• o zaman ilkokula gidiyordum. o zamanlar da gece yatmak bilmez sabah kalkmak bilmez insanıydım. ama o gece kuzenim bizde kaldığı için rahatsız etmeyeyim ışığı kapatayım hesabına erken yatmak zorunda kalmıştım. erken dediğim de 12-1 falandır en az. iki katlı bahçeli bir evimiz vardı derenin kenarında. hayvan gibi bir yağmur yağıyordu ve dereden de güldür güldür su sesleri geliyordu. bahçedeki köpeğim bosko bile korkmuş olacak bundan ki beni gördüğü an koşuşturmaya hoplayıp zıplamaya başlayan köpek yuvasından dışarı çıkmıyordu. ben de son bir kez ona bakacakken ne işin var bu saatte bu yağmurda dışarıda şeklinde ufak bir de azar yiyerek yatağıma geçmiştim. herkes uyuyordu. ben de bir yandan kafayı bosko'ya takmışım bir yandan yağmurun ve derenin ürpertici sesini dinliyorum yatağımda. bir iki saat sonra gürültüler şiddetlenmeye başladı. bir de bam bam bam diye bir sesler geliyor yukarıdan. bir süre sonra birtakım insan sesleri de gelmeye başladı bağırma şeklinde. azarı da yemişiz çıkıp bakmıyorum o yüzden gider yapıyorum. öyle gitti bir süre. sonra annem de duymuş bu sesleri ve babamı uyandırmış gidip bir baksın diye. babam yataktan adımını atar atmaz kendini suların içinde bulmuş evin içinde. ulan sel mi oluyor diye düşünüp anneme sen kal olduğun yerde diyerek kapıya yönelmiş. kapıyı açıp suyu dışarı boşaltmayı düşünüyor uyku sersemliğiyle. tam kapıyı açmaya çalışırken karşısında beni buluyor. ben en ufak bir hareket bekliyorum zaten ayağa kalkmak için. tabii ayağa kalkmak dediğimiz de suda yüzmek o gece. evdeki su benim belimin üzerinde epey. ben de elektrikler yok diyorum. babam kapıyı bir iki yoklayıp açamıyor sonra beni görünce beni kucağına alıp bir yandan anneme seslenerek kardeşimi almaya gidiyoruz odaya. onu da alıp kuzene sesleniyoruz ve bir anda salonda toplanıyoruz. kapı bir türlü açılmıyor. evin tavanına doğru güneşlik bir pencere var merdivenlere açılan. babam oraya yöneliyor hemen açmak için. açar açmaz görüyoruz ki amcamlar da oradan bize sesleniyorlarmış. o bam bam bam sesleri de bizi uyandırmak içinmiş. kapıyı açmayın diye bağırıyor amcam. babam kardeşimden başlayarak evdeki herkesi hızla o pencereden yukarı amcama uzatıyor. en son kendisi çıkıyor. hatta bir ayrıntı olarak ne olur ne olmaz diye sigortayı kapatmak için tekrar iniyor hızlıca kapatıp geri geliyor. merdivenlerden görüyoruz ki dere taşmış. bahçe duvarları yıkılmış. bahçenin çiçekli bölümü zaten hiç görünmüyor. ağaçların bile yarıdan fazlası görünmüyor. deniz gibi daha çok bir akarsu gibi bahçe. her şey bir oraya bir buraya savruluyor. bir tek bosko'nun kulübesinin olduğu yer açıkta. bosko yok. kulübede mi acaba diye atılıyorum sulara. son anda amcam yakalıyor kolumdan. herkesle birlikte beni de üst kata götürüyorlar. babamı ikna etmeye çalışıyorum bosko'ya bakalım diye annem yengem engel oluyorlar son anda. tam o esnada dereden geçen bütün bir ev görüyoruz. çatısıyla kapısı pencereleriyle komple bir ev suda yüzerek hızla geçiyor. diğer balkona geçiyoruz sokak tarafına bakmak için. bir akarsu da sokak olmuş. karşıda yeni yapılacak apartmanın yeni kazılmış temeli vardı. ki o apartman bu evimizin bir daha iflah olmamasından sonra taşınıp hala da oturduğumuz apartmandır. koskoca 10 katlı 48 daireli apartmanın temeli suyla dolmuş taşmış. parktaki bütün arabalar o çukurun içinde yüzüyor sadece bizim araba hariç. o apartmana taşınmamızın bir nedeni de odur babamın bunu görmesinden sonra. sonra herkes bir o balkon bir bu balkon geziyor olan biteni görmek ve yardım ihtiyacı olan biri olursa yardım edebilmek için. birçok kişiye de yardım ediyoruz sabaha kadar. bir yandan telefon edip merak ettiklerimize ulaşmaya çalışıyoruz ama nafile telefonlar da kesik. bir süre sonra sular o çıktığımız pencereyi de kapatıyor ve bulunduğumuz kata kadar yaklaşıyor. ben de bir tek bosko için çırpınıp duruyorum ama gitmeyeyim diye benim elimi kolumu bırakmıyorlar sabaha kadar. sonra sabaha doğru yağmur kesiliyor ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte durumun vahameti daha da ortaya çıkıyor. evimiz eski evimiz değil hatta artık bir ev değil. hiçbir eşya görünmüyor sadece çamur. kapı ahşap olduğu için sudan şişmiş ve o yüzden açılmamış ki hala açılmıyordu. eğer açılsaymış hepimiz boğulurmuşuz diyor amcamlar. diğer bahçe kapısından giriyoruz. kuşların kafesini en yukarı koymayı akıl etmiş annem gece çıkarken. hemen onu da alıp yukarı götürdüm, ikisi de yaşıyor. bahçemiz artık bir göl. hiç bilmediğim eşyalar var bahçede. ağaçların yaprakları yok. çiçekler yok. bosko yok. kulübesi olduğu gibi duruyor. tasması da içeride, zinciri sağlam. sadece bosko yok. öldü mü diye hiç düşünmüyorum çıkıyorum aramaya. sokağımız mahallemiz tanınmaz halde. hiçbir şey yerli yerinde değil, harabe gibi. okulum; ki yeşil bayrak sahibi, içinde bir koruluğu olan, her sene en güzel okul bahçesi gibi ismini tam bilmediğim bir ödülü almasıyla övünen bir okul; bahçesi bir bataklığa dönmüş. sadece koruluktaki ağaçlar ve binalar görünüyor. binaların içi su dolmuş. babam millete yardım etmek etrafa konu komşuya akrabalara bakmak için arabaya atlıyor ama arabanın egsozundan su geliyor sadece. insanlar da bir bir sokağa çıkıyor. herkes sağa sola koşuşturuyor. ağlayan sızlayanlar var sağda solda ki en kötüsü o. kendi ayakkabımı giyemediğim için amcamlardan bulduğum kendime en az bir 5 numara büyük bir terlikle olduğumdan ve her yer çamur olduğundan zorlansam da ilerliyorum sokaklar içinde. sokakları karıştırıyorum devamlı. galiba korkudan heyecandan ama her yer de tanınmaz halde. evlerin renkleri yok, sokaklarda dönemeçlerde olması gereken boşluklar yok. her yer çamur. bir de her yerde eşyalar var. ilerideki futbol sahasının tam ortasında bir ev var. eşyalar. yan yatmış ters dönmüş arabalar. bir de kalabalık. umursamıyorum. itfaiye ambulans polis arabalarının siren sesleri birbirine karışıyor. böyle televizyonlardaki gibi selden sonra evlerini temizlenmeye çalışan insanlar yok hiç etrafta. savaş filmleri gibi daha çok. siren seslerinin beni çok feci tedirgin ettiğini hatırlıyorum. o yüzden geri dönüyorum hemen eve. yani ev artık olmadığı için evin önüne. telefonlar çalışmaya başlamış herkes bir telefon trafiği içinde. kimi görsem bosko diyorum kimse ne dediğimi dinlemiyor beni gören bana sarılıyor. ondan kurtuluyorum başkasına gidiyorum bosko diyorum bu kez o sarılıyor. en son babaannem. her daim hastası olduğum makedon konuşma ağzıyla "bişicık olmaz bre oğlum, em baktım ben daa gece de yokti o tasmasi da orda kurtulmiştır gitmiştır o boulmasın dii, iç merak etme sen" diyor. sonra babam da gelip onaylıyor bunu. öyle bir inanıyorum o an öyle bir seviniyorum ki. içim rahatlıyor. sonra ben annemi teselli etmeye çalışıyorum kardeşimle ilgileniyorum falan velet halimle. eve giriyoruz en üstlerdeki raflardan giyecek temiz birşeyler bulabilir miyiz diye. ancak bir iki sağlam şey çıkıyor. kimse evi temizlemeye falan çalışmıyor çünkü temizlenecek gibi değil. sokaklarda sular çekilmiş ama dere hala şiddetle akmaya devam ediyor. hala birsürü garip cisimler geçiyor suyla birlikte. gözüm arada onlara takılıyor. helikopterler geçiyor yukarıdan. ona da takılıyorum. televizyon için herhalde ama biz izleyemiyoruz tabii. gelip gidenler oluyor bizim bahçeye. babam nüfuzlu adam çevresi geniş. kimisi evim komple gitti diyor kimisi bizde pek birşey yok diyor herkes birşey diyor. o arada annem ısrar kıyamet giyinmeye zorluyor beni. giyinir giyimez yakın arkadaşlarıma bakmaya çıkıyorum. özge burada. metin'e bakıyorum orada, derya'yı da görmüş. erdem'le serdar orda. cemal de orada. bir de kız vardı. hiçbir muhabbetim yok hiçbir oyun oynamışlığım yok. ama herkes biliyor. ben de biliyormuşum kesin. öyle diyorlar. bizden küçüktü herhalde bir iki yaş. ölmüş. kardeşi de ölmüş. oymuş top sahasındaki kalabalığın sebebi. oraya sürüklenmiş kardeşi. koskoca 3 sokak var arada. babaları bir panikle dışarı çıkmış evden. sonra geri girememiş. o adam da intihar etti sonra. böyle kötü birşey de anlatılır mı bilmiyorum. hiç de anlatmamıştım bugüne kadar kimseye. şimdi yazıyorum istemsiz. daha geçenlerde halam bir muhabbetini yapmıştı o kızın nedense. benim de içimde bir sıkıntıymış gibi o an üzülmüştüm çok içimden. şimdi ekşi sözlükte de başlığını görünce herhalde. o günden beri. konuşmamak lazım belki. çok üzücü şeyler hep. biz bir iki gün amcamlarda, sonra almanya'daki halamın boş evinde kalmıştık bir iki ay da. ev ancak tamir edilmiş temizlenmiş boyanmış yeni eşyalar yerleştirilmişti o sürede. yaşanacak hale gelince tekrar dönmüştük. ama sonra her yağmur yağdığında annem pencerede bekler olunca taşınmaya karar verildi. o dediğim apartmana taşındık sonra. 4. kat ama otopark ve işyerleriyle beraber 6. kat sayılır diye ikna etmişti babam annemi yine ilk yağmurlu günlerde. sonra öyle bahçeli bir evimiz olmadı. bir daha bir köpeğim de olmadı. insanların kocaman acılarının yanında böyle şeylere üzülmüyorum da. küçüktüm de o zamanlar. bosko'ya ne oldu hala bilmiyorum.
  • 95 yılının kasım ayında meydana gelmiş olan ve izmir'in merkezinde toplam 61 insanın ölümüne sebep olan korkunç bir felaketti. felaketin merkezi karşıyakaydı. yamanlar dağından gelen ahırkuyu deresinin taşmasıyla yamanlar-örnekköy-demirköprü-bostanlı hattında bütün evlerin birinci katları tavana kadar su dolmuş ve onlarca insan boğulmuştu. geceyarısı başlayıp 4 saat sürmüş ve metrekareye 100 kilogram yağmur düşmüştür. eskiden dağdan inen tam yedi dere yatağı vardı. bunlardan biri girne caddesiydi. sonra bu yataklar kapatıldı ve üstüne evler yapıldı. tabii suyun ve tabiatın hafızası insandan güçlü olduğu için böylesi bir felakette su hemen yolunu hatırladı ve denize ulaşmak için saldırmaya başladı.
    sontasında haftalarca ve aylarca insanlar ölüm acısından başka bir de çamurla, ekonomik zorluklarla mücadele etmişlerdi. biz ikinci katta oturduğumuz için kurtulmuştuk ama buna sevinememiştik. güneş doğup manzarayı gördüğümüzde. sabaha doğru komşu evlerden ağıtlar yükseliyordu sonra. en acısı kimi bakkalların o zaman parasıyla bir mumu ve ekmeği 250 bin liraya satmak istemesiydi. bu yerler yine de yağmalanmadı hayret ama çoğuna sonra mühür vuruldu.
    bizim sokağın başından atlar, inekler, rakı kolileri, arabalar üçer beşer geçiyordu. ama en korkuncu yeni doğmuş bir bebekti; kundak içinde.
    sonra tabii yavaş yavaş düzeldi, temizlendi mahalleler. işte şimdi unutuldu.
  • bilmem hatırlar mısınız?

    o gece atv'de siyaset meydanı vardı ve konuk da metin akpınar idi. kendisinin çok hoş sohbet olması ve siyasi tartışma programlarına toplumun ilgisi, o dönem şimdikinden daha fazla olduğundan siyaset meydanı da sabahın ilk ışıklarına kadar sürerdi.

    işte bu program sayesinde birçok insan sele uykusunda yakalanmaktan kurtulmuştur.
  • 4. kattaki evimizi sabah kalktığımızda su dolu olarak görünce şok olduğumuz durum. yeni gömülen cenazelerin de selin etkisiyle semtlerin içine kadar yüzmesiyle iyice korkunçlaşan durum. evindeki suyu boşaltmaya çalışırken eline gelen hedeyi kaldırıp, bebek cesedi olduğunu gören tanıdığımızın yıllarca psikolojik tedavi görmesine sebep olan olay. kurutulan bir bataklık olan bostanlı'yı yeniden bataklığa çeviren sel.
  • geliyorum diye bangir bangir bagiran felaket.aksamustu baslayan yagmura okuldan donerken yakalanmistik,"turk filmlerindeki gibi kovadan dokuyorlar" diye dalga gecmistik hatta.ancak selin korkunclugunu o gece anladim.
    gece 3-4 gibi artik iyice abartan yagmur yuzunden uyanmistik,arka bahceye bakiyordum,o sirada komsu evin bahcesinden iceri dalga dalga suyun girdigini gordum.poligon deresinin sulari 30 saniye icinde bahceye parketmis bir bmw'yi kaldirip bizim duvara vurdu ve duvari yikti.sonra bizim bodrumuu da sel basti.kazan dairesine giren su ici bos kalorifer kazanini yuzdurdu,kazan zemin kattaki dukkanin altini yikarak cadde seviyesine cikti.ben de oturdum agzim acik izledim.
    boyle de bir anim vardi,bir daha yasamamak en buyuk dilegimdir.
  • nedense aklimda 3 kasim olarak kalmis sel felaketidir.

    cuma aksami cok siddetli sekilde yagmur yagiyodu. baba evi diye bi dizi vardi atv'de onu izledik, sonra huysuz virjin acti bizimkiler. ben uyumusum. yagmurda hep huzurlu olurum zaten, onun huzuruyla uyumusum.

    gece bizim evin icindeki gürültülere uyandim. annem ve babam felaket endiseli bicimde pencereden bakiyorlardi. babam yanina cagirdi cok net hatirliyorum neler söyledigini: "gel kizim, gel bak. güzel izmir'in geldigi hale bak." manzara su: evimiz girne caddesi üstünde. bilenler bilir ki ilk entry'de aciklanmis sanirim. girne caddesi eskiden dereymis. zaten komple karsiyaka'nin doldurma oldugunu söyler anneannem ile dedm sürekli.annemler dayimlar falan girne üzerindeki mandalin bahcelerinde büyümüsler. her neyse yamanlardan inen sel, eski dere yatagini bulmus; arabalar, minibüsler sürükleniyor. sadece onlar degil üstlerinde insanlar var, ciglik cigliga herkes. apartmandan cikis yok cünkü suyun yüksekligi neredeyse 1 metre. daha aksamüstü cadde olan yerde su anda buzdolaplari, cöp tenekeleri ve arabalar sürükleniyor. insanlarin cigligi,off... büyük panik halindeyiz hepimiz.

    sonra sabah oldu, sular camura dönüstü. arabalar falan camurun icinde. yeni mahallenin oradan nergis'e oradan da demirköprününn o civara gectik babamla. neden? cünkü benim sinif arkadasim kerpic bir evde yasiyordu ailesiyle. evin bi duvarlari bi catisi vardi. babam yardim ederiz belki düsüncesiyle cikti evden. bi gittik ki... evin yarisi camurla dolmus zaten kimse yok. etrafa soruyoruz, neredeler, diye; ulan kimsenin haberi yok! bir daha arkadasimi görmedim. adi gülcin'di. gelmedi bi daha da okula.
    bir de o gün ile ilgili aklimda su var. ilkokul ögretmenim emekli olmak üzereydi (ki ben o yil 4. siniftaydim o seneyi bitirmeden emekli oldu, gitti). bize oturmaya gelecekti. o gelsin de bi de ona soralim gülcin'i diye merak icindeyim. o da bilmiyormus tabii.

    selin nedeninin demirköprü'nün orada tren yollarinin altinda köprü/gecitler vardir; bunlarin pislik nedeniyle tikanmasi bu nedeniyle sel sularinin birikmesi oldugu söylendi. daha sonradan gecitler büyütüldü falan filan. tabii ölen öldügü ile kaldi.

    bir de arabalarin fiyatlari düstü diye hatirliyorum. o camur milli camur muymus neymis, motorlara girmis. bir cok kisi arabasini satti veya hurdaya cikardi.bizim cöp tenekesi denizin orada (yunuslarin orasi) bulundu. körfez bulanik camur olmustu zaten.

    elektrik kesintisi nedeniyle akvaryumdaki baliklarimin cogu ölmüstü. bi boruyla icine hava üfleyip durmustuk babamla, oksijen vericez güya. sonra da aldik kalanlarin hepsini geri verdik. bir daha böyle bir sey yasanmasi durumunda hayvanlarin teker teker öldügünü görmemek icin.

    hafizamda nasil yer ettiyse sunu yazarken resmen o günü yasadim. nasil güclü kodlandiysa. zaten tramva da olusturmus belli. ne zaman siddetli yagmur yagsa, annem ve babamla bu seli hatirliyoruz.

    annem hala bicak koyuyor kapilarin kenarina cok yagmur yaginca.
  • üzerime yıldırım düştüğü felaket. daha doğrusu bir gün öncesi sel uyarısı yapılmasıyla okullar tatil edilmişti. 1. sınıfa gidiyordum ve okulun yanı dereydi. eve doğru yürürken kullanmak zorunda olduğum yolun sol yanında evler sağ yanında geniş tarla vardı. hatırladığım kısmı şu şekil; elimde şemsiye, önümde başka bir öğrenci evine gidiyor, karşıdan bir adam bize doğru yürüyor. sonra ne olduysa aynı anda olmak suretiyle çok şiddetli bir ses, kör edici bir aydınlık ve gözlerimin kararması. parça parça hatırladığım tarlanın kenarında çamurda yatışımi adamın bana doğru koşuşu, kıza evine koş diye bağırışı, beni kucaklaması... yine hayal meyal hatırladığım şemsiyem orada kaldığı için babamın kızacağı düşüncesi... yüz metre ilerledikten sonra parkın içinde adam birisine çocuğu tanıyor musunuz diye sordu ve annem de düşen yıldırım üzerine korkarım diye beni almaya okula koşuyormuş ve parkta beni görünce ne hissetti bilmiyorum bile. ben saatler sonra uyandım, bu arada doktora falan götürmüşler arabayla, üzerime ptt binasının paratonerinden seken yıldırım düşmüş. hala her sağanakta açık alandan, ağaç altından, paratoner yakınlarndan korkarım ve şemsiyeden nefret ederim.
  • narlıdere'de ana caddede dağdan aşağıya inmiş yatak,yorgan ve yan yatmış kamyonlar görmemize sebep olmuş, bir daha hiç yaşanılmaması istenen afet. bu olayı trt helikopter ile çekmişti. o görüntüleri bulamadım. bulan olursa mesaj yoluyla haber verirse sevinirim.
  • selin ertesinde bölgeye gelip 'incelemelerde bulunan' dönemin cumhurbaşkanı süleyman demirel, yanlış anımsamıyorsam "devletimiz dimdik ayaktadır" demişti.
  • üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş felaket.

    hepsini anlıyorum da o gece lise 2'ye giden şahsımın mışıl mışıl, danalar gibi, mandalar gibi hiç birşey duymadan uyumasını anlayamıyorum. sabah uyandım hava günlük güneşlik.

    bazı girilerde ertesi gün gençliğin kordon'a gittiğinden, kordon'un gayet kalabalık olduğundan dem vurulmuş ki sonuna kadar doğru. o gün ben de kordon'daydım. ama bir sor neden diye.1995 senesinden bahsediyoruz. misal van depremini saniyesinde haberaldık. 1995 senesinde internet yok. o günün haberini bir ertesi gün verecek olan gazeteler, ve kesik kesik yayın yapan yerel kanallar var. bir de fısıltı gazetesi tabii. yani esas felaketin yaşandığı karşıyaka'da bir yakınınız yoksa en fazla dedikodu şeklinde haber alıyorsunuz.

    netice-i kelam pazartesi günü okula gittiğimizde bostanlı'da oturan arkadaşlarımızın anlattıklarından anlamıştık olayın vehametini.nitekim felaket cuma gecesi olmuş ama o sabah okula gelen arkadaşlar sal yardımıyla ana caddeye varabildiklerini anlatıyorlardı ki demek 2 gün sonra sular hala tam manasıyla çekilmemişti.ve bunu anlatan arkadaşlar bostanlı'nın iyi yerlerinde oturan arkadaşlardı. kondu semtlerini düşünmek bile istemem.

    umarım bu 20 yılda azıcık altyapı kazanmışızdır.
hesabın var mı? giriş yap