara odaklanmaya başladı film ve biraz tekrar etti gibi kendini. mekanı domine etme hakkı elden ele o kadar çok dolaştı ve o kadar çok ve sık insan vuruldu ki ehh tamam derken buldum kendimi biraz. tabi ki bu tarantino filmi eyvallah, kill bill volume 1 de kaç dakika izledik adam kesme biçmeyi, ama burdaki biraz daha içimden geldiği için yapıyorum değil de yapmam gerektiği için yapıyorum der gibiydi. çok ahım şahım bir hikaye değildi, ilk yarısıyla daha birbirine bağlantılı, daha örümcek ağı gibi yayılmış ve hafiften gizemli bir şeyler bekletiyordu ama öyle devam edemedi. senaryonun ekstra bir katkı içermemesini aksiyonla kapamaya çalışmış sanırım tarantino abimiz. eh yer yer olmuş, yer yer olmamış diyeyim.

    karakterler güzeldi genel olarak. hepsinden umduğumu bulamamış olsam da hepsi ilginçti kesinlikle. bir arada olunca çok daha ilginçleşiyorlardı. iç savaş döneminin stereotyple larından esinlenilmiş gibiydi ki safi ilginç olmanın dışında gerçeklik de katıyordu bu durum işlere. hala tam dinmemiş zenci nefreti, askerlere ve milliyetçiliğe verilen değer, ahlaki değerlerin çöküşte olması. sonuçta hala insan avı var. yediriliş iyiydi. tarantino filmlerinde normalde eğlence kaynağı olan, ve normalde eğlence kaynağı olmaması gereken bir şey olduğu için o amaçla kullanıldığında farklılık yaratan bol şiddet ve kan ise keyifliden abartıya doğru biraz uzamış gibiydi. ama doyurdu allaha şükür.

    konseptten dolayı beklentim çok yüksek yola çıkmış da olabilirim filmin başında belki de o yüzden ikinci yarı oturmadı kafamda. karlı tipili ortam en sevdiğim, birden fazla karakterin bir yerde kapalı kalması, özellikle kötü hava koşulundan en sevdiğim, küçük kendine ancak yeten yerleşim birimleri en sevdiğim. öyle olunca daha en baştan "oha dünya üzerindeki en sevdiğim konsepti tarantino da yapmış" diye başlayarak objektifliğimi kaybetmiş olmam olası. çok çabuk ısındığım için eleştirel bakmaya da daha erken başlamış olabilirim. ama yine de eksikler vardı. tarantino yu tarantino yapan tahmin edilemez, alakasız, siksen böyle bir şey konuşmak aklıma gelmez diyalogları hem eksikti, hem de olanlar biraz zayıftı. samuel jackson' ın zehirlenme olayından sonraki akıl yürütme diyaloğu ve daha önce yazdığım dedeyi kızdırma kısmı heyecan vericiydi evet, small talk lar da iyiydi, ama akılda kalıcı, sonradan dönüp sadece orası izlenesi başka bir sahne pek yoktu. diyaloglar kötüydü demiyorum da sadece daha iyisini bekliyor insan haliyle. jules ve vincent' ın ayak masajı sohbetini, bill' in beatrix' i geçici olarak hareketsiz kılıp anlattığı süper kahraman karşılaştırmasını, hans landa' nın fransız sütçünün evinde iki dil kullanarak yaptığı metafor sıçan sorgu diyaloğunu izlemiş gözler aynılarını arıyor illa ki. çünkü aksi takdirde herkesin diline doladığı, ayılıp bayıldığı size özel bir yemeği pişirirken onu farklı kılan malzemeyi koymamak gibi bir şey oluyor. neyse yani demem o ki senaryo ve diyaloglar, zayıf demeye içim elvermez de, ikinci yarıda beklenen-beklenenin altı bandında dolaşmakta diye düşünüyorum. gerçi adam istediğini istediği gibi çeker bize mi sorucak amına.

    son olarak tabi ki önceki filmlere göndermeler, kardeş sahneler keyif verici olma açısından filmi bir tık daha öne atıyor her zamanki gibi. her filmde var olan üstten takipli kamera açısı, sarışın kadın karakterin tükürme alışkanlığı olması, (ki daisy' nin ölmeden tam önceki sahnesinde de kanlar içinde yerde yatışı uma thurman' ın kill bill' deki haline ya bilerek benzetilmişti ya da ben öyle algıladım direkt aynı gibiydi çünkü gülümsetti), joe' nun cesetlere bakarken bi ara gösterilen bakış açısı hepsi yad ettirdi eskileri. daha bir kere, ve hiç planlamıyorken izledim tabi filmi, daha çok şey çıkar daha sakin kafayla izlenip biraz sindirilse.

    --- spoiler ---

    ağır spoiler hayvan gibi
    --- spoiler ---

    netice olarak spoiler sız özetlemek gerekirse oyunculuk ve konsept açısından yardıran, yağ gibi akıp giden ancak işleniş olarak vasatı çok geçememiş, bazı yerlerde kolaya kaçılmış ve zorlama hissiyatı veren filmdir. django' dan da iyidir ama net. en azından benim damak tadıma göre. her şey bir yana, siktir ettim kalitesini, diyaloğunu senaryosunu, izleseniz eğlenir misiniz ? çok çok çok büyük ihtimalle evet.

    7/10
1128 entry daha
hesabın var mı? giriş yap