• bu ülkeye demokrasiden ufak kırıntıların düştüğü bir gün, insanların diktatörlüğü devirdiği gün, yalakalığın berbat ve yüz kızartıcı bir şey olduğunu anladığı gün bir çok insanın önemsemeyeceği, yüzünü döneceği bir insan olması kaçınılmazdır. neyse ki o da biliyor bu ülkenin o ölene kadar değişmeyeceğini. akıllı adam.

    yazık etti yılmaz erdoğan kendisine, çok yazık. özellikle hem türk halkı için, hem kürt halkı için bambaşka anlamlar ifade edebilecek, kucaklaşmya katkı sağlayabilecek birisi olabilirdi mesela. örneğin sinema filmlerine kemal sunal'a bu ülkenin her kesiminin gösterdiği sevgiyi gösterebilecek bir kitle her zaman gidebilirdi. seçmedi bunu, kendi bilir, kimse bir şey diyemez tabii.

    yalakalığı, hırsızın yanında olmayı, akil insanlar denilen bi garip heyetin içerisinde bulunmayı, başbakan iftarlarında yer almayı, hırsızlarla top oynamayı, roboski olduktan sonra evinde yılbaşı partisi vermeyi, banka reklamında oynayıp sermaye karşıtı şiirler yazmayı seçti.
    ben hakkariliyim diyerek sümen altı edilmiş olarak kendisini gösterip, eli para görünce hakkari için hiçbir şey yapmadı.
    bkm'nin tiyatro emekçilerini gecenin bi yarısı kapı önüne koydu.
    "güle güle berkinim" deyip, katilleriyle, canım berkin'in anasını yuhalatanlarla maç yaptı.

    kendi bilir.
    helal olsun deyip sırtını okşayan memlekette çok oldukça, bu adam çok ekmek yer.
  • senaryosunu yazdığı dizide bütün kadınları ilk görüşte kendisine aşık olacak şekilde yazmasından, büyük edebi laflar edip sanatçı triplerine girmesine rağmen vücudunu kullanarak para kazanan , lise mezunu tüm yüz estetik , platin saçlı, kendinden 20 -25 yaş küçük bir kadınla ilişki yaşamasından ve kendisini eleştiren herkese tehditvari yaklaşmasından anlaşılacağı üzere. güzel bir pakedin içine girmiş egolu , sığ bir kişilik taşıyordur.
  • bir değil iki güzel kadının başrole aşık olduğu ve başrolün onlara sürekli hayat dersi verdiği bir senaryo yazmış. yetmemiş yönetmiş. o da yetmemiş başrole de kendini koymuş. adam resmen dizi adı altında kendini tatmin edecek bir şey çevirmiş. yaşlısın, çirkinsin, fakirsin, sicilin temiz değil… ama herkes sana hayran öyle mi? resmen andropoz oyalanması, ego tatminine çevirmiş diziyi.
  • bir cift laf edecegim akil:
    birincisi; ak got , kara got belli oldu.
    ikincisi; devrimin pesinden kosmus amcanin cesaretine sirtini dayayip yazdigin siirleri, onun acilarini kendine giydirip bugulandirdigin o sesini, sakin ola ki yillar sonra 31 mayis 2013'u anarken o tatli dilinden dokturmeye kalkma.
    e mi aklini sevdigim akl-i selim, akil insan.

    (bkz: ama ben bir sürü tweet attiydim ki)

    edit: bosluk
  • diğer kürt yıldızlar gibi bütün karıları kendine aşık etmek ama çok efendi adam olmak hastalığına yakalanmış usta oyuncu.

    bir ara ibrahim tatlıses'te de vardı bu yönetmen,yazar,senarist,kameraman,söz,müzik her şey ibrahim tatlıses idi...çıkıp çıkıp köy köşelerinde geçen,komşu kızına saplama temalı şarkılar söylerdi hep keza özcan deniz de yine oynadığı bütün filmlerde kendisine aşık ediyordu herkesi hatta ağaçtan yaprak düşse özcan deniz'in büllüğe doğru düşecek şekilde ayarlanıyordu bu dizide de sanırım aynı hastalığa yılmaz erdoğan yakalanmış...allah acil şifa versin bu kadar sexy olmak hem de bu genç yaşta kader mi be bu lanet olsun.

    bu hastalığı dışında van kahvaltısını ünlü etmiş kişidir.anadolu'da,karadeniz'de insanlar tereyağı bal kaymak ekmek ve çay yemiyormuş gibi bir ara çıkıp çıkıp bu kahvaltı türüne ısrarla van kahvaltısı diyordu hatta van'da seninle kahvaltı etmek sevgili... tarzı sözlere sahip,klasik 'yılmaz erdoğan düşük cümleciliği' ile yazılmış şiirler falan yazıyordu,toplum mühendisliği tarafı da yok değil hani.
  • hükümetle olan ilişkileri ve soma katliamı sonrasında yazdığı şeye karşılık okumasını öneriyorum ki nasıl yazılır öğrensin;

    ''dağ gibi, kara yağız birer delikanlıydık. babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık,

    vurulduk ey halkım, unutma bizi!

    yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. işkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. isteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren senetler gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. bizleri yok etmek istediler hep.

    öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

    fidan gibi genç kızlardık. hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi. utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

    hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi!

    ölümcül hastaydık. bağırsaklarımıza düğümlenmişti. hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duyularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. vicdan sustu. hukuk sustu. insanlık sustu.

    göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

    kanserdik. ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. uydurma davalarla kapattılar hücrelere. hastaydık. yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

    öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

    giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. istanbul'daki, ankara'daki işçiler, sizin için öldük. adana'da paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

    vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi!

    bağımsızlık, mustafa kemal'den armağandı bize. emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

    yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi!

    yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler. ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze. kurtuluş savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. bir kez anlamak istemediler.

    vurulduk ey halkım, unutma bizi!

    henüz çocukluğumuzu bile yasamamıştık. bir kadın eline değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. içimiz titremedi hiç. mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere...

    asıldık ey halkım, unutma bizi!

    bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.

    korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi!

    bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi!
    bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi!
    özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz, ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...''

    uğur mumcu



    yılmaz erdoğan: ''...bu işin sorumlularını affetmeye hiçbir kulun gücü yetmez. bunu ancak yaradan yapabilir.
    allah sizi affetsin...''

    bir yandaş olarak soma'daki ''siz''in içinde acaba sen de var mısın yılmaz erdoğan?

    çizmelerden, babasız kalan çocuklardan bahsederken samimi misin? günah mı çıkartıyorsun?

    vaktiyle yaşayabilme ihtimali'nde ''...ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...'' demiştin. okuyorsan düşün bakalım kaç çocuğun babası onlar için kömür kokusu?

    yalan olmasın ben bir zamanlar çok severdim seni. yazdıklarını, oyunlarını ve özellikle bir demet tiyatro'yu. ''siz''in içinde olduğunu düşündüğümden bu yana, sevebileceğim tek şey aslında hiç böyle biri olmadığın ihtimalidir. fakat seni artık sevmiyorum yılmaz erdoğan. sevginin maddi değeri olmadığından, zannediyorum ki sen de böyle şeyleri umursamayalı uzun zaman oluyor.

    son olarak, allah'ın affedeceğini ummak çok tatlı olmuş. kul affetmeden allah affeder mi acaba?
    göreceğiz. siz de göreceksiniz.
  • hani çok mükemmel olabilecekken fırsatları reddetmiş, kendini olduğundan daha iyi göstermeye çalışan sürekli eski anılarını abartarak anlatan ama vasfı sadece olduğu yere yeten yaşlılar var ya hani, bu adamı görünce aklıma hep böyle insanlar geliyor. sürekli bir fakir edebiyatı, osuruktan doğa ve aşk güzellemeleri, yapış yapış yamuk yumuk cümlelerle şiir yazdığını sanıp herkes bana hayran bakışları.

    hele bir deprem şiiri var ki okurken başkası adına utanma hissini iliklerime kadar hissediyorum. kendisine gerçekten sormak istiyorum, bir "sanatçı" olarak resmi rakamlara göre 50.000 kişinin depremde öldüğü ülkede yırtık dondan fırlar gibi şu dizeleri yazıp bir de klip hazırlamak aklına nereden geldi? bu nasıl bir görülme ihtiyacı oldu da kendini araya sıkıştırıverdin?

    elbet üzülmüşsündür bağış falan yapmışsındır da sana 'ülkemin osuruktan şiirime ihtiyacı var' diye düşündüren tam olarak ne oldu?

    "ah benim güzel antakya’m…
    sen üzme kendini bu kadar.
    olan bize olur,
    coğrafya kendini tazeler.
    dağılır gene kara bulutlar.
    bilirsin güneş
    bizim hatay’ı çok sever.

    biraz sabır,
    biraz yağmur,
    biraz da zahter… "

    ıyk yani

    debe editi : eros için adalet, katil (bkz: ibrahim keloğlan)
  • cumhur abisine her platformda sevgi ve bağlılığını sunarak delikanlı mükremin'den fadıl fıdıllıoğlu formuna geçişini başarıyla tamamlamıştır.
  • filmlerde beş vakit ezan olmamasından yakınmış; gülünç.

    koydun da biz mi çıkardık ?
  • beleş salon ve devlet desteği için çakma solculuktan vazgeçip çakma dinciliğe yelken açan aslan parçası tiyatoracı.
hesabın var mı? giriş yap