• bu ülkede 102 kişinin öldüğü gün oynanan milli maç öncesi hayatını kaybedenler ıslıklandı, hayatını kaybeden yakınlarını anmak isteyenler daha bugün ters kelepçe ile göz altına alındı.

    biz gelmişiz hala ülkenin ekonomisini tartışıyoruz.

    ekonomiyi anlatayım; büyük markalar ohal'den dolayı iflas erteleyemiyor, iflas da edemiyor, çırpındıkça batıyor. ülkede üretim yok, akp döneminde kurulmuş ve cirosu 100 milyon tl olan bir tane bile üretim tesisi yok. ihraç ettiğimiz ürünlerin büyük kısmı işlenip yabancı marka ismiyle tekrar ithal ediliyor. 14 yılda sadece betona teşvik vardı, o deniz de bitti. gerzek dış politikanın beslediği terör sayesinde turizm zaten tükenmiş halde, yerli yabancı bütün turistler yunanistan ve ispanya'ya kayıyor. ülkenin en hareketli piyasası kapalıçarşı'da her gün bir dükkan kapanıyor, kalanlar akşam siftahsız kepenk indiriyor. mesela biz de şirkette bu ay sonu 3 kişi çıkaracağız. son iki yıldır zarar yazıyoruz ama artık ufukta bir iyileşme ihtimali görmüyoruz, bu şartlarla sürdüremeyeceğiz.

    bizim şirket demişken, kırk iki yıllık şirketiz. ve yirmi beş kişi çalışıp emek harcıyoruz. son 5 yılda ülkeye vergi+sgk+stopaj falan derken 2,5 milyon tl ödemişiz. ama "passat mı çekeyim yanlarına?" diyen bir utanmaz, bizim 5 yıllık emeğimizle, mesaimizle, alnımızın teriyle, gözümüzün nuruyla hiç acımadan kendine bir audi alabiliyor. delirmemek mümkün mü? ama bu, toplumda infial yaratmıyor, gülünüp geçiliyor. tek özelliği malum partiden olmak olan o adam o milyonluk arabaya binebiliyor. bırak onu, insanlar o arabaya imreniyor. bu nasıl bir ahlak?

    ülke tarihinin en borçlu dönemindeyiz, bir gün olur mu bilmiyorum ama, akp'den sonra gelecek hükumet düyun-ı umumiye'nin borçlarını devralmış gibi olacak. borcu da 3 lirayı geçmiş dolar kuru ile ödemeye çalışacak. bu ülkede ekonomi ve eğitimin 14 yılda aldığı zararın 50 yıldan önce tamir edilip eski hale getirilebilmesinin imkanı yok.

    yani öyle gazetelerin yazmasına siyasal bilmemneye falan gerek yok, herkes piyasaların çok kötü olduğunu biliyor. bunu dillendirmeyen kısım akıl almaz bir militan korumacılıkla "neyse, bir tek ben değilim" diye kendini teselli ediyor. schadenfreude gibi, başkasının üzüntüsüyle avunuyor. olay bu.
  • benim için en büyük gösterge şudur; ben ve eşim boğaziçi mezunuyuz. ben 2005 mezunuyum, eşim 2007. ikimizde yönetici pozisyonunda, meslektaşlarımızın çalışmak isteyecekleri sektörlerinde başarılı kurumlarda çalışıyoruz.
    biz bu ülkede helal para ile ev alamıyoruz. paramız yetmiyor. bence ekonomik kriz bu. biz alamıyorsak kim alabiliyor çok merak ediyorum.
  • öyle bir durumdayız ki; muhalefet liderlerinden biri olsam ve bana "buyrun, hükümeti size devrediyoruz." deseler almam. çünkü tam bir saatli bomba durumunda.

    şimdi bir hane düşünün; dört çocuk ile anne ve baba. bunların da apartmanının altında bir marketleri var. ev ile market kendilerinin, kira vermiyorlar. ancak market çok ufak ve aileyi geçindirmeye yetmiyor. çünkü aile bir şey üretmiyor, eve yeteri kadar para girmiyor. çocuklar sağa sola özenip aileye isyan ediyorlar. anne ve baba da çareyi borçlanıp çocukları zengin yaşatmakta buluyor.

    ailemiz birkaç komşudan topladıkları borçlar ile (faiziyle geri vermek suretiyle) bir mercedes, oyuncaklar ve ev alıyor. kendi evleri ve marketlerini kiraya veriyorlar ama hiçbir surette bu kiralar bu evin artık giderlerini karşılamaya yetmiyor; üstelik bir sürü ödenmesi gereken borç içindeler. bu borçları ödeyecek bir gelirleri yok, çünkü üretmiyorlar; ne baba ne anne markette çalışıyor, ne de başka bir iş yapıp para kazanıyorlar....
    ailemiz bir süre boyunca bu ödemeler dengesini iyi kuruyor; çocuklar mutlu olsun diye aldıkları oyuncaklar, mercedes ve evin borcunu veren komşuları fatma hanım'a ödenmesi gereken borcun ilk taksidini üst kattaki şevket amca'dan yeni bir borç alarak ödüyor. sonra şevket amca'nın borcunun ilk taksidinin ödeme zamanı geldiğinde, abdülkadir dayı'ya gidip gene borçlanıyorlar ve şevket amca'nın borcunun taksitlerini ödüyorlar. bu terane böyle devam ederken çocuklar (sanırım burada çocukların artık "halk"ı temsil ettiğini anlamışsınızdır.) "hiç olmadığımız kadar zenginiz, 2000 öncesine göre daha zenginiz!" demeye başlıyorlar. ancak inanılmaz bir borç yükünün altında olduklarının farkında değiller.

    üretmeden; borçları ödeme dengesi kurulamadığı, kaynaklar, hatırlar bulunmadığı takdirde bu düzen patlayacak, çocuklar hayal kırıklığına uğrayacak, eski günlerinden daha beter durumlara düşecekler. farkında değiller... çünkü henüz çocuklar ve daha akılları ermiyor.

    aile; aldığı borçları apartmanın altındaki marketi büyütmeye (bkz: yatırım-üretim) harcasaydı, çocuklara şirin gözükmek (gerçek hayatta: oy toplamak) için bir daha asla gelir getirmeyecek araba, oyuncak gibi ürünlere (gerçek hayatta: köprü, yol) yatırmasaydı şu an daha büyük marketten daha çok para kazanıp git gide zenginleşeceklerdi.
    tek gereken çocukların biraz daha dişlerini sıkmalarını sağlamak ve bu esnada anne ve babanın da sıkı çalışmasıydı.

    çalışmadılar, üretmeyi düşünmediler. sadece ve sadece harcadılar. çocuklar mutlu olsun, aileye isyan edip evden kaçmasın diye (gerçek hayatta: oy vermemek) hiçbir getirisi olmayan, gönül eğlendiren şeylere büyük borçlar altına girerek sahip oldular.
    günümüzde, yani şu an, çocuklar akılları ermediğinden kendilerini zengin zannediyorlar ama anne-baba rahmetli olduğunda çok ciddi bir borç yükü altında olacaklar. evet, kendilerine kolay gelsin deyip gerçek hayata dönüyoruz:

    pamuk ipliğine bağlı bir ekonomimiz var, bu da akp'nin belli bir şekilde çıkar ilişkisinde olduğu yabancı yatırımcılardan (araplar vs.) gayrimenkul ve arsa satmak suretiyle ( hani o ecdadınızın kanıyla aldığı ve yabancıya satılan kutsal topraklarınız!) sürekli bu borçları kapatmak için sıcak para geliyor. ya da kendi ekonomimiz için vergi artırarak ya da halkı zorlayarak bu "ödemeler dengesi" kuruluyor.

    mesela; gss primi veya zorunlu bes gibi terbiyesizlikler neden var hiç düşündünüz mü? bu gss primi ve zorunlu bes hukukun güçlü olduğu bir ülkede olsa adamı sallandırırlar. sen kimsin ki benim maaşımdan daha benim rızam olmadan para kesip kaynak yaratabiliyorsun? bunlar aslında insan haklarına saygılı bir hukuk ülkesinde bahsi bile açılamayacak şeyler, bırakın yasalaştırmayı... bizde ise ülke birilerinin çiftliği olduğu için yapılabiliyor, koyunlar da ses etmiyor zaten. öyledir, koyunlar ses etmez, güdülürler. ne yapsınlar onlar da, yapıları bu.

    akp'nin insan hakları hukukuyla dalga geçercesine yaptığı bu "terbiyesizlik"ler aslında çırpınma belirtileri. senelerdir sürekli borçlandırdıkları on beş senedir bacaklarını zayıflattıları ülkeyi tökezletmemek için ya o kutsal vatanlarının topraklarını satıyorlar, ya da zaten satın alma gücü günden güne düşen halkın cebinden zorla para alıyorlar.

    işte bu sebeple 2016 ekonomik krizi veya 2017 ekonomik krizi tamamen baştaki hükümetin cüretine, insan haklarına saygılılığına bağlıdır. insan haklarını hiçe sayar, çiftliği gibi kullanırsa kriz çıkmaz ama halkın günden güne satın alma gücü düşer, yavaş yavaş endonezya, hindistan gibi "büyük ekonomili" ama "fakir" ülkelere evrimleşiriz. (şu an o yoldayız hamd olsun, amin.) ancak gelecek hükümet insan haklarına saygı duyar, hukuka bağlı kalırsa bu ekonomi ellerinde patlar.
    "sonra da akp gitti o yüzden ekonomi patladı." denilir. (bkz: yazın yediğin hurmalar kışın kıçını tırmalar) sonra tekrar akp başa gelir ve
    dünyada gördüğünüz büyük ekonomili rezil ülkelerin yoluna gireriz. (onlar da böyle bu hale geldi zaten, tarihin tekerrürü bir nevi.)
    düşük ihtimal ama; eğer halk yukarıda anlattıklarımı idrak edip vaziyetin farkına varırsa ve "ekonomi, akp yüzünden krize girdi çünkü saatli bomba yaratmışlar, biz sabredelim ve ülkeyi kalkındıralım." derse o zaman işler değişir. bir süre biz yokluk çekeriz ama eğitilerek üretiriz, üretiriz, üretiriz. biz çok çalışırız ama olsun, gelecek nesiller kurtulur.

    "neden eziyet çekiyoruz?" diyenlere önemli not:
    hiçbir şey vardan yok edilemez, yoktan var edilemez; on beş sene boyunca - hak ederek ve çalışarak değil- borçla sefa sürdüysek (onu da tam süremedik ya, tepedeki fırça bıyıklar sürdü işte) onun bedeli verilecek bir kere. bu kaçınılmaz. hayatta yaptığınız her eylemin bir sonucu vardır, bunu görmek zorundasınız.
    ancak bedeli kim verecek, ne kadar sürede verilecek -hindistan gibi yüzyıllar boyunca rezil yaşayıp mı ödeyeceğiz, yoksa bir nesil eziyet çekecek ama gelecek nesiller mi kurtulacak federal almanya gibi- ona halk karar verecek.

    seçim türk halkının. akp'nin değil.

    önemli edit:
    bir arkadaş benim diğer ülkelerin borçalarından haberim olmadığını söylemiş.*
    *burada sayılar ve teknik analizlere girdiğimizde insanların kafası karışıyor, herkes sayılar ile hoşlaşmıyor haklı olarak, herkes ekonomiden anlamak zorunda da değil. bu sebeple bu entry yalın ve basit bir dille anlatılmaya çalışılmıştır. aksi takdirde insanlar okumaz ve ekonomi ile kandırılan kesime ulaşıp yanlış bildiklerini düzeltemeyiz.

    konuya gelince; maalesef gene yanlış açıdan bakılıyor olaya, düz mantıkla bakmaktan vazgeçmememiz en büyük problemimiz.
    evet çoğu ülkenin borcunun gsmh'ye oranları yüksek; bu bir tehlike. hatta bazılarının oranı milli hasılalarını da geçmiş vaziyette.
    ben borçsuz büyüyün demiyorum, öyle bir şey imkansız. ama borcu borçla ödemeyin diyorum. mesela imf borcunu kapatarak diğer borçların kapatılan borçtan daha fazla artması bir şey ifade etmiyor (türkiye'nin yaptığı gibi).
    evet kafayı kaldır ve dünyaya bak (ben bunu defalarca dile getirdim daha önceki ekonomi ile alakalı entry'lerimde):
    asıl mesele sürdürülebilirliktir. sen dünyaya kıyasla hiçbir elle tutulur şey üretemezken borcunu ya borçla ödersin, ya yabancıların elini öpüp gelin diye yalvarırsın (kendileri fırsatı görüp kalıcı yatırım için gelse eyvallah), ya da herkesin yaptığı şeyleri yaparak ödersin.
    mesele katma değerli ürünler üretebilmektir. bunları üretebildiğin ve bu gelişimlerin sürdürülebilirliğini sağlayabildiğin takdirde aldığın kredileri her daim ödeyebilirsin. bu şekilde sağlıklı büyünebilir. biz ise borcu alıyoruz ancak nasıl ödeyeceğimizi ilk etapta kendimiz de bilmiyoruz.

    gss meselesine gelince; evet başka ülkelerde benzer uygulamalar var ancak o ülkelerin sağlık primi haricindeki diğer sorunları bizim gibi değil. bizim normal bir insanın sabır eşiğinin üstünde sorunumuz varken bazı insanlar tarafından "haraç" diye nitelendirilebilecek şeyler üstüne ek oluyor. aynısı bir hukuk ülkesinde yaşansa bardak taşacağından çok daha farklı şeyler olur. bizde ise insanların dertlerinin üstüne dert bindirmenin ardı arkası kesilmiyor. rahat bir yaşam sürdürülebilen hukuk ülkelerinde bizim problemlerimizinden hepsinin değil, birkaçının yaşanması karşılaştırılmamız için yeterli değil.

    edit özeti: okuduğunuzu iyi anlayın, anlamadan yorum yapmayın. entry gereğinden fazla uzadı, bunun üstüne bir daha ekleme yapmayacağım. doğru analiz yapmadan tutarsız tezlerinizi ısrarla savunmayın.
  • ihracatın artmakta olduğuna dair yanlış entry’ler içeren başlıktır.

    öncelikle, tüik (türkiye istatistik kurumu) verilerine göre 2015 yılı ocak-kasım dönemi ihracatımız 2014 yılının aynı dönemine göre zaten %8,3 düşerek 132 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.

    2016 ocak-kasım döneminde de, 2015 yılının ocak-kasım dönemine göre %3 azalarak 128,9 milyar dolara düşmüş gözüküyor.

    öte yandan, 2015 yılı kasım ayı gerçekleşen ihracatımız 11,6 milyar dolar seviyesinde. bugün gazetelerin açıkladığı “tim verilerine göre” ise 2016 yılı kasım ayında 11,9 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiş. aradaki fark %2,5 artışa işaret ediyor.

    ancak aslında böyle bir artış yoktur arkadaşlar. bunu medya organları hep yapıyor. burada “tim verilerine göre” ifadesi anahtar kelimedir.

    “tim (türkiye ihracatçılar meclisi) verileri” denen şey, ihracatçı birlikleri kayıt rakamlarından alınan geçici ihracat verileridir. şöyle ki; bir ihracatçı ihracat yapmak istediğinde, ihracatçı birliğine gider ve “gümrük beyannamesi” denen bir form açar, burada “yapmayı düşündüğü” ihracatın değerini de yazar. daha sonra ise bu ihracat ya gerçekleşir, ya da muhtelif sebeple gerçekleşmez. eğer gerçekleşirse, mal gümrüklerden çıkarken bu gümrük beyannamesi onaylanır, ve bir ay sonra “gerçekleşmiş ihracat” olarak tüik rakamlarına yansır. bu sebepten ötürü, yıllar itibariyle her zaman için bu “tim ihracat verileri” ile “tüik kesinleşmiş ihracat verileri” arasında “tim verileri” lehine yaklaşık %3’lük bir fark vardır.

    bu yüzden gazetelerin bugün yaptığı, “tim geçici ihracat verileri” ile 2015 yılı kasım ayının “tüik kesinleşmiş ihracat verileri” ni karşılaştırmak saçmadır. hatta diyebiliriz ki, aradaki %3’lük şişirme farktan ötürü, bir ay sonra kasım 2016 tüik kesinleşmiş ihracat verileri açıklandığında kasım 2016’da da ihracatın düşmeye devam ettiğini göreceğiz. aynı sebepten ötürü, ocak-kasım ihracat değerleri de bir önceki yılın aynı dönemine göre %3 değil, daha fazla düşmüş çıkacaktır.

    aşırı teknik bir değerlendirme gibi gözüktüyse kusura bakmayın, ancak bu “tim verileri” sahtekarlığı sürekli yapıldığından söyleme gereği hissettim.

    geç gelen edit: nitekim, "tim geçici verileri" ne göre kağıt üzerinde artmış gözüken ihracat, bir kaç ay sonra gelen "tüik kesinleşmiş verileri" ne göre tekrar hesaplanmış ve bu çerçevede 2015 yılı ihracatımız 143,8 milyar dolar, 2016 yılı ihracatımız 142,5 milyar dolar olarak revize edilmiştir. bu da 2016 yılında ihracatımızın %0,9 oranında azaldığını göstermektedir.
  • dolar euro artmaya devam ediyor,
    küçük şirketlerin çek vadeleri ötelenmekten artık apayrı bir evreye geçti,
    bankalar yıllık 13 maliyet ile 1 aylık mevduat toplarken, aylık 0.7e 20 yıllık mortgage kredisi vermeye zorlanıyor,
    üretimi yavaşlatma kararlarından sonra petrol yönünü yukarıya doğru çevirdi, birisi bunu ima bile etse artık yukarıya uçuyor,
    gelişmiş ekonomilerin en büyüğü olan ülke yavaş yavaş global nakdi toplama hazırlığında,
    en büyük ihracat bölgen bi türlü resesyondan çıkamıyor,
    borsa bu tip şeyler için öncü göstergelerden birisidir; meşhur bir bankadan örnek vereyim, 15 ay evvel bir ispanyol banka bu türk bankasının %15ini 2 milyar euro'ya almıştı. (yani bankanın tam değeri: 13bn€) o bankanın bugünkü değeri 10bn€. 15 ayda euro bazında %30 gerilemiş. diğer hisseleri sen hesapla. (edit.tabii ki milyar euro)
    3 global reyting şirketinden ikisi için yatırım yapılamaz düzeye geriledik, sonuncusunun da eli kulağında,
    2017 için büyüme hedefleri sürekli aşağıya çekiliyor, ilk önce 5 hedefleniyordu, sonra 4.5 dediler, şimde 3e kadar düştü (3 bu ülke için kriz demektir) üstelik bunlar resmi hedefler, yani hedeflerin tutma oranı malumunuz.
    ağlamayan sektör yok gibi, kapanan kobilerin sayısı onbinleri aştı,
    kapalıçarşı esnafının dükkan kapaması istiklal dükkanlarının kapanması gibi başlıklar bile sıradan haber bizim için,

    (ertesi gün gelen ekleme: bu da aşağıda bir yazarın linki verdiği banka ekim ayı bülteninden can alıcı kesit: türkiye ekonomisi talep kaynaklı büyümesine devam ederken, kamunun büyümeye desteğinin arttığı izlenmektedir....türkçesi şu; üretmiyoruz, sadece tüketiyoruz ve bu yüzden büyüyor gibi görünüyoruz, diyor. ekonomimiz dostlar alışverişte görsün modelinde, diyor. devlet yatırımları (köprü yol yatırımaları) da olmasa o büyüme de olmayacak, diyor. yani özel sektör bitik vaziyette, diye bas bas bağırıyor. bu üstün özgür medya(!) ortamında ancak bu kadar türkçeleştirebilirim diyor.)

    bu ortamda bazı 'uzun'lar neden faizleri daha da aşağıya çekmek istiyor, işte tam da bu sebepler yüzünden.
    sanıyorlar ki faiz sihirli değnek, indirilince herşey düzelecek.

    aslında gayriresmi olarak krizdeyiz,
    bunun resmiyete dönmesi için son iki adım kaldı.
    eski (resmi) krizlerde olduğu gibi ülkeden hızlı ve büyük miktarlada döviz çıkışı,
    ve siyasi bozulma.
    ikincisini (medyanın pembe tablo yaratma gücünü sonuna kadar sömüren bir iktidar olduğu, iktidara oy verenler kötü ekonomik durumlarının sebebini oy verdikleri yerde değil de dış güçlerde bulduklarını sandığı, ve asıl önemlisi zaten kimse -cesur adım atıp- gerçek durumlarını medyada dile getiremediği için, onlarca şehit verildiği gün köprü açılışı yapıp 'bugün bayramdır' denebilecek kadar ileri gidilebilindiğinden) direkt eliyoruz...

    elimizde ilk madde kalıyor.
    bugün ülkece krize girmiyorsak, nerden geldiği belli olmayan milyarlarca dolares ülkede bulunduğu içindir. nerden geldiğini neden mi bilmiyoruz; öğrenmek için giriyoruz tcmb sitesine..aa bir de bakıyoruz ki, tcmb de bilmiyor! zira en büyük döviz giriş kaleminin adı; net hata noksan. ve ülkeye giren para milyarlarca dolar.

    lan diyorsun nasıl olur, üretmiyoruz, satmıyoruz, sürekli ithal ediyoruz. deli gibi ticari açık var, e artık turist gelirleri de azaldı. ülkenin toplam döviz giriş-çıkışında acayip oynamalar olması lazım. yani ülkenin yaptığı tüm işlemler sonucu harcadıkları gelirinden fazla olmalı. hatta her ay büyük cari açık bekliyoruz, ama her ay bir bakıyoruz ki, cari açık beklediğimiz kadar değil. nasıl olur yav. oluyor işte. her ay açıklanıyor bu net hata noksan, ve her ay bakıyoruz ki, acayip para girişi var ülkeye. 2015'te son 17 yılın rekorunu kırıyor. yılda 9.7 milyar dolar. 2014'te 1.6 milyar dolar idi. azmış gibi mi geldi? o zaman şöyle anlatayım:

    bak ülkeye gelen yatırımlar sonucunda, ihracatların bedeli olarak, turizm ile gelen paralar vs demiyorum, onlar zaten kayıtlı, hepsi biliniyor... bu para ne idüğü belirsiz, kaynağı belli olmayan tuhaf para. ve 2002'den bu yana geliyor.

    2015'de coşmasının sebebini buraya yazmıştım. zaman ayırıp okuyun lütfen: (bkz: #51549390)

    şimdi oha dedin di mi. sadece 2015 yılında tam 10 milyar dolar gizemli para ülkeye girmiş. meşhur 2001 krizinde koskoca yıl içinde ülkeden çıkan para 7.6 milyar dolar idi...bir de şunu oku: sadece şubat 2016'da 3 milyar dolar girmiş bu kaleme. bak 8 ay evvel. 2016 yılında şu ana kadar 8 milyar dolar gelmiş. ve koskoca merkez bankası bile "kaynağı açıklanamayan" diyor.

    işte bu gizemli para bizi hala krize sokmuyor.

    yani işin asıl vahim olanı şu: koskoca ülke, kaynağı belli olmayan gizemli paralar sayesinde ayakta.

    ülkece gotham şehri gibiyiz. nerde yaşadığı belli olmayan gizemli kahramanlar sayesinde kendimizi güvende hissediyoruz.

    zira üretim yok, 'ben de hata yaptım' diyecek kadar düşüp insanlardan para dilenen inşaatçılar var, tek doğrusunun iktidar yalakası olmak olduğunu itiraf edenler var. sade vatandaşın kredi kartları taksitlendirmesine düşecek kadar harcama talep eden bir iktidar var...

    çünkü onlar da biliyor;

    ülkeler üretim ile ayakta kalır. mal üreterek, servis üreterek ayakta kalır...hiç bir ülke, hele bu dünyanın kıskandığı bir ülke ise, ne idüğü belirsiz gizemli kahramanlar sayesinde ayakta duramaz. zira, o gizemli kahramanlar gün gelir bunun bedelini isterler.

    *

    sonradan gelen edit: bugünleri 90 yıl öncesinden gören vizyon sahibi ama mevcut yöneticilerin "ayyaş" dediği, liderler de var.

    “çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”

    mustafa kemal atatürk
  • kriz yok diye bağıran müşterilerimizin birine vadesi gelen çekini ertelemeyeceğimizi söyledik, adam bütün müşterilerinin çeklerini 6 ay ertelettiğini, müteahhit ödemelerinin artık daire ile yapıldığını, bankaların teminat mektubu vermediğini söyleyip 3 ay erteleme yapmazsak çeki ödeyemeyeceğini söyledi. kriz filan yok diye de bağladı. öyle olmayan bir kriz işte.
  • vergi barışı neden çıkartıldı acaba? çalışmakta olduğum firma, tüm vergilerini muntazam bir şekilde eksiksiz öder. (muhasebeciyim direkt ben ödüyorum) hatta şöyle söyleyeyim, hacim ve satış olarak bizim firmadan 10 kat daha büyük bir firmada çalışmıştım, buranın yarısı kadar vergi ödemezdi.

    bu hafta bir vergi müfettişi bizim ymm'yi arayıp 2012 yılı itibari ile inceleme yapacaklarını bildiriyorlar, eğer incelemeye girmek istemiyorsanız, vergi barışından faydalanmanız gerekiyor. her şeyimiz muntazam olduğunu düşündüğümüz için, buyursun gelsinler diyoruz. fakat bizim ymm (eski maliye müfettişi) vergi barışından faydalanmamızı öneriyor. zira bu adamlar buraya incelemeye değil ceza kesmeye gelecekler. siz ne kadar vergilerinizi muntazam ödeseniz de, biz de usul esastan önce gelir, vergi cezası kesemezse herhangi bir usulsuzluk bulup ceza keser diyor.

    ve bu durum bizim firmaya özel değil, hemen hemen tüm müşavirleri arayıp benzeri inceleme bilgileri bildiriliyor. vergi barışının son günü 30 ekimden 25 kasıma uzatıldı. şu an devlet, kar beyan etmiş tüm mükelleflerin yakasına yapışmış vergi talep etmektedir.

    bedelli askerliğin çıkacağına dair dedikodular yayılmaya başlamış durumda. sizce devletin bu para toplama sevdası neden kaynaklanıyor? hayır hayır kesinlikle kriz değil, yeni yapılacak ve geçiş ücreti bilmem kaç euro olacak yeni yollar ve köprüler lazım, sadece bunun için topluyor.

    tahmin yürütüyorum : başkanlık referandumu olumsuz çıkarsa, kasmayı bırakacaklar ve ekonomik kriz tüm kesimlerce kabul görecek. gerekçesi de şimdiden belirtildi ya başkanlık ya pişmanlık

    edit : otobuste sessiz osuran adam uyarısı ile eklenmiştir. 45 yaş altındaki tüm çalışanlardan bes (bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi) için kesinti yapılacak olması da başlı başına felakettir. hem benim maaşımdan, devlete sosyal güvenlik ve emeklilik için %15 (işverenden %22,5) prim keseceksin. hem de "bana güvenme hacı benim sağım solum belli olmaz, sen yine bir bes yaptır" diyip zorla beni bes'e dahil edeceksin.

    eklemeyle bitmeyecek anasını satayım, bir de kıdem tazminatı fonu olayı var, şimdi bilindiği üzere tüm çalışanlardan ve işverenden işsizlik fonu kesintisi yapılıyor, fakat konu ödemeye gelince türlü zorluklar çıkartılıyor. hal böyle olunca işsizlik fonunda biriken para 100 milyar civarında bir rakama ulaşmış durumda, bu fonun nasıl değerlendirildiği ise muğlak. aynı şeyi kıdem tazminatı için de getirilmeye çalışılıyor. uygulamaya başlandığı tarihten itibaren tüm işverenlerden kıdem tazminatı kesintisi yapılacak fakat ilk 10 yıl kimseye ödeme yapılmayacak.

    yok canım devlet fellik fellik nereden fon yaratsam derdine düşmüş değil, sadece bizim geleceğimizi garanti altına almak istiyor.
  • mahfi eğilmez : hayali sürekli olarak önceki yüzyıllara dönmek olan bir ülke ileri gidebilir mi? esas mesel bu..
  • öncelikle uzman bir ekonomist değilim. dolayısıyla kriz durumunu sosyolojik açıdan yorumlamaya çalışacağım. bundan önceki yıllarda bu kadar hissedilmese de şu an verileri okuduğumuzda ekonomi de gözle görülür bir düşüşü görebiliyoruz. fakat şimdiki mevcut durum "kriz"den çok bir durgunluk olarak tanımlanabilir. türkiye gibi ülkelerde kriz ancak bıçak kemiğe dayandığında çıkar. eğer bir avrupa ülkesi olsaydık, şimdiye kadar çoktan halk sokağa dökülmüş, iktidar sarsılmış, önlemler alınmaya başlanmış olurdu. fakat söz konusu ülkemiz olunca freni boşalmış kamyon gibi krize gitmemiz halkın bir kısmı başta olmak üzere çoğu kişide etki yaratmıyor.

    ülkemizin ekonomik ve mali durumuna ilişkin sayısal veriler yukarıda sayfalarca yazılmış. toplumun bir kısmı bu verileri krizin varlığına dair kanıt olarak gösteriyorken diğer kısmı ise yapılan harcamalar üzerinden bunu değerlendiriyor. peki türkiye'de ekonomik kriz var mıdır? şu an bir krizden söz etmek mümkün değildir. bunun sebebi geçmişten günümüze gelen biat kültürümüzden kaynaklanıyor. gelişmiş ülkelerde "devlet birey içindir" anlayışı mevcutken bizde "birey devlet içindir" anlayışı var. insanlar aman devletimize zarar gelmesin diye kendilerine uygulanan vergi artışı, ek vergiler, sgk uygulamaları gibi her politikayı kolayca kabulleniyorlar. mevcut iktidar sayesinde kendi içinde bulundukları durumu "batılıların türkiye üzerindeki oyunları" olarak nitelendirip, iktidar partisini kurtarıcı olarak görüyorlar. onlara kalsa çoktan krizdeydik fakat erdoğan batılılarla savaşarak bunu engelledi ve hala savaşmaya devam ediyor anlayışı mevcut. böyle bir ülkede bir ekonomik krizden bahsedilemez. fakat bir şeylerin yolunda gitmediği çok açık.

    bu son aşamada devletin yaptıklarına göz atarsak, yılbaşından sonra sgk prim tavanlarının artacağı söylendi, bireysel emeklilik sistemi zorunlu hale getirildi. yine yılbaşından sonra araçlardan alınan ötv'de ciddi oranda artış yapılacağı söyleniyor. benzindeki ötv günden güne artıyor, bizzat devlet eliyle kayıt dışı paranın önü açılmış durumda ve türkiye kara para cenneti haline geldi. sadece bu kaynak arayışları bile ekonominin gidişatının iyi olmadığının bizzat devlet nezdinde doğrulanmasıdır.

    türkiye'de toplumu ele alalım. şu an türkiye'de toplumda müthiş bir kutuplaşma mevcut. halk %50-%50 olarak ayrılmış, ayrıştırılmış durumda. iktidarın müthiş bir medya ağı mevcut ve bu medya ağı 7/24 iktidar propagandası yapmakla meşgul. gelirdeki eşitsizlik inanılmaz ölçüde artmış durumda. orta kesim yok edilmiş ve yılbaşından sonra gelecek sgk artışıyla geliri 10bin tl ve üstü olan maaşlı orta sınıfa bir darbe daha vurulacak. türkiye'de toplam milli geliri nüfusun çok çok azı kontrol etmekte. insanlar sırf işe girebilmek ya da kadro bulabilmek için iktidar partisine üye olup reisçi olmak zorunda kalmış. kısacası iktidar toplumun %50'sini kabul ederken diğer kesimi dışlamakta. bu da kriz var - kriz yok tartışmasını körüklemekte.

    vergi sistemi orta çağ avrupasına dönmüş durumda. vergi alırken sosyal devlet, hizmet verirken liberal devlet anlayışı mevcut. doğrudan vergiler %30 iken ötv kdv gibi dolaylı vergiler %70'e ulaşmış durumda. iktidara yakın holdinglerin milyonlarca liralık vergi borcu vergi aslıyla birlikte tek kalemde silinmekte. bu durum bir avrupa ülkesinde meydana gelse insanlar hükümeti protesto edip kendini sokağa zincirler. nitekim bunun en net örneğini yunanistan'ın kemer sıkma politikalarına halkın verdiği tepkide gördük. bu kadar yoğun tepkiler olmasına karşın hala oradaki bir vatandaşın asgari gelir - ödediği vergi oranı türkiye'den kat kat düşük durumda. fakat yukarıda da belirttiğim gibi "aman devletimize zeval gelmesin" anlayışı türkiye'de var olan ekonomik bozulmanın etkilerinin görülmesini zorlaştırıyor. kısacası yunan yorgo verdiği verginin hesabını devletten sorup hakkını arıyor ve ekonomik bozulmadan sorumlu olan hükümeti sokağa çıkıp protesto ediyorken bizim kazım abi mevcut durumu "bunlar amariganın oyunları" şeklinde yorumluyor. ülke, iktidarın at koşturduğu bir aile şirketi gibi yönetiliyor. hukuk sistemi bitmiş, sayıştay işlevsizleştirilmiş tek yaptığı kendine gelen raporların altına imza atmak olmuş. ülkedeki istikrar ortamı bozulmuş güçler dengesi yok edilmiş ve nereye avm yapılacağından tutun hangi ihaleyi kimin alacağında kadar her şey tek bir adamın iki dudağı arasında.

    sonuç olarak ülkedeki ekonomik gidişat kötü mü? felaket. ama toplum kendisine yapılan propaganda sayesinde bunu kabullenmiyor. vergisini verdiği devleti sorumlu tutacağına "işte bakın görüyorsunuz 15 temmuz'da yapamadıklarını böyle yapıyorlar" diye düşünüyor. dolayısıyla sesini çıkartmıyor biat ediyor. hakkını arayan vergisinin hesabını soran bir birey olmak yerine kul olmayı tercih ediyor. böyle bir ortamda krizden söz edemezsiniz. verdiği emeğin karşılığı ile sosyal faaliyetlere, her çeşit gıdaya, iyi kötü bir ulaşım aracına sahip olması gereken adamın ekmek arası helva yiyip "çok şükür bugün de doyduk" dediği ve bunu iktidar tarafından kendisine verilmiş bir lütuf olarak gördüğü bir ülkede krizden söz etmek mümkün değildir. ekonomik kriz bu yüzden sadece iktidar yanlısı olmayan eğitimli orta muhalif kesimi vuracaktır. ve sadece onlar tarafından varlığı kabul görecektir.
  • valla çok basite indirgenmiş bir bakış açısı olabilir ama istinye park'da lc waikiki açıldıysa kriz kesin gelmiştir.net.

    edit: arkadaşlar uyardı, yıllardır var o orada diye. ben de "kriz yıllardır var babında şeettim" diye kıvırmak isterdim ama ben bu sene falan açıldı sanıyordum. bilgilerinize.
hesabın var mı? giriş yap