• şahane etkinlik. küçük bir şehrin bir süreliğine sinemayla yatıp kalkacak olması çok hoş. bir aksilik olmazsa 4 günlüğüne ben de ordayım!

    işte kabarık listem:

    j'ai perdu mon corps
    kız kardeşler
    gisaengchung
    renkli türkçe
    a vida invisivel
    and then we danced
    little joe
    küçük şeyler
    portrait da le jeune fille en feu
    jonas qui aura 25 ans en l'an 2000
    yesterday
    sorry we missed you
    lara
    dolor y gloria
    le jeune ahmed
    le daim
    nuh tepesi
    dylda

    umarım her sene gelişerek büyüyen güzel bir etkinlik olur.
  • şu ana dek harika gidiyor. katıldığım en iyi sinema organizasyonu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. döndükten sonra daha detaylı bir yazı yazacağım.
  • bugün son gününü geçiren festival benim için 4 güne sığdırılmış 19 gösterimle hayli yoğun ve keyifli bir şekilde devam edip dün gece itibarı ile son buldu. başka sinema organizasyonu gerçekten bu festival için çok ciddi ve profesyonel bir emek sarfetmiş, hepsine tebrikler ve teşekkürler evvela. gitmeden evvel ayvalık küçük bir sinema şehrine dönüşür mü acaba diye düşünüyordum ve tam da umduğum gibi oldu. önce izlediğim filmler hakkındaki kısa değerlendirmelerimi ardından da festivalle ilgili bazı notlarımı paylaşacağım.

    filmler hakkında yazdıklarım küçük spoiler'lar içerebilirler, o yüzden uyarı koyuyorum.

    --- spoiler ---

    j'ai perdu mon corps --> daha önce if'te izleme fırsatı bulduğum bu film için (bkz: #95573506) no'lu entry'yi girmiştim. muazzam bir film. film çıkışında çevremdekilerin de filmi çok beğendiklerine dair konuşmalarını işitmek mutlu etti. (8.5)

    kız kardeşler --> çok güzel film. tam bu toprakların hikayesi. bağlılık aslı filmini izleme fırsatım olmadı ama bu filmin oscar adayımız olmamasına üzüldüm. (7.6)

    gisaengchung --> altın palmiye referansıyla gelen filmden beklentim büyüktü ve beklentilerimi karşıladı. kore filmlerinden alışık olduğumuz ilginç sürprizler ve dönüm noktalarından bu filmde de var. sınıf farkını irdelemesiyle de zaten gözümde direkt artı puan kazanmış olsa da biraz fazla abartıldığını söylemeden edemeyeceğim. (8.0)

    renkli türkçe --> birkaç yıl evvel konuşma fırsatı bulduğum osman cavcı bu filmi bulup izlememi tavsiye etmişti. kısmet bu festivaleymiş. doksanlarda gelişmeye başlayan underground şehir hayatı eksenli filmlerimizden biri daha olan bu film erotik sinema emekçilerini konu edinmesi ile emsallerinden farklılaşmayı başarıyor. dört dörtlük bir film olmasa da böyle bir filmin yapılmış olması beni sevindirdi. baba zula imzalı müzikleri şahaneydi ayrıca. (7.2)

    a vida invisivel --> bu filmle ilgili kararsızlıkta kaldım. izlerken sıkıldığım bayağı bir kısım oldu; olması gerekenden uzun olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz ama bir yandan anlattığı hikaye o kadar etkileyici ki... işin ilginci filmden çıktıktan sonra karakterlerin yerine kendimi koyunca durumun vahametini anlayıp daha fazla etkilendim. klasik bir sonla bitmemesi güzel olmuş. izlenir neticede. son bir bilgi olarak, brezilya çok övülen bacurau filmi yerine bu filmi oscar adayı göstermiş. cannes'da un certain regard'ı kazandığını da unutmayalım. (7.0)

    and then we danced --> şahane film. karakterlerin arasındaki kıvılcımın giderek büyümesi çok güzel anlatılmış. sonra kopuş aşamasındaki kısmi acelecilik ve yüzeysellik şaşırttı yalnız. film biraz fazla ana karakterin dünyasından anlatılan bir film, ırakli karakterine dair bilgimiz çok az olduğundan yaşanıyor bu şaşırma bence. yine de her türlü su gibi aktı film. bir yazıda gürcistan'ın dünyadaki en homofobik üçüncü ülke olduğunu okumuştum. yönetmen de gay pride esnasında çıkan olaylardan esinlenerek yapmış bu filmi. film boyunca gürcü halk oyunları zaten güzeldi ama son sahne verdiği mesajla birlikte öyle güzeldi ki, "alllaaah" diyip sahneye yuvarlanmamak için zor tuttum kendimi. bu arada levan akın türkiye'de de yaşamış, gürcistan kökenli bir isveç vatandaşı ve türkçe de konuşabildiğini gördük söyleşide. (8.3)

    küçük şeyler --> absürt sahneleri olan, yer yer güzel, eğlenceli film, baya da güldürdü ama filmin ana kadın karakterin eşi ilk işsiz kaldığı andan itibaren sevgiden ve aşktan uzak davranışlar sergilemesini normalleştirmesini sevmedim. beyaz yaka ortamı klişeleriyle dalga geçen bu filmin aynı çizgide devam etmesi için partnerlerine olan bağlılıkları çıkarlarına bağlı olan kişilerin yaşadığı yapay ilişkilerle de dalga geçmesi gerekirdi. işçilerin yaşadığı zorluklar kısmı da fazla hızlı geçildi. her şey erkek karaktere yüklenmiş nedense. film ekibi de fazla snob'tu, söyleyeyim. sosyolojik bir mesaj beklentisine girilmeden gidip eğlenilecek bir film. (6.6)

    portrait de la jeune fille en feu --> başlarından sonra temposu düşüyor gibi ama yine de bayağı güzel film. sonraki gösterimlerde le daim'de de karşıma çıkacak olan adele hainel'i çok beğendim. vivaldi eşliğindeki son sahnesi çok etkileyiciydi filmin. seyircinin daha fazla içselleştirmesi için iki kadının içinde bulundukları duruma karşı çaresizliklerini biraz daha detaylı inceleyebilirdi gerçi yönetmen, bu tür kabulleniş malum sonu getirdiğinden can sıkıcı çünkü. bu filmdeki çoğu detaya hasta oldum yine de, belirteyim. (8.2)

    gospod postoi imeto i'e petrunija --> tatlı bir film bu da, ne diyeyim ki. sevdim petrunija'nın hikayesini ve mücadelesini. her şey çok gerçekçiydi ki filmin sonunda yönetmen gerçek bir olaydan esinlendiğini belirtti. cinsiyet ayrımcılığına dair film yapılacaksa böyle olmalı bence. (7.1)

    jonas qui aura 25 ans en l'an 2000 --> bu filmi festivale dahil eden ekibe helal olsun yoksa belki de hiçbir zaman haberimiz olmayacaktı. ruhu olan bir film ve festivale de ruh katanlardandı. 68 kuşağının naif düşleri, çabaları... hep beraber toprağa atladıkları sahne başta olmak üzere hemen her şeyi çok sevdim. böyle filmler insana "biz varız" hissi yaratıyor. iyi ki var bu filmler, biz de iyi ki varız. (8.1)

    yesterday --> bir danny boyle filmi ve senaryoda da richard curtis var. otomatik olarak beklenti yükseliyor. karşılıyor mu peki derseniz, kısmen. çok eğlendiğim kısımlar oldu ama sonu çok tahmin edilebilir filmin ve klişe maalesef. iyi ki izlemişim yine de, arada sırada böyle feel good movie'lere ihtiyacımız var. beatles ve ailemizin ginger'ı ed sheeran da cabası. (7.3)

    sorry we missed you --> tam bir ken loach filmi. çarpıcı, gerçekçi ve emekçi sınıfının yanında. filmde anlatılanları dünya üzerinde pek çok kişi yaşıyor maalesef. bir de aile içi sorunlar olunca -onun da kaynağı yine iş ve para aslında- ne kadar boğucu olduğunu görüyoruz. ken loach çok yaşasın, anlatmaya devam etsin. bu arada film bittikten sonra arkamda oturan öküz aleyhisselamdan hayatımda duyduğum en çomar yorumlardan birini işittim: "abi ne var bu filmde şimdi, bi tane adamın sorunları. ee akşam trt'de bi tane dizisi var aynısı bunun böyle film mi olur". adam trt dizisi dedi ya, kıyas vizyonu bile bu. gel de şimdi ken loach'u, işçilerin yaşadıkları zorlukları ve haklarını anlat bu adama. öyle bir baktım ki yüzüne küfür etmiş kadar oldum, çıktım. (7.9)

    lara --> ele aldığı konu ilginç. annenin oğlunu kıskanmaya başladığını rahatlıkla hissetmeye başlıyorsunuz. duygu git gellerinin fazlasıyla yaşandığı, son yıllarda sıkça rastladığımız yalnız bir kadın figürünün güçlü performansıyla ilerleyen filmlerden biri daha lara. al corinna harfouch'u koy yerine isabelle huppert'ı, cuk oturur. (7.0)

    dolor y gloria --> bu film de beni arada bıraktı. bazı anları çok duygusal bazı anlarda ise çok durağan hale geçiyor. yine de sürekli bir aksiyon olsun beklentisiyle değil de hafif hafif akan ve bir insanın hayatına dahil olunup huzur içinde izlenen filmlerden biri diyebiliriz. almodovar'ın kendi hayatından büyük izler barındırdığını bildiğimiz için de ekstra anlamlıydı tabii. banderas da penelope cruz'u da beğensem de ben üstadın onunla çalışmasına alışık olmadığımız sanatçılarla çalışmasını tercih ederdim, onu da ekleyeyim. izlenir ama abartıldığı kadar sevmedim. (7.2)

    le jeune ahmed --> bayağı sürükleyici bir film. hassas bir konu olsa da ofansif bir dil kullanılmadığını, birey odaklı bir hikaye anlatıldığını düşünüyorum. bizim coğrafyamız için hayli tanıdık şeyler filmde anlatılanlar. beklediğimden iyi çıktığını söyleyebilirim. sonu daha farklı bitebilirdi gerçi. (7.3)

    cadı üçlemesi 13+, siyah güneş, tapınak şövalyeleri, aylin --> 4 kısa filmin gösterimi peş peşe yapıldı. cadı üçlemesi 13+ için diyeceğim şu. bir kısa film, bir belgesel, bir kurmaca uzun metraj şeklinde bir üçleme çekme fikri ne kadar güzelse isminde cadı geçen ve korku türüne ait olduğu belirtilen bir film serisini feminist mesajlara boğmak o kadar waste. farklı bir şey bekliyordum, yine de takipçisiyim serinin. siyah güneş'in en güzel kısmı nekropsi'yi duymamızdı. fazla dolaylı anlatım içeren, ağır bir filmdi. locarno'da ödül almış, tebrikler. tapınak şövalyeleri çok iyiydi. işte böyle diyalog yazılır, helal olsun. aylin de güzel bir filmdi. kadın karakterlerin arasındaki adı konamayan ilişki çok güzel hissettirilmiş. gençler vigo film(ispanya vigo?) adında bir sinema kolektifi kurmuşlar; işleri kendi aralarında imece usulü paylaşarak götürüyorlar ve şu ana dek güzel işler çıkarmışlar. devamını bekliyoruz. not: kıskandım. *

    le daim --> festivalin sürprizi benim için. çok keyifliydi izlemesi. absürt kara mizah budur. bravo. (7.8)

    nuh tepesi --> yani kötü diyemem elbet, güzel film ama ilk yarısı daha çok şey vaat ediyordu. haluk bilginer ve ali atay isimlerinden beklenen kalitede oynamış olsalar da biraz daha farklı hikayeler de bekliyor insan bu toprağın sinemacılarından. türk art house sinemacılığı bu eksene sıkışmış gibi. ha kız kardeşler'i övüp nuh tepesi'ni neden böyle yorumluyorsun diyecek olanlar için iki şey söyleyebilirim. birincisi nuh tepesi'nden beklentim daha yüksekti, ikincisi ise kız kardeşler'deki hikaye daha yakalayıcı cinsten bir hikaye. yine de cenk ertürk'ün ilk uzun metrajlı filmi olduğunu ekleyip adım adım kazıya kazıya aile boyu sinemaya gönül ve emek verdikleri için tebriklerimizi iletelim. sevdim samimi hallerini de. (7.1)

    dylda --> if'te kaçırmıştım, bu kez kaçırmadım. yorgun olmama rağmen ve 9.15 seansında olmasına rağmen hiç uyuklamadım bu filmde. çok etkiledi beni. oyunculuk da, atmosfer de, hikaye de çok başarılı. çok underrated bir film, ilerde değeri daha çok anlaşılır umarım. 91 doğumlu balagov takibime girdi, bizim genç yönetmenlerimizden de beklediğim biraz bu sinema dili aslında. (8.0)
    --- spoiler ---

    festivalden kısa notlarıma gelecek olursak:

    organizasyon çok iyiydi. çok ufak aksaklıklar oldu sadece. şehir gerçekten bir sinema merkezine dönüştürülmüş. ayrıca katalog, ajanda, afiş, tişört, çanta her şey düşünülmüş. bir sürü de söyleşi, panel, workshop vardı. bu yılki if'te festival ruhuna dair olmayan ne varsa bu festivaldeydi.

    ma'adra binasında film izlemek çok keyifliydi. oranın festivalin merkezine dönüştürülmesi çok iyi olmuş. hemen dibindeki kraft mekanıyla beraber festivalcilerin toplanma merkezi halindeydi. elinizi sallasanız bir sanatçıya ya da sinema yazarına denk geliyordunuz. baya kişiyle konuşma fırsatım oldu. kraft da gece eğlenceyi uzun süre devam ettirerek hakkını verdi işin.

    çok fazla görevli ve konuk vardı. yalnız mesleği sinema olan insanların filmlere olan ilgisi beklediğimden daha azdı. 3-4 gün kalıp 4-5 film izleyip giden pek çok kişi vardı. açıkçası kıl oldum bazı kişilerin bu heyecansızlıkla sinema yazarı olarak para kazanmasına. seyirci kitlesinin diğer büyük kısmı da ayvalık sakinleriydi(büyün oranda teyzeler). şehir dışından biletli seyirci olarak gelip filmlere bu yoğunlukta ilgi gösteren pek insana rastlamadım. öyle ki bu entry'yi okuyan festival görevlilerinin beni çıkarabileceklerini düşünüyorum. yine de bir şekilde filmler büyük oranda dolu salonlara gösterildi. hatta bazı filmlerde tek bir boşluk yoktu ve yoğun ilgiden dolayı ek seanslar kondu. güzel bir şey.

    direktör azize tan'a festival takviminin daha erkene alınması durumunu sordum zira filmekimi'yle çakışması çok saçma aslında. altın koza'nın da geri alması lazım eylüle almak istiyordum ama dedi. tutup da o sıkışık takvime kendini atan if'e de kızmadan geçmedi. the lighthouse'u ise sürpriz film olarak getirmek için son ana dek uğraşmış ama filmi çeken stüdyo vermemiş.

    ilk kez gittğim ayvalık'ı çok beğendim. daha sıcak bir mevsimde de gitmeyi planlıyorum.

    tüm sinema severlere selamlar. seneye görüşmek üzere!
  • ruhunu kaçıran ya da özleyenler için, sanat fabrikası'ndan festival ana binası olan ma'adra binası'na yürüyüş hikayesi:

    (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=t8ndb1cuqle)
  • işte festival dahilinde gösterilecek filmlerin imdb listesi. iyi seyirler!
  • bu sene 4-9 ekim 2019 tarihleri arasında düzenlenecek olan ve geçtiğimiz senenin ardından ikinci yıl heyecanını yaşayacak olan film festivali.

    kariyo ababay vakfı (kav) ana sponsorluğunda geçen yıl ilki düzenlenen başka sinema ayvalık film festivali bu yıl 4-9 ekim tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. bu yıl da dünyanın dört bir yanından, başlıca festivallerde öne çıkan filmler, söyleşiler, atölyeler izleyicilere sinemayla dolu beş gün sunacak. festivalin bu yılki açılışını pedro almodóvar'ın son filmi dolor y gloria yapıyor. başrollerinde yönetmenin vazgeçilmez oyuncularından antonio banderas ve penélope cruz'un bulunduğu yapım, pedro almodóvar'ın hayatından otobiyografik öğeler taşıyor. antonio banderas, kariyerindeki en iyi performanslarından birini sergilediği filmle bu yıl 72. cannes film festivali'nde ''en iyi erkek oyuncu'' ödülünü kazandı.

    bu yıl festival destekçileri arasına kendine has da katıldı. ayvalık belediyesi, ayvalık uluslararası müzik akademisi (aima), bilginer-melin ayvalık sanat kültür eğitim vakfı da geçen yıl olduğu gibi bu yıl da festivale olan değerli katkılarını sürdürüyor.

    festivalin biletix'ten satılacak biletlerinin ön satışı 21 eylül'de başlayacak.

    edit: festival çizelgesi açıklanmıştır.
hesabın var mı? giriş yap