• bu seneki sinema tarih buluşmasında izlemiştim. çok şey beklenmeden izlendiğinde keyif alınabilecek bu film 4 haziran'da tiglon dağıtımıyla vizyona girecek. sinema-tartih buluşmasında kirpi adıyla oynamıştı. vizyon ismi ise yaşamaya değer.
  • uzun zamandır izlediğim en iyi film. yaşam ve ölüm üzerine bir şaheser. ilk fırsatta kitabını okuma ihtiyacı hissettiren bir film olmuş. çok yalın, azameti buradan geliyor. kimin nereye nasıl saklandığının bilinmezliğini bir çocuk aracılığıyla düşündürüyor tekrar. güçlü dialogların yanısıra çekim teknikleri ve renkler görsellik şartını da tamamlıyor. bir karakalemden bunlar çıkar mı, çıkarmış. aynı frekanstaki insanlar * * bir kitap cümlesinden yakalarmış birbirini. filmin tek keşkesi, keşke öyle bitmeseydi, oluyor. aslında misyonuna uygun bitiyor, hayat gibi. tam her şey yoluna girmişken 'güm' diye bir şey olur ya, işte öyle bir şey.

    (bkz: yaşamaya değer)
  • uzun zamandır izlediğim en iyi, en dokunaklı, en insancıl, en iyi film. az sözle çok şey anlatan, içine sürüklendiğimiz manevi yoksulluğun zaaflarını ortaya çıkaran bir film.

    dış dünyaya gönderdiğimiz minicik işaretler günün birinde onları gören biri tarafından analaşılır. hala bu umut var. bu umudu bana renee, paloma ve bay ozu verdi. ya da bu karakterleri yaratan genç felsefe profesörü muriel barbery.

    --- spoiler ---

    paris’in burjuva bir semtinde, zenginlerin yaşadığı bir apartmanda kapıcı olarak çalışan 54 yaşındaki renee dışarıdan bakıldığında tipik bir kapıcı. kilolu, bakımsız, fazla konuşmayan, sadece işini yapan ve iş saati bittiğinde de yalnız yaşadığı kapıcı dairesine çekilen orta yaşlı bir kadın. apartmanın burjuva sakinleri içinse sadece bir hiç. fakat o minik kapıcı dairesinin ardındaki renee ile gün boyu merdiven temizleyen renee ile aynı kişi değil. zira aslında edebiyat, sanat ve felsefe tutkunu olan bu kadın mesai bitiminden sonra bir kapıcıdan beklenmeyecek zenginlikteki kütüphanesinde kitapların dünyasına dalıyor. bir de leo tolstoy’a atfen “leo” adını verdiği bir kedisi var. belki de renee’nin gerçek kişiliği hakkında dış dünyaya verdiği tek ipucu da bu isim. sıradan bir kapıcı olarak görünen renee, aslında gördüğümüz gibi değil.

    gördüğümüz gibi olmayan diğer bir kişi de aynı apartmanda yaşayan 11 yaşındaki paloma. yaşıtlarına kıyasla oldukça zeki olan bu kız, şimdiden hayatın kısırlığını fark etmiş ve kaderin dışına çıkmanın yollarını arıyor. hayatı katlanılabilir kılmak için bulduğu çözüm ise dünyaya kameranın gözünden bakmak, tabii ölmeye karar verdiği gün gelene kadar.

    günün birinde apartmana bir japon taşınıyor. bay ozu. bay ozu hem renee’nin, hem de paloma’nı hayatında yeni bir pencere açıyor. her ikisinin de açmaya korktuğu bir pencere. be bu üç karakter bize film boyunca hayatın gördüğümüz gibi olmadığını anlatmaya çalışıyor.

    çünkü insanlara çerçevenin dışından bakmak ve onlara sadece insan oldukları için hak ettikleri değeri vermek burjuva kültürüne hapsolmuş avrupalıların unuttuğu bir şey. sanırım kitapta/filmde hem renee’yi hem de paloma’yı keşfeden kişinin metaforik bir anlamla daha doğu kültüründen, japon kültüründen biri olması da buna bir eleştiri. batı ‘insanı’ unuttu. batı klişelere saplandı kaldı.

    --- spoiler ---

    ama her zaman başka biri olmanın bir yolu vardır değil mi?
  • izlediğim en güzel filmlerden , o kadar yalın ve o kadar net.
    oyunculuklar üzerine hiç bir şey söylemiyorum söylenemeyecek kadar kaliteli.

    filmdeki şu söz de beni benden almıştır, kedi dışarı çıkmasın kapıcı içeri girmesin.

    şu film iki sinemada en küçük salonlarda bir haftadan fazla oynamasın onun yerine recep ivedik izleyelim afm sinemalarının tümünde aynı anda dört salonda.
  • kitabını okumadan izlediğim,ama önceden niye kitabını okumamışım diye pişman olduğum etkileyici güzellikte,insanı yaşam-düşünmek-ölüm üzerine derin bir düşünmeye sevk eden harika bir film.filmde gerek küçük kız,kapıcı kadın ve japon komşu gibi ana karakterler olsun,gerekse de küçük kızın ailesinin her bir bireyi olsun her bir karakterin cidden bir şeyler ifade ettiğini görülüyor.

    --- spoiler ---
    filmde reneein okuduğu ilk kitap junichiro tanizaki'nin eloge de l’ombre gözümüze çarpıyor.ardındansa renee ile bay kakuronun kaynaşmasını sağlayan ve film için büyük bir önemi olan lev tolstoyun meşhur anna kareninası ve o kitaptan şu sözler:
    “bütün mutlu aileler birbirinin aynısı ama her mutsuz aile birbirinden farklı.”
    ayrıca nedendir bilmem ama ben bu 10 yıldır terapi gören ve antidepresan manyağı olmuş anne karakterine de ayrı bi ısındım sanki ne biliyim bazı konuşmaları çok hoşuma gitti mesela:
    ”doğumumuzda bize verilen sınırlı sayıda kelimemiz olduğunu,dilsizlerin doğarken paylarına düşen kelimeleri almadıklarını zannediyordum.ve ne kadar kelimem olduğunu bilmediğim için yıllarca bitmesinler diye çok az konuştum.." diyor toplum içine girdiğinde.
    -ayrıca filmde 3 ana karakter için de kedilerin ne denli önemli olduğunu görüyoruz,her birinin kedisinin isimleri ise ayrı bir mana taşıyor.reneein kedisi leo*,palomanın kedileri anayasa ve meclis,ve bay ozunun kedileri ise kitty ve levin.
    -ayrı bir gözden kaçırılmayacak,pek bir hoşlaştığım detay ise reneenin her defasında masasına kitap okumak üzere oturduğunda,bir paket bitter çikolatayı yemesi.hatta renee ile paloma arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
    paloma:çikolata neden bu kadar güzel? içeriği yüzünden mi ya da dişlerimizin arasında çıtırdamasının hoşumuza gitmesi yüzünden mi?ben en çok dilimin üzerinde eritmeyi seviyorum.
    renee:–hakkın var.yeme şeklini her değiştirdiğinde sanki onu yeniden keşfediyorsun.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    paloma renee'yi bay ozuya şöyle tarif eder:
    "bayan micheli bir kirpiye benzetiyorum.dıştan bakınca dikenli,bir kale gibi korunaklı ama bana öyle geliyor ki içini görebilsek,aslında hiç de uyuşuk olmayan,nevi şahsına münhasır,sadece göze batmaktan sakınan,son derece zarif o yaratıklar gibi sanki."
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    renee: “kakuro,kalbim yün yumağına dolanmış bir kedi gibi..”
    --- spoiler ---
  • filmde üç ana karakter var.

    1 – paloma josse (garance le guillermic)
    2 – renée michel (josiane balasko)
    3 – kukuro ozu (togo igawa)

    bular içinde de bir as karakter var: paloma josse.
    şimdi bazılarınızın “sanki filmdeki önemli karakterleri “tek”e düşürmeliyiz!” şeklinde düşündüğünü sezebiliyorum! ne yalan söyleyeyim, kendi muhakemem için ben de aynı şeyi düşündüm!

    ama, aslında öyle değil!

    film bir çocuğun, –bu çocuk bir kızdır ve on bir yaşındadır– hayat ve ölüm konuşmalarıyla, düşünceleri ve imgeleriyle başlıyor, sürüyor, gelişiyor ve bitiyor! baştan sona filmde bir sorgulama var; bir çocuk anlağından ölüm gibi soyut bir mefhumun anlaşılabilme çabası var.

    evet, bu filozof çocuğun ismi paloma josse.

    sarışın, zayıf, gözlüklü şirin bir kız! yer yer kameraya bir genç kız gibi aksediyor; göz yanılıyor evet, ama hanımefendideki edalar, bakışlar, duruşlar hiç de çocukça ayarsız, mini mini, pıtı pıtı değil; bilakis en az yirmisinde bilmiş bir nazenin gibi etkileyici ve şaşırtıcı! daha en başından anlıyoruz ki, bu kız sıradan bir kız değil ve misyonu büyük!

    renée michel, karşımıza çıkan diğer bir sacayağı. bana sorarsanız, paloma’nın kendini bulması ve kafasındaki sorulara cevap bulmasını sağlayan bir vesile.

    şöyle…

    o, bir kapıcı, asık suratlı bir kapıcı, asık suratlı suskun bir kapıcı, asık suratlı suskun, kitapsever bir kapıcı; asık suratlı, suskun, kitapsever, kedisever bir kapıcı. (bu cümlemin kurulum esprisini kakuro’nun “bir insanın birçok vasfı olabilir!” sözünü hatırlayanlar hemen anlayacaklardır.) paloma’nın ondan öğreneceği şeyler var. hatta o yaşına dek hayatındaki en mühim gerçeği onunla öğrenir. renée’nin ölümü, bizim yumurcağa hem ölümün ne’liğini, hem de sevgiyi öğretir! renée, belki biraz da bunun için vardır; paloma’ya hayatın değerini öğretmek ve ölümün nefesini koklatmak için.

    ve kakuro…
    o, yaşlı ve bilgedir. yaşlı, bilge ve japon.
    bu üç karakteri bir apartman buluşturuyor. kukuro, sonradan bu apartmana taşınan bir kiracıdır. güler yüzlü, içtenlikli ve mütevazı. o, gören bir adam. paloma’yı görüyor, apartman sakinlerinin yıllar yılı her gün baktıkları ama bir türlü göremedikleri renée’yi görüyor; mutluluğu biliyor, eksikleri fark ediyor ve bildikleriyle amel ediyor, muameleye önem veriyor! nitekim, renée, onun sayesinde hayata dönecek, kendini görecek, varlığını hissedecektir. bu onun için bambaşka bir şeydir. ve bununla birlikte –üzülüyoruz!– doğarken ölmek ne demek hayatını kaybederek gösterecektir!

    biliyorum, yazdıkça uzayacak; sonra entry değil, bir çile olacak!
    iyisi mi, ne benim cümlelerim uzasın, ne sizin gözleriniz yorulsun!

    yalnız şunu bilin:
    bu film herkese göre değil!
    çünkü hayat herkese göre değil!

    laf aramızda, içimizde yaşamayı hak etmeyen o kadar zevzek var ki!
  • adı kirpi olmasına karşın insanı anlatan, insanlığı hatırlatan bir film.
  • hayatında belki de hiç bahar yaşamamış bir kadının, ikinci baharını yaşayamayışının hikayesi ve küçük bir kızın gözünden insanlar ve ölüm... kaçırılmaması gereken, samimi bir film. şaşırtıcı ve sürpriz de bir sonu var filmin.

    the ghost writer için yaptığım eleştiriyi kötüleyenler, keşke bu filmi izlese de, sürpriz son nasıl olurmuş görseler..
  • izlerken yanımızda not defteri bulundurmamız gereken bir film. sanırım bu film yüzünden bütün öğleden sonrayı ağlayarak geçireceğim. izlediğim en iyi film mi bilmiyorum değil belki ama ben eskiden filmlere ağlamazdım, son zamanlarda karakterlerle aynı anda hıçkırıyorum bu da bi gerçek.

    --- spoiler ---

    önemli olan ölüm değil, o anda ne yaptığınız. renee sevmeye hazırdı. (allahım üç nokta falan koycam o derece duygusalım ashjdfg)
    zaten çok kızmıştım adamın teklifini reddetmesine. neymiş "doğru olan olması gereken" oymuş. değilmiş demek gördün mü?

    aslında olmadığımız biri olmanın bir yolu olmalı.
    hayatın bir anlamı yoksa buna katlanmanın bir yolu olmalı.
    bütün mutlu aileler birbirinin aynı ama bütün mutsuz aileler birbirinden farklı.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap