8 entry daha
  • rönesans dönemi ressamlarının fırçalarından çıkmış güzellikte yeşil ile mavinin birbirine kavuştuğu, izmir'in neredeyse göbeğinde diyebileceğimiz bir cennet bahçesi. öyleki adım attığım anda sevgiliye kavuşmuş kadar büyük bir mutlluluk hissettiğim, kalbimin attığı tek yer koca izmir'de. özel.

    ama! dün facebook'da bir arkadaşımın paylaşımıyla apar topar çıkıp gittiğim bu büyülü yerde tanık olduğum manzara sanki canımdan can kopardı, çok çok üzüldüm, kendisini 'yetkili' olarak gören insanların vizyonsuzluğuna da itinayla lanet okudum.

    dediğim gibi yıllardır benim sığınağımdır, terapötik bir yerdir. mutlu, mutsuz, nötr; her durumda kendimi attığım, dalga seslerini dinlediğim, kuş cıvıltılarına kulak kesildiğim, köpekleriyle göz göze gelip selamlaştığım, çiçeklerine böceklerine hayran kaldığım, sonbaharda kuru yaprağını, ilkbaharda iğde dalını alıp sakladığım; mis gibi kokusunu ciğerlerime kadar içime çektiğim; yürürken ıslık çaldığım, şarkı mırıldandığım; düşüncelerimle kah güldüğüm, kah ağladığım benim sessiz sırdaşım maalesef özgürlüğünü kaybetmiş kıyıya paralel çekilen beton-demir kombinasyonlu bir çitle. ki aylar öncesinde boylu boyunca köstebekvari bir çalışma ile toprağın kazıldığını görmüştüm ancak soru soracak birilerini bulamamıştım ne olup bittiğine dair, sonraki zamanlarda ise bu haliyle görmek istemediğimden içim gitse de yürüme rotamda bir değişiklik yapmış ve levent marina ile bitişi sınırlandırmıştım. ah ah.

    çektiğim fotoğraflarla anlatayım ne demek istediğimi, o heda'ya yazık değil mi? öyle hapishaneye hapsolmuş gibi kısılıp kalmış çitin arkasında. ki böyle bir heykel, izmir dışında başka bir yerde olsa başına neler gelebileceğini kestirmek güç değil. oysa o patika yolun ilk selamlayıcısı bu heykelin çevresinde hafta sonu ya da yaz kalabalığında namaz kılan bile oldu; bir kenarında tesettürlü genç kızlar otururken; az ötelerinde rakısını yudumlayıp, radyosunu dinleyen amcalar vardı. ama kimse ne bir gözünün ucuyla baktı, ne de bir zarar verdi. çünkü özgür, doğal bir ortamda -inançlı ya da inançsız- insanların derdi değildir bu çıplaklık; bu dert hermann hesse 'nin çok da güzel ifade ettiği şu satırlar içinde saklıdır bir biçimde '' can sıkıntısı diye bir şey bilmez doğa. can sıkıntısı, kentli insanın bir marifetidir. '' konuyu fazla dağıtmayayım. neyse.

    benim korkum çok kısa bir süre sonra hem heda'cığın, hem de aynı hat üzerinde bulunan diğerlerinin; her defasında yanından geçerken kafasını okşadığım anne ve yavru fok ile koç başı heykellerinin de kaldırılması ki görünüm o yönde.

    o güzelim doğa, anlamsız bir çitle sınırlandırılıyor..insanların huzur bulmak için tercih ettiği o tılsımlı doğa, beton kafalılarca beton dökülmüş, abuk bir işgüzarlığa kurban edilmiş kelimenin tam anlamıyla. o kadar içim yandı ki, heda'yı ve denizi kafesli çitin arkasından görüntülemeye gönlüm elvermedi. hiç maviliklere tel çekilir de öylece bakılır mı arkasından? insanın nefesi kesilmez mi hiç?

    mahzunluk timsali sanki
    ucubiklik abideliğine namzet bir çit
    yalnızlık
    şart mıydı betonlaştırmak doğayı
    nasıl bir mantık bu

    bu arada kent ormanı'nın girişinde de küçük bir yer daha var(bkz: ibb engelliler eğitim merkezi/@minnoklokumcuk)

    lütfen destek olalım
30 entry daha
hesabın var mı? giriş yap