• nadir bulunan hem amerikali olup hem bagimsiz hem de film cekebilen adamlardan...

    soyle bir durum vardir;

    amerikali olur bagimsiz film cekmez*
    amerikali olur bagimsiz film cektigi sanrisinda olur*
    amerikali olur bagimsiz olur cektigi film olmaz*
    bir de richard linklater olur...
  • texas eyaletinin başkenti austin’de kurduğu film derneği ile birlikte kısa film denemelerine başladılar. sonraları gelişen ve düzenli bir üye sayısına ve gösterim programına sahip olan bu dernek linklater ve arkadaşları için bir laboratuar işlevi kazandı. linklater ilk filmi olan “`ıt's ımpossible to learn how to plow by reading books`” u 1988 yılında çekti. ancak bu film linklater’ın ilk filmi olmasına rağmen, gösterim olanağı bulan ve dağıtılan ilk filmi “slacker” (1991) oldu. slacker onlarca karakterin konuşmasının birbirine bağlandığı ve aylakçılık temasının ayrıntılı bir şekilde işlendiği bir filmdi. aylakçılık temasını incelemesindeki ustalığı ile linklater bağımsız sinema alanında kendine has bir alan yaratacağının ipuçlarını vermişti. daha sonraki filmi “dazed and confused” (1993) ise 1976 yılında lisenin son gününde bir grup gencin yaptıklarını anlatmaktaydı. linklater hikayelerini kısa zaman dilimlerine (birkaç saat, 1 gün vs.) sığdırmayı ve genellikle genç insanların öykülerini anlatmayı yeğliyordu. bu filmi linklater’a popüler sinema dünyasında adını duyurma şansını verirken kendine has bir izler kitle oluşumunda da etkili oldu. ayrıca bu filmin dağıtımını universal şirketi üstlenmişti. “before sunrise” (1995) ise yönetmene 1995 berlin film festivalinde gümüş ayı ödülünü getirdi. before sunrise trende karşılaşan iki gencin birkaç saatlik öyküsünü anlatması ile has bir linklater filmi özelliği taşımaktaydı. ardından çektiği “suburbia” (1996) eleştirmenlerce dazed and confused ‘un bir bakıma devam filmi olarak nitelendirildi ve film çok az sayıda seyirciye ulaşabildi. ancak suburbia, dazed and confused’un devam filmi olmaktan öte linklater’in auter kişiliğinin bir parçasıydı aslında. tema olarak yine gençler -yani generation x- anlatılmakta ve öyküleri sınırlı bir zamanda -bir günde- geçmekteydi.

    1998 yılında çektiği filmi “the newton boys” (1998) linklater için farklı bir denemeydi. 1920lerde geçen film kendilerine “newton boys” diyen dört gencin yaptığı hırsızlıkları anlatmaktaydı. ancak bu film de popüler sinema eleştirmenlerince tenkit edildi. hırsızlığın övülmesi ve bunun gençlere olacak etkisi üzerinde duran eleştirmenler, linklaterin metaforik olarak anlatmak istediğini ve aslında öykünün günümüz amerika’sına ve amerikan gençliğine bir mesaj olduğunu ne yazık ki ıskaladılar. linklater’in sinemasal denemeleri "waking life” (2001) ile sürdü. çocukken gördüğü bir rüyadan etkilenerek yazdığı senaryoyu önce digital kamera ile filme çeken yönetmen sonra her bir kareyi animasyon tekniği ile yeniden çizerek gördüğü rüyayı filme aktarmayı denedi. film rüya ve uyanıklık arasında geçen bir ruh halini anlatan filmin bir diğer özelliği ise felsefi diyaloglarıydı.

    tape” (2001) ise hem seyirci hem dağıtım hem de bütçe olanakları açısından linklater’in en büyük filmiydi. ancak görece olarak gerek anlatısı gerek karakter inşası açısından diğer filmlerinden daha basit bir yapıya sahipti. bir otel odasında üç lise arkadaşının birkaç saate sığan hesaplaşmasını anlatan film ülkemizde de gösterim olanağı buldu. 2003 yılında da “live from shiva's dance floor” ve “the school of rock” filmlerini çekti. 2004 yılında ise "before sunrise" filminin devamı olan "before sunset" filmini, 2005'te "bad new bears", 2006'da "fast food nation" ve "a scanner darkly", 2008'de "me and orson welles", 2011'de "bernie", 2013'te "before sunrise" ve "before sunsent" filmleri serisinin son filmi olan "before midnight" ve 2014'te de çekimleri 12 yılı aşkın süren ve aynı oyuncularla her sene belirli dönemlerde buluşularak kaydedilen "boyhood" filmlerini çekti.

    alaylı yetişen yönetmen linklater genel olarak filmlerinde sınırlı bir zaman diliminde geçen öyküleri anlatmaktadır. bu yönetmenin gerçekliği aktarma takıntısı ile bir bakıma doğrudan ilişkilidir. kısa süreler içinde vukuu bulan öyküler hem linklater’a detayları derinlemesine sunma olanağı vermekte hem de yarattığı karakterleri sürekli konuşturarak onları olabildiğince aramızdan biri gibi hissetmemizi sağlamaktadır. genelde filmlerinin senaryolarını da kendi yazan linklater’in karakterlerinin bir diğer özelliği ise genç olmaları ve hayatlarının önemli dönüm noktalarında durmalarıdır. ve bu gençler ilk dönem filmlerinde genellikle generation x yani kayıp kuşak, son dönem filmlerinde de generation y üyeleridir.

    linklater omuzda taşıdığı kamerası ile çalışmakta kalabalık mizansen uygulamalarından ve süslü kurgu hilelerinden uzak durmaktadır. olabildiğince sade ve yalın bir sinematografiye sahip olan linklater filmlerinin bir diğer özelliği ise müzik kullanımındaki yoğunluktur. yarattığı karakterler ve seçtiği mekanlar bağlamında linklater punk ve rock müziğe sıkça yer vermektedir. oyuncuları ise genelde amatör oyuncular ve tiyatrocular olan linklater karakter filmlerinin gelecekteki usta isimlerinden biri olmaya adaydır.
    linklater amerikan bağımsız sinemasının önemli isimlerinden bir olabilmesini belki de bu tercihlerine borçludur. öyküleri, karakterleri, mekanları ve sinemasal seçimleri ile auter bir yönetmen olduğunu kanıtlayan linklater popüler sinemanın dışında, düşük bütçelerle kaliteli filmler yapılabileceğinin kanıtı olması açısında da ayrıca önemli bir isimdir.

    halen austin’de yaşayan linklater kurduğu film derneğinin çalışmalarını yürütmekte ve dernek kapsamında ücretsiz olarak sinema klasiği haline gelmiş filmlerin gösterimini yapmaktadır.
  • son 30 yılda, hollywood'da "çağının tanıklığına soyunan yönetmen" misyonunu tek başına yüklenmiş taşıyan adam. bundan 50 yıl sonra, bugün aldığı övgülerin çok daha fazlasına mazhar görülüyor olacak.
  • "en sevdiğin yönetmen hangisi" sorusuna cevap verme tereddütünden kurtaran iki yönetmenden biri, kieslowski'yle beraber.

    filmlerini tekrar tekrar izleyip yeni şeyler keşfetmek müthiş. özverisi saygı uyandırıcı, yıllarca tek bir film için uğraşmak...
    kendi yazımlarını çektiği için zengin diyaloglarıyla ön planda olduğu söylenilebilir. öyle diyaloglar ki bir çoğunun konusu bile yeni bir şey üretmeye ilham olabilecek nitelikte.

    en keyif verici yönü hayatı çok gerçekçi bi şekilde yansıtırken serpiştirdiği güzel küçük dokunuşlar, aynı hayatın bize yaptığı gibi. before sunset'te şöyle bi alıntısı vardı "hiçbir sihir ve gizeme inanmıyorsanız bir ölüden farkındız yoktur." çok büyülü bi hayat yaşamıyorum, hatta belki başıma gelenleri ayırsam iyiden çok kötü olanlar ağır basar şu ana kadar. ama yine de yaşama devam edebilmek için bu umuda sahip çıkacak kadar aptal olma hakkımız olmalı. bu adamın yapıtları da bana bunu hatırlatıyor.
  • 2002 ile 2014 yılları arasında çektiği film ak parti'den bile daha çok eleştiriliyor şu günlerde.
  • 12 senede çektiği boyhood' la yetinmemiş ve devam filmi kararı almış yönetmendir. artık akla hemen gelen bunu kaç sene de çeker bilemiyorum fikrine de herkesten önce ben değinmeliyim.

    bu adam filmlerindeki diyaloglarla hatrı sayılır derece uğraşıyor. var bir mükemmeliyetçilik... ortaya çıkan eserler harikulade diyemem -bundan kötü olduklarını da anlamayın- ama şu var uğraşıyor, çalışıyor, didiniyor ve bunu popüler sinema kulvarında yapıyor. yani filmleri fazlaca izleniyor ama kaliteden de taviz yok.

    bu arada devam filminin nasıl olacağını tahmin edebiliyoruz, esas oğlanımız büyüyecek, olgunlaşacak, evlenip barklanacak. izlenir ki bu.
  • before midnight'la "acaba kendisinin vasat bir kopyasına mı dönüştü?" dedirttikten sonra, boyhood'la sanki kendini yeniden ispatlayan yönetmen. bu herifi kendisinin ethan hawke'ı sevdiği kadar seviyorum ya.
  • duyguları kelimelere dökmenin zor olduğu bir dünyada, bir de bu kelimeleri filme çeken bir garip yönetmen kendisi! hem de bunu olabildiğine samimi ve güzel bir şekilde yapıyor. linklater'ın filmlerini izlerken sürükleyici bir kitabı okuyor hissine kapılıyorum. filmleri çoğu zaman kendisini aptal aptal seyretmenize izin vermiyor, kafanızın içine girip orada da bir iki tur atıyor. güzel kitaplarda da böyle değil midir, durup kendinizi veya olayları düşünürsünüz, sonuçlar çıkarırsınız, teoriler üretirsiniz. seviyoruz seni richard linklater!
  • houston doğumlu olan yönetmen, üniversitedeki edebiyat ve drama öğrenimini yarım bırakarak, karakterlerinden birisi gibi, meksika körfezi 'indeki bir petrol kuyusunda iş yaşamına başladı. linklater, yaşamının üniversite sonrası döneminde sinema ile ilgilenmeye başladı. kendi kendisini eğiten yönetmen, austin film topluluğu nu kurdu. (kendisi halen bu kentin öncü underground sinemasının önde gelen bir simasıdır) ve super-8 üzerine çekilmiş ve 3000 dolara finanse edilmiş ilk filmini 1988 yılında yaptı. eserleri insan ilişkilerini ateşleyen fikirler ve duyguları araştırmaya ve dışsal bir tarz ile öyküler anlatmaya adanmıştır. son filmi before sunset karakterlere yaptırdığı bütün o kirli, erotik konuşmalar ile tek bir fiziksel temas olmadan aralarındaki tutkuyu öykülemeyi başarmıştır kanımca tebrik etmek yetmez alkışlamak lazım, güzel bir filmin üstüne güzel bir devam filmi çekmenin ağırlığı altından da ezilmeden çıkmıştır. yolu açık olsun yeni filmlerini dört gözle bekliyoruz deyip filmografisiyle devam edelim ki bu küçük biyografi kendi içinde bir bütünlük sağlasın.
    it's impossible to learn to plow by reading books(1988)
    slacker (1991)
    dazed and confused (1993)
    before sunrise (1995)
    suburbia (1996)
    the newton boys (1998)
    tape (2001)
    waking life (2001)
    live from shiva's dance floor (2003)
    the school of rock (2003)
    before sunset (2004)
  • romantizmi, felsefeyi ve de kara komediyi bir insan ancak bu kadar basarili bir sekilde beyaz perdeye sunabilir; her filminde ayri bir stil gosterip, insanda bu kisinin yeteneklerinin bir siniri varmi sorusunu akla getiren sahis.
hesabın var mı? giriş yap