• olan beyaz yakalıya olmuştur ve açıkça denmiştir ki ülkede okumuş, kendini geliştirmiş, sosyokültürel seviyesi orta-yüksek insanlara 'siktirin gidin' bu ülkeden. bizim sizin gibi vasıflı insanlara ihtiyacımız yok. vasıfsız sürüsüyle yolumuza devam edeceğiz.

    alt entrydeki gibi bazı vasıfsız insanlar da gelmiş burada sigarasını tüttürüyor. ancak eğitimsiz olduklarından mütevellit anlamıyorlarki asgari ücrete %21 zam yapılması birçok ürüne beraberinde en az aynı oranda zam gelmesi demek. peki aynı oranda zam alacak kaç beyaz yakalı vardır bu ülkede? sor bunu kendine. anlamıyorlarki bizim evini geçindirmeye çalışan asgari ücretli çalışan aldığı maaşla ilgili hiçbir derdimiz yok. isterse %100 zam alsın. amma velakin diğer meslek gruplarına da aynı zam oranını vermek koşuluyla. %21 asgari ücretliye zam, %3 memura. ne güzel memleket, bir de komunizme savaş açtık derler. komunizm ülkemizde bayrak açmış haberimiz yok.

    edit2: bütün vasıfsız sürünün temsilcileri saldırmaya başlamış. bu bile ülkenin istikametini açıkça gösteriyor. sizin gibi vasıfsızlar çoğaldıkça ülke daha da yaşanmaz hale gelecek.

    zorunlu edit: mesaj yoluyla benim vasıfsız olduğumu iddia eden vasıfsız arkadaşlara ufak bir tahsil hayatımı anlatayım istedim. akademik hayatım boyunca hep başarılı oldum. bu süreçte bedensel, ruhsal ve zihinsel sağlığımda olumlu olumsuz değişiklikler oldu. bedenen gözlerim ileri derecede astigmata dönüştü, omurga sağlığımı kaybedip kifotik bir görünüşe evrildim. geceler boyu ders çalıştım, okudum, öğrenmeye çalıştım. hani mavi yakalı bedenen çalışıyormuş ya. ben hem bedenen hem zihinsel olarak kendimi heba ettim. şimdi görüyorumki bütün emeklerim vasıfsızlar sürüsüyle bir tutuluyor. tahsil hayatımın zekatını versem de birazcık akıl, izan, anlayış, kavrayış yetileriniz gelişse. zihinsel olarak kendimi ne kadar geliştirsem de ruhen bu ülke bana istediğimi veremedi maalesef. mavi yakalı diye kimseyi aşağıladığım yok ancak bu gidişle bizi çok aşağılayacaklar.

    zorunlu edit2: öyle mesajlar geliyor ki özelden. 'mediocrite partout' denen bir söz öbeği vardır. vasatlık her yerde demek. vasatlığın, vasıfsızlığın bu kadar övüldüğü bir döneme gelmek için ne günahlar işledik soruyorum kendime. adamlar öyle çukurdaki, öyle batağa batmış ki bulunduğu yerden kendini kurtarmak yerine yukarıdan el uzatanlara çamur fırlatıyor, başkalarını değersizlestirmeye çalışıyor. sırf doktorlukla hava atıyor demesinler diye ısrarla hangi işle iştigal ettiğimi söylememeye çalıştım ama adamın yazdığı gevşek gevşek 'senin vasfın ne amk xd'. benim vasfım senin gibi aşağılık şerefsizleri her ne olursa olsun tedavi etmek ve en önemlisi becerebilirsem sizi bu düştüğünüz boktan kurtarabilmek veya derin uykunuzdan uyandırabilmek. çok zor biliyorum. sizin gibi statüyü sadece maddiyata indirgeyenler için bulunmaz bir cennet olmaya başladı bizim ülke. gün geçtikçe okumuşlarla vasatlar arasındaki fark kapanıyor maddi olarak. ama bundan da gocunmuyorum. çünkü dünyanın her yerinde yapabileceğim bir mesleğim var. siz burada çırpınırken ben kendimi kurtarıp gidebilirim diye seviniyorum. tek avuntum bu.
  • doğru bir tespittir. yeni başlayan bir mühendis 2750 lira maaşla başlıyordu. aynı şantiyede, ilkokul mezunu vasıfsız bekçinin maaşı 2825 lira oldu.

    mühendisin okuduğu onca okulu falan boşver, attığı imza ile aldığı sorumluluk bile yeter. şimdi, ilkokul mezunu vasıfsız bir işçinin, bu mühendisle aynı ücreti alması haktan reva mı?
  • derdimiz asgari ücret zammında değil. derdimiz özel sektöre aynı oranda zam yapılmamasında. bu yıldan itibaren 10 yıl boyunca özel sektöre asgari ücrete yapılana oranla daha az zam yapıldığını düşünün. bu durumda ne olur? herkesin maaşı eşitlenir. insan ne kadar okursa okusun vasıfsız bir şekilde yapacağı işle aynı zammı alacaksa kendisini geliştirme isteği kalır mı? hayatta hayallerini gerçekleştirmek için herhangi bir enerjisi kalır mı? boşuna mı okudu o zaman bu adam? sığ sığ düşünüp okları kendinize çekmeyin. bizim derdimiz asgari ücret zammıyla değil, özel sektörün değersizleştirilmesiyle.
  • okuduğunu anlamayanları göstermiştir. asgari ücrete %21 zam yapıyorsanız %14 gösterdiğiniz enflasyonu da %21 yapsaydınız da, nitelikli çalışanın elinde bir koz olsaydı denmek istenmiş. neden bu kadar zam yapıyorsunuz değil derdimiz. hangi firma enflasyon %14’ken gidip %21.5 zam yapar?
  • bir üretim firmasında müdürüm.

    asgari ücret üzerinde maaş alan personelin zamlarını ben hesaplayarak patrona sunuyorum.

    2020 yılında maaşı 2550tl olan ve daha fazla kazanmak için didinen fazladan ter döken, sorumluluk alan adamı ben şimdi nereye koyayım.

    3250tl versem "mal mısın alfred %30 zam mı yapılır?" diyecek patron

    3000tl versem "abi geçen sene asgariden 200tl fazla alıyordum o kadar uğraştım bu sefer 175 fazla alıyorum?" diyecek eleman.

    eleman üzerinde o kadar uğraşıp kaybetmek bile var sonunda.

    ben nasıl daha fazla çalışmaya sevk edeceğim personeli?

    patron işçilik için çıkan paraya bakacak sonuçta onu düşürmeye çalışacak.

    o iş bir şekilde yapılacak hata olursa sorumlusu sensin, senin sorumlu tutacağın adam da asgari ücretli.

    adamın sikinde değil ki, bugün gidip başka ne iş bulursa bulsun alacağı para o. azıcık elinden iş geliyorsa da işsiz kalmaz. seni mi takar. "müdür, bi siktirgitamınakoyim" demese abes.

    ben bu saatten sonra hangi elemana ne zam uygun göreyim. bu sene arttıramazsam hangi elemanı teşvik edecek yüzüm olsun.

    ya patron "çıkacak herkese 500tl zam benden fazlası çalışmaz" diyecek ki bu sefer de bizim beyaz yakalılar ayaklanacak. "o kadar sorumluluk veriyorsunuz bir yetkimiz yok uygun gördüğünüz zam buysa ben çalışmıyorum" diyerek siktiri çekecekler çünkü asgari ücretli 19 yaşında velet fazla mesai kalınca ondan fazla maaş alacak.

    bilemiyorum. bir taraftan bakıyorum 2825tl bile bir ailenin geçinmesi için az ama maliyetlerin yüksek olduğu ortamda üretim yapmak da salaklık.

    patron kapatıyorum dükkanı ne haliniz varsa görün benim param bana yeter dese 100 kişi, fason işletmelerle 150-160 kişi işsiziz. aileleri ile birlikte 500 kişi.

    tüm hesaplarım düşüncelerim şaştı.

    kendimi, kendi ücretimi düşünme safhasına geçemedim daha...
  • bugün türkiye'nin sorunlarının çözümü asgari ücreti yükseltmek değil asgari ücretli çalışan sayısını düşürmektir. zira şu anda türkiye'de işgücünün neredeyse yarısı asgari ücretlidir, bu dünyadaki en yüksek orandır. üstelik bu asgari ücretlilik iş tanımından tamamen bağımsızdır, yeni mezun mühendisler bile asgari ücretle işe başlamaktadır. dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur.

    bunun olması için de tek yol vardır, o da sermayedar tayfanın burnunu çok güzel sürtmek. fakat bu ülkede o boku yiyecek ne örgütlülük, ne bilinç, ne siyasi irade, ne de göt var.

    hep unutuluyor: arkadaşlar, asgari ücret ev geçindirecek, dört kişilik ailenin yaşamını sürdürmesine yetecek bir ücret olmak zorunda değildir. çünkü işlevi o değildir. çalışma hayatına yeni girmiş, genç, muhtemelen bekar ya da en fazla yeni evli, vasıfsız ya da yarı-vasıflı adam alır asgari ücreti. ama bizim ülkede inşaat amelesinden aynı inşaattan sorumlu mühendise kadar herkes asgariye talim ediyor. sakatlık da buradan çıkıyor. bunu da asgari ücrete zam yaparak çözemezsiniz!
  • memurlar ve asgari ücret aynı oranda artmalı gerisi saçmalık. bize 4+4 enflasyon 14 asgari 21. neden biz çekiyoruz enflasyonun negatifliklerini
  • devletin uzun zamandır sürdürdüğü orta sınıfı yok edip, sadece alt sınıf ve üst sınıftan oluşan bir toplum yaratma politikasını destekleyen icraat.

    tüik enflasyonu %14, gerçek enflasyon %50-60, asgari ücret zammı %21.

    özel sektördeki beyaz yakalıya zam %5-10 aralığında.
    memura tahmini zam %5-7 aralığında.

    memurun ve beyaz yakalının derdi asgari ücretin artış miktarı değil, kendi maaşlarının artmayış miktarı!!!

    edit: bu arada orta sınıfın reel enflasyonu %50-60'tan da fazla. motorlu taşıtlara, alkole, gayrimenkul kira bedellerine, teknolojik ürünlere gelen zamlar %100 seviyelerinde.
  • örnek veriyorum, bundan on yıl önce fabrikada mühendis, çaycının 1.5 - 2 katı kadar maaş alıyordu. bugün her ikisi de asgari ücret alıyor. çaycı bu duruma seviniyor, ülkesinin geliştiğini artık mühendis kadar maaş aldığını düşünüyor ve çoğunluk olduğu için bu sistemin devamını sağlıyor. mühendis ise bunun gelişme olmadığını biliyor ama azınlık olduğu için ne düşündüğü bir şey ifade etmiyor. o yüzden çaresizce ülkeden gitmeye çalışıyor. bakalım ben de merak ediyorum bu işin sonu ne olacak.
  • kaynak transferi denilen olaylardan biri olduğu için tepki çekmesi son derece normal olan durumdur.

    insanların pek azı dürtüsel olarak kendini geliştirmeye odaklıdır. bu nedenle toplum yöneticileri tarafından bir havuç sopa gösterilmesi gerekir ki kendilerini ortaya koyarak birtakım çalışmalar yaparak toplum ihtiyaçlarına yönelik gelişimler yapabilsinler. bu olguya ters çalışan bir diğer unsur ise biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar olarak savunulan unsurdur.

    işin özü bir ülkede emekçi ücret ve maaş gelirlerinin potansiyeli yüksek olan kişileri motive edecek kadar yüksek, sosyal gerilim yaratmayacak kadar da düşük olması gerekir. bu ikisi arasında kopan bir denge farklı gerilimleri besleyerek o toplumun hayatta kalma şansını baltalayacaktır.

    konuyu dramatize etmeye de gerek yok. mesela, nitelikli bir beyaz yaka için bir spor ayakkabıya ödenecek olan bir 500 lira neden asgari ücrete zam olarak verildiğinde sorun oluyor benzeri söylemler biraz duygusal kalıyor. doğru 500 lira hiçbir şeydir ama 10 milyon asgari ücretliye her ay verilecek fazladan 500 lira, 5 milyar lira demektir. asgari ücretli çalışan tasarruf yapabilecek durumda olmadığına göre bu 500 lira durmaksızın harcanacaktır.

    ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olan bir ülke için de bu miktarın teorik olarak birileri tarafından karşılanması gerekir ki, piyasa dengesini bulsun. ilk aşamada bu durum birilerinin talepten kısmasını gerektirir. net bir şekilde birileri daha az para harcamalıdır. bu az para harcama durumu eğer tasarruflara yansırsa, bu birtakım toplum kesimlerinde güç birikmesine neden olur. bu nedenle bu tasarruf eğer gerçekleşecekse, iktidarın oluşturduğu hakim sermaye birikim modelindeki sermayedarlarda gerçekleşmelidir ki iktidarın devamlılığı sağlanabilsin.

    bu durumda da takdir edersiniz ki bu asgari ücret zammını karşılaması gereken birileri diğer emekçiler olacaktır. hakim sermaye birikim modelinin merkezinde olan mahşerin beş atlısı sermayenin niteliğini her geçen gün aşağıya çekmektedir. aslında modelin parametreleri sabittir. bu niteliğin aşağıya çekilme nedeni merkez kapitalist ülkelerdeki ilerlemelerdir.

    onlar daha hızlı ilerledikçe ülkedeki toplam talep fonksiyonu hem nüfus nedeniyle hem de tüketimin sosyal boyutu nedeniyle artmak zorunda kaldıkça bunun ödemeler dengesi üzerinde yaratacağı baskılar aşikardır. dolayısıyla sistemden döviz çekecek değil, sisteme döviz girdisi sağlayacak bir model inşa edilmediği sürece mevcut politikalar bunlar olacaktır.

    bu model restorasyonu ise doğası gereği bir iktidar değişimi gerektirir. bu ya siyasal iktidarın kendini değiştirmesi ile mümkün olur, ya da iktidarın değiştirilmesiyle mümkün olur. gelinen noktadaki ihalelere bakılınca ilki için ne yeterli kaynak var, ne de gereken aksiyon var. bana kalırsa bunda 12 eylül darbesinin de çok ciddi payı var.

    basma kalıp sözlerle, 12 eylül darbesinden sonra emekçilerin örgütlülüğünün bitirildiği söylenir. bu aslında son derece doğrudur. o dönem burjuvazi emekçilerin taleplerine toplumsal zeminde daha fazla karşı koymakta zorlanmış ve gereken 24 ocak kararlarının uygulanacak zemin bulabilmesi ve ekonominin dışa açılması için de devletin sert gücünün uygulanması gerekmiştir.

    bu bilindik hikayedir fakat bence ilginç olan şey 12 eylül sonrası planlanan toplumsal düzenin birbirine az temas edecek toplumlar sınıflar şeklinde kurgulanmasıdır. doksanlarda kendine oldukça da başarılı bir şekilde yer bulmuştur bu sistem. başarıdan kastım ise şudur.

    spor, sanat ya da kültür alanında geçmişte ulaştığımız birçok başarının tarihsel olarak doksanlar olmak üzere 2000'lerin başında olduğunu görürüz. tabii bu biraz ileri ve geri de gidecektir. yani bence 1985-2005 arası 20 yıllık dönemde türkiye birçok spor, sanat ve kültürel başarı anlamında cumhuriyet tarihinin zirvesine ulaşmıştır.

    galatasaray ve milli takımın avrupa başarıları mesela, jupp derwall'in getirdiği ana sistem üzerine inşa edilmiştir. mustafa denizli ve fatih terim'in başarıları derwall sisteminin üzerinde yükseldi. çünkü uefa kadrosundaki birçok isim galatasaray altyapısından yetişmişti ve bu altyapı sisteminin kurulmasında birçok spor yorumcusu da derwall'in ciddi payı olduğunu kabul eder. zaten 6 yıl boyunca batı almanya ulusal takımının teknik direktörü olarak çalışabilmesi de sıradan biri olmadığını kanıtlar niteliktedir.

    her neyse, 12 eylülün kurgulamak istediği sistemde birbirine pek temas etmeyen farklı toplumsal kesimler olacaktı. bu kesimler hiyerarşik olarak tepede milli güvenlik kurulunun, kabaca askerin ya da güvenlik bürokrasisinin, olduğu bir sistem üzerinden de partileri kontrol edecekti. bu farklı toplumsal kesimlerden bugün seküler dediğiniz kesim ülkenin dışa dönük yüzü olarak lanse edilecek ve kendi dünyalarında yaşamaları sağlanacaktı, diğer kesimlerle beraber.

    bu sistem bir süre sürdürülebildi zaten sürdürülebildiği için ekonominin dışa açılma döneminde birtakım kısmi toplumsal başarıları yakalayabildik. hukuki ya da insani açıdan ele alındığında, baş örtülü kadınların üniversite okuma hakkının ellerinden alınması, ya da üniversite sınavlarında meslek liselerine uygulanan katsayı sistemi kesinlikle bir zulümdür ama toplumsal açıdan da bir toplumsal mühendislik uygulamasıdır.

    toplumun niş alanlarını sembolize eden üniversite mezuniyeti ve bununla bulunabilecek iş imkanlarının, ödemeler dengesi üzerinde daha az baskı yaratmasını sağlamak amacıyla belli bir toplum kesimine, yani baş örtülüler ve meslek liseliler mesela, kapatılmasıdır. devlet yönetiminde bu bir toplumsal mühendislik projesi olmakla beraber, hususi bir garez ile de bağdaştırılması saçmadır çünkü devletler her iktidar dönemlerinde zaten bir toplumsal mühendislik projesi ile topluma şekil vermek isterler.

    ekonomi dışa açıldığında herkese aynı sosyal serbesti tanınırsa, ödemeler dengesi krizinin sonu gelmez. bu kural bugün de geçerlidir. o gün planlanan şey, toplumun ucuz işgücü olarak kullanılan bir kesimi üzerinden elde edilebilen gelir kadar talep fonksiyonu serbestisi tanınan kesimin ülkenin hem dışa dönük yüzü olması, hem de toplumsal ilerlemenin bunlar eliyle gerçekleşebilmesinin sağlanmasıydı.

    o günkü plan bu ilerleme sağlandıkça kaynak aktarım mekanizmaları eliyle tüm toplumun refahını yükseltme projesiydi. gerek dış ekonomik koşullar, gerekse de toplumun tepki reaksiyonu nedeniyle bir süre uygulama zemini bulabilen bu sistem 3 kasım 2002 seçimleri ertesinde tamamen çöktü ama çöküşün yansımaları biraz daha zaman alacaktı.

    toplumun farklı kesimlerini birbirinden uzaklaştırırsak, biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar temalı gerginlikleri yaşamadan bir sistem kurabiliriz anlayışı nedeniyle o dönemden beri asgari ücretle nitelikli emekçilerin ücret gelirleri arasındaki makas çok ciddi bir sorun yaşanmadan açılabildi. sistem 3 kasım seçimleriyle çöktükten sonra ise bu durumun sürdürülemez hale geleceği belliydi.

    çünkü sonuçta birbirine kapatmak istediğiniz toplum kesimleri giderek artan köyden kente göç nedeniyle çok dar bir alanda dip dibe yaşıyorlardı. buna ek olarak ülkenin dışa daha doğrusu batı'ya dönük yüzü olarak lanse edilen toplum kesimleri de sürekli medyada ön planda olunca bu toplumsal kesimlerin, en azından birinin diğerinden haberdar olabilmesi sağlandı bu durum da bir türlü dışa açılma sürecinin reformlarını kervanı yolda düzmeden yapabilmeyi sağlayamayan bürokrasi nedeniyle çıkan ekonomik krizlerle birleşince akp iktidara geldi.

    bu süreç artık son demlerini yaşadı ve bitti. doğru artık birbirinden daha çok kutuplaşmış bir toplum kesimleri var ama bu kutuplaşmanın olabilmesi aynı zamanda farklı toplum kesimlerinin birbirinden haberdar olabilmelerini de sağladı. hepimiz kendi fanusumuzda yaşasak da diğer kesimleri de biliyoruz artık. buna ek olarak sermaye niteliğinin uğradığı erozyon nedeniyle artık verimi düşen ekonomide zenginlik sadece belli bir toplum kesiminde de temerküz etmiş değil.

    dolayısıyla iktisadi saiklerle beslenebilecek bir kutuplaşma ortamı da pek işe yaramıyor. zaten işe yarasa gece gündüz cehape zihniyeti diyen adamın da oyları düşmezdi. bu noktada mevcut iktidar için elde kalan son çare asgari ücretli kesime kaynak transferi yapmaktı ve bunu da yapıyorlar. bundan sonraki yıllarda da, iktidar devam ettiği sürece, asgari ücrete ciddi artışlar yapmak zorunda kalacaklar. ekonomi küçüldükçe de bu tarz kaynak transferleri ciddi tepki çekecektir.

    aslında bu süreç senelerce gelir vergisi dilimlerine enflasyonun çok altında zam yapıldığında başlamıştı. bir yandan asgari ücrete kaynak aktarım süreçleri, diğer yandan mahşerin beş atlısı odaklı sermaye birikim modelinin beslenebilmesi için nitelikli emekçilerin talep fonksiyonunun daraltılması ve kaynağın aktarılması süreci çoktan başlamıştı ama millet bunu para bolluğunun yaşandığı dönemde fark edemedi. borçlanarak da olsa ciddi bir tüketim gücüne sahip olan türk lirasının olduğu 2013 öncesi dönemde bunu vurgulayan bir iki cılız ses dışında kimse yoktu.

    krizin iyice derinleştiği günümüzde ise haliyle ciddi düzeyde tepki çekiyor ama eşyanın tabiatı gereği bu strateji de bir yerde çökmeye mahkum. çünkü kendilerinden kaynak aktarılabilecek bir nitelikli emekçi kesimi kalmadı. kaçabilen ülkeyi terk etti, kaçamayan tüketimini iyice kıstı ve aldığı ücret zaten kuşa döndü. 2014'ten beri sgk açıklamasa da şu an muhtemelen tahmini olarak çalışanların yarısının asgari ücret aldığı düşünülüyor. yani artık kaynak transferi ancak ve ancak sermayedarlardan yapılabilir ki böyle bir şey denendiği anda türkiye finansal piyasalarını kontrol edemez hale gelirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap