• saat 04.18, aklımda ekmek kuyruğunda birbirini bıçaklayan insanların, market kuyruğunda kavga eden insanların, patates çuvalın sırtlayıp evine götüren insanların görüntüleri. kavga, kaos, gelecek kaygısı, yarın ne yiyeceğiz telaşı, belirsizlik korkusu ve daha niceleri.. o anda üstadın sözünü hatırladım büyük bir hissizlikle.

    "bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum"
  • seni anlıyorum "zeki" dostum... mahalle insanı kafası, ruhu ve karakteri var sende.. nbc daha alafranga, daha "elit", daha kendinden emin ve sakin görünüyor... sen delikanlılığa o da cool tavırlarına sığınıyor.. ikiniz de çok farklısınız.. he sen cannes de ödül alacak film yapamaz mısın ? tabiki yaparsın.. ama birşey engel oluyor sana, tutuyor seni.. o da cannes de ödül almak senin tüm kendine has özgün seni sen yapan ve "kader" ya da "masumiyet" gibi filmlerde dışavuran o samimiyetini bitirecek de ondan.. nbc sözüm sana.. tüm filmlerini izledim, kimisini defalarca.. kamera arkalarını da izledim.. özellikle şunu hep vurguladığını farkediyorum.. doğal olmak.. mesela bir karakterin o an oynadığı sahnedeki tüm anlar tıpkı normal hayatta nasılsa onun gibi doğal olsun diye belki saatlerce çekiyosunuz aynı sahneleri.. ama hocam şunu da bil ki, türkiyenin birçok yerini, köy kasaba vs gezmiş biri olarak, köyde ve şehirde yaşamayı tecrübe edinmiş biri olarak, özellikle bir kasaba insanının cümleleri, iç sesi, tavırları, davranışları öyle olmaz...mesela ahlat ağacındaki karakterler.. imam mesela.. öyle imam mı olur amk.. ya da baş karakterin babası.. iç sesine bak adamın.. sen sikko at yarışı bağımlısı sıradan bir adamsın.. öyle iç ses mi olur lan spinoza gibi cümleler falan.. bir zamanlar anadoluda mesela.. ulan şoför arap ali (ahmet mümtaz taylan'ın oynadığı) dediğinin iç sesi şöyle olur: amını yarrağını sikeyim ne soğuk la, sikecem doktorunu da amına kodumun artisti saçını sikerim senin, ananı sikeyim senin de amir olacak yumicik vs diye iç geçirir bu adam. dostoyevski gibi konuşturuyosun onu da.. işte bunlar hep cannes da ödül almaya yönelik şeyler.. zeki' nin karakteri bunu yapmaya izin vermiyor.. çünkü bu insanın kendine olan yavşaklığıdır. zeki gibi adam bunu yapamaz ve zamanında ortaklaştığını düşündüğü adam bunu yapabiliyor, haliyle kandılılmış hissediyor.. çünkü nbc isterse arap ali'nin iç sesini shakespeare gibi konuşturur ister imamı nietzsche yapar.. çünkü karakter yavşak.. ama zeki'nin karakterlere baksana. kaderdeki masumiyetteki.. sıradan insan öyle olur amk.. iç sesi deee dış sesi deee öyle sik gbi yarrak gibi olur..
  • sanki durup dururken nbc'ye sallamış gibi ezik, kıskanıyor şeklinde itham edilen yönetmen.

    adama "aşağılık" diyen nuri. kitabı satsın diye bu şekilde bir pasaj yerleştiren nuri.

    ben bu tarz ondan aldı bundan çaldı şeylerine takılmam dedi ayrıca zeki ve bir japon filminden apardığını söyledi. ama nuri'nin 230 bin dolar için kendini ne kadar hırpaladığını törendeki kalp krizinden, egosunun ne kadar şişik olduğunu da kamera arkası videolarından anlayabiliyoruz.

    kim daha iyi filmci, kimin filmografisi daha saygın tartışılır ama nuri'ye saygın entelektüel, zeki'ye köyün delisi muamelesi yapan kafanın içinin boşluğu tartışılmaz.
  • --- spoiler ---
    bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum.
    --- spoiler ---

    şu yaşıma geldim halen ümitsizliğimi bundan daha iyi ifade edecek cümle göremedim.
    sadece üstada şunu sormak istiyorum. ben halen acı duyuyorum.
    acı duymama safhasına nasıl geçebiliriz hünkarım.
  • masumiyet adındaki yapıtıyla 1999 yılında venedikantalya film festivallerinde ödüller almı$,ba$arılı & kendine has bir yönetmen..

    ciğerden kopan editto : iyi ki varsın zeki demirkubuz, bana kendi dilimle düşünmemi sağlayacak belgeseller sunduğun ve zamanında 10 kişinin bile doldurmadığı sinema salonlarından bunca üretkenlikle çıktığın için. sağol, var ol.
  • ortaokul mezunuydum ve entelektüel çevrem hiç yoktu. 1980’li yıllarda hapishanelerdeyken bazı ağabeylerin 'al şu kitabı oku' diyerek beni dostoyevski ile tanıştırması ile başladı her şey. sonra iz sürerek, bilgisizlik ve cahilliğimi kullanarak böyle bir arayışa girdim. çocukken de böyle hikayelere ve insanlara meraklı biriydim. herkesi çevremde toplar şahane yalanlar söylerdim. sinemaya ilgim yoktu ama meraklı ve hikayeci bir çocuktum. sonra asistanlığa başladım. dokuz sene süren asistanlığımın sonunda gayet de mutluydum. tanrı herkese başka yüzünü gösteriyor. bana hep en zor yüzünü gösterdi. bir lavuğa verdiğini bana kanırta kanırta veriyor ya da hiç vermiyor. zaman geçti kendi çapımızda zeki demirkubuz olduk, önemli yönetmen olduk.

    1997 yılında hâlâ 12 eylül’ün psikolojisi devam ediyordu. içe dönük bir psikoloji. biz 12 eylül’ü hep devlet üzerinden açıklarız. idamlar, işkenceler veya ülkedeki siyasi çöküş üzerinden açıklarız ama bir de sağ-sol fark etmeden o dönemi yaşayan insanların kendine dönük kırılma ve çöküşü oldu. türkiye tarihinin en büyük ihanetleri burada yaşandı. babalar, oğullarını ihbar etti. arkadaşlar, sevgililer birbirlerini... bunları cuntanın, devletin yaptıklarından bağımsız olarak söylüyorum. bireysel kötülükler kimse bahsetmediği için sürekli şey altında kaldı. film bir çıktı, garip bir şekilde bunların hesaplaşması gibi oldu, bayağı izlendi.

    salaklığım yüzünden fazla değerlendiremedim ama yurt dışında da ilgi yüksek oldu. ilk isteyen venedik festivali’ne verdim, mesela cannes istiyormuş. gerçi istemiyor artık, nuri bilge’yi istiyor... bana acayip bir fırsat açıldı. fransa’ya gidiyorum, oraya gidiyorum. acayip teklifler geliyor. kafam da karıştı. öyle zamanlarda kaçarım. çok ilgi gördüğüm zaman kaçarım. ona teslim olmamak için biraz kaçar muhasebesini yapar, eğer ahlaki olarak bozacak gibiyse tamamen kaçarım. değilse daha doğru bir ilişki kurmaya çalışırım.

    daha önce hiçbir yerde açıklamadığım bir şeyi söylüyorum. biz aslında nuri bilge ile kumpasız. düşünsenize film vizyona çıkacak ve böyle bir şey attı ortaya. faydalı da oldu. sadece nuri bilge değil, bir de ismail (yeni şafak yazarı ismail kılıçarslan) var. üçümüz de kumpasız. benim bu filmi normalde 10 bin kişi izler ama bu sayede 65 bin kişi izledi. bu sayede onlara yüzde vereceğim.

    ( sn demirkubuz yüzde verdiği zaman keşke bana da haber verse de ben de bir yüzdelik versem zira onlar sayesinde youtube hesabımdaki şu kadınlar videosu binlerce kez izlenmiş)

    van'da düzenlenen söyleşiden-
  • "biz ahlaklı değil ahlakçı bir toplumuz"
    (bkz: zeki demirkubuz)
  • kendisi yeraltı filmi hakkındaki bir soruyu şu sözlerle yanıtlamıştır:

    "dalgın bir adamımdır. yatarken, kalkarken düşünürüm. özellikle akşamları da iyi görememeye başladım. bir “muharrem”le karşılaşıyorum. tanımıyorum. selam vermeme durumu var ortada. muharrem’in bana atfettiği kimliğim yüzünden, muharrem benden selam vermemi bekliyor. ama görmemişim işte... üç gün sonra bu “muharrem”le karşılaşıyoruz mahallede, “n’aber ya iyi misin” diyorum, ben bunu deyince hem hoşuna gidiyor, hem kafası karışıyor. anında anlıyorum. muharrem alınmış, sırtına vurup “eyvallah” diyorum. bu adama normalde eskiden gıcık olurdum. “kaç yaşına gelmiş, hâlâ ne işler peşinde” derdim. dostoyevski ve camus’nun bana öğrettiği şeyler sayesinde şimdi bir sevme ve anlama sorumluluğu taşımaya başladım. bunların hiçbirini yaşamayıp fildişi kulede yaşayabilir, dizi çekebilirdim. ama nişantaşı’nda büyümüş, kolej bitirmiş olsaydım bile bu empati gücümle yine bu filmleri çekerdim. demek ki mesele o değil! mesele vicdan ve anlama gücü! insanlar muharrem’i anlamayıp “bu herifin derdi nedir” demezlerse, mutlu bir ailenin bebeği gün gelir 17 yaşında o ailenin dibine dinamiti koyar. "

    ben de hayatımda böyle insanlar istiyorum ya, çok mu zor?
  • bu adamı 2 haziran 2013 gecesi dolmabahçe'ye inerken gördüm. hani o beşiktaş'ta çok yoğun müdahalenin olduğu ,çarşı'nın kepçeyi aldığı gece. binlerce insan gümüşsuyu'ndan yukarı doğru püskürtülmüş çıkıyorduk. bu adam tek başına, müdahalenin olduğu yere doğru aşağıya iniyordu. öyle biridir işte.
  • cameo sever yönetmen.

    çok az bilineni:

    masumiyet filminde, sonlara doğru, dinlenme tesisine gelenleri karşılayan anons sesi zeki demirkubuz'undur.

    “ankkkara'dan gelipp, issstanbul'a gittmekkkte olan…” diye başlayan ve tüm sert ünsüzleri bastırarak söyleyen ses onundur.

    diğerleri:

    c blok filminin sonunda, akıl hastanesindeki hasta görsel,

    itiraf filminde duvardaki fotoğrafına bakıp yas tutulan oğul görsel,

    yine masumiyet filminde tv izleyen müşteri görsel,

    bundan emin değilim ama, bir ihtimal üçüncü sayfa filminde arkadaki kişi, görsel,

    yazgı filminde, sinemada arkadaki sinemasever görsel,

    barda filminin sonunda adaleti kendi elleri ile sağlamaya çalışan, sağdaki kareli gömlekli mahkum görsel (çağan ırmak, serdar akar, cemal san, selim demirdelen ile birlikte)…

    nuri bilge ceylan, kuru otlar üstüne filminde, samet karakterini sette dolaştırarak, karakteri gerçek hayata dokundurur.

    zeki ise tüm gerçekliği ile filme girerek, gerçeği filme sokar.

    en büyük farklarının bu olduğunu düşünürüm hep.
hesabın var mı? giriş yap