• ses ve ışık oyunlarının tavan yaptığı dizimsi...

    sahne 6, bölüm 1, hala devam ediyor...

    arkada sadece zillerin sesi gelen davul, kontrbas ve su sesinden oluşan bir müzik çalmaktadır... kaleydoskopvari bir renk cümbüşü içinde mavi avuç içlerini birleştirir ve çalınan düşüncelerini ararcasına başını sağa sola döndürür... dna'nın çift sarmalı gibi kolları birbirine kur yapmakta, avuçları ise kah birleşip kah ayrılmaktadır. mavinin dudaklarındaki boyalar, renkli ışık huzmeleriyle beraber renk değiştirmekte, müziğin hızlanan temposunun üzerindeki mini moog melodisiyle beraber dalgalarla hareket eden yosunlar gibi hareket etmektedir... aleyo ve mika bundan çok etkilenmiştir...

    aleyo - ne kadar yazık, kötü bir insanın da olsa düşüncelerinin çalınması...
    mika - o kötü değil
    aleyo - deja vu'lar bastı yine beni
    mika - deja vu... veda ju... hepsi aynı...
    aleyo - sanki bize birşey anlatmaya çalışıyor mika
    mika - bir dansla dna yeniden yaratılabilir mi?
    aleyo - beyin... yeniden yaratmak... kita'yı bulmak gerekiyor...
  • 1. bölümde daha da cıvıtmaya başlayan filmdir...

    sahne 5, bölüm 1...

    aleyo'nun kamarası, mavi'yle beraber mika'yı beklerken

    aleyo - ben senin kötü olduğuna inanmıyorum
    mavi - efendim?
    aleyo - aslında sen yok musun, ona da karar veremedim
    mavi - yokum ben çünkü düşünme yetimi çaldılar benden...
    aleyo - kim?
    mavi - benim kötü olduğuma inanan kita

    (kapı çalar)

    aleyo - dur kapı çalıyor

    (aleyo kapıyı açar, mika kan ter içinde içeri girer)

    mika - inanmayacaksın ama dördüncü düzeydeki birinin düşüncelerini çalmışlar
    aleyo - gemide kita diye biri var mı?
    mavi - efendim?
    aleyo - sana sormadım
    mika - ben ner'den bileyim?
    aleyo - düşünce hırsızları... düş hırsızları...
    mavi - düşünmek... düşün... düş...
    mika - bu ne diyo' ya?
    aleyo - sen takılma ona... asıl sorun beyin kapkaççılarında... biri de kita...

    (bkz: olaylar gelismek zorunda)
  • en canli renklerin kullanildigi filmdir.ilk bölumlerde cekimler bembeyaz ortamda cok hafif acik pembe tonlarin kullanildigi, daha sonra mavi ile beyazin birlestirildigi, "mavi" nin sahneye girdigi bölumlerde hareketli kirmizi rengin tonlari kullanilmistir.bazi dis cekimler isvec'in kuzeyinde geceyarisi gökyuzunde olusan kutup isiklarinin rengarenk isiltili görunumu altinda yapilmistir.
  • 91. sahnenin ardından şöyle bir düş girer görüntünün arasına. zihinde bir canlandırmadır. öykü, kaldığı yerden devam edecektir bir an sonra:

    bir resim.

    çok eskilerden kalma, dikkatli bakıldığında, dış cephesini meydana getiren taşların yer yer aşındığı, ama buna karşın heybetinden hiçbir şey kaybetmemiş dev bina, eskilerin "tanrı'nın evi" dediği eskimiş taht.

    binanın dışında, cümle kapısına ulaşan devasa büyüklükteki merdivenlere bakıyordu gözlerini dikmiş. sonra gözlerini yavaş yavaş yukarıya kaldırdı. her santimetre karesini aklında tutacağı büyülü bir resme dönüştürmek istiyordu sanırım. belki renkleri ezberliyordu, belki, onu buraya getiren şarkının melodileri geçiyordu aklından, yoluna ışık veren. orada, öylece durarak ne kadar zaman geçirdiğini kimse bilmiyor. zaten bilmek isteyenleri de içinden çıkamayacakları bir zaman kavramı bekliyor. bambaşka bir gerçeklikte zamanın neye göre aktığını kim bilebilir ki? sezyum atomlarının dilini konuşmak zorunda mı kendi gerçekliğinin içinde? 3 ay, ya 3 yıla eşitse? atomlar daha büyükse? 3 kat mesela? 3 bin kat ya da? ya da 10'da biri kadar ufaksa? kim bilebilir ki düşlerin, şarkıların, zihnin, ruhun içinden geçen zamanın ne olduğunu ondan başka?
    biz bunları düşüne duralım merdivenlerin başında. yukarıya doğru adımlarını atarken izleyelim, sırtına astığı, tuhaf bir şekilde sarılmış, ne olduğunu kimsenin bilmediği acaip şekilli bir cismin, asal'ın yürüme hızıyla uyum içinde hafifçe kımıldayışını seyredelim, silahlarını sırtalarına astıkları bir kının içinde taşıyan eski çağ savaşçıları gibi. sahi, hangi çağda geçiyor öykü? kim bilir? büyücü bilir mi? belki...

    yavaş ve güçlü adımlarla, zamanın içinden geçen hiçbir şeyi gerçekten umursamadan, yüzüne yerleşmiş serin bir gülümsemeyle, usulca çıktı merdivenleri. birbiri ardına eklediği adımları hiç sekmedi. rüzgar usulca esiyordu ardından. sanki içeriye, koskocaman binanın bir o kadar büyük kapısından içeriye hafifçe itermiş gibi.

    merdivenleri tırmanmayı bitirdi. kapının önünde kısa bir süre durdu, ve soluğunu verdikten sonra, bambaşka bir boyuta adımını atıyormuş gibi heyecan içinde içeriye doğru yürüdü.

    rüzgar kesildi. binanın mermer zemininde ilerliyordu şimdi. kapının girişinden sonra gideceği yol sağlı sollu mumlarla aydınlatılmış olmasına rağmen içerisi loştu. gölgelerin, sıcak sarı mum ışığında, tanrısal sessizliğin hüküm sürdüğü, duyma eşiğinin üstünde devam eden o sessiz müziğin ritmiyle dans ettiğini görmek mümkündü. gözleri ışığın ardında bakabilenler, düşsel şarkıları işitebilenler bilecek belki bu anlattıklarımı. bilenler, bilmeyenlere anlatsın diyelim o vakit ve geri dönelim mermer zemin üzerinde ilerleyen adımlara. öyle sessizdi ki içerisi, asal'ın yola uygun yumuşak yol çizmelerinin zemine dokunduğunda duyulmayan sesi, şimdi neredeyse yankılanıyordu binanın içinde. hadi biz buna kathedral diyelim, bazılarının dediği gibi.

    yolun sonunda, koridoun bittiği tarafta sağa keskin bir dönüşle birlikte, karşılıklı gelen ikinci koridorun da keskin bir sola dönüşle birleştiği noktada, salonun hemen önünde uzan altara doğru yöneldi asal. zeminden bir parça daha yüksek bu bölüme girdi ve işaretlenmiş bölümün hemen hemen tam ortasında durdu ve başını kaldırdı yukarıya doğru. yüzüne ışıklar düşüyordu.

    ...

    yolun ilerisinde, hızla olduğumuz yere doğru yönelen bir toz bulutu yükseliyordu. öylesine bir buluttu ki bu, biraz daha uğraşsa sanki toz yağmuru yağdırabilirdi şehrin üstüne. en azından bu uzaklıktan görülen bulutun büyüklüğü, sanki olduğumuz noktaya ulaştığında şehri kaplayabilirmiş gibi görünüyordu.

    toz bulutu yaklaştı. yaklaştıkça, bulutun, tepenin üzerinde alçalmış ve sanki oraya yapışmış gibi duran bulutlarla içiçe geçmiş olduğu için olduğundan daha büyük göründüğü ortaya çıktı. şimdi, kabul edilebilir boyuta inmiş olan buulutun, ya da biraz daha dikkatli baktığımızda siyah, simsiyah, karanlıktan daha da karanlık diye tasvir edilebilecek kadar siyah bir atın üstünde, yine siyahlar içinde birinin, koşturan atın çıkardığı toz bulutunun içinden çıkıp geldiğini görmek mümkündü. bu gelen her kimse yüzü görünmüyordu. tozu solumamak için olsa gerek kapalıydı yüzü.

    toz bulutu önümüzden geçip gitti.

    ...

    kızıl saçlarını tarıyordu aynanın önünde. dışarıdan süzülen ışık teninde dansediyordu, tıpkı müzik vücuduna dokunduğuna onunla yaptığı akıl karıştırıcı dans gibi. gözlerini çevirerek geceye doğru baktı, yüzünde, belki bir kaç saat önce damarlarına doğru yola çıkmış olan alkolün verdiği rahatlığın yansımasını görmek mümkündü.

    saçlarını taradığı fırçayı aynanın önüne bıraktı. birkaç kızıl tel parıldıyordu şimdi fırçanın üzerinde.

    yüzünü aynaya yaklaştırdı, bir an gözlerine dikkatle baktı ve gülümsedi. oturduğu yerden kalktı, kenara koyduğu kızılın her tonunun altın sarısıyla karıştığı şalını aldı, kapıyı açtı ve odaya doğru bakarak dışarı çıktı. nereye gittiğine bakmadığı aklına bile gelmemişti şüphesiz.

    ...

    fısıldadı durduğu yerde. "bir".

    ...

    toz bulutu, suya doğru yaklaşıyordu. önünde aşılması imkansız bir engel gibi duran, bu hızlar gittiğine göre, etrafından dolaşması gerektiği için şüphesiz yetişmesi gereken yere geç kalmasının kaçınılmaz olduğu koca su kütlesi. yörede göl diye bilinen ama bir deniz kadar büyük olduğu rivayet edilen su...

    toz bulutu suyun kenarına doğdu yöneldi, atın üzerindeki yüzünü kapatmış kişi gemleri hafifçe kendine doğru çekip atını durdurdu. tam gölün kıyısında duruyordu şimdi, neredeyse atın bacaklarına dokunacaktı su.
    bir an etrafına bakındı. bir anlığına ardına baktı. sonra yüzünü tekrar önüne çevirip kısa bir süre düşünceli düşünceli ufka doğru baktı. baktığı tarafta olması gereken kıyıyı görmek için boş bir çaba gibi görünüyordu göze bu seyir.

    ayaklarını hafifçe açtığını ve topuklarındaki mahmuzlarla atın gövdesine vurduğu görüldü bir anlığına. sonrası mı? sonrası pek beklenmedik ya da görülmedik oldu. o kapkara at, ölüme susamış ve kana kana içmek için sabırsızlıkla öne atılmış bir şekilde fırladı ileri doğru. göle doğru, gölün ortasına doğru. gölün üstünde... az önce atın etrafını kaplayan toz bulutu, şimdi su bulutuna dönüşmüştü.

    yol bitti. suyun üzerinde uçarcasına devam eden yolculuğun sonuna geldi gece kadar karanlık atın üzerindeki yolcu. kıyıya adımını atan at, ardında dipsiz bir uçurumla kalıverdi. ya da biz kalıverdiğini sandık, kalıvermesi gerektiğini düşünerek... at, boşluğa adımını attı. ve gördüğümüz tek şey bu oldu, ardında duvar kadar kalın sislerin içinde kaybolmadan önce bilinmez yolcu...

    binanın dışında, cümle kapısına ulaşan devasa büyüklükteki merdivenlere bakıyordu gözlerini dikmiş. sonra gözlerini yavaş yavaş yukarıya kaldırdı. atından indi, ve yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladı. büyük binanın kapısından içeri girdi.

    binanın mermer zemininde ilerliyordu şimdi. kapının girişinden sonra gideceği yol sağlı sollu mumlarla aydınlatılmış olmasına rağmen içerisi loştu.

    yolun sonunda, koridorun bittiği tarafta sağa keskin bir dönüşle birlikte, karşılıklı gelen ikinci koridorun da keskin bir sola dönüşle birleştiği noktada, salonun hemen önünde uzan altara doğru yöneldi. asal'ın şimdi durduğu yere. altar'ın gerisinde durdu ve konuştu:

    "beni bekliyordun"

    yüzünü dönmedi asal.

    "gidelim"

    "gidelim"

    nereye olduğunu biz bilmiyoruz. ne onların, ne de kapının ardına bilmeden adımını atan kızıl saçlı'nın. asal biliyor.
  • 78. sahnede aranan kapının öyküsü şöyledir:

    kulakları yakan tizlikte gelen çağrı yankılandı odanın içerisinde. ışık henüz dağılmıştı, henüz dökülüyordu parçaları yere mor taşın. henüz çatlamaktaydı tuhaf cisim.

    kulakları yakan tizlikteki çağrı yankılandı odanın içinde. kulakları yakan...

    açık pencereden içeri yansıyan ışık tükenmişti. aynanın üzerinden siliniyordu renkler, az sonra hiçbir şeyi yansıtmayacaktı sonsuza kadar. odanın içinde duran tek ışık kaynağı, kenarda unutulmuş, bitmek üzere olan mumdan başkası değildi.

    kulakları yakan tizlikteki çağrı yankılandı odanın içinde.

    mumun fitilinin dibindeki yağ topağına denk geldi alevler. ve kısa ve keyifli bir çıtırtı ile büyüdü alevler.

    etrafa henüz dağılmaktaydı patlayan mor taşın parçaları. henüz çatlamaktaydı tuhaf cisim. henüz silinmekteydi üzerinden aynanın, renkler.

    mumun alevleri, ölmeden önce aniden geliveren son nefes gibi güçlü bir şekilde kapladı şamdanın ucunu, ani parlamanın ardından biriken ışığı, ani bir kararla kendine çeken ayna, içtiği ışığı yöneltti çatlamakta olan tuhaf cisme. henüz bitmeyen çatırtının içinden geçen ışık, metal piramidin tepesinde duran ve şimdi her tarafa doğru dağılmakta olan mor sekiz yüzlü'nün havada uçuşan parçalarının içinden geçti.

    kulakları yakan tizlikteki çağrı yankılandı odanın içinde.

    mor sekiz yüzlü'nün parçaları içinden geçen ve bir anlığına onu dağılmaktan koruyan ışık ani bir patlamayla birlikte, rengin renksizliğe, ışığın karanlığa dönüştüğü bir kapı oluşturdu. kenarları mum alevinden, içi mor... ve aynı anda, bu odadan çok uzakta, bu müzikten, bu rüzgardan, bu düşten, bu öyküden çok uzakta, bambaşka bir yerde bir kapı açıldı, kenarları mum alevinden, içi mor. kapının önünde bir gezgin durmaktaydı, kendi icat ettiği çalgısıyla diyarları gezen...

    son kez kulakları yakan tizlikteki çağrı yankılandı odanın içinde.

    ve aynı ses bambaşka bir boyutta başka bir sese dönüştü, başka bir şekilde asıldı zamanın içine...

    "yol burada!"

    ...
  • 1. bölümün bitmek istemeyerek kendi uzatmalarını yazmaya başladığı kıssadan hisse filmdir.
    sahne 4, bölüm 1, uzatmalar da uzatmalar

    mavi - boyalı dudaklarla ne konuşsam boş. yok yere yok oluyorum.
    aleyo - saçmalama! sen bir yıldızsın.
    mavi - efendim?
  • flaşbekleriyle göz dolduran senaryoya sahip dizi gibi film.
    sahne 2, çay bahçesi sahnesi

    (mika: güneşten uzağız demiştin?
    aleyo: bizi alan yıldızın aktarmalı uçacağını bilmiyordum... üzgünüm.
    mika: peki şu karşı masadaki kız neden öyle tek başına oturuyor? onu tanıyor musun?
    aleyo: onun adı mavi. kötü yürekli bir kız, ondan öyle yalnız...
    mika: hayır, yanlış bu bilgi... hiç kimse kötü değildir ki....
    aleyo: git yanına o zaman?
    mika: peki, gidiyorum.... kimse kötü değildir; göreceksin...)

    mavi sigarasının dumanlarını uzaklarda bir yere üflerken görülür. düşüncelidir.
    atlantis mir buluşması belgesel tadında sahne alır, yürür.
  • çok mavi bir filmdir bu. o yüzden ki kızılın tüm tonlarıyla kızıl dansöz katılır kervana. maksat biraz renk olsundur, maksut budur.

    kızıl dansöz, orient expressden iner. peronda sisler bulvarından fırlamış gibi bir görüntüsü vardır. onu karşılayan mavidir:
    - hayaller gümüştür ama hatıralar saf altındandır. değil mi mavi?
    - efendim?
    - boşver. yolculuk uzundu. hadi beni onlarla tanıştır. en çok aleyo'yu merak ediyorum.
    - hımmm, peki. bize lemuria'daki yılan adamlardan öğrendiğin dansları gösterecksin değil mi?
    - ahh, lemuria... ne kadar da uzak şimdi. o ben paris'te ölmeden çok önceydi.
    - demek? demek ölmüştün?
    - tabii... hepiniz gibi. biz nereden tanışıyorduk?

    marche pour la ceremonie des turcs çalmaya başlar aniden. nedense...???...
  • aleyo nun oğlu tuyana ve minik aşkı su nun;
    yunuslar ile yüzerken; fonda mercan dede su albümünden - henüz seçilmemiş - bir trek olduğu halde;
    tüm izleyenlerin gözlerine kristal gözyaşları koyan film.
    (bkz: mercan dede)
    (bkz: su)
    (bkz: #7723647)
    (bkz: yunus tedavisi)
    http://www.yunusterapisi.com/galeri2.htm
    http://www.yunusterapisi.com/galeri3.htm
  • yeniden bedenlenen içiçe geçmiş öyküler bütünüdür.

    dış mekan: buyuk vatikan pastanesi
    müzik: charlotte sometimes

    mika, aleyo ile buluşmuştur. asal'ın geri dönmesini beklemektedirler.
    mika: aslında o buraya geleceğine biz onun yanına gitseydik.
    aleyo: asal sanal bir hapisanedeydi yalnızca. senin umduğun gibi kendi bedeninden çıkış gibi değildir orada olmak.
    mika: bence yanılıyorsun. mavinin aklına vurulmuş, vurgun yemişe dönmüşsün. çık artık bu içinde bulunduğun zihinsel çöplükten.
    aleyo: senin gibi zihnimi ikiye ayırmadım ki ben? aslında tek bir kişiye armağan ettim zihnimi ben.

    ( asal masalarında beliriverir )
    asal: dönüşüm için bu parçayı seçmeniz büyük incelik doğrusu...
    mika ve aleyo bir ağızdan: hoşgeldin.
    asal: peki o nerede?

    dumanlı edit: bu pastanede vietato fumare ibaresi bulunmaz, bulunamaz...

    ( devam edecek. 10 dakika ara )
hesabın var mı? giriş yap