63 entry daha
  • bazen uyanmak için illa bir tokat yemek gerekiyor ama ne yazık ki bu tokat çoğu zaman çok sert oluyor ve biz uyuduğumuz için etkisi çok daha sert oluyor. mesela kısa süre içinde yaşadığımız depremler etkileri açısından bizlere birkaç ufak fiske vurdu ama uyanmamıza ne kadar yetti bilmiyorum.

    birkaç hafta önce pakistan sallanmıştı. hatta öyle sallanmıştı ki bir ülkenin bir dakikadan az bir sürede çöküşüne tanık olduk. onbinlerce hayat yitip gitti. tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yardım kampanyaları başlatıldı. ancak bizim yardım kampanyası sloganlarımız biraz farklı idi. "acınızı paylaşıyoruz, biz bu acıyı biliyoruz" dedik ve yardım elini uzattık. evet biz bu acıyı biliyoruz ama acaba gerçekten acıyı bilmenin veya paylaşmanın dışında ne yaptık, veya bu acıyı bilmenin önemi, faydası ne?

    aslında bir dakikaya sigan o yıkım, yıllardır ufak ufak süren yıkımın bir sonucu değil mi? aynı şeyleri biz de yaşadık 1999 yılında. yani zamanında yapılması gerekenleri zamanında ve doğru bir şekilde yapmayarak bu yıkımların bu denli güçlü olmasına canak tutan ve gene bu isten en çok acıyı çeken biz insanlar değil miyiz?

    şimdi ise izmir ile gündemimize girdi deprem. biz ise sanki ilk defa depremle karşılaşıyor gibiyiz. aaa nereden geldi acaba bu deprem diye ebleh ebleh birbirimize bakıyoruz. ki çok değil 1999 yılında yaşadığımız büyük deprem sonrası her birimiz bir deprem "uzmanı" olmuştuk. ama her şey unutuldu gene. yani illa doğanın bizi sallaması mı gerekiyor bazı şeyleri hatırlamamız veya anlamamız için? türkiye deprem kuşağında olan bir ülke bunu hepimiz biliyoruz ama konuşmak dışında -ki o da bir depremin bizi somut olarak salladığı zamanlarla kısıtlı- ne yaptık? hangi önlemi aldık? hangi önlemleri talep ettik? gece yatağımıza yattığımızda bir deprem sonrası acaba tavanın üzerimize çökmeyeceğinden emin miyiz?

    mesela yakın bir tarihte istanbul'da büyük bir deprem bekleniyor. ama ne kadar yakın veya ne kadar uzak kimse bilmiyor. bilinen şey ise bu depremin olacağı ve bir şeyler yapılması gerektiği.

    son 2000 yıl içinde tam 189 kere sallanmış istanbul. bu depremlerden sadece 10 tanesinin büyüklüğü 7 civarında olmuş ve istanbul'a ciddi hasar vermiş. büyüklükleri ve hasar vermeleri dışında aralarındaki bir diğer benzerlik de yaklaşık 200-250 yıl arayla gerçekleşmiş olmaları. peki istanbul'daki en son büyük deprem ne zaman gerçekleşmiş? 1766 yılında. yani tam 239 yıl önce. başka bir deyişle önümüzdeki 10 yıl içinde istanbul'da büyük bir deprem gerçekleşmesi itimali çok yüksek.

    şimdi buradan çok önemli, ama ne hikmetse üzerinde durulmamış bir rapora gelmek istiyorum. 1999 yılında yaşadığımız büyük deprem sonrası meclis tarafından başlatılan araştırmalar neticesinde elde edilen bulgular bir rapor haline getirilmiş ve 2005 yılının ilk aylarında başbakana sunulmuş. raporda, yaklaşık 1,3 milyon binanın olduğu istanbul'da, 100.000 adet binanın acil olarak yıkılıp yeniden yapılması gerektiği söylenmiş. yani o kadar kötü durumdalar ki güçlendirmeye gerek bile yok ya da güçlendirmek mümkün değil...

    devam edelim,

    raporda 7,5 büyüklüğünde gerçekleşecek bir deprem sonrası, yaklaşık olarak 90.000 binanın (hani şu yeniden yıkılıp yapılması gerektiği söylenen 100.000 bina var ya onlardan farklı bu binalar) yerle bir olacağı, bu yıkım sonrası yaklaşık 90 ila 140 bin kişinin hayatını kaybedeceği, 700.000 ailenin evsiz kalacağı (ki ortalama 4 kişiden 2,8 milyon kişi yapar) ve toplam zararın 100 milyar dolara ulaşabileceği ifade edilmiş. tabii kaybedilen tek bir hayatın bile maddi karşılığı olamaz ki biz yüzbinlerce hayatın yitip gitmesinden bahsediyoruz.

    başka?

    150 ila 200 bin ağır yaralı ve 600 ila 700 bin hafif yaralı olacağı öngörülmüş. peki sizce bu yaralılara bakabilecek miyiz? hayır! 15 milyonluk koca istanbul'da hizmet binaları ile birlikte sadece 323 hastane binasi varmis. ki dünya bankası adına yapılan başka bir araştırmaya göre bu 323 binanın 279'unun depreme dayanıksız olduğu ortaya çıkmış. yani hastanelerin kendisi hastanelik. ki zaten tüm türkiye'deki toplam hastane kapasitesi bile sadece 189.000. peki okullar? her gün yaklaşık 2,5 milyon öğrencinin girip çıktığı ve deprem gibi doğal afetlerde sığınak olarak da kullanılması düşünülen 2.283 okulun 686'sı depreme dayanıksızmış.

    başka?

    2.000 noktada su sızıntısı ve 30.000 kutuda doğal gaz kaçağı olacağı öngörülmüş. başka bir deyişle binlerce su baskını ve yangın... peki ya kamu binaları, köprüler, yollar… çoğunun durumu içler acısı.

    önlem olarak ise, binaların güçlendirilmesine ek olarak, zeytinburnu, küçükçekmece ve avcılar'da tespit edilen yerlere ilk etapta 20.000 adet toplu konutun inşa edilmesi ve bu sayının kademe kademe 100.000 toplu konuta kadar ulaştırılması gerektiği ifade edilmiş.

    tabii bunlar ifade edilmiş ama öyle tamam deyince yapılacak şey değil. öncelikle bu düzenlemeleri yapmayı kafasına koymuş bir irade/yönetim lazım, halkın bu konuda bilinçlendirilmesi ve hatta bilinçsiz yönetime baskı yapması lazım, zaman lazım, sonra para lazım. yaklaşık 10 milyar dolar ve 10 yıl gerektiği ifade edilmiş bu iyileştirmeler için.

    gerçi böyle kuru kuru istatistiki bilgileri verince pek bir anlamı olmuyor. vay be deyip, şaşırıp, biraz endişelenip 10 dakika sonra ise günlük hayatımıza hiçbir şey olmamış veya olmayacakmış gibi devam edebilme yetimiz var türk insanı olarak. ancak iste o günlük hayatınıza döndüğünüz zaman sunu unutmayın ki o gün geldikten sonra şu sıkıldığınız günlük hayatınıza sahip olamayabilirsiniz. onun için otobüste gördüğünüz güzel kıza, yer verdiğiniz yaşlı teyzeye veya kavga ettiğiniz şoföre bir kez daha dönüp bakın. ya da hergün yanından geçtiğiniz binaları söyle alıcı gözü ile inceleyin. hafizanız hep taze olsun. arkadaşlarınızla, ailenizle, sevgilinizle veya yakınlarınızla daha iyi gecinin, kimseyi kırmamaya çalışın. bu sayede kavgalıydık, tüh keşke ölmeden önce barışsaydık dememiş olursunuz. sonra binbir emek harcayarak aldığınız arabanızı, özenerek döşediğiniz evinizi temiz tutun. ayrica bol bol fotoğraf çekin ki hatıralarınıza bakıp kaybettiklerinizin değerini, o "sıradan" ve "sıkıcı" hayatlarınızın anlamını daha iyi anlayın, söyle bol gözyaşlı bir acı çekin. ama sakın alabileceğiniz önlemler için çalışmayın, yapabileceğiniz şeyleri yapmayın veya yapılması için talepte bulunmayın. sonucta şimdi çalışmak yerine, ileride acı çekmek ve yitip gidenlerin arkasından ağlamak daha kolay çünkü. türk insanı olarak biz böyle gördük değil mi?

    bunları yazdım. amacım kimseyi korkutmak değil. ama eğer bu korku ise yarayacaksa ve bir şeyler yapmanızı sağlayacaksa korkun tabii. ben sadece kısa bir süre içinde yaşayacağımız gerçeklere dikkat çekmeye çalışıyorum. aslında bu gerçekler gözümüzün önünde ama kafayı çevirmek ve yokmuş gibi davranmak tabii ki daha kolay. elinizi vicdanınıza koyun ve kendinize sorun. acaba hayatımızı ve geleceğimizi doğrudan ilgilendiren bu raporlar daha doğrusu gerçekler hakkında kaçımızın bilgisi var? peki kaç "çok bilinçli" haberci veya gazeteci bu hayati konuyu takip ediyor, bizleri bilgilendiriyor veya yönetime baskı yapıyor? ya da kaç yetkili sorumluluklarının farkında ve bunları yerine getirmek için çalışıyor?

    ama bu gerçekler yerine aslında çok da önemli olmayan mesela gamze özçelik, tuğçe kazaz, ata türk veya semra hanım hakkında kafa yormak, onları tartışmak/tartıştırmak işimize geliyor. bu konular tartışılmasın mı? hayır tartışılsın ama gerçekleri veya öncelikleri bu kadar örtmesine izin verilmesin. aslında bu tür şeyler hükümetlerin de işine geliyor. bu sayede asıl sorumluluklarından veya yapmaları gerekenlerden kaçabiliyorlar veya yapmış oldukları hayati yanlışları pek gören, hesap soran olmuyor.

    mesela zorunlu olarak herkesten toplanan deprem sigortaları vardı. ne oldu o paralara? kaç hastane veya okul güçlendirildi o fonda toplanan para ile? veya meclis tarafından yazılmış bu rapora meclis neden kayıtsız kalıyor? ya da birinci amacı halkına hizmet etmek olan belediyelerden birisi çıkıp göztepe parkı'na kondurmayı düşündüğü cami -ki bölgede yürüme mesafesinde 3 cami daha olmasına rağmen- sanki halkın önceliğiymiş gibi düşünebiliyor, bu proje için bütçe ayırabiliyor. bir de kaçak yapılaşma sorunu vardı. acaba o konuda ne yapılıyor? sonra istanbul'un onbinlerce noktasında kaldırım yenileme, yol genişletme, daraltma ve kazı çalışmaları yapılıyor. trafiği de felç eden bu "çalışmalara", daha doğrusu daha önce kazılan çukurları tekrar kazmaya ve doldurmaya neden bu kadar çok para ve zaman harcanıyor? veya neden istanbul'u hiç bu kadar temiz veya yeşil gördünüz mü diye koca koca tabelalar yaptırılıp -ki ayrı bir görüntü ve çevre kirliliği demek bence- bu işlere milyonlarca dolar harcanıyor? bu para ve zaman israfın sebebi ne? bu harcanan paralar ile -en azından- birkaç hastane veya okul depreme karşı güçlendirilse daha iyi olmaz mı? acaba yetkililerin vicdanları rahat mı? peki deprem yüzünden çok büyük açılar çekmiş bir millet olmamıza rağmen acaba bizler neden bu kadar vurdumduymazız?

    yani nereden tutsam elimde kalıyor. hani güldürürken düşündürecek bir şeyler yazayım dedim ama sonra içimden sadece düşündüreyim bu kadar gülmek yeter dedim. çünkü yarın o depremde çocuğun, kardeşin, annen, baban, sevgilin, arkadaşların ölecek, sakat kalacak. hayatını, evini, işini, arabanı kaybedeceksin bir anda. onlarca yılda büyük emek ve çaba ile bir araya getirdiklerin bir dakikadan az bir sürede yitip gidecek. yani gülmeyin ve bir şeyler yapın!
8876 entry daha
hesabın var mı? giriş yap