• adana'dan havalanan moldova uyruklu uçak,bağdat havaalanın'da hava muhalefeti nedeniyle 2. kez iniş denemesi yaparken oluşmuş kazadır.
  • malesef 30 kişinin öldüğü kazadır.
    http://www.milliyet.com.tr/…/01/09/son/sontur35.asp
  • 32 kişinin hayatını kaybettiği söylenen uçak kazasıdır. kötü hava koşulları nedeniyle bağdat'ta rus yapımı antonov tipi uçağın düşmesi sonucu kulak inşaat firmasının sahiplerinden ismail kulak'ın da hayatını kaybettiği söyleniyor.
  • bu uçak kazasında 6 ay önce ırak'a çalışmaya giden çocukluk arkadaşım özcan özkan da hayatını kaybetti... daha 27 yaşındaydı... 2 yıl önce evlenmiş 1 erkek çocuk babası olmuştu... eşine ve çocuğuna daha iyi bir hayat sunma isteği/çabası hayatına mal oldu... ailesine bu sabah teslim ettiler onu... eşinin ve annesinin çığlıkları hala kulaklarımda... "oğlumuzu beraber büyütecektik hani özcan!!! inanmıyorumm!!! inanamıyorum!!! ben yaşayamam sensiz... nasıl yaşarım ki... bebeğimm!!! yavrummmm!!! gitme dedim... gitmeeee.... dünyamdın senn... dünyam başıma yıkıldı özcaannn!!!"

    özcan bayram tatili için gelmişti... kazanın olduğu 9 ocak 2006 tarihinden 2 gün önce dönecekti aslında ırak'a... "gelmişken oğlumla doyasıya zaman geçireyim" demiş ve 2 gün geç gitmeye karar vermiş... nerden bilebilirdi ki... oysa paylaşılacak ne çok şey vardı daha... nerden bilebilirdik ki...

    ırak'a döneceğinden önceki gün eşi gördüğü rüyayı anlatınca "amann sibel, üstün açık yattın herhalde, unut gitsin... çok şükür hep iyiyiz birtanem... neye yorarsan odur işte rüya dediğin..." demiş özcan...

    "geceymiş... özcan ve sibel'in bebeği ağlamış... ikisi de uyanmış... sibel mutfağa gitmiş bebişe süt ısıtmak için... oğlunu avutmak için kucağına almış özcan... sibel mutfaktayken evin diğer ışıkları yanıyormuş ama mutfak lambası sönmüş ve ortalık kapkara-nlık olmuş... korkmuş sibel... bağırıyormuş (bağrı yanıyormuş) ama duyan yokmuş çığlığını... uyanmış... önce eşine anlatmış gördüğü rüyayı... sonra da kayınvalidesine... kayınvalidesi 'hayır olsun insallah... anlatma kızım kimseye... git aç çeşmeyi, aksın... unut sonra da... ' demiş..." .....

    sibel bu sabah "sönen o ışık.... o ışık!!! özcan mıymış demek anne!!!??? söndü ışığım, kapkaranlık her yer artık anne... suyu da açmıştım..." diye sayıklıyordu...

    her gün birileri -daha da feci bir biçimde belki de- canverip duruyor dünyada... yanıbaşındaki birinin ölümüneyse inanmıyor/inanamıyor/ yakıştıramıyor insan (kanlı canlı görmüş olduğuna) ölümü... akılda yer eden de asla o cansız beden olmuyor... onu en son gördüğünüzdeki hali... en son söyledikleri... en son gülümsediği... tüm sevenlerinin aklında bambaşka bir yansıması kalıyor gidenin... ama asla o cansız beden değil...

    onu son gördüğümde ağız dolusu gülerek oğlu ile oynuyordu... "keemall... babacımmm, oğlumm... (sağ elinin işaret parmağı havada oğluna 'seni gidi seni' yapmayı öğretiyordu) hadi bebeğim seni gidi seni seniii..."...............

    toprağı bol olsun... kendisine allah'tan rahmet, sevenlerine de sabır ve başsağlığı diliyorum...

    bu uçak kazasında hayatını kaybeden diğer merhumların da toprağı bol olsun... ailelerine allah sabır versin, başları sağ olsun...

    (bkz: arkadasin olmesi)
  • olay kesinleştikten sonra ofise dönmüştüm. yanımda birkaç çalışma arkadaşım da vardı. kimisi ağlıyor, kimisi duvarı tekmeliyor, kimiyse susuyordu. bense sanırım gelen yolcu listesinin olduğu excel dosyasını açıp okumaya başlamıştım. her uçak seferinden birkaç gün önce gelen bir listeydi bu. listede aşağılara indikçe olayın vahametini daha bir anlıyordum. her bir isim boğazımı daha da düğümlüyordu. kimi isimleri sesli okuyordum. aynı listeyi şimdi yine açtım önüme. kimi isimleri yine sesli okuyorum:

    rüstem tarhan. demirciydi. türkiye’ye bir iş kazası sebebiyle raporlu olarak dönmüştü. ayağına çelik kalıp düşmüştü. neyse ki çelik burunlu ayakkabısı vardı da ayağında bir kesikle atlatmıştı kazayı. olayın ardından kaldırıldığı revirde yanına gittiğimde o acısına rağmen yüzündeki daimi tebessümü kaybetmediğini görmüştüm. türkiye’ye gidecek ilk uçak zaten ertesi gündü. hemen türkiye’ye göndermiştik. aradan bir aydan fazla bir zaman geçmişti. adana’daki personel müdürümüzden tedavi süresinin dolmuş olacağını düşündüğüm için geri dönmesini istemiştim. yalnız gelmemişti. tedavisinin sürdüğünü söylemiş. ben de bir sonraki uçakla kesin olarak gelmesini istemiştim. bir sonraki uçakla geliyordu rüstem usta... olaydan birkaç gün sonra amerikalı bir arkadaşımız kaybettiğimiz çalışanların daha önce çektiği resimleri fotoğrafçıda bastırmış, bir baş sağlığı kartıyla beraber bana getirmişti. rüstem usta da vardı o fotoğrafların içinde. bir küreği eline almış bağlama gibi çalarken. turuncu tulumuyla.

    ahmet gezer. kamp amirimizdi. eski astsubay. kampımızdaki birçok eksikliği gidermiş, binlerce çalışanımızın dert babası olmuştu kısa sürede. elinden düşürmediği ajandasına yazdığı yapılacaklar listesini gerçekten yapıyor, kampla ve personelle ilgili birçok sorunu bize gelmeden çözüyordu. o zamana kadar bizimle çalışmış en iyi kamp amirimizdi. gazetelerde çıkan “ismail kulak’ın ısrarıyla son kez irak’a gidiyordu” haberleri maalesef doğruydu. giderken gelmemek üzere gitmişti. uçaktan iki gün önce ismail kulak onun da geliyor olmasını bana müjde olarak duyurmuştu. hakikaten müjdeydi de.

    mehmet gültekin. silindir operatörüydü. 2003 senesinde uçağın düştüğü üste çalışırken tanışmıştık ilk. yeni aldığımız bir iş için gelen çok sayıda operatörden biriydi. o işi aldıktan sonra personel müdürümüzden istediğim ilk operatördü. bu uçakla mutlaka gelmesini istemiştim. 2006 senesinde emekli olup bizden ayrılırken yanıma gelmiş, ben ne zaman çağırırsam geleceğini söylemişti. ama bir süre dinlenmek istiyordu. osmaniye’liydi. her izin dönüşünde bana bir poşedin içinde yerfıstığı getirirdi. mutfakta sorun yaşadığımız bir dönemde büyük bir vefa örneği gösterip mutfakta patates, soğan soymuştu. kendine has bir konuşması vardı. bu konuşması yüzünden yüzüne karşı gülemesek de onu taklit ederek aramızda gülerdik. ama asla onunla eğlenmezdik. çünkü çok severdik onu. sürekli kullandığı silindiri olaydan sonra her gördüğümde aklıma geliyordu mehmet usta. eminim bana yine fıstık getiriyordu.

    halil kılıç. şantiyemizin en renkli isimlerindendi. dozer operatörüydü. 9 dil bildiğini iddia ederdi. kimi zaman fevri hareketleri olsa da nihayetinde çalışkan, vefalı bir çalışanımızdı. mehmet gültekin’in en yakın arkadaşıydı. yaklaşık bir sene önce iş bitiminden dolayı türkiye’ye gitmişti. uçakla onun da gelecek olduğunu öğrendiğimde gerçekten sevinmiştim. çünkü şantiyeye renk gelecekti.

    abdülkadir akyüz de uçaktaydı. ismini listeden okuduğumda yaralı olarak kurtulan kişinin o olduğunu bilmiyordum. hiç kimse de bilmiyordu zaten. vinç operatörlüğü, su tankeri şoförlüğü, vidanjör şoförlüğü gibi çeşitli işlerde çalışmıştı. olayla ilgili hatırladığı tek şey maalesef pilot kabininden uçağın içine doğru büyük bir patlamayla gelen ateş. umarım bir gün tekrar yürüyebilir.

    nail karaca. hemşehrimdi. alaylı bir topoğraf, okullu bir maden mühendisiydi. yaşadığımız küçük şehirde ise uzun sarı saçlarıyla enteresan bir çiftçiydi. irak’a gelmesi için ikna etmek oldukça zor olmuştu. ismail kulak öyle diyordu. ama bu uçakla kesin gelecekti.

    mehmet dilki vardı. greyder operatörüydü. o da halil kılıç gibi iş bitiminden türkiye’ye dönmüş, yeni iş dolayısıyla geri geliyordu. greyderi ayakta kullanırdı. arkadaşları ona çavuş derdi. hatta kimi zaman adı aklıma gelmediğinde benim de onu çavuş diye çağırdığımı hatırlarım. nasıl çaldığını bilmiyorum ama bir bağlaması vardı. akşamları çalarmış. operatör grubunda söz sahibi kişilerdendi.

    tahsin aykırı vardı. ben istediğim için gelen kişilerden biri daha. hem de son anda. pasaportunda sorun vardı son güne kadar. sorunu o gün mutlaka halledip bu uçakla gelmesini istemiştim. greyder operatörüydü. barış manço gibi bıyıkları vardı. hakikaten iyi bir operatördü.

    serkan geyik. makine mühendisi. beraber çalışmasak da mailleşmelerimizden, gönderdiği çalışmalarından dolayı ona saygı duyuyordum. titiz bir mühendisti. şantiyeci olup da inşaat işlerinden haberi olmayan makine mühendislerinden olmadığı barizdi. ne mutlu ona ki karısının üzerine kapaklanmış şekilde ölmüş. belki o kurtulur, o yanmaz diye.

    bülent bey vardı. bülent durucan. elektrik mühendisiydi. birkaç ay birlikte çalışmıştık. normalin üstünde bir kilosu vardı. bir keresinde pizza hut’tan aldığı büyük boy pizza ve sarımsaklı ekmeğin yanında diet kola istemişti de uzunca bir süre bunu konuşup gülmüştük. tecrübeli, işinin ehli bir mühendisti.

    hüseyin şahin vardı. makine mühendisi. 2004 yılında tanışmıştık. çok çalışkan, neşeli, bilgili bir abimizdi. alüminyum folyoda yumurta yapmayı ondan görmüştüm ilk kez. sürekli arıza veren beton santralimizin kurtarıcısydı. başında olacağı iş henüz başlamamıştı ama ismail bey beni arayıp "hüseyin bey de bu uçakla gelsin mi?" diye sorduğunda hiç düşünmeden "gelsin" demiştim. listede adı olmayan hüseyin bey’in adı son gün ben istedim diye eklenmişti.

    bir de ismail kulak vardı. ismail kulak’tı o. ağabeyim.

    hiçbir zaman kendimi suçlamadım. ne kadar ben istedim diye o uçağa binen kişiler olsa da az da olsa engellediğim kişiler vardı. bu yüzden kendimi suçlayamazdım. buna üzülmüyordum. ama üzüldüğüm o kadar çok şey vardı ki. çıkan yalan yanlış haberler, bilgisizce suçlamalar ve bunun bir kaza olmadığına dair deliller. evet, bu bir kaza değildi...
hesabın var mı? giriş yap