• ifşa editi:
    geçen hafta hem eğlenmek hem de ülkenin düştüğü durumun şirketimizdeki etkilerini esprili bir dille anlatmak için buraya bir şeyler yazdım. ama gelin görün ki şirkette okumayan kalmadı.
    elimden geldiğince anonim kalmak istediğim için şimdilik yazıyı kaldırıyorum. tamamen silmek ayıp olacaktı o nedenle geçici bir süre bu editi bırakıyorum.
    eskisini geri getiremezsem krizin etkilerini anlatacağım başka bir yazı borcum olsun.
  • kübler-ross modeline göre üzüntünün 5 aşaması vardır;

    1. inkar (denial)
    2. kızgınlık (anger)
    3. pazarlık (bargaining)
    4. depresyon (depression)
    5. kabullenme (acceptance)

    her ne kadar sıradan halk henüz inkar aşamasında gibi gözükse de 2013'te başlayan ve 2017'de en tepeye ulaşması kaçınılmaz olan bu ekonomik kriz boyunca yukarıdaki aşamaların bir çoğunu yaşadık.

    önce inkarla başladık. cumhurbaşkanının malum açıklaması:

    http://www.dunya.com/…-yaya-kalabilir-haberi-273149

    dolara yatırım yapan yaya kalabilir. açıkça bir inkar vardı hatırlayın 2015 senesini. ekonomik kriz diyenin dayak yediği istikrarın süreceği türkiyenin büyüyeceği, seçimlerden sonra doların yeniden eski seviyesine döneceği beklentisinin olduğu açık bir inkar aşaması.

    bunu kızgınlık takip etti. zaten geçmişten beri kızgındı ama bu seferki başkaydı. hep birilerine parmak sallıyordu ancak bu sefer parmak çok tehlikeli bir yere dönmüştü. hele de türkiye ekonomisinin kırılganlığının arttığı bir dönemde birden bire merkez bankası hedefe konuldu. faizler düşürülmeliydi. doların yükselişinin, ekonominin durganlaşmasının faturası merkez bankasına çıkıyor ve tüm kızgınlık fazilerin yüksek olmasına bağlanıyordu:

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…liligin_mi_var_.html#

    bunlara paralel olarak merkez bankası -mecburen- faiz arttıramadı. ve ana görevi türk lirasının değerini korumak olan merkez bankası -mecburen- türk lirasının çok yüksek seviyelere varan değer kaybını elinde çekirdekle birlikte izlemek zorunda kaldı.

    vakitler ilerledi 2015 haziranında seçimler yapıldı. ve malum sonuçlar çıktı. kızgınlık artık tamamen artmış ve kendini pazarlık aşamasına bırakmıştı. öyle ya ekonomik krizin sebebi belliydi, akp'nin tek başına iktidara gelememesi nedeniyle oluşan sistem sorunu. artık pazarlık süreci başlayacaktı, 400'ü verin bu iş huzur içinde çözülsün...

    diyelim 400 olmadı 335 oldu o da olumlu diyerek pazarlığı bir üst seviyeye de çıkaracaktı hatta cumhurbaşkanı. öyle ya türkiye'de yaşanan ekonomik sorunun nedeni belliydi ve eğer bu pazarlığa girişirse ve istediğine alırsa her şey güllük gülistanlık olacak o mutlu huzurlu günlere geri dönecektik.

    tarihler 1 kasım 2015'i gösterdiğinde akp çok büyük bir oy oranıyla yeniden tek başına iktidar oldu. halkımız istediği, beklediği, arzuladığı istikrara yeniden kavuşmanın sevinciyle sokaklara döküldü ve bu zaferi çılgınlar gibi kutladılar.

    2 kasım 2015'te sonunda beklenen olmuştu, gelen yüksek seviyede istikrar sonucu dolar 2.75'e kadar düşmüş borsa ise tavan yapmıştı. sonunda herkes o özlenen güzel günlerin geri geldiğini düşünmüştü.

    2 kasımdan sonra geçen günlerde ne dolar bir daha 2.75 seviyesini görebildi, ne de borsa 2 kasım 2015 seviyesine yeniden ulaşabildi. beklenenlerin hiç biri gerçekleşmediği gibi her şey daha da kötüye gitmeye devam etti.

    geçtiğimiz sene 2016 ekonomik krizi başlığına tam da seçimlerin ardından şu entry'yi girmiştim:

    (bkz: #56583981)

    çok basit bir cümleyle özetleyerek başlamıştım entry'ye;

    "trendleri kolay kolay değiştiremezsiniz."

    trend hala değişmedi. aksine biz pazarlık aşamasından çıkıp ülkecek depresyon aşamasına girmiş bulunuyoruz 2016 yılı boyunca. bakın başbakan ne diyor:

    http://www.gercekgundem.com/…manin-yoluna-bakacagiz

    "ayakta kalmanın yoluna bakacağız"

    ne kadar acı bir cümle değil mi? ayakta kalmak. hani ağır depresyondasındır yatağından kalkamazsın, hiç bir şey yapasın gelmez, sadece uyumak istersin, uyumak ve seni o depresyona sokan her şeyi unutmak. gözlerini yeniden açtığında her şeyin bitmiş olacağını yepyeni bir hayata başlayacağını, eski mutlu günlerinin geri geleceğini düşünürsün ama öyle olmaz. depresyonun seni yer bitirir. ilaçlarla ayakta durmaya çalışırsın ama onlar seni daha da kötü yapar bünyeni dağıtır geçer.

    2016 ekonomik krizinde ekonomik krizin şiddetini arttırabilecek 3 faktörden bahsetmiştim; rte faktörü, rusya faktörü ve fed faiz arttışları.

    2017 yılı için uzun uzun analiz yapmaya gerek yok, krizin etkisini azaltabilecek/ arttırabilecek tek bir faktör var; rte faktörü.

    malum artık ülke olarak depresyondayız ve artık en son aşamaya geçiyoruz: kabullenme.

    2017 senesinde önümüzde 2 seçenek var. ilk seçeneğimiz başta cumhurbaşkanı olmak üzere hükümetin ve halkın ekonomide ciddi problemler olduğunu ve bunların büyük oranda mevcut poitikalar sebebiyle ortaya çıktığını kabul etmesi, ve ülkeyi 2009 öncesi ayarlarına geri götürmesi. adaletin yeniden tahsis edilmesi, avrupa birliği yoluna yeniden girilmesi, yapısal reformlara gidilmesi, ekonomide ciddi önlemler alınması ve merkez bankasının yeniden ehil kişilerin eline bırakılarak bağımsızlığının güvence altına alınması ve hiç bir şekilde kendilerine müdahale edilmeyeceğinin garantisinin verilmesi. evet yazarken beni bir gülme aldı maalesef ama işte sonuçta objektif bir değerlendirme yapmak için yazmak zorundayım. maalesef geldiğimiz noktada bu yola geri dönüş olmayacağı/ olamayacağı çok açık. keşke olsa keşke bu ülkede her şeye rağmen nispeten huzurlu yaşayabildiğimiz günlere geri dönebilsek ama...

    bu durumda geriye ikinci seçeneğimiz kalıyor. sorunun nedeninin halk tarafından kabullenilmesi. bu ne demek? 2016 entry'sinde yazdığımı aynen yazacağım:

    "toplum bu trendin sonunda 7.5-8 tl olan benzin fiyatları nedeniyle kullanamadığı arabasını satışa çıkarıp alacak başka bir gerizekalıyı bulamadığında, enflasyonu iliklerine kadar hissedip ithal ettiği malların fiyatı sürekli yükselirken, ihraç edebildiği az sayıda ürünü de ihraç edebileceği bir pazar kalmadığını, kalsa bile eline geçen paranın sürekli değer kaybettiğini gördüğünde, akp'nin aslında o kadar da iyi bir ekonomi yönetimi çıkarmadığını sadece ama sadece fazlasıyla şanslı bir dönemde iktidar olduğunu anlayacak ve bu sefer 2002'de akp'yi doğuran dip dalga önümüzdeki 10 seneye damgasını vuracak yeni bir dip dalgaya yol açacak. ve bizde hep beraber 1 kasımda iyi ki akp tek başına iktidar olmuş keşke %60 filan alsaymış diyeceğiz."

    bu dediklerimle hala aynı düşüncedeyim. türkiye'de çok ciddi bir dip dalga gelmekte. bu dip dalgayı daha iyi anlayabilmek için şu başlığı incelemenizi ve takipte kalmanızı tavsiye ederim:

    (bkz: ak parti-recep tayyip erdoğan savaşı)

    özellikle de şu entry 2017'de yaşanacakların bana göre bir trailer'i durumunda:

    (bkz: #64319611)

    açıklamalara bakılırsa hükümet üyeleri yavaş yavaş sorunun kaynağını "kabulleniyor".

    peki halk da bunu gerçekten kabullenecek mi? eninde sonunda, öyle ya da böyle kabullenecek, kabullenmek durumunda kalacak. kangrenin ilk bulgusu damar tıkanıklığıdır. başlarda müdahale edip önlem alınması kolaydır. ancak önlemini almazsanız o sorun büyür organa tamamen yayılır ve kolunuzu/bacağınızı vs. kaybetmek durumunda kalırsınız. türkiye olarak soruna ilk başta müdahale etme şansını maalesef kaçırdık. ancak hala kolumuzu, bacağımızı kaybetmeden önlem alabiliriz. bunun yolu da kabullenmeden geçiyor. peki kabullenmezsek ne olacak? hastaysanız ve hastalığınızın sebebini kabul etmiyorsanız, örneğin akciğer kanseriyseniz ve sigara içmeye devam ediyorsanız hatta üstüne bir de hayır canım sigara akciğer kanserine çok iyi geliyor yakında iyileşirim hiç bişeyciğim kalmaz diyorsanız ve bu durumda ne oluyorsa o olacak, ya öleceğiz, ya yatalak kalacağız, ya komaya gireceğiz, ya uzunca bir süre hasta kalarak iş göremez duruma geleceğiz. bu süreçte önlem alınana kadar o hastalık daha da yayılacak. eninde sonunda ise hastalığı kabul edeceğiz ve gerekli bedelleri ödemek zorunda kalacağız. tek soru ise bunu ne zaman kabul edeceğimizdir. ekonomi aslında basit bir bilimdir, neden-sonuçları çok basittir. önceden yaşanmış olaylara bakarak ne olacağını az çok kestirebilirsiniz. mesela arjantinin para birimi olan arjantin pesosu'nun dolar karşısındaki grafiğine bakabiliriz:

    http://tr.investing.com/currencies/usd-ars

    zaman aralığı olarak 1m(1 ay)'yi seçersek 4 senedir doların arjantin pesosu karşısında "istikrarlı bir şekilde yükselerek" 4 seviyesinden 16 seviyesine geldiğini görüyoruz. dolar-tl için ise orta vadeli dibini 1.5 tl alırsak ülkenin kangren olacağı ve kolunu bacağını kaybedeceği geri dönüşü olmayan nokta 1.5 * 4= 6 tl seviyesidir. olmaz diyebilenimiz var mı? bence yok 1.5'tan 3.5'a nasıl gelebildiyse, hangi faktörler bu seviyeye getirdiyse, aynı faktörler sürdüğü sürece hastalık daha da ilerleyecek ve çok ciddi bir devalüasyonla karşı karşıya kalacağız ve eninde sonunda bu seviyelere geleceğiz. o seviyeye geldiğimizde ise trend -çok acı bir biçimde- bitmiş olacak. en iyi ihtimalle türkiye yeniden imf kapısına düşerek gelecek 10-15 senesini yitirmiş olacak. bunun bedelini ise hep beraber ödemek zorunda kalacağız. umuyorum o bedelleri ödemek zorunda kalmadan uyanabiliriz. ancak her manada 2017 ekonomik krizi bu serinin final dalgasıdır. ya önüne çıkan her şeyi darma duman edecek, ya da ekonomi bilimine riayet ederek, gerekli önlemleri alarak, demokrasinin, insan haklarının, adaletin hakkını vererek ve ülkeyi fabrika ayarlarına geri döndürerek zor da olsa bu krizin üstesinden geleceğiz...
  • bugün 100.00.tlkazandım ve makbuzunu kestim.

    bu makbuzla 18.00.tl kdv 20.00.tl gelir vergisi ödedim. yani 38 lirayı devlete ödedim.
    kalan 62.00.tl 'nin 11.00.tl'si ile bir paket sigara aldım. maktu vergilerle birlikte 7,50.tl daha vergi ödedim.

    48.00.tl elektrik faturası gelmiş.
    baktım 20 liralık elektrik harcamışım. 28.00.tl'si şu bu adlarla vergi.

    kalan 3.00.tl ile de bir çakmak aldım; çin malı. 40 kuruşu vergi.

    yani bugün kazandığım 100.00.tl'nin 20+18+7,50+28+0,40 =75,90.tl'sini devletime bana yol, su, elektrik olarak hizmet etsin diye ödedim.

    iyi yapmış mıyım? :)

    not: alıntıdır.
  • neredeyse tüm alışverişimi, ekmek dahil kredi kartıyla yaparım. bunda amacım, hem nereye ne verdiğimi kayıt altına almak hem de maxi puan, maximil kazanmak. maaşı alınca da o ayki ekstredeki tüm borcu öderim.

    geçen sene 2500-2600 gelen ekstre, birkaç aydır 3700-4000 civarında geliyor artık.

    alışverişlerimde değişen bir şey yok. ortalama geçen sene ne alıyorsam bu sene de onu alıyorum.

    e maaşa bakıyorum, ekstrenin arttığı oranda artmıyor.

    tüm bu veriler ışığında kendim için söylüyorum;

    ucu girmeye başlayan krizdir.

    eylül 2017 editi: ekstre bu ay 4500 tl geldi.

    eylül 2022 edit: ekstre ay 18 bin geldi...
  • "1950'lerden 2001'e kadar her 10 yılda paramız %1000 değer kaybına uğruyordu. " diyen gerizekalilari ortaya doken baslik...

    sozlukte ilk defa bir baska uyeye "gerizekali" diyorum sanirim ama herkesin de bir tahammul siniri var!

    bak arkadasim, madem 1950'lerden 2001'e kadar demissin tam da sana o donemi kapsayan bir hikaye anlatayim...

    babaannem ile dedem 1946'da evleniyor... biri muzik, digeri resim ogretmeni... kisa bir sure sonra eskisehir'e tayin oluyorlar ve burada bir orta dereceli okulda calismaya basliyorlar... 1948 ya da 1949 gibi dedem bankadan cok dusuk faizli kredi alarak ev sahibi oluyor... o donemki cogu ev gibi iki katli, bahceli bir ev...

    aradan birkac sene daha geciyor, 1950'lerin ikinci yarisi, bu kez ford consule marka araba aliyorlar... cevrede araba sahibi olan aile sayisi hayli az...

    1960 senesine gelindiginde de (dedem 40, babaannem 39 yasinda) bandirma'nin karsi kiyisindan bir arsa alip denize sifir (gercekten de sifir, balkondan baktiginizda kum gozukmez, direkt denize bakarsiniz) yazlik yaptiriyor...

    1970'lerin basinda bu kez kari-koca istanbul'a, maarif koleji'ne tayin oluyorlar... eskisehir'deki evi satip kadikoy'un gobeginde (caferaga spor salonu'nun tam yaninda) bir daire aliyorlar...

    1976'da ise emekli oluyorlar... emekli ikramiyeleri ile yaptiklari: iki katli yazliga bir kat daha cikmak ve ayrica yazligin yakininda 15 donum tarla almak...

    bak arkadasim bak, duz lisede, duz ogretmen okulunda okumus ve siradan memurluk yapmis bir ciftin, yaklasik 30 yil calisarak kazandiklarina bak...

    ote yandan diger dedem de teknik lise'de teknik resim ogretmeniydi... anneannem ise ev hanimiydi... onlar da 1960'larin basinda istanbul'a gelmis ve kisa sure sonra goztepe'de daire sahibi olmuslardi, bagdat caddesine yuruyerek bes dakika mesafede... 1970'lerde onlar da araba almisti... tek maasla yetindiklerinden yazliklari olmamisti sadece...

    gelelim sonraki kusaga...

    annem iktisadi ticari ilimler akademisi mezunuydu (hani su birilerinin diplomasini bulamadigi akademi)... peder de istanbul universitesi matematik... annem onceleri bankaci olarak calisti, 1985'te ise kendi isini kurup pvc dosya uretmeye basladi (ama iki kisinin calistigi bir kobiydi, annem disindaki calisan da dayimdi zaten ki malzemeyi alip dosyayi imal etme isini bile kendileri yapiyordu)... peder ise bilgisayar programcisiydi...

    ikisi 1980'de evlendiler, biz 1990'larin ortasina kadar acibadem'de kirada oturduk... ama ayni esnada bodrum yalikavak yakinindan denize 200 metre mesafede iki katli yazlik aldik... renault 12 ve sahin gibi arabalarimiz oldu... beni üsküdar amerikan lisesi'nde okuttular... 1997'de de cengelkoy nato yolu'nda uc katli mustakil bir eve tasindik... annemi 2007'de kaybettik, peder evi satip baskasiyla evlendi falan oralar ayri hikaye... ama yine anormal okullarda okumamis, anormal meslekler edinmemis bir cift var ortada ve onlar da iki adet mustakil ev sahibi olmus ve cocuklarini ozel okulda okutmus...

    simdi gelelim bana ve esime... ben uskudar amerikan lisesi'ni bitirdikten sonra bogazici sosyoloji'den mezun oldum... ustune istanbul iletisim fakultesi'nde gazetecilik yuksek lisansi yaptim... ama medyada bir turlu tam zamanli bir is bulamadim... fourfourtwo'ya bir donem yazarlik-cevirmenlik yaptim, lig radyo'da program yaptim, halen tam saha'ya yazi yaziyorum, o kadar... ve bunlardan neredeyse hic para kazanmadim... hatta gecen yaza dogru kupa avrupası adi altinda koca kitabim cikti avrupa sampiyonasi tarihi hakkinda, ondan bile bir lira telif almadim... su anda galatasaray universitesi iletisim fakultesi'nde doktora calismam devam ediyor, bir yandan da ozel sektorde 1.5 porsiyon asgari ucrete tamah ettigim oylesine bir iste calisiyorum...

    esim ise notre dame de sion mezunu... montpellier ii universitesi'nden deug sahibi, ardindan istanbul biyoloji'den mezun, sonra itu'de molekuler biyoloji ve genetik'te yuksek lisans yapti, birkac hafta sonra da bir aksilik olmazsa ayni bolumde doktorasini tamamlamis olacak... bir yandan da bir ilac firmasinda calisiyor... en azindan onun maasi benimkinden iyi... 2.5 porsiyon asgari ucret kadar...

    icerenkoy'de kic kadar bir dairede kirada oturuyoruz... bir arabamiz var, annemden kalan paranin bir kismiyla alindi, yazligimiz da var cok sukur de, o da annemden kaldi... kendi kazandigimiz para zaten aylik masraflarimizi cikarmaya anca yetiyor, kenara bir sey koyamiyoruz, haliyle oyle yeni ev falan almayi birakin, hayalini dahi kuramiyoruz...

    4.5 yasinda bir oglumuz var, onu gun geldiginde bizim okudugumuz ozel okullarda okutma ihtimalimiz bir hayli dusuk, ha, eger olur da oyle bir sey basarirsak o zaman omrumuzun sonuna kadar istanbul'da ev sahibi falan olamayiz o da ayri... bir sekilde denk getirirsek de bunun kadikoy'un gobeginde veya bagdat caddesi'nin dibinde daire sahibi olmak veya biraz daha uzak bir noktada olsa da uc katli mustakil ev almak gibi bir sey olmayacagi da cok acik...

    e napacaz o zaman? en kisa surede yurt disinda bir yerlere kapagi atmanin yoluna bakmaya calisacagiz... bu memleketten bir bok olacagi yok cunku... bir onceki kusaktan daha fazla okumusuz, iki onceki kusaktan cok cok daha fazla okumusuz, yine bunlardan daha fazla mesai yapip daha cok yoruldugumuz, yiprandigimiz islerde calisiyoruz fakat elimize gecen daha az!

    bu mu ulan iyiye giden ulke!?

    bu mu ulan duzelen ekonomi!?

    bu mu ulan yeni turkiye!?

    hani eskiden her 10 yilda paramiz yuzde 1000 deger kaybediyordu ulan!?

    ne kadar kolay degil mi nominal degerler uzerinden tespit kasmak!

    ben dedemin yasadigi kadar rahat calisma kosullarinda ve refah icinde yasamak istiyorum ama onun cabaladiginin 10 kati cabalamama ragmen o seviyeye gelemiyorum!

    iste memleketi 60 senede getirdiginiz hal!

    edit: ayni gerizekali 2001 yilindaki karkas et fiyati ile asgari ucreti ve bugunkuleri kiyaslayip iyiye gittigimiz sonucuna varmis ve bir de olmayan akli sira bana laf atmis "boboonnosonon olom gocono goro olko yoromloyonloro golson" diye...

    asgari ucret 122 lira iken tam altin 42 liraydi... yaklasik uc tam altin aliniyordu 122 liralik asgari ucretle... bugun asgari ucret, agi dahil 1400 lirayken bir tam altin 940 lira olmus... yani yaklasik bir tam bir yarim altin aliniyor bugunku asgari ucretle... eee, noldu beyinsiz kardesim, altin bazinda 2001'e gore yuzde 50 fakirlesmis miyiz?
  • krizler sadece kamu maliyesi cikisli cikmazlar. turkiye'nin gecmiste alistigi krizler genelde kamu dengelerinin bozulmasi ve dis acik dolayisiyla hali hazirda capa uygulanan kurda devaluasyon yapilmasi ikilisinin basbasa gittigi krizler seklindedir. kamu maliyesindeki sikintilar hazine borclanma ihalelerinde gerceklestiginden ve bu ihaleler carsamba oldugundan krizler genelde kara carsamba olurdu.

    2001 sonrasinda dervis programiyla baslayip akp doneminde devam eden yaklasim kamu dengesini odagina aldi buna karsilik likidite bollugunun da etkisiyle ozel sektor buyuk bir tuketim ve borclanma sarmalina girdi. gecmistekinden cok daha feci bicimde ulkedeki binlerce firma bilancosunda varlik/yukumluluk dengesinde kurdan kaynaklanan riskler olaganustu boyutlara ulasti.

    galatasaray veya fenerbahce'yi ele alin mesela. havuz anlasmasi geregi sabitlenmis bir kurdan gelen yayin gelirleri, yine tl uzerinden stadyum ve store/fenerium gelirleri var bu kuluplerin. oyunculariyla anlasmalari ise genelde euro uzerinden. dolayisiyla bankalardan da genelde euro olarak borc aliyorlar. doviz kurundaki artislar bu sirketlerin bilancolarina kur farki maliyeti olarak feci bicimde yansiyor. daha da fenasi yakin vadede ne kadar degisim olacaginin kestirilemedigi, volatilitenin cok arttigi ve belirsizligin cok yukseldigi ortamlarda bu sirketler icin risk olaganustu boyutlara ulasiyor. hadi bunlar futbolcu, bir sekilde yollarini bulurlar, buna benzer durumda binlerce "gercek" sirket var.

    diger yandan turkiye dusuk teknolojili uretip yakin ulkelere satabilen bir ulke. mobilyayi norvece satamazsin. abd'ye gidecek gemiye koymaya degecek kadar nitelikli mal uretmiyorsun. irak'a suriye'ye misir'a yunanistan'a en en uzagi almanya'ya satabilmen lazim. satabilecegin ulkelerin yarisinda bombalar patliyor kalan yarisiyla kavga ediyorsun. zaten avrupa pazarinda genel bir talep daralmasi yasanirken, sen bir de buralarla iliskilerini daha da zorlastiriyorsun. suriyede iraktaki duruma girmiyorum bile.

    turkiye'deki mevcut dalgali kur rejimi kurda anlik ziplama sansini azaltiyor. zaten zamana yayilmis buyuk deger degisimleri yasandi, yavas yavas yasandigi icin etkisi daha hafif hissediliyor. dalgali kur burada lubrikasyon islevi goruyor sagolsun.

    rakamlar ortada, turkiye son birkac ceyrektir kamu harcamalariyla ayakta kaliyor. sermaye olusumu sifir/negatif seviyesinde gidiyor. yatirim yok, ozel tuketim yok, varsa yoksa kamu. ulkede olan yatirim da uretken sermaye degil daha ikincil bicimde uretkenlige fayda saglayabilecek altyapi (kamu) yatirimlarinin otesine gitmiyor. ama bu da ne yazik ki keynesyen bir multiplikasyon cabasinin degil de kamu-ozel isbirligine yeni bir yorumla kamuya daha fazla maliyet ozele garanti kar modeliyle yandaslara kaynak aktarimi cabasinin sonucu.

    bu sartlar altinda ben anlik bir cokusten daha fenasini bekliyorum. turkiye hic kurtulamayacagi bir durgunluk sarmalinin icine girecek. bu sarmaldan cikmanin yolu en nihayetinde akla dayali isler yapabilmekten geciyor. 26-45 dogu 36-42 kuzeyde yasayan insanlar kolektif akli yitireli cok oldu, kafasi kesilmis tavuk gibi debeleniyor. debelendikce iyi kotu yuvarlanip gidiyor ama boyle bundan sonra. %15 civari bir yerde dengeye gelecek issizlik, %2-3te dengeye gelecek buyumeyle turkiye mevcut fakirligin surdurulebilirligini yakalayacak. ister bilmemne tuzagi diyin ister steady state, bizim memlekette yasayan insanlarin yapabildigi bu kadar.

    daha fazlasi cikar miydi, belki. niye cikamadi, sanssizlik biraz, ama temelde sansa o kadar da fazla yer yoktur. turkiye niteliksiz insanlardan olusan bir ulke oldugu icin bu niteliksizlik sarmalini kirabilecek hareketi gelistiremiyor, bu niteliksizlik icinde tikali kaliyor ve o da bizi mevcut surekli durgun ekonomiye surukluyor. buradan sonra ruzgarla savrulan yaprak gibi dis gelisimlere bagli olarak bazen iyi gider, bazen kotu. zaten 2000lerin basindaki o tatli hava da esasinda asiri likidite dalgasi uzerinde bir sorftu. dalga cekildi, yuzme bilmesek bogulurduk tek seferde olur biterdi, su soguk olsa donardik tek seferde bitiverirdi. biz cirpinabiliyoruz, su yuzunde kalabiliyoruz, su soguk da degil, ama iste kara cok cok cok uzak. bir mucize olmazsa gunes altinda yavas yavas susuzluktan acliktan yorgunluktan surune surune olecegiz.
  • saat 13:00'da bloomberght'de inşaat sektörünün durumu konuşuldu. konuklardan biri şemsettin aydın diğeri önder yiğit idi.

    benim açımdan komedi programı gibi ekonomi programı oldu.

    özellikle şemsettin aydın'ın ifadeleri insanı çileden çıkartacak kadar mantıksız.

    neymiş efendim şimdi konut alma zamanıymış!!!!
    fikirtepe'de projesi varmış ve fiyatlar şu an olması gerekenden çok düşükmüş!!!!
    neymiş efendim, fikirtepe'de her arsa sahibiyle tek tek anlaşması gerekiyormuş, bu da çok uzun sürüyormuş. anlaşması 3 sene, inşaatı yapması 2.5 sene sürüyormuş ve ömrünün 10'da birini bir projeye harcıyormuş. sonra mahkemeler durdurma kararı veriyormuş. lan insanlar orada 50 sene yaşadı. tam 50 sene. komşular akrabadan ileri oldular birbirleri için. fikirtepe'ye gencecik gelen insanlar, orada kocadı. senin hesabına vurursak sen zararlı çıkarsın. on binlerce insan ömür tüketmiş fikirtepe'de. sen ömrümden 5 sene harcamışsın çok mu?
    beğenmiyorsan defolup gidebilirsin. tutan yok.

    bak bak kafaya bak.
    işte bu kafa ülkede şu an aktif olduğu için biz ekonomik krizdeyiz. çünkü kimsenin güvencesi yok. birilerinin işine gelmeyen herkes ve her engel ezilmeli. hukukun hiç bir önemi yok. nasıl olsa meclis ellerinde. nasıl olsa milletin vekili olması gerekenler rantın, sermayenin vekilleri oluveriyorlar anında.

    fikirtepe'de olanları bu müteahhitlerle senelerce bilfiil uğraşmış biri olarak anlatayım.
    anlatayım ki insanlar neyin ne olduğunu, ülkenin nasıl bir halde olduğunu anlasın.

    fikirtepe halkı, türkiye'nin her tarafından istanbul'a 55-60 sene öncesinden itibaren göçmeye başlamış ve parasıyla tapulu arazisini almış insanlardan oluşur.
    türkiye'nin her yerinden adam bulurdun fikirtepe'de.

    bu insanların çoğu da, köylerinden istanbul'a iş bulmak için gelmiş gariban anadolu halkıdır. tek dertleri helalinden para kazanıp geçinmekmiş geldiklerinde.
    tekrar ediyorum fikirtepe'de tüm araziler tapuludur. devletin arazisine çökmüş çakal yoktur. zaten bu yüzden fikirtepe'de iş çözülemedi bu kadar süredir. sulukulenin başına gelen gelmedi çünkü insanların kapı gibi tapuları var. buna rağmen insanların mallarına çökmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapıyorlar.

    fikirtepe halkının çoğu fakir ve eğitim seviyesi düşük insanlardır. kentsel dönüşüm başladığında, fikirtepe'ye göçen insanların bir kısmı vefat etmiş, bir kısmı ise hastalıklarla boğuşan yaşlı insanlardı. yani müteahhitlerle fikitepe'ye göçen insanların çocukları muhatap oldu genellikle. bir de benim gibi torunları.

    fikitepe'nin bu 2.nesli arasında okuyan ve bir yerlere gelen insanlar var. ama sayıları azdı. büyük çoğunluğu ortaokul, lise mezunu ve asgari ücret veya bir tık daha yüksek maaş alan insanlardan oluşurdu.

    kentsel dönüşüm ilk başladığında, insanlar firmalar gelecek ve onları zengin edecek zannettiler. her şey çok kolay olacak, para çokomel şeklinde işin içinden çıkacaklarının hayaliyle kuruldular. ama beklentiler boşa çıktı.

    çünkü inşaat firmalarının büyük çoğunluğu hırsızdı. tekrar ediyorum fikirtepe'de ki inşaat firmalarının çoğu hırsızdır.

    nedenlerimi tek tek anlatacağım.

    fikirtepe'de ki tapu sahiplerine firmalar kat karşılığı anlaşmalar önerdiler. oran %55 veya %60 idi. bana göre %70'den aşağı olmaması gerekirken, bu orana tamam dedik. bağdat caddesinde %80'le anlaşmalar imzalanırken biz niye %55 ile verelim?
    mantıklı mı?
    (bana göre oran düşüktü. okuyanların bir kısmına göre yüksek de gelebilir. mesele bu değil. ben süreci anlatıyorum.)

    bunun yanında bağdat caddesinde fikirtepe'ye nazaran çok ufak araziler de %80 ile anlaşılıyordu. fikirtepe onbinlerce insanın yaşadığı bir yer. anadoludaki bir çok ilçeden daha fazla insan bulunan bir yerleşim yeri ve çok güzel bir pozisyonu var. haydarpaşa'dan bostancı'ya kadar tüm sahil, adalar ve deniz manzarası var.
    neden bundan bahsediyorum?
    çünkü fikirtepe'de proje yapan firmalar, reklamlarını böyle yapıyorlar. onlar yaparken sorun yok da, biz yapınca mı olacak?

    aslında kat karşılığı imza atmak değil de, satmak istiyorduk. çünkü ne firmalara ne de hukuk sistemine güvenmiyorduk. aynı zamanda uzun yıllardır ülkenin ekonomik durumunu takip eden birisi olarak, firmaların bu inşaatları bitirebileceğini, hadi bitirdi dairelerin satılmayacağını tahmin ediyordum. çünkü türkiye'nin harcadığı paraları basan fed para basmayı bırakmıştı.

    tabi bunları fikirtepe'nin eğitimsiz halkı anlamadı. eğitimli olanlar ne kadar anladı orası da ayrı muamma. aslında sorun, eğitimli veya eğitimsiz insanların kendilerini birinci dereceden ilgilendiren ülkenin ve dünyanın ekonomik durumuyla ilgilenmemesi ve sloganlarla yaşaması. sonradan haklı olduğumuz da ortaya çıktı. gün geçtikçe de kat karşılığı vermek yerine satma nedenimizin ne kadar doğru olduğu ortaya çıkıyor. ekonomik vaziyetten dolayı müteahhitleri işi bitirmeyenlerin çektiği rezillikleri duyuyoruz.

    her ne kadar %55 düşük gelse de, imza atmayı kabul ettik ilk baş.
    sonra sözleşmeyi gördük. sözleşme tam bir şok oldu.

    öyle bir sözleşme hazırlamışlar ki, çantacı firmalar bu sayede doğdu. adam senin malını senden alıyor ve istediği firmaya satabiliyor, devredebiliyor. yani bir firma fikitepe'ye gelip arazileri kat karşılığı topluyor. oran %55 hatta %50 ile toplamaya çalışanlarda vardı. sonra gidip tüm bu arazileri %60-65 ne tutturursa başka firmaya veriyor.

    devlet bu duruma müdahale etti mi?
    hayır. ama müteahhitler ne zaman zorlanmaya başladı, devlet kamulaştırma ile tapulu malı olan halkı tehdit etti.
    gel de devlete güven.
    gel de bu ülkede kaygı duymadan yaşa.

    fikirtepe'nin dediğim gibi çoğu fakir insanlardı. mahkemeye gidip hakkını arayacak kadar parası yok bu insanların. eğitim, sağlık nasıl temel haksa, adelette öyle. hastahanelerde herkes bedava hizmet alıyor, iyi kötü eğitim de bedava. ama hakkını aramak istesen, tonla para lazım. doğal olarak fikirtepeliler çaresiz kaldılar. bir kısmı bir araya gelip avukat tutmak istedi. ama düzgün avukat bulamadılar. bir kısım iyi yürekli avukatlar, iyi niyetle yardım ediyorlardı mağdurlara. son durum ne oldu haberim yok açıkçası. imzaları attılar ve ne yazık ki daha çok uğraşırlar bu hukuk düzeni varken. çantacılara arazisini kaptıranlar, imza attıkları müteahhiti kaçanlar, dairelerinin teslimi gecikenler. binlerce mağdur insan var.

    yukarıda anlattığım gibi eğitim seviyesi düşük ve bu işi tereyağından kıl çekmek gibi kolayca halledeceğini zanneden fikirtepeliler gidip imzaları attılar.

    hem çantacılar hem de direk fikirtepeliden arazi toplayan firmalar öyle sözleşmeler önerdiler ki, hiç bir sorumlulukları yok.

    1. teminat mektubu yok.

    2. işi bitireceği tarih belli değil. işi bitiremezse doğacak mağduriyetlerle ilgi sorumluluk kabul etmiyor. bu sözleşmelere imza atıp taşınanların geneli ; 2 senelik kira, 1000 tl taşınma parası aldılar. yani 20-25 bin lira para aldılar. bu para fikirtepe'nin çoğu için büyük paraydı. iyi pazarlık edenler 50 bin tl'ye kadar çıktılar.
    şu anda bir kısmının aldıkları bu paralar bitti. eskiden istanbul'un merkezinde otururlarken, şimdi düşük kiralı uzak semtlerde oturuyorlar. bir çoğu da maddi zorluk çekiyor kira parası yüzünden. firmaların ise umrunda değil. çünkü sözleşmeden dolayı sorumluluk kabul etmiyor.

    3. senin arazini isterse başka firmaya devredip kar edebiliyor.(çantacılık)

    4. firma sahibi kendi dairelerini satana kadar, arazi sahipleri kendi dairelerini satamıyor.(bak bak çomara bak.)

    5. dairelerini kaçıncı kattan, hangi yönden, kaç metrekarelik olanlardan alacağın belli değil.

    6. dairenin içindeki fayans, parke, mutfak dolabı, boyası, badanası nasıl olacak belli değil. kendi dairelerini lüks malzemelerle yapıp, seninkileri 2. , hatta 3. kalite malzemelerle uyduruk kaydırık yapabilir.

    7. inşaatta kullanılacak suyun ve elektriğin parasına arsa sahiplerini ortak etmek gibi çakallıklar ve boşluklar dolu sözleşmelerde.
    şimdilik bu kadar hatırladım.

    bu sözleşmeyi gördükten sonra imza atmadık. neden atmadığımızı da madde madde anlattık.

    peki ne cevap aldık?
    herkes bu sözleşmeye imza attı. size özel sözleşme düzenleyemeyiz. sonra herkes yeni sözleşmeye geçmek ister.

    cevap çok komik değil mi?
    adamların teminat mektubu verecek parası yok. bu firmaların sahipleri ve yöneticileri o kadar kalitesiz ve şuursuz insanlar ki, ne halt ettiklerini itiraf ediyorlar. bir tane daire satıyoruz bir kat çıkıyoruz diye övünüyorlar. adam derenin taşıyla derenin kuşunu vuruyor. bizim üstümüzden zengin oluyor, bunu da övünerek anlatıyor. böyle dibine dibine gerizekalı işte bunlar.

    biz de bu şartlarla imza atmayacağımızı söyledik.
    satın dediler.
    metrekaresi 5 bin tl'ye almak istiyorlar.
    onu da kabul etmedik. onların dediğinin bir kaç katı fiyat istedik. güldüler.
    sonra tehditler başladı. imza atmış olan ve mahallede onların fedailiğini yapan insanlar eve saldırdı. karakolluk oldu olay. 40 ve 70 yaşında iki kadının olduğu eve 8-10 tane adamla gecenin 12'sin de saldırıyorlar. hakaretler, küfürler ettiriyorlar. insanların bir kısmına da böyle imza attırdılar.
    olay karakolluk olunca, koruma kararı çıkarttık eve saldıranlara karşı. tabi firmayla bu adamların bağını kanunen ispat edemedik. ama mahalle de herkes onların kimin köpeği olduğunu biliyordu.

    peki ne oldu?
    daha önceden bimere durumu şikayet ettim. bimerden gelen cevapta, devletin özel firmalarla vatandaş arasındaki sözleşmelere karışma yetkisinin olmayacağı yazıyordu.

    bu cevaptan bir kaç ay sonra kamulaştırma kararı geldi. komik değil mi?

    firma bizi kamulaştırmayla tehdit etti, bir kaç ay sonra kamulaştırma kararı geldi. özel bir firma, devletin yetkisiyle bizi tehdit etti. hukukun bağımsız ve tarafsız olduğu bir ülkede bu yaşanır mı?
    sonradan öğrendik ki, çevre ve şehircilik istanbul il müdürü ile şirketler sürekli iletişim halindeymiş. vatandaş ile iletişime geçen yok ama.

    kamulaştırma kararında bize metrekaresi 9200 tl'den ve taksitle ödeme yapılacağı bildirilmişti. yalnız süreçlerden hiç haberimiz olmadı. ne mahkeme açıldığından, ne de mahkemenin yapıldığı tarihten. sözde tebligat yapılmış, ama evde buldukları bir ihtiyarı kandırıp imza attırmışlar. neye imza attığını gözlükle bile zor okuyan insanı şark kurnazlığıyla kandırmışlar. biz de karşı mahkeme açtık. avukatı satın aldılar. ciddi ciddi avukatı satın aldılar. avukat bize sizi firmayla anlaştırırım ben de 150 bin tl alırım dedi ve bizim hukuki süreçlerimizi baltaladı.

    bu olaylar karşısında ne yaptık?
    bir yazı yazdım ve tüm muhalif partilerin milletvekilerine, tüm muhalif gazetelerin yazarlarına eposta attım. eposta'ya kamulaştırma kararını da koydum.

    sonuç?
    fetocular gazetelerinde belgeleri yayınlayıp haber yaptılar.
    bakın sadece fetocular yaptı.

    o yüzden bu ülkede muhalif olduğunu iddia edenlere inanmıyorum. alenen yapılan rezilliklerin haberini yapmayan muhalif olmaz.

    fetocuların haberinden sonra firma bizimle görüşme istedi.

    tabi bu arada kamulaştırma kararı duruyor.
    aslında kamulaştırma kararı bizi müteahhitin kucağına atmak için bir oyundu. çünkü adanın çoğu imza atmıştı. büyük çoğunluğu tek başına imza atmıştı. bir kısmı da birlik olarak. bizim tek başımıza kalmamızın sebebi de aile içinde tam anlaşamamızdı. özellikle yaşlı insanları ikna etmek, doğruyu anlatabilmek gerçekten zor.

    kamulaştırma kararını fikirtepe'yi afet bölgesi ilan ederek aldılar. afet bölgesi kararı alenen anayasaya aykırıydı ve dava edenler olmuştu. anneannemle dedeme; bu kararın anayasaya aykırı şekilde alındığını, mahkemelik olduğunu ve geri alınacağını anlatamadım. 70, 80 yaşındaki ve ilkokul mezunu insanlara kolay kolay da anlatılamaz. çünkü kamulaştırma, devlet dediğinde korkuyorlar. öyle yetişmişler.

    firmayla görüşmeye gittik. firma sahibi ve ekibi tam kadro bizi bekliyordu. türkiye'nin firmalarını böyle insanlar yönetiyorsa, bu ülke batar. anlatacağım olanları, eminim siz de hak vereceksiniz.

    firma sahibi bize hal hatır bile sormadan konuya girdi. çünkü biz, hakkımızı savunarak onun işine engel oluyoruz.

    said'i nursi'nin kitabından bir kısımdan alıntı yaptı ve dedemi kast ederek; bu kadar insanı mağdur ettiğim için ben olsam intihar ederim dedi.

    dedem imza atmadığı için, hem firmayı hem de önceden imza atmış yüzlerce kişiyi mağdur ediyormuş. böyle bir iş yaptığı için intihar etmeliymiş. bu nokta da, daha önceki birikmişliklerin verdiği sinirle de ben açtım ağzımı. ortam çok gerildi ve daha da ileri gidecektim. fakat yanımda bulunan bir büyüğüm müdahale etti.

    ben de onlara güzel güzel, inceden inceden hakaret ettim.
    ardından da; http://www.haber7.com/…-valiyi-sarsan-adalet-mesaji

    yukarıdaki linkteki hikayeyi anlattım. bu hikayeyi anlatmamın sebebi, firma sahibinin ve ekibinin sözde dindar olmalarıydı. böyle tipleri bu tip kıssalarla köşeye sıkıştırırsınız. nitekim köşeye de sıkıştılar.

    satmıyorsak zorla alamazsınız demeye getirdim. ibretlik cevabı şirketin avukatından aldım.

    aynen şöyle söyledi. bunu diyen de müslüman. bugün ne yapıyor baksanız, evet diye diye nutuklar atıyordur, bir hukukçu olarak evet'in nasıl da doğru bir iş olduğunu anlatıyordur.

    "burada 14.yüzyıl önce ki olayları anlatmanın mantığı yok."
    bakın adamın değer yargıları çıkarları ile çakışırsa bu cevabı veriyor.
    değer yargılarını geçtim. söz konusu kıssada, islam hukuku anlatılıyor. verilen cevap, hem avukat hem de müslüman olduğunu beyan eden birisinin tüm kimliğini reddetmesidir. aslında ben çomarım demenin çomarcasıdır.

    görüşme de bize bir adet sözleşme verdiler. bizim istediğimiz maddeleri kabul etmediler ve sözleşmelerinde hak sahiplerinin haklarını kollayan maddeler olduğunu anlattılar bize saatlerce. koca sözleşmeyi orada okuyamadık ama okuyalım, dediğiniz gibiyse fena değil gibi diyerek kalktık. tüm sözleşmeyi okuduk ve dediklerinin bir tanesi bile yoktu. alenen yalan söylediler.

    firma yetkililerine göre, hak sahipleri ile aylarca süren görüşmeler sonrasında bu sözleşme ortaya çıkmış. o da yalan.

    en sonunda, tam istediğimiz fiyat olmasa da,satın aldıkları avukatın götüne tekmeyi vurduğumuzu da görünce gelip anlaştılar.
    istediğimiz fiyat olmadı çünkü devlet dendiğinde ihtiyar insanlar korkuyorlar. ama fikirtepe'de bizim kadar para alan da olmadı.
    muhalif olan o kadar gazete, parti değil de fetocular bize yardım etti. bizi tanıdıkları, bildikleri için yardım etmediler. 7 haziran seçimlerinden önce hükümete çakmak için bizim durumumuzu kullandılar.

    ama seçimlerden önce böyle rezillikleri gündeme getirmesi gereken partilerden ve gazetecilerden çıt çıkmadı.

    ne demişler, denize düşen yılana sarılır. bizde o duruma düştük.

    anneannem hep "allah'ım şurayı satıp,evlatlarıma pay etmeden canımı alma." diye dua ediyordu. allah duasını kabul etti. evi sattıktan 14.5 ay sonra kalp ameliyatında masada kaldı.

    anneannem ile teyzem evdeyken gece yarısı eve saldıran köpek sürüsünün başı, sattığımızı ve fiyatı duyunca firmaya gidip olay çıkarmış. sağlam da bir dayak yemiş diye duyduk.

    değer yargıları ile çıkarları çatıştığında, çıkarlarını tercih edenler yüzünden bu haldeyiz bugün.

    dini, dili, ırkı fark etmeksizin insanoğlu böyle davranır.

    işte bu yüzden, bir insanın eline bu kadar yetki verilmez.
  • kendi çapımda anlatmaya çalışacağım krizdir.

    merhabalar ben konya'nın yaklaşık elli bin nüfuslu bir ilçesinde 3 yıldır mühendislik yapmaktayım. plan proje üzerine kendi şahıs bürom var, şirket bile değilim anlayacağınız yani devletin gözündeki durumumuz küçük esnaf olarak geçiyor.

    küçük bir işletme olduğumuz içinde giderlerimizin de küçük olması gerekiyor gelin birlikte bakalım ne kadar giderimiz var;

    giderler;

    1- yanımda çalışan büro elemanının maaşı 1600 tl (aynı zamanda sondaj ustası araziye de gidiyor. )
    2- 600 tl elemanın sigortası.
    3- 525 tl benim bağkurum
    4- 550 tl dükkanın kirası
    5- 150 tl büronun elektrik, su , internet faturası.
    6- konya şartlarında yaklaşık 6 ay yanan kalorifer parası 1 ton 800 tl.her ay 50 tl yakıcı parası. yani aylığa böldüğümüz zaman aylık 180 tl.
    6- sondaj makinemizin herhengi bir arıza yapmadığı zamanlarda sadece yakıt masrafı aylık 500 tl. eğer makinemiz herhangi bir arıza çıkarırsa sanayiden çıkması en az 1000 tl ama onu katmıyorum hesaba.
    7- yaptığımız işlere göre değişen vergi (kdv) borçlarımız bunada yaklaşık 1000 lira diyelim ve daha paramızı almadan ödediğimiz vergi cebimizden peşin olarak çıkıyor.
    8- laboratuvar masrafları, yaklaşık 1000 tl aldığımız zemin numunelerinin analizi için

    toplam: 6105 tl

    evet hesap yaklaşık olarak böyle arkadaşlar. benim büromun devamını sağlamam için aylık bu parayı kasama koymam lazım.
    bu paranın üstünde ne kazanırsam cebime kalan para olarak değerlendirebiliriz.

    gelelim şimdi gelir mevzuna;

    önce bizde işlerin nasıl yürüdüğünü kısaca anlatayım;

    inşaat projeleri (mimari,statik,zemin,makine,elektrik,harita) genel olarak mal sahibi tarafından paket olarak mühendis veya mimara gelir. işi alan mimar yada mühendis de işleri gerekli mühendislere paslar, tabi ki en düşük fiyatı veren mühendise verir. işte bende burada iş paslanan mühendis oluyorum. yani ben fiyat verirken fiyatı minimum karda tutmam lazım ki iş bende kalsın eğer öyle yapmazsam iş daha düşük fiyat veren mühendiste kalacaktır.

    varsayalım işi biz aldık ve yukarıda yazılan giderlere dahil olarak tüm masraflarımızı yaptık ve projemizi teslim ettik. en başta mal sahibi paket işi alan mimar veya mühendise parasını verecek ki bizde ondan paramızı alalım. ve ruhsatını almadan kesinlikle para beklemiyoruz, iş için yaptığımız masraflar peşinen cebimizden çıktı bile.

    gel gelelim ekonomik kriz burada devreye giriyor, hani derler ya türkiye'nin lokomotif iş kolu inşaattır diye , işte artık öyle değil arkadaşlar. çünkü ortada ödeme yok yani para yok.

    işin garip yanı iş var para yok, yada para başkasının cebine giriyor. yani kime en başta işi alan adamın cebine. oda nasıl para kazanıyor bizlerin parasını vermeyerek. ben nasıl para kazanırım yukarıda yazdığım giderlerin hiçbirini ödemeyerek yani işçime, sigortama, laboratuvara, maliyeye borç takarsam anca öle para kazanabiliyorum.

    sonuç olarak arkadaşlar piyasada örnek veriyorum 100 bin tl alacak paranız dahi olsa siz bunu tahsil edemedikten sonra o para sizin olmuyor yani cebinize girmeyen kağıt üstündeki para sizin olmuyor ama yapmanız gereken giderler peşinen cebinizden çıkıyor. burada benim gibi düzenli olarak vergisini sigortasını işçisinin maaşını ödeyen esnaflara da tek bir yol kalıyor oda büronun kapısına kilit vurmak.

    eğer merak edenler varsa son 3 ayda yukarıda yaptığım giderlerin dışında cebimde kalan para 500 tl yi geçmez yani sürekli cepten yiyoruz. zor günler için kenarda kıyıda biriktirdiğimiz para da bitince mecburen iflas bayrağını çekeceğim. olayın özeti kısaca bu.

    eğer sonuna kadar okuyup buraya kadar geldiyseniz hepinize teşekkür ediyorum derdime ortak olduğunuz için. ha bu yazdıklarımı o "ehonomi coh iyi" diyen çomarların gözüne sokmakta serbestsiniz. selametle.
  • (bkz: #66511023)

    yok abi, adam anlamıyor ya da anlamamazlıktan geliyor. çok açık ve net yazmışım orada. önce dava açıp tarihi eserler çıkarılsın diye inşaat durduranlara vatan haini dedirten sonra da tarihe saygımızdan biz geciktirdik diyen adamı her iki seferde de alkışlıyorsun, o adam da sorgulamayacağını biliyor da söylüyor. o mu sana koyun demiş oluyor ben mi diyorum? adam cevap olarak sizin beğenmediğinizi seçtiği için çomar dediniz diyor.

    300 tl'lik evini 1500'e kiraya veren değil vermeyen istisna canım kardeşim. 2014 eylül-2015 ağustos aylarında suriyeli nüfusun yoğun olduğu bir şehirde bizzat emlakçılık yaptım. bir istisna daha söyleyeyim sana. site tarzı yerler içerisinde kavgasız-gürültüsüz suriyeli'ye ev kiralayan varsa istisnadır. senin müslüman ülkende bugün sitelerde kararlar alınıyor suriyeliler'e kimse ev kiralamayacak diye. daha yeni ev sahibi oldum. ilk site toplantısında ilk alınan karar, yatırım amaçlı alanlar suriyeli'ye kiralamayacak oldu. yasal olarak böyle bir yaptırım gücümüz yok dediğimde de istenmeyen adamı oldum sitenin daha evime yerleşemeden. ahlak falan yok kardeşim. kalmadı. soma'da bitti, ermenek'te bitti. karaman'da tecavüz edilirken, aladağ'da kız çocukları diri diri yanarken bitti. senin vatan hainliği dediğin yaftayı kime vurdu devlet biliyor musun? pozantı'da çocuk tecavüzlerini ortaya çıkaran muhabir devlet sırrını açığa çıkarmaktan yargılanıp tutuklandı. daha da acısı, tecavüz olaylarını muhabire anlatan, kendisi de mağdur olan çocuk tutuklandı lan! bu ülkede buna ses çıkarmayıp müslümanım diye gezen kimse bana ahlaktan, aynı gemiden bahsetmesin!

    bir önceki entryde yazmadım diye içimde kalmıştı, şimdi yazayım. vatanseverlik dediğin şey artık öyle şehit olmak falan değil, ekşiden kastığın entryle bana vatanseverlik taslama. bugün vatanseverlik ölçütü 1+1 daireye 600.000 tl gömüp güçlü türkiye için ben de varım demek. getir gömdüğün paranın makbuzunu göster burada, ver arkadan memleketim türküsünü, helal olsun vatansever kardeşime diyeyim. ne, öyle değil mi? yanlış reklam mı izledim ben?

    yap-işlet-devret miras kalıyormuş. ne kadar güzel ya, nasıl düşünememişiz biz bunu? arsa benim, müteahhite gel diyorum, sen dik apartmanı, kimse oturmazsa ben 30 sene dolar üzerinden kiracı varmış gibi ödeyeceğim sana para, boş kalması önemli değil evlerin. ama olsun 30 sene sonra çocuklara kalır artık evler. 1 milyar dolara köprü yaptır, kredilerini yine devlete ait bankalardan çıkar, 25 yıl boyunca günlük sadece 40.000 araç bile geçse 9,5 milyar dolar gelir elde ettir, sonra bir de miras de buna. bir de geçmiş hükümetler niye yapmamışmış bunu? yolsuzluk olduğu için yapmamış olabilir mi acaba? bak şimdi oradan geçelim ido ihalesine: ido ihalesinde saygıdeğer cumhurbaşkanımız diyor ki: biz her şeyi hesapladık, bu ihaleyi alan firma da kar edecek. çünkü körfez geçiş köprüsü'nün geçiş ücreti 44 $+kdv olacak. bu ihaleyi (ido) alan firmanın eskihisar-topçular seferi masraflarını çıkarmaya yetecek. bunu diyen büyük hizmet üstadı şimdi 65 tl yapıp farkı hiç geçmeyen benim cebimden karşılıyor. bugün ido'nun abd'li ortağı osmangazi köprüsü'nün sahibine (senin mirasyediye) dava açtı, diğer ortak akfen olduğu için devlete aç(a)mayıp firma sahibine açtılar. firma sahibi de devlete açsın diyorlar.

    gelelim 3. havalimanına: bak burada geniş geniş yazdım bir oku istersen burayı (bkz: #65607370) dünyanın neresinde görülmüş ihaleyi yaptıktan sonra şartnameyi değiştirip hazine garantisi vermek. e ben de gireyim o zaman, gel sen de gir. hatta ortak olalım. garanti değil mi amk? krediyi de alırız ziraat'ten, halk'tan, vakıf'tan. hatta o hazine garantisiyle alamayacağın yer yok ki dünyada! girelim yapalım, hizmet dersin, kim bilcek mk! ne kadar garanti olduğunu bilen yok, kur artışıyla maliyet 110 katrilyonu buldu, kaç katı çıkacak bir tarafımızdan sen hesap et osmangazi üzerinden? daha da yolsuzluk duymak istiyorsan aç youtube'u, dinle aykut erdoğdu'nun söylediklerini. desteksiz değil ha, hepsi belgeli merak etme.

    devam edelim mi? bak 3. köprüye. onu yapan müteahhidin oğlu da bayıldığın mersin hastanesi'ni yaptı. baba-oğul hizmetçiler yani. bak mesela o 3. köprü yapılırken bu okulun okulunu okumuş olan şehir planlamacılar dedi ki: istanbul'un kuzeyine değil tam ters istikametine yapmanız lazım. bomboş ormanların içerisine yaparsanız hem son kalan ormanları bitirir hem de oraları yerleşime açarak trafiğe çare olmaz, nüfusu ve trafiği artırırsınız dediler. hani ali koç kadar bilgimiz yoktu ya kardeş ama birisi var ki maşallah kimsenin okuduğu okul falan önemli değil, her şeyin uzmanı o, şehir planlamacılar kim ki ya? o yüzden onun dediği yere yaptılar. açılışını köprüyü çok kıskanan almanlar'ın mercedes'ine binerek yaptılar ama çaktırma. yine garanti verdiler, kimse geçmedi. fahiş fiyatlıydı çünkü. 2. köprüyü yasakladılar nakliyecilere, zam olarak bizim sebze-meyvelere girdi. hizmete gel hizmete! hala kimse geçmiyor. bu sefer devlete geliri garanti olan köprülere %48 zam yaptılar. müthiş hizmet gerçekten vatandaşa. ama oğlanı unutmayalım. o da hizmet delisi. yid'le aldığı hastanede %70 yataklı hasta garantisi verildi. ya hasta olacaksın ya da olmasan da para ödeyeceksin: ikisini de dene, tarafını seç! yatak başına düşen metrekare standardı tüm dünyada 160-200 metrekare arası, mersin şehir hastanesi'nde 250 metrekare. beton fışkıracak toprağı sıksan beton! yetmedi, hastane içindeki kafeler, vale hizmetleri falan hepsi şirkette. ha bir de 1200 yataklı şehir hastanesine %70 garanti verdiler demiştim ya hani? hah işte o garanti bize kaçmasın diye toplam kapasitesi 800 yatak olan mersin devlet hastanesi ve mersin kadın doğum hastanesi kapatıldı! yani senin miras işi vardı ya hani! koca şehre 25 sene sonra sadece 400 yatak ekstra miras kalsın diye 380 milyon € harcamayıp 3-5 katını vadeden hizmet aşkına şapka mı çıkarmalıyız sence?

    avrasya tüneli'ni falan da yazarım da yemin ederim hizmetlerden tahrik oldum, yoruldum yazarken. oooh orama da hizmet burama da hizmet.en son hatırladığım şu kadarcık sürede onun için de 15 milyon tl falan ödemiştik hazineden ama net rakamdan emin değilim. zaten ben bu satırları yazarken bile 15-20 bin daha gitmiştir, yorma kendini.

    devlet henüz uçak vs hiçbir şey yapmadı. her seçim dönemi birer, ikişer örnek saldı ortaya, ne kadar yerli olduğunu bilmediğimiz bu aletleri bir daha göremedik. mesela darbe gecesi keşke sayın cumhurbaşkanımızı atak helikopterleri korusaydı ama hep skorsky gördük. altay tankı için de yine sevgili ali koç'una dönelim mi? her şey hazır bizim açımızdan ama devletten onay bekliyoruz dedi en son. ekonomimiz çok iyi ama nedense bir türlü seri üretime geçemedi o tank. en son birkaç haber daha çıkmıştı sözlükte yapsak da dışarıya satamıyormuşuz gibisinden ama hatırlamadığım için yanlış bir şey konuşmak istemiyorum. (çünkü biliyorum ki bu kadar emekle yazılan yazıda tek bir açık bulunursa diğer mevzular es geçilip sadece oraya yönelecek)

    son olarak, diğer hükümetler neden yapmadı diye sormuşsun ya? ekonomi uzmanı gibi takılıp sadece kredi üzerinden hesap yapmak kolay. e canım kardeşim, şu parasal genişleme sürecine, ucuz dolarlara neden değinmek gelmiyor aklına? madem ekonomide muhteşem yıllar geçirdik, hepsi de akp sayesinde oldu, niye 2002'de de 2017'de de en büyük 17. ekonomiyiz. hatta 2025-2030 öngörülerinde de hep 16-18 arası gözüküyoruz? bu mevzular zaten defalarca yazıldı, çizildi. ve harbiden yoruldum ama son birkaç anektod paylaşayım:

    - çok partili yaşama geçilen 1946-2002 yılları arasında türkiye’nin toplam cari açığı 44 milyar dolarken, 2002 yılında türkiye dünyada en yüksek cari açığa sahip 41. ülkeydi. 2002’den bugüne cari açık toplamı 400 milyar dolara yaklaşırken en yüksek cari açık sıralamasında abd’nin arkasından ikinci sıraya yerleştik.

    - 1950-2002 arasında ortalama büyüme rakamı 5.1 iken 2002-2014 arasında bu rakam 4.9’da kalmıştır.

    - 1946-2002 arası 56 yıllık süreçte toplanan toplam vergi miktarı 542 milyar dolar, yapılan özelleştirme ise 8 milyar dolardır. 2002-2014 yılları arası toplanan vergi ise 2 trilyon dolardır. yani 13 yılda elde edilen vergi geliri, 56 yılda elde edilenin neredeyse 4 katıdır.

    - 1923’ten 2002’ye geçen süreçte toplam bütçe gelirlerinin toplam gayrisafi yurtiçi hasılaya oranını hesapladığımızda %14.8 gibi bir rakam ortaya çıkmaktadır (3.867.058.316.186$/572.151.719.688$).

    - ülke tarihinin en büyük krizi olan 2001 krizinin hemen sonrasında 2002 yılında toplanan vergilerin gsyh’ye oranı cumhuriyet tarihinde ilk defa %20’lere dayanmış, %19,80 olarak gerçekleşmiştir (230.494.219.971$/45.643.103.959$).

    - akp iktidarının ilk 12 senesine baktığımızda bu oran %23,87 olarak gerçekleşmiştir(7.625.788.144.926$/1.820.632.993.082$). 2014 yılı içerisinde ise bu oran maksimuma ulaşarak %24,87’ye erişmiştir (800.107.335.673$/198.995.445.685$)

    ortada bir hizmet var mıdır? elbette vardır, reddetmek imkansız. ancak bu hizmetler yine halkın sırtından karşılanmış, 13 senede ülkeye gelir getirecek herhangi bir proje üretilmemiştir. olası bir fed faiz artırımı, ülkeyi felakete sürükleyecektir. artık elde gelir üreten fabrika, liman, kurum, kuruluş da kalmamıştır. arap dünyasından gelecek sıcak para istanbul inşaat sektörü ve piyasaları bir müddet daha sağlam tutacaktır ancak unutulmaması gereken mesele, arap dünyası da herkes gibi yatırımcıdır ve parasını daha güvenli limanlara aktarmakta tereddüt etmeyecektir.

    son not: en son paylaştığım anektodlar ve son paragrafta yazdıklarımı, 20 ekim 2015'te, şöyle süperiz, böyle süperiz deyip konuşarak anlatıldığında anlamayan birisi için yazmıştım. 8 sayfalık bir makalenin kısa bir bölümü sadece. şu saatte kaynakla uğraşamam, rakamların aksini düşünen varsa buyursun paylaşsın. son paragrafta da nokta atışı yapmışım resmen. ama kendim tek kuruş kazandım mı? hayır...
  • çok teknik yazınca çok soru geliyor, bu nedenle yalın bir dil ile, mümkün olduğunca az teknik terim ve az rakamlarla yazmaya çalışacağım.

    öncelikle bir insan düşünün vücuduna saplanmış bir bıçak var, yerde yatıyor ve bu insana bilinçli birinin müdahale etmesi lazım. bizim kronik dna'mız olaylara tez canlılık ile hemen müdahale etmek, bilsen de bilmesen de müdahale etmektir. bunun gibi yaralanmalar illa ki görmüşsünüzdür. çevresinde toplanan kalabalığın, her kafadan bir ses çıkmasının karmaşası ile yerde yatan hasta yavaş yavaş ölüme teslim olmaktadır. bazen biri gelir "olur mu canım, bıcağı çekmeliyiz, canı yanıyor..." der ve kimseye aldırış etmeden bıcağı çekip çıkarır. çevrenin bağırışlarına kulak asmadan, kan kaybına sebebiyet vermiştir. en fazla sonunda "ne yaptın sen!" dendiğinde "pardon" diyecektir. bunun bir cezası var mıdır? bulunduğu zümre aynı bilinçte ise, hayır yoktur. "o'nun için yaptım!" der. çevresinde bilinçli insanlar varsa yerde yatan biraz şans ile kurtulur. ya da baştan yapması önlenir. diğer bakış açısında ise insani boyutta da iyi niyetli bir davranıştır, kendi gibi olan insanların zihniyetinde, suçlu değildir, bilgisizliğinin bir semptomudur ama bu onu suçlu yapmaz diye düşünülür. önemli olan o yaralının başında toplanacak zümrenin toplumsal bilincini arttırmak, kendinin de orada yatan olabileceğini anlatmak ve farkında olmasını sağlamaktır. bu örneğin içine ekonomiyi koyun, hayatı koyun, rekabeti koyun, neyi koyarsanız koyun, ilk önce eğitim gelir. eğitilmemiş zihinler çevresindeki eğitilmemiş zihinlerden güç alır ve bir kontrol gücü elde eder. bu güç karmaşasında denge çok önemlidir. kimi zaman para kaybına, kimi zaman hayat kaybına hatta kimi zaman ülke kaybına yol açar. eğitimin gücü keskin ama uzun zamanda elde edilendir. arkasından her türlü başarıyı ve refahı getirir. bunu pekiştirmek ülke olarak borcumuz ve asli görevimizdir. bu sadece matematik, fen, edebiyat vs. ile değil yaşamın tüm normlarında "vicdanlı insan olmak" boyutunda olmalıdır.

    eğtimin önemini vurguladıktan sonra bu sürece nasıl geldik bunu analiz etmemiz gerekir. herkesin yıllardır kriz dediği nedir? süreç nedir? nasıl başlamıştır?

    2003 yılından itibaren devlet kamu kuruluşları, devlet kitleri, kıymetli araziler, ihaleler ile verimli kuruluşları bir bir elinden çıkarması, kamu için yapılan yol, köprü, ulaşım vs. yap-işlet- devret ihaleleri ve bunun gibi bir çok kaynak oluşturan gelirleri bir çoğunu devlet hanesine yazmadan, kendi yandaşları üzerinden haksız karlılıklarını realize ettiler. oluşan resmi kaynakları dahi halk ile paylaşmadılar. ne memura zam yapılırken bu elde edilen kaynakların farkını hissettik ne de devlet kademesinde hizmet, halka hizmet olarak bütüne yayılım gördük. sadece göz boyamak için, işin iç yüzünü göstermeden yol yaptık, köprü yaptık, marmaray yaptık vs. örneğin; 2000 yılların başında kamu ortaklı projeler 10 milyar dolar civarında iken, 2013 yılı sonunda 50 milyar dolara dayandı. yatırımlar devlet kanadından, kamu ile ortak hale getirilmeye başlandı ama bu halka farklı lanse edildi. aslında devletin yapması gereken, kaynağını geleceği ipotekli halktan değil, kendi vergi, kar vs. devlet gelirlerinden yapmak yerine, siyasi rantı uğruna halkı borçlandırdı. daha spesifik örnek ile osmangazi köprüsü temmuz 2016-temmuz 2017 dönemi araç geçiş sayısı 6 milyon, garanti edilen 14 milyon. peki kim ödeyecek bu farkı bilin bakalım? kastamonu'lu, rize'li hatta mardin'li tüm vatandaşlar... peki sağlık sektörü? yapılan hastaneler yani hasta garantili %70 doluluk oranında şehir hastaneleri? bu hastanelerde vergi, su, elektrik, kira vs. yok. hasta oranı yakalanmaz ise kalan oranı belirlenen ücret üzerinden devlet karşılayacak. açıklanan rakam ise "ticari sır açıklanmaz!" komik değil mi? bunun gibi bir çok yatırım var yazabileceğim ama konunun dağılamaması lazım...

    gelelim devletin hantallığından kurtulup (ki en büyük şansı kaynak bulmak adına bu idi mevcut hükümetin) daha dinamik olması için ve en önemlisi gelir elde etmesi için satılanlara;

    (burayı tek tek okumadan geçebilirsin ama bu kadar satılan değeri bence bilmelisin)
    =======================================================================

    2003 yılı: kayseri'deki taksan, bolu gerede'deki gerkonsan, seka'nın balıkesir, afyon, kastamonu, aksu ve çaycuma işletmeleriyle taşucu tersane alanı, tekel'in kaya tuzu tesisleri, çeşme, kuşadası, trabzon ve dikili limanları, sümer holding'in merinos halı markası ve adıyaman işletmesi, türkiye zirai donatım kurumu'nun sakarya işletmesi, iş bankası c, arçelik, tofaş, ünye çimento ve türkiye kalkınma bankası'na ait kamunun elindeki hisselerle 277 adet taşınmaz, 103 arsa ve 90 adet lojman.

    2004 yılı: tekel'in alkollü içkiler bölümü, eskişehir doğalgaz şirketi (esgaz), artvin murgul ile kastamonu küre'de bakır madeni çıkarıp işleyen eti bakır, sivas ve malatya'daki divriği hekimhan maden işletmeleri, bursa doğalgaz şirketi (bursagaz), amasya şeker fabrikası, kütahya tavşanlı'daki eti gümüş, elazığ'daki eti krom, antalya'daki eti elektrometalurji işletmeleri, çayeli bakır işletmeleri, kütahya şeker fabrikası, türkiye gübre sanayi şirketine ait gemlik ve istanbul'daki fabrikaları ile kütahya gübre varlıkları ve şanlıurfa depoları arazisi, sümer holding'in malatya, bakırköy ve diyarbakır işletmeleri, seka'nın karacasu, ardanuç ve akkuş işletmeleriyle ankara alım satım müdürlüğü binası, ebüaş'ın samsun soğuk hava deposu, manisa kombinası ve arsası, sümer holding'e ait ortadoğu teknopark şirketi, çanakkale deri, malatya ve tümosan işletmeleri, türkiye demir çelik işletmeleri'ne ait kalkınma bankası hisseleri, tekel'in tuzluca ve sekili tuzlaları, bursa inelgöl'deki kibrit fabrikası, kadadeniz bakır işletmeleri'nin samsun işletmesi, türkiye denizcilik işletmeleri'ne ait ankara ve samsun feribotları, thy'nin 126 milyon dolarlık hissesi ile 375 adet taşınmaz ve lojman.

    2005 yılı: türk telekom, tekel'in sigara bölümü, istanbul ataköy turizm, ataköy otelcilik, ataköy marina ve yat işletmeleri, konya seydişehir'deki eti alüminyum fabrikası, kıbrıs türk hava yolları şirketi, adapazarı şeker fabrikası, türkiye deniz işletmeleri'nin karadeniz ve turan emeksiz gemileri ile şehir hatları hizmetleri ve gemileri, tekel'in kristal tuz rafinerisi ile kağızman tuzlası, sümer holding'in istanbul imar şirketi, beykoz işletmesi, makina ve teçhizatları, türkiye gübre sanayi'nin samsun gübre fabrikası ve ordu fatsa ile tekirdağ depoları, dsi, bayındırlık bakanlığı ve karayolları'nın kayseri erciyes'teki sosyal tesisleri, sümer holding'in aselsan'daki hissesi, sarıkamış ve tercan işletmeleri, yeşilova halı ve battaniye fabrikası, emekli sandığı'nın kuşadası tatil köyü ile istanbul hilton oteli, thy'nin usaş'taki hissesi, topraş ve petkim'deki kamu hisselerinin bir bölümüyle 120 taşınmaz ile 41 adet arsa.

    2006 yılı: tüpraş, erdemir, başak sigorta ve başak emeklilik, tekel'in kayacık, yavşan ve kaldırım tuzlaları, tekel'in ikiz kuleler olarak bilinen ankara başmüdürlük binası ve bodrum tesisleri, emekli sandığı'nın başkentteki büyük ankara oteli ve kızılay emek işhanı, izmir'deki büyük efes oteli, istanbul'daki büyük tarabya oteli, türkiye denizcilik işletmeleri'nin yakıt2 gemisi, çanakkale şehir hatları hizmetleriyle 9 gemisi, thy'ye ait kamu hisselerinin bir bölümüyle 350 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2007 yılı: tcdi deveci maden sahası işletme hakkı, tcdd mersin limanı, kgm istanbul levent arsası, sümer holding bumas, araç muayene istasyonunun 1. 2. bölgesi, emekli sandığı mülkiyeti bursa çelik palas otel, türkiye halk bankası, 245 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2008 yılı: petkim petrokimya holding a.ş., sümer holding nitromak makine kimya nitro nobel kimya sanayi a.ş.'nin yüzde 33.5 hissesi, tekel ve sigara sanayii işletmeleri ve ticareti a.ş., ankara doğal elektrik üretim ve ticaret a.ş.'nin 9 santrali, tekel ve sigara sanayi işletmeleri'ne ait pipo ve nargile markaları, türk telekomünikasyon ve 196 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2009 yılı: tedaş başkent elektrik dağıtım a.ş., tedaş sakarya elektrik dağıtım a.ş., tekel kastamonu jüt ipliği fab. makine ve techizatı, tedaş konya meram elektrik dağıtım a.ş. ve 140 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2010 yılı: tcdd'nin samsun ve bandırma limanları, tekel'in çamaltı ve ayvalık tuzlaları, eskişehir osmangazi, çamlıbel, uludağ, çoruh, yeşilırmak ve fırat elektrik dağıtım şirketleri, sümer holding'in antalya barit ve mersin taşucu işletmeleriyle 205 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2011 yılı: bayburt, çemişgezek, girlevik, bünyan, çamardı, pınarbaşı, sızır, iznik, dereköy, inegöl, cerrah, mustafa kemalpaşa, suuçtu, çağ çağ, otluca, uludere, adilcevaz, ahlat, malazgirt, varto, değirmendere, karaçay, kuzuculu, turunçova, finike, kayadibi, besni, derne, erkenek, kernek ve kovada 1-2 akarsu santralleri, iskenderun limanı, trakya elektrik dağıtım şirketiyle 195 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2012 yılı: acıselsan'ın yüzde 77 hissesi, petkim'in yüzde 10 hissesi, kayseri elektrik'in yüzde 20 hissesi, beykoz'daki iskele ve rıhtım, halk bankası'nın yüzde 24 hissesiyle 192 adet daire, arsa ve taşınmaz.

    2013 yılı: galataport, hamitabat elektrik üretim ve tic. a.ş., istanbul anadolu elektrik, boğaziçi elektrik, toroslar elektrik, araslar elektrik, dicle elektrik, vangölü elektrik, seyitömer ve kangal elektrik santralleri, yeditepe beynelmilel otelcilik ve turizm tic. a.ş.'nin yüzde 15 d grubu, yüzde 11 e grubu hissesi, tedaş'ın tekirdağ, muğla, bilecik, düzce, istanbul, denizli, kocaeli'deki çok sayıda taşınmaz.

    2014 yılı: milli piyango'nun şans oyunlarının özelleştirilmesi ihalesi 2015 yılına sarktı. kemerköy ve yeniköy termik santralleri, kemerköy liman sahası. yatağan termik santrali, tedaş, tdi ve maliye'nin çok sayıdaki taşınmazı.

    =======================================================================

    bak bunlar senin benim birikimlerimizdi. kaç yılda elde edildi, büyütüldü ve özellikle içlerinde stratejik olan tüpraş, tekel, petkim, türk telekom'un büyük oranda hisseleri başkalarının eline geçti. unutma bir bıçak saplanmıştı ya vücuda, aklında tut...

    peki şimdi ne var elimizde? satacak ne kaldı? onları yazmaya üşeniyorum ama bir bu kadar daha yok. yıllarca halkı da devleti de borç biriktirdi ve borç yedi. şimdi ödeme zamanı. karşılığı ise yine halk! peki süreç içerisinde elde edilen kaynaklar, yani bizim biriktirdiğimiz kurumlar, kitler, arsalar vs. nerede? ekonominin hangi yamasını kapattı? hangimize refah olarak döndü? ben söylüyeyim borç olarak döndü. elde edilen ihalelerden oluşan kayıt dışı karlar, menfaatler, makamlar hepsi yandaşların oldu, bize ise bunu ödeyecek borç kaldı. istatistik mi? güzel ilüzyondur! sen rakamlara ne söyletmek istersen, orasını açıklar ve algı oluşturursun aynı tuik'in yaptığı gibi. kişi başı gelir değil mi? enflasyon düştü değil mi? değil...

    peki ülke ekonomisinin durumu çok mu kötü? bir rakam ile ifade edeyim çok derine inmeden. türkiye'nin 14 yılda an itibarı ile dış borcu milli gelirin yarısını aştı yani %51,8 olarak kayda geçti. bu borcu nasıl ödeyeceksin? kitleri, kamu kurumlarını, kıymetli arsaları satarak mı? yeni vergiler türeterek mi? mevcut vergileri hissettirmeden arttırarak mı? yoksa halkın yastık altı altınını kayıt altına alarak, teminat göstererek ve borç arayarak mı? savaş ekonomisi oluşturarak mı? bak bir acı eşiği var halkın kaldırabileceği ama bir noktadan sonra bu eşik aşılınca haykırır, tutamazsın...

    peki bu noktaya gelinirken başarı ne idi? ekonomi mi? milli gelir mi? tüm bunlar oluşurken dini kullandılar. evet kullandılar! maalesef geçmişte hor görülen, kendince eziyet edilen halktaki negatif birikim ile din rüzgarını arkalarına aldılar. eskiden namazında insanın dünyevi sürtünmeleri azdır, dürüsttür, hacı mı? ben kefilim ona vs. kalıpların yıkılmasından bahsetmeyeceğim. bunu kişiler üzerinden, ona buna hakaret ederek, atatürk'e karşı dinsiz dediler diyerek ifade etmeyeceğim, bunlar bir kenara ama bunu da ekonomi ile realize edeyim isterseniz, uhrevi boyutta ne olduğunu ispat edemiyoruz çünkü! nasıl mı? kasetle, bakara makarayla, görüntüyle olmuyor, devletin resmi kayıtları üzerinden yazalım o zaman. uzun adamın faize karşı olduğunu herkes bilir. faiz haramdır, her söyleminde bu faizler inecek diye vurgu yapar. malumunuz diyanet çok yüksek bir bütçeye sahiptir. peki bu onlara yetiyor mu? yetmiyor... 2016 yılında diyanet parasını faize koyarak bir yılda 255 bin tl kaynak elde etti. evet yanlış okumadınız faiz ile gelir elde etti. ha bundan uzun adamın haberi yoktur diyenler olacaktır. sadece sırıtırım bu yaklaşımda olanlara. peki takva sahibi olmasa da din ile beslenen ve muhafazakar olan bir zümre, harcamalarında ve devlet emanetinde cimri olmaz mı? saray'ı bir kenara bırakalım, elektrik masrafını, temizlik masrafını vs. ki dudak uçuklatıcı onları bir kenara koyalım, avrupanın ekonomi motoru olan almanya'nın devlet adına kullandığı, kayıtlı araç sayısı kaçtır bilir misiniz? ki onlar üretiyor bu arabaları bak! 22 bin aracı var devlet adına kayıtlı ve kullanılan. bizde nedir tahmin eder misiniz? evet 6 katı 120 bin araç. bizi kıskanırlar muhakkak ki! nasıl bir vatandaş öbeğine sahip bu ülke diye, üstelik sağ tandanslı bir yönetim varken bu derece müsriflik! fazla derinleştirmeden, yazık...

    buraya kadar okuduysan şunu anlamışsındır! bu 1 senede olmadı. yıllara yayılan bilerek ya da bilinçsizce yapılan hatalar zinciri ile ekonomi ve halk çıkmaza itildi. bunun sonunda kandırıldık, yanıldık, aldatıldık vs. terimler ile olayı eritemezsin. bunu 15 senede senin iraden yaptı ve senin iraden bunu halkın kucağına bırakmayı planlıyor. eğitimi neden körelttin? halkı neden kutuplaştırdın? dini neden sıvı nitrojen gibi kullandın? bu günleri gördüğün için mi? yoksa hakikaten sonunu düşünen kahraman olamaz cümlesine çok inandığın için mi? hayır, tamamen eğitimsizlik! tamamen tüccar kafası. zamanın ruhu vardır bilirsiniz, belli zamanlarda belli müzikler güzeldir, belli zamanlarda belli insanlar başarılıdır ama o zamandadır. hala osmanlı'nın yörüngesinde, o zamanın ruhunda yaşamak, bunu halka empoze etmek vatanseverlik değildir. ideolojidir, siyasal islamdır. hani başta anlattığım örnek var ya! düşün ki yerde yatıyorsun ve biri o bıcağı çekmek için sana hamle yapmaya hazırlanıyor. ama anestezide ki hasta gibisin ve hareket edemiyor, konuşamıyorsun! ne hissedersin? hayatın iplik ucunda, ya biri seni bilinçle kurtaracak, ya da vadem buymuş diye düşünceler içinde hayata veda edeceksin. çevrendeki insanların kendi bilincin ile aydınlatmazsan, bana bir şey olmaz, önce ben! dersen, bir gün o yerde yatan sen olursun. sen gittikten sonra en fazla pardon der o da vicdanı varsa. sen çocuğunu eğitmez isen, çevrendeki insanları insani normlarında bildiklerin ile aydınlatmaz isen, kazanmayı hedef olarak değil, sonuç olarak görmez isen; ekonomin yavaş yavaş, insanlığını da, refahını da, psikolojini de alarak tarihin en ilkel yerine doğru gider.

    sonuç olarak artık bir yara aldın ve artık istediğin gibi, eskisi gibi hareket edemeyeceksin. eğer bilinçli biri müdahale etmez ise yaşam süren kısaldı. eğer bilinçli biri müdahale eder ise de; iyileşmen sancılı ve ağrılı olacak. artık eskisi gibi harcama yapamayacaksın, eskisi gibi kredi alamayacaksın, eskisi gibi gezemeyeceksin. bunu kabul etmez isen hemen vücudun sana refleks verecek bıçak darbesi aldığın yerden. doktorun önerileri kesin ve nettir, ya uyacaksın, ya da kaderine boyun eğip gerçeğini inkar edercesine, eskiyi özleyerek yaşamaya çalışacaksın ki en acı vereni bu olacaktır.
hesabın var mı? giriş yap