• ismi gol olan kitaptir.
  • mirgün cabas’ın akp’den öncesini anlattığı, kendi sözüyle ‘akp’yi iş başına getiren zemini’ anlattığı kitap.

    siyasi ağırlıklı olmakla beraber dönemin mafyaları, gazeteci sinan özsarı’nın cezaevinde yaşadıkları -ayrı bir parantez açılması gerekiyor-, fatih terim’in italya macerası, televole, icq, ekşi sözlük de konular arasında.

    eğer kitabı okumayı düşünüyorsanız –ki tavsiye ediyorum- buradan sonrasını okumayın.

    --- spoiler ---

    öncelikle 90’lar kuşağından bir birey olarak kitaba başlamadan önce eski türkiye’nin bir ‘rüya’ olduğunu sanıyordum. ‘ekonomik kriz’ lafına aşinaydık belki ama demokrasi ve kendini ifade etme sorunlarının yaşanmadığını düşünüyordum, özellikle bugün olanları gördükçe. kitabın ilk sayfalarıyla birlikte bir hayal kırıklığı yaşadım. buraya geleceğim.

    kitap mgk kriziyle başlıyor, meşhur anayasa kitapçığı fırlatma hadisesi. burada bir kriz nasıl yönetilemez, o görülüyor. kitapçık fırlatma yaşanabilir –tabii ki normal değil- bir hadiseymiş belki ama olayın sıcaklığıyla yapılan açıklamalar, zaten bir güvensizlik içinde olan ekonomiyi uçurumun aşağısına itmiş. o sorun daha iyi aşılmış olsaydı belki bugünler yaşanmayacaktı.

    sonraki birkaç bölüm krizin yansımalarıyla (bankaların batması, ecevit’e yazarkasa atılması…) geçiyor. kitabın ortalarına doğru ise askeri vesayetin ne kadar etkin olduğunu görmek mümkün. sırasıyla dönemin başbakan yardımcısı mesut yılmaz’ın askere ‘her şeyi ulusal güvenlik tehdidi olarak görmeyin, bırakın işimize bakalım’ şeklindeki açıklaması, genelkurmay’ın verdiği tepki, mesut yılmaz’ı partisinin ‘düzeltmesi’; askerin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

    burada 28 şubat’a da değinmek lazım. kitapta kendisi yok belki ama dördüncü yılından bölümler var. üniversitelerde başörtüsü yasakları var, dine yakınlığın irtica doğurabileceği algısı hakim. bir şeyi ne kadar baskılarsanız imkân bulduğunda dönüşü o kadar sert oluyor maalesef, -rüzgar eken fırtına biçer-. fırtınayı şu an yaşıyoruz.

    özellikle bu son iki kısım, bendeki hayal kırıklığının başlıca sebebi. bu ülkede demokrasinin ‘eski güzel türkiye’ diye bahsedilen yıllarda da tam anlamıyla uygulanamadığını görüyoruz, gücü ele geçiren kesim –asker, medya, siyaset- kendisine ters gördüğüne tahakküm kurmuş.

    daha sonra ise akp’nin kuruluşu anlatılmış. parti programının tanıtıldığı toplantıda:

    “adalet ve kalkınma partisi liderliğin bilincinde olan, ancak, partiyi liderlik sultasına dönüştürmeyen bir yapı ile siyası hayata ‘merhaba’ diyor. adalet ve kalkınma partisi’nin lideri demokrat ve interaktiftir. katılımı ve kolektif karar almayı benimser.

    adalet ve kalkınma partisi’nin hukuk anlayışını, toplu olarak bir arada yaşamanın ortak güvencesi olarak hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığı oluşturur.

    toplum mutabakatına dayalı demokratik bir anayasa’nın oluşturulmasını benimser.

    dini eğitimi kişilerin kendi isteklerine bırakır.”

    ve recep tayyip erdoğan’ın:

    “partide asla bir lider diktatoryası oluşmayacaktır.

    ak partili milletvekilleri olarak sizler, diğer milletvekillerinden çok daha özgür olacaksınız. çünkü ak parti grubunda çok istisnai haller dışında bağlayıcı grup kararı alınmayacaktır. milletvekillerimiz birer parmak kaldırma makinesi olmaktan çıkıp özgür halk temsilcisi olacaktır.

    muhalefet sadece demokrasilerde olur. parti içi demokrasi açısından muhalefet denilen kavrama şiddetle ihtiyacımız var.”

    sözleri bulunuyor. bunları yorumsuz geçmek durumundayım.

    burada şuna da değinmek lazım, askerin bu denli güçlü olduğu bir ortamda akp’nin sıyrılıp bugünleri görebilmesi de stratejik bir deha örneği. başbakan yardımcısının iki satırlık açıklamasına roman yazan genelkurmay’la bugünkü genelkurmay çok farklı. burada olumlu ya da olumsuz bir şey söylemiyorum, yalnızca gözlem yapıyorum.

    kitabın bir bölümünde de cumhurbaşkanlığı sistemine dair güzel bir eleştiri var. cabas, ersin kalaycıoğlu ile konuşmuş ve şu cümleleri duymuş:

    “bugünkü devletlerin kökenine bakacak olursanız gördüğümüz şey, bunların hepsinin bir aşiret ya da kabileye dayanmaları. onun önde gelen ailesinin ve ailenin en saygın kişisinin kral olduğu, imparator, padişah ya da şah olduğu mutlakiyetçi bir yönetim biçimi… burada yönetim erkini elinde bulunduran kişi hem yasa koyuyor, hem uyguluyor, hem de icabında yargılıyor. bu zaman itibarıyla ayrıştı ve bunların her birinin kurumsal yapısı gelişti… şimdi biz bunu tersine çevirdik. yasama, yürütme ve yargının tek kişinin kişisel ve mutlakiyetçi yönetimine doğru gidiyoruz. bu içeride muhteşem güçlü bir kişi üretebilir ama dışa karşı zayıf bir yapı kurmuş olursunuz… çünkü yüz kişinin, beş yüz kişinin aklı, bir kişinin aklından daha güçlüdür… çok amiyane olarak ifade etmem gerekirse, trump telefonu kaldırdı, ‘şunu yap’ dedi. buna hayır cevabı verme imkânı ne kadar cumhurbaşkanının?

    cumhurbaşkanı diyebilir mi ki, ‘benim çok güçlü bir meclisim var, bunu ben meclisten nasıl geçireceğim? benim çok güçlü bir partim var, ben bunu partime nasıl anlatacağım? benim çok güçlü bir yargım var, benim çok güçlü bir dışişlerim var, milli güvenlik kurulum var.’ türkiye’de bunların hepsi vardı. daha önceki liderler diyordu ki: ‘biz bunlara anlatabilirsek derdimizi, yaparız…’ 1 mart tezkeresi onun için geçmedi. şimdi bunların hepsini dümdüz ettiniz, sindirdiniz, marjinalize ettiniz, bir kişiyi öne çıkardınız. o bir kişi son derece etkilenebilir bir pozisyona geldi. kim olduğu fark etmiyor. bir kişi olduğunuz andan itibaren sizin dış gücünüz inanılmaz derecede düşüyor.”

    --- spoiler ---

    bu kitabı okuduktan sonra bu ülke için üzüldüğüm şey, herkesin az çok mutlu olduğu bir ortam yaratamıyor olmamız. 28 şubat’ta baskı görenler var, şu anda da başka kesimler aynı baskıyı görüyor. yarın belki yine 28 şubat'takiler görecek. elimize birlikte yaşama adına birçok fırsat geçmiş ama değerlendirememişiz. 15 temmuz’da mesela, burada, sokakta, en azılı muhaliflerin bile ılımlı bir havası vardı recep tayyip erdoğan’a karşı. ben de ‘acaba’ dedim. ama bir yılda nereye geldik? ya da gezi parkında ılımlı bir dil kullanılsaydı şu an ne durumda olurduk? bu nereye kadar devam edecek, sonunda kim mutlu olacak?
  • tam bir gazeteci işi. buraya girdiğimde aslında hakkında bi kaç sayfa entry girilmiş olduğunu tahayyül ediyordum. zira hem dönemi, hem de bugünün problemlerini anlamak için eşsiz bir kitap olmuş bana kalırsa. özellikle 90 sonrası doğan dönem için yakın tarihi incelemek adına güzel bir kaynak. hem dönemin gazetelerinden alıntılarla hem de olayların birebir içinde olmuş kişilerle yapılan röportajlarla tarafsızlık da önemli derecede sağlanmış. okunulup okutulması gereken bir kitap çıkmış ortaya.
  • bir kaç sene önce hastanede yattığım bir dönemde bir çırpıda okuyup bitirdiğim kitap.

    çok beğenmiştim mirgün cabas'ın üslubunu. konuları vs çok güzel derleyip yazmış. o günlere dönmek elbette istemem ama bu dönemden de mutlu olduğumu söyleyemem. her şey daha farklı olabilirdi.
  • yakın tarihe olayın baş aktörlerinin direk kendi açıklamalarıyla da ışık tutan ve akıcı diliyle kolayca okunan eserdir. şiddetle tavsiye edilir.
  • yakın tarih aşığı bir insan olarak hemen alıp okumaya başladığım kitap.
  • sanılanın aksine muhalif bir kitap değildir döneme ait haberler, röportajlar ve geniş araştırmalarla 2001 türkiye’sini anlatmıştır mirgün cabas. eğrileriyle ve doğrularıyla beraber
  • 2001 ne ara yakın tarih oldu lan.
  • 31 farklı bölümden oluşan, eski türkiye'yi temsil eden bir zaman aralığını anlatan kitap. ahmet nejdet sezer bülent ecevit tüsiad tansu çiller fatih terim gaffar okan mesut yılmaz gibi birçok isim hakkında yazılar var. röportajla zenginleştirilmiş bir içeriğe sahip. kitabın 75. sayfasında başbakanlık önündeki bir dramdan- gazyağı ile kendini yakan bir eylemciden- bahsediliyor. (size neyi anımsattı?)
    olayları ve şahısları mukayese etme imkanı veriyor.
    sayfa 423'ü okuduktan sonra, sinan özsarı sahi nasıl yaşadın? o, allah'a şükür derken bile ama allah'ım diye veryansın etmek istedim.
  • yakın tarih severler için mükemmel bir derleme olmuş.

    aslında 2002 yılı için de benzer bir kitap gerekiyor.
hesabın var mı? giriş yap