• sinemanın en farklı (!) yönetmenlerinden biri olan werner herzog, yaptığı filmlerden çok çalışma biçimleriyle hatırlanır. 350 ton ağırlığında tekneyi, bir dağın üzerinden geçirmek çabasını konu alan fitzcarraldo için peru ve ekvator sınırına, yani savaş bölgesinin tam ortasına kamp kuran yönetmenimiz, başrol oyuncusu dizanteriye tutulunca yerine başka bir oyuncu alır. ancak bu yeni oyuncu* de en az herzog kadar manyaktır ve çekimler öyle bir noktaya gelir ki; herzog, kinski’yi silah zoruyla çalıştırmak zorunda kalır (edit: yanlış lan bu. o film, aguirre idi. ayrıca 350 tonluk tekneyi dağdan geçirme filmi mi lan o? koca fitzcarraldo'ya yazdığın plot'a bak yuh ayı. bi de farklı yazıp yanına (!) koymuş, allah belanı versin hıncallar götürsün seni.)

    herzog’un heart of glass adlı filmi değerli cam yapmanın sırrına ermiş derviş niteliğinde bir halk ile ilgiliydi. ve güzide yönetmenimiz herzog, oyunculardan gerekli performansı alabilmek için tüm oyuncu kadrosunu ipnotize ettirdi ve tüm ekip trans halindeyken çekim yaptı. (edit: bu da biraz sallama geldi şimdi okuyunca, hiç hatırlamıyorum böyle bi trivia.)

    çok sevdiği film eleştirmeni lotte eisner hastalandığında, münih’ten paris’e kadar yürüdü. nosferatu the vampire filmi için çekimlerin yapıldığı kasabaya 10.000 fare getirtti. ancak gelen farelerin gri olduğu görüp rengini beğenmeyince, hepsini beyaza boyattı. (edit: bak bunlar doğru, kesin.)

    bir gün bir röportajı sırasında şöyle demişti; “artık film yapmayacağım. bir akıl hastanesine yatacağım”. böyle bi manyaktı kendisi. (edit: -kendime not- sen çok akıllısın amına koim.)
  • “ben ödüller kazanmanın peşinde değilim, o iş köpekler ve atlar içindir.”
  • 1967'de lebenszeichen'i yunanistan'da çeken herzog, yangın sahnesini çekmek istediğinde, karşısında yunan cuntasını bulur. ona bu sahneyi çekemeyeceğini ve itfaiyenin yardım etmeyeceğini, çekmeye kalkışırsa tutuklanacağını söylerler.

    "istediğinizi yapın. ama ben silahlı olacağım. bu sahneyi çekeceğim. bana dokunan benimle birlikte ölür" der.

    sabah 3000 izleyici, 50 kadar polis ve askerin gözü önünde istediği sahneyi çeker. itfaiye de ateşlemeleri söndürür.

    [kaynak: tezer özlü, yeryüzüne dayanabilmek için]
  • david lynch ile angelo badalamenti arasindaki iliskiye benzer bir filmci-muzisyen iliskisi, herzog ile alman krautrock'culari popol vuh arasinda mevcut. aguirre, nosferatu ve fitzcarraldo'nun muzikleri, florian fricke ve saz arkadaslarindan..
  • izlerken büyük anlamlar yüklediğiniz filmlerinin çekiliş öykülerini kendi ağzından dinlediğinizde; "uyuyamıyodum, onlar da gördüğüm daydreamlerdi" cümlesini duyar, filmini anlattıkça hiç bir sahnenin göründüğünden daha derin olmadığı anlayıp büyük hayal kırıklığına uğrarsınız. ama başka hangi yönetmen çaldığı * kamerayla ilk 2-3 uzun metrajlı filmini çekip dünyaca ünlü olmuş, üstelik bu filmlerle sizi bambaşka ruh alemlerine götürmüştür? o yüzden gene de herzog, ille de herzog..

    (bkz: kamera çalmak)
  • "filmlere düz bakmak gerekir; sinema alimlerin değil, cahillerin sanatıdır." diye sözü bulunan sinemaya emek vermiş deli.
  • mubi platformu üzerinden "aile saadeti" isimli son filmini izledim. her ne kadar film hayal kırıklığı olsa da filmin sonunda soru cevap bölümünde şu çarpıcı ifadeleri sarf ederek beni şaşırtmıştır;

    "ben pek film izlemem, daha çok okurum, sizde okuyun, okuyun, okuyun, daha sonra bir kaç film izleyin, sosyal medya kullanıcıları okumuyor sadece twit okuyorlar ama 800 sayfalık bir tolstoy romanının mantıklı ve derin bir okumasını yapamıyorlar."
  • werner herzog ve slavoj zizek arasında yapay zeka tarafından oluşturulmuş sonsuz bir sohbet olduğunu biliyor muydunuz? buradan bu sohbete katılabilirsiniz.
  • 80 yaşında halen bıkmadan usanmadan üretmeye devam eden bir manyak olduğunu düşünüyorum, yeni novellasının tanıtımı için stephen colbert'a konuk olmuş, anlatma dikkatine ve heyecanına hayran olduğum yönetmen kişisidir.

    • [the twilight world (tık)]
    • [werner herzog lends his iconic voice to tell a few jokes]
  • seviyorum böyle aykırı kişilikteki yönetmenleri. mümkün olmayanı dahi sarkastik bir anlayışla izleyiciye yedirmesi çok keyifli. herzog filmlerinde her zaman gerçek ile kurgu arasındaki çizgi muğlaktır ve buna rağmen her yaptığı iş özünde gerçekle ilgilidir. bunun en güzel örneği ise 82 yapımı fitzcarraldo filmi. filmin konusuna bakar mısınız; "avrupalı bir iş insanının amazon ormanlarının göbeğinde bir opera salonu inşa etmek için giriştiği mücadeleyi anlatan bir film." hayalgücünün ürünü olarak kurgu olduğu çok belli fakat bir o kadar da gerçek olabilecek bir konu. işte herzog'un tarzı da tam olarak bu. seyirciyi gerçek ile kurgu arasında arafta bırakması. filmi ilk defa izlesem ve yönetmenini bilmesem dahi filmin herzog yapımı olduğunu direkt söylerdim o derece. bu hayatın gerçekleri ile dalga geçmesini kendi hayatına dahi empoze etmiş bir kişilik.

    öyle ki 70'lerin sonu ve 80'lerin başından itibaren werner herzog, birbirinden önemli filmlerini art arda sıralarken yakın arkadaşı errol morris ilk filmi gates of hevaven’ın çekimlerini tamamlamak için kendisine desteğe ihtiyacı olduğunu söyler. herzog nev-i şahsına münhasır bir şekilde ters psikoloji yaparak: “sen herhangi bir filmi tamamlayamazsın! tamamlarsan ayakkabımı yerim” der.

    errol morris gazı alır, filmini bir çırpıda tamamlar. california berkeley’deki chez panisse isimli restauranda herzog’un en sevdiği ayakkabısı 5 saat sarımsak ve baharatlarla ağır ateşte pişer. herzog’un önüne gelir. herzog da sözünü tutar. ayakkabının hepsini yiyemez tabi ki ama bunu da “yenecek yeri var, yenmeyecek yeri var. tavuk yerken kemiklerini de yiyor musunuz?" sözleriyle açıklar.

    bu dahiler hep böyle deli olmak zorunda mı? bence herzog, morris'in filmi tamamlayacağını biliyordu. sadece canı ayakkabı yemek istemişti:) bunu da arkadaşına güzel bir jest yaparak gerçekleştirdi.
hesabın var mı? giriş yap