• çok özel bir yaş 30. hem bunalımı da var meşhur. aslında tüm başka meşhur bunalımlar gibi temelinde aynı etken, muğlak gelecek yatan. bana her zaman hayatının büyük oranda en kritik kararlarını verip artık sonuçları beklemeye başladığın dönem başlangıcının sembolik bir ifadesi gibi gelmiştir. ya iyi olmuşsun da şirinleri göreceksin, ya da siki tuttun. kısmet.

    en korkutucu şey muğlak. üç kuruş için önce gençliğimi, ki ne kadar kaldığı da tartışılır ya siktiret, sonra yetişkinliğimi satacağımdan başka bildiğim hiçbir şey yok hayatımın kalanıyla ilgili. 3 saat bir sınav sonunda aldığımız siktiriboktan bir puan ve hasbelkader gördüğümüz 3 tane süslü matematik yüzü suyu hürmetine kendini analitik düşünmenin piri sanan onlarca dallamayla meslektaş olmak sonra... adam zevzek esprilerine gülünmemesini ortamda analitik düşünebilen az insan olmasına bağlıyor. çünkü analitik düşünmek çok önemli ve diferansiyel denklem görmeden düşünemiyorsun analitik. eğer nümerik analiz alsalardı anlarlardı diyor. üstü kapalı onlarca ben süperim anlatan adam, ne fena bir yol ömrü harcamak için. yani ben de birçokları gibi, sevimsiz bir pezevengin vaktinde söylediği misali, sevdiğim şeyi bulamadım ama sevmediğim şeylerin beni öldürmesine müsade ediyorum yine de (*). hep yarının muğlağıyla.

    oldum olası sevmem korku filmi. çünkü o müphem, o belirsizlik, o köşeyi dönerken, kafanı çevirirken önüne zıplayabilecek hayırsız göt geriyor beni. yatağın altından çıkacak kediden tırsarsın da göreceğin mesafede elıyın "soyunu kurutucam amın oğlu" diye tehdit etse "evin barkın yansın orospu çocuğu" dersin de tehdite boyun eğmezsin ya, o hesap. gerçi her yiğit farklı yer yoğurdu. belki sen daha kibar savunursun kendini ama ben lafımı sakınmam muhattabım elyın diye. 3 tane beyaz sakalım var, daha neyden çekineyim. zaten hiç sevmiyorum elyın. bi yaralı parmağa işediği, bir sike derman olduğu görülmüş şey değil ama nerde arsızlık, nerde itlik serserilik, nerde milletin çolunu çocuğunu çitlemek, orda bu şerefsiz. hayat da tıpkı korku filmi gibi. sürekli köşeden bir şey çıkacak gerilimi. 30 yaşına geliyorum ve önümü görememek, yarının ne getireceğini bilememek öldürüyor insanı. üstelik, önümdeki süreci etkileyecek birçok seçimi çoktan yaptım. ve yine üstelik, bilmeden, farkında olmadan yaptım ve hayat bundan sonra, muğlağa doğru savrulmak gibi geliyor.

    30 yaş aslında senden önce yaşamış milyarlarca insandan farkın olmadığını, aslına bakarsan, çok da bir numaran olmadığını öğretiyor insana. 30 yaşında ölüp 70 yaşında gömülen (**) haddinden fazla türdeşinden biri olmayı farketmek, artık her şeyi oluruna bırakmak güzel şey aslında. iç huzur için şart. ego korkunç bir özgüven çünkü, rahat vermez insana bunu farketmezsen. içten içe hep farklı olduğunu, bir şeyleri değiştirmeye gücünün olduğunu sanarken feysbukta düğün fotoğrafları beğeniyor, kedi resmi paylaşıyor olsan dahi yılmaz ki ego. belki insan beyninin nedenselliğinin bir sonucu, sonsuz kainatta zavallı varlığını bir temele oturtmaya çalışma arzusu ego dediğimiz. ama o da öğreniyor. 20 sene aynı tezgahlardan geçen insanların aslında o kadar da farklı olmadıklarını, dün de, bugün de, şartlar değişse de neredeyse aynı olduklarını o bile öğreniyor.

    zengin olsun diye ömrünü adadığın insanlara sana hayatını harcaman, boşa geçirmen için verdiği maaş için minnettar olmak, köpeklere mahsus olduğunu sandığım bir sadakat göstermek de komik bir farkına varış oldu benim için sonra. işkolik olmanın marifet sayıldığı, aslında herkesin koca bir kolonide herhangi bir karıncadan ibaretken 3 karıncalık iş yapmayı, yapabilmeyi gaye edindiği şirin mi şirin çalışma ortamlarında, zevksiz, hobisiz, hayatı iş, yaşamı mesai olmuş küçük hesaplar adamı aldığım paye. orta ve düşük gelirli geçmişlere mahsus olduğuna inandığım ve naçizane fukaralık iç güdüsü dediğim, okullarda dahi tembihlendiğimiz "risk alma, 3 5 toparla da başını sokacak bir ev al, sefil olursun millet götüyle güler" telkiniyle büyümüş olmak nedeniyle ömrümü borcuna gömeceğim bir ev almaya çalışmak ise en büyük hayalim. hayale bak amına koyim. bahçeli ev. hani uçmak, çok gezip çok görmek, çok tanımak? onlar gitti. onlar yok. salonu, mutfağı geniş ev bulmaya bakmak var şimdi. artık daha gerçekçiyim, ayaklarım yere daha sağlam basıyor zira.

    yaşlandığımın da farkına varmak 30 yaş. gözlerimin etrafındaki çizgi. didede sönük fer. saçlarımda beyazlar. ellerimde çiçekler. hehe. yarrak gibi espriler böyle. ha iyi tarafı yok mu? var. ama hevesim yok anlatmaya. bi de böyle dağınık sofra gibi toplamadan bırakmak başladığını 30 yaş. bırakır mısın, kolumu acıtıyorsun. arada vesileyle adeta cezmi ersöz oldum amına koyim. aslında dümbük bir sayıyla da öğrenmiş değilim bahsettiklerimi, ömrü yeten herkesin attığı bir çentik sonuçta 30 yaş dediğin. sadece hayat karamsar, onu böyle soğuk, böyle net farketmek çok tatsız. yoksa ben gibi sefa pezevengiysen o yaşla değişmiyor. hülasası deli yağmur var, ben bi çay içeyim.

    ekleme: ya geçen gün gençce bir çocuk geldi, dedi ki abi bir şey söyleyeceğim. dedim söyle koç, buyur. beni bir futbolcuya benzetiyormuş. şaşırdım, kim dedim. ümit özat dedi. amına koyim biri sokakta söylese kavga edersin ama böyle söyle koç demiş bulununca öyle mal gibi kaldım. yaşla alakası olduğunu sanıyorum.

    bir de insan bazen rahmetlinin söylediği gibi diyor ki, keşke gölgesine razı bir fesleğen olsaydım (***). ben olamadım.

    ekleme/izahat: sahtehakikat'ın sorusu üzerine ekleme gereği duyuyorum; yukarıda kullandığım 3 cümle bana ait değil. aklım sıra selam çaktım sahiplerine;

    (*) charles bukowski; "find what you love and let it kill you."

    (**) bir robin sharma kitabında -koza kelebeği bilmez- ve benjamin franklin'e ait sözleri okurken görmüştüm. tam emin olamıyorum, sonuçta abraham lincoln'un "internette her okuduğuna inanma, adamın götünü keserler" diye de bir sözü var. fakat bence benjamin franklin'e ait olması daha makul. "some people die at 20/25 and aren't buried until 75." robin sharma 20 yaşında ölürler diyor, franklin 25. 75'te mutabıklar. robin sharma'ya "siktir git bebe, 20 yaşında daha okul bitmiyor" diyorum. türkçe bilmiyor, siktir git filan anlamaz. ha anlasa, robin abi 20 yaş daha genç be abi, derdim. öyle de karaktersizim.

    (***) didem madak. "keşke, gölgesine razı bir fesleğen olaydım." güzel insandı didem madak. nur içinde yatsın.
  • geliyorsun adım adım hissediyorum. bazen bir korku filmi fragmanı gibisin. elinde kaz ayağı denen çzigilerle, uzattığımda sakil kestirdiğimde besleme gibi dursun diye incelmiş saç telleriyle, omzuma kireçlenme, mideme gastrit, gözlerime daha iri camlar koymak için geliyorsun. henhen henhen henhen...
    bazen de öyle anaçsın ki, daha aramızda mesafe varken atlamak istiyorum kucağına. kadın kadın salınıyorsun, anaç anaç kokuyorsun, eline maharet gelmiş, diline oturaklık sinmiş, sessizliği de sukuneti de sindirmiş gibisin. sanki seninle derin bir nefes dolacak gibi. bir oh çekmek gibi. bu da geçti şükür dedirtecek gibisin. ama yüzünü bilmediğimden sokulmak da gelmiyordu pek içimden.
    sana hayaller yüklememeye and içmiştim. rakıya dil basmıştım.
    30 da 24 gibi geçer diyordum. bu 30dan bir bu kadar daha vardır tahminimce, şişirmeyeyim diyordum.
    resimlere baktım sonra;
    18i andım. o meyhaneye rahatça girebilme özgürlüğü, üniformasız okula, üniversiteye gidebilme gururu, kendi evim, dört duvardan birkaç tane olanı. aşkı içişim, aşktan geçişim, vazgecip aşka gene aşka gelişim. dibine kadar özgür, hayal kurmaya vakit kalmayan, dakikası hayale sığmayan yılların başlangıcı.
    sonra 22;
    ilk işim, ilk maaşım, elimin para tutuşu, sonra o eli silkeleyişim. her sabah saat çaldığında tövbe edişim, her akşam yeniden dize gelişim. acıdan zevk almayı öğrenişim. bütün vakitler bir zamanlar benimken, başka bir baştan başlayıp kendime vakit ayırmanın anlamını farkedişim.
    24;
    elimde evlilik cüzdanı, pembemsi. bana verilen en önemli devletsi belge. yeni kimliğim, yasaların tanımaya karar verdiği kadınlığım. bez pabuçlardan beyaz gelinliğe. ara durakların en büyüklerinden. indi-bindiyi hiç aklıma getirmeyişim.
    27ye gelirsek;
    anne...
    ben anneyim, kitapların, büyüklerin, toplumun çizdiği yolda ilerlemiş gibi görünürken dışarıdan, içimde yaptığımın delilik olduğunu bile bile lades deyişim.
    anneyi yeni yeni anlamaya başlamışken onun rolüne soyunuşum. içimi birşeylerin doldurması ve hiç boşalmayacağını anlayışım.

    şimdi ben senden neden korkayım a 30, canım otuz, güzel otuz.
    istifalar etmişim işlerden, başlamışım kaç kere yeniden, karlarda yuvarlanmışım, denizlere dalmışım, ülkeler gezmişim, lezzetler tatmışım, ipekliler de giymişim pazenler de, bir kadeh içkiyle bir takım elbiseye gün gelmiş aynı parayı vermişim, gün gelmiş 15 gün tek öğün makarna yemişim. hep kendim biçmişim, üstüme uydurmuşum bir şekil.
    sevenim olmuş, hem de çokmuş. tebrik taziye eksik olmamış hayatımdan. sevmeyenim olmuş ama eli değememiş mutluluk kalkanımdan içeri.
    çok düşmüşüm hep kalkmışım.
    saçlarımı kurutup demin aynaya bakmışım ve demişim ki gene "hay kendimi seveyim"

    gel ulan gel 30;
    yiğitsen uslandır beni.
  • nefesi ensemde. ama ne bir ürperme, ne bir korku. belki biraz merak… büyük insan oldum yaşı gibi biraz ama kime göre, neye göre biri bana açıklamadan anlayamayacak gibiyim.

    belki hedefsiz biriyim ben, bunu öğretti bana. “otuzuma kadar şunları başarmış olacağım” demiş miydim, hatırlamıyorum bile. e eşek değiliz yaptık tabi bişeyler ama oluverdi işte kendiliğinden.

    doğru kapıları mı açtırdım, iyi yollardan mı geçtim, yanlışlarımın bir anlamı var mıydı, mutluluklarım hak edilmiş miydi? bilmiyorum. geriye dönüp bakma yaşı madem bu otuz, bakıyorum; kötü şeyler ya silinmiş ya da hatırlanmayacak kadar küçükmüş. güzel yıllardan geçmişim.

    ilk aşkım, ilk sevişmem, ilk kavgam, ilk işim, ilk param, ilk ayrılığım, ilk acım, ilk evim, ilk kedim, ilk kaybedişim yeniden gelmeyecek ama daha güzelleri, daha büyükleri beni bekliyor. net!

    saçlarımda beyaz, yüzümde kırışıklık yok henüz. ama buyursun gelsinler, onları da ortalayıp gol atmasını beceririm evelallah.
    hala temmuz gibiyim, biraz tatil, biraz sıcak, biraz tembel, biraz yalnız, çokça kalabalık, elbette müsrif, çoğu zaman neşeli ve her zaman sürprizlere açık.
    o bakımdan, yavrum otuz: sen git, abin gelsin.
  • enteresan bir yasmis bu 30. bunalim falan evet ama ne bileyim. oyle bir ruh hali ki cok seyi s.klememeye basliyorsun. daha az umursuyorsun baskalarini, hakkında ne düşündüklerini ama bu kotu anlamda anlaşılmasın sakın. göze batmayan haklı bir ukalalık hali sanki. baskalarinin gozune daha bir dik bakabiliyor sanki. insan kaybetmeye alismis oluyor, yedigi kaziklar gozune cok batmıyor, daha bir kendini biliyor. daha rahat hayır diyor, evet diyor. kendine, vucuduna, ruhuna daha bir sahip cikiyor. hani yaşlılar hep "ah genç olsam" der ama gençler "oha abi ne güzel biz genciz" demeyi aklına bile getirmez ya, işte 30 yaş tam bu ikisinin arasındaki sınır. bilinçli ve tadını çıkara çıkara yaşanacak son "gençlik" zamanı. geçmişi hatırlamak ama kölesi olmamak, geleceği düşünmek ama çok da umursamamak, kaygı duymak ama uzatmamak. belki de bunlar 30 yaş sendromlarından çok bana has geç gelişmişlik belirtileridir. belki de sadece pms.
  • bu yaşa girmek için 30 sene yaşamak zorunda değilsinizdir. 30 yaş bir dönemdir, kaybettiğini, aslında bir geleceğin olmadığını, ortalama bir insan olduğunu anladığın dönemdir. bu yaştan sonra artık kimse sizi futbolcu olarak keşfedemez, bu dönemden sonra asla çok büyük bir şirketin patronu olamazsınız, kitap yazamazsınız ve çok ünlü olamazsınız. dünyanın en yakışıklısı, en iyi sevişeni, kadınların taptığı kişi değilsinizdir. dünya turu yapamayacak, çok zengin olup kıyı kasabasında yaşamayacaksınız. siz de diğerleri gibisiniz ve artık bunun farkındasınızdır. 30 yaş, arkanızda bıraktıklarınızdan azını ilerde görebileceğiniz bir dönemdir, artık potansiyel değilsinizdir. bu yaştan sonra kimseniz osunuz, daha fazlanız yok.
  • bir teni dokunmak için mi yoksa sarılmak için mi istediğinin kararını verdiğin dönem.
  • "vize" denilince aklınıza sınav-stress değil; yurt dışı, tatil, seyahat (iş, turizm vb.), thy, lufthansa... gibi imgelerin gelmesidir.
  • ölmek üzereyken kafandan geçen bir film şeridi varsa eğer ve 30 yaşına kadar ölmediysen, belleğinle, bedeninle, kalbinle ve - yine varsa eğer- ruhunla çektiğin bu filmin fragmanının gösterim tarihi 30 yaş..

    baktın ki, olmamış.. bunu atıp yenisini çekmeye başlayacağın tarih o zaman..
  • ergenlerce kadınların son kullanma tarihi sanılan ama aslında hem kadın hem erkek için en tadından yenilmez yaşların başlangıcı.
  • çocukken komşumuza aşık olmuştum. inanılmaz belki ama 5 yaşında hayatımın en büyük aşkını tattım. hep 30 yaş gelsin ve onunla evleneyim derdim. hüsne abla. fahriye abla gibi. vefalı komşumuzdu. dağları karlı, karları dağlı bir memlekettedir şimdi. ne bileyim ben ama kopuktu zincir olduramadım. zaman farkı mutlak değeri ile girmişti aramıza. düğününde ben ilkokulda andımızı okuyordum. kimse andımızı benim kadar hüzünlü okumamıştır. hicaz makamına istidat eyler gibiydim.

    milenyum çağı geldi, internet çağı girdi araya okullar ve okullarla geçti hayatım. sinüs ve cosinüs ve terra rossa ismini unutamadığım yoldaşlardır. görülmüştürler. fight club filminde diyordu: ''ben 30 yaşına gelmiş bir çocuğum'' bu filmi sırf o yüzden çok seviyorum. içimizdeki şizofren çocuğun oyun oynama merakı. koskoca dövüş kulubünü bu meraktan kurmadı mı tyler durden? ben darkpoe'nin yüzüyüm istersem onu yaşlandırabilirim.

    ara sıra açıp bankta bulduğum şiir kitabını okuyorum. çektiğim teyp kasetlerindeki çocukluk sesimi dinliyorum. okul anılarından bahsetmeye başladık arkadaşlarla acaba yavaş yavaş her şey mazi mi olmaya başlıyor?

    30'a yaklaştım. hüsne abla başkasının oldu, evim, arabam yok. ben otuz yaşına gelmiş bir çocuğum ve kirli elbiselerimi değiştirmemeye hala diretiyorum.
hesabın var mı? giriş yap