• o yıllarda nâzım hikmet'i yayınlanmış, çok etkin kitaplarından tanıdım.
    garnizonda, asker çantamda nâzım hikmet'in şiir kitaplarıyla gazetelerden kesilmiş birtakım kupürler taşır, bunları talim aralarında ya da hafta tatillerinde niğde şehrindeki içkili yerlerde falan okur, bana karşı çıkanlarla tartışırdım. tartıştıklarım arasında siyasi kısımın sivil memurları da bulunurmuş. her ne hâl ise, tam kıvamında tevkif ve askeri mahkemeye verildim bu babası politikacı olan bir genç adamın, babası gibi politik bir
    meseleden dolayı tutuklanması gururumu okşamış, kendimi “devletin uğraştığı önemli bir adam" gibi görmeye başlamıştım.
    hazır o sıralarda nâzım hikmet de tutuklanmıştı. demek ki ben de, onun kadar değilse bile, ona yakın bir siyasiydim!
    kayseri 6. kolordu asker mahkemesi'nde beş yıl ağır hapse mahkum edilerek sivil cezaevine yollandım. mahkumlar beni, düşüncelerime uygun şekilde, bir kahraman gibi karşıladılar.
    elim kalem tutuyordu. fakir fukaraya dilekçeler, hatta temyiz yazıları yazıyor, karşılığında on para bile almıyordum. bunun için seviyorlardı beni.
    bir yıl sonra, ya da bir buçuk yıl sonra, bursa cezaevi'nde
    nâzım hikmet'le karşılaştım. müthiş bir heyecan içindeydim. defterler dolusu şiirlerimi ona gösterdim. beğenmedi. haklıydı da. bu şiirlerin hemen hepsi, şu ya da bu şairin etkisi altında yazılmış şeylerdi. ilk doğru dürüst edebiyat ve sanat kültürünü nâzım'dan alıyordum. bütün şiirlerim gözümden düşmüştü. onları yırtıyor, hatta yakıyordum. nâzım, buna hakkım olmadığını söylüyordu. gün gelip de sanattaki kişiliğimi bulduğum
    zaman işime yararlarmış. bu kez de nâzım hikmeti tıpatıp taklide başlamıştım. kızıyor, bundan kurtulmamı istiyordu ama, ben bir şiir hastasıydım, mutlaka mutlaka yazmalıydım. yazıyordum da, yazıyordum da ama, hık demiş nâzım hikmetin burnundan düşmüşçesine!

    bir gün, çok eskiden kaleme alıp bir kıyıda unuttuğum bir
    romanımı bulur. okur, yer yer çok beğenir. koşa ko?a geldi, bunları benim mi yazdığımı sordu. korka korka "evet" dedim. dehşetli bir sevinçle, "aman kardeşim, bırak şiiri. sen nesir adamısın. hikâye yaz, roman yaz!" dedi.

    ne hikâyeden haberim vardı, hele ne de gözü yaşlı, sulu romandan. bana fransız, italyan, rus hikâye ve romancılarının kitaplarını buldurdu. bunlar piyasada, kitapçılarda satılan şeylerdi. okudum. gerçekten de ben nesir adamıydım. bu suretle realist yolu kendime seçtim. hikâyeler yazıyordum artık. hem de büyük bir coşkunlukla. nâzım hikmet bütün yazdıklarımı sabırla
    dinler, eleştirilerini yapardı. çok değil, birkaç ay içinde "dehşetli gelişme gösterdiğimi" söylerdi. öyle zaman geldi ki, artık nâzım hikmet'e de pek lüzum kalmadı. çünkü bol ve zengin yaşantım vardı. edebiyatımıza hiç girmemiş "fabrika"yı gayet iyi biliyordum. işçi hayatı yabancım değildi. konularımı buralardan alınca ve aldığım konuları da kendime has bir biçimde işleyip yayınlayınca, daha ben hapisteyken hikâyelerim üne kavuştu.
    o zamanların ünlü türk hikâyecileri, daha çok da sabahattin ali , nâzım hikmet'e mektuplar yazarak, bu yeni hikâyecinin kim olduğunu heyecanla sordu.
    bu suretle türk edebiyatının "hikâye" katına yükselmiş,
    kendimi takma adım olan orhan kemal olarak tanıtmıştım.

    ***
    notların, anıların sözgelimi nâzım'ın yukarıda yırtma dediği şeylerin bir araya getirildiği bir orhan kemal kitabı...

    ***
  • kurbağalıdere'de "kurbağa"dan eser yok!.. istanbullular, burasını "dere" sanır, her gece kurbağalar bağırır sanır. oysa kurbağalıdere, haliç gibi, denizin bir girintisidir. tıpkı "fiyort" gibi.
    köylüler bilir, burası eskiden tuzluymuş, deniz ta gazhane'ye kadar gelirmiş. şimdi civardaki bütün mahallelerin kanalizasyonu, lağımları bu dereye akıyor. derede tuz yok, ama kokusu her gün biraz daha artıyor.
    dünyanın başka bir tarafında bu kadar tezatlı bir manzarayı asla bulamazsınız: yemyeşil çimenler, çayırlar, asırlık çınar, ıhlamur ağaçları arasında kıvrıla kıvrıla uzanan kenarları köşkler, yalılar, modern villalarla çevrili tabiatin nefis bir minyatürü gibi uyuyan, dünyanın en güzel deresi, dünyanın en tiksindirici, pis burun kıran kokularını gece gündüz durmadan etrafa saçıyor!..

    hani açıkta kanalizasyon akması yasaktı? sayın belediye başkanı buraya bir gelse görür ki biz cinayet işliyoruz. insan kurbağalıdere'ye "lağım" derken utanır, üzülür, ağlayacağı gelir.
    kurbağalıdere, esir pazarında satılmak üzere bir ahıra (pis bir ahıra) kapatılmış, dünya güzeli bir kraliçeye benzer!..

    şaban atmaca, bu "kraliçeye" gönül vermiş bir âşıktır,
    tam 40 yıldır üzerinde kürek çeker, adam taşır, rakı içer, evine bile gitmez. kayığını kıyıya bağlayıp içinde uyur. bir de kıyıda ufak kulübesi var. yüzü güneşten yanmış, saçları beyazlanmış... elleri nasırlıdır. üç kayığı vardır burada... beni dolaşırken gördü:

    "kurbağalı'yı bana sorun beyim, bana!" dedi.

    (bkz: orhan kemal)
hesabın var mı? giriş yap