*

  • (bkz: cay saati)*
  • ilk kan'ın içinden bir ahmet güntan şiiridir. kaplanlı filan.
  • ilk kandan kanımca ahmet güntanın diğer şairler ve şiir görüşleriyle ilgili olan güzel bir şiiri:

    kimileri gemiden inip kıyıda dolaştı
    gemide yalnız çocuklar kaldı
    -çocuklardan hiç söz etmeyeceğim-

    biz ormanın içine girdik
    -ormana girer gibi yapanlardan da söz etmeyeceğim-
    ormanda bir kaplan gördük
    bir ses duyduk, biri bizi terk etmişti
    bizi terk eden sesini ormanda bırakmıştı
    sesin geldiği tarafta, ağaçların arasından bir deniz
    daha gördük
    gördüğümüz denizin bir ucu dalgalanmıştı
    içimizden biri sevgilisini öldürdü
    sevgilisini öldürenin denize bakan gözlerinden
    biri dalgalandı
    tıpkı o denizin ucu gibi dalgalandı
    şöyle bağırmıştı sevgilisini öldürmeden:
    “neden ta içimde değilsin
    neden karnım seni alacak kadar geniş değil
    neden seni ben doğurmadım”
    bizi terk etti sevgilisini öldüren
    sesi kaldı şöyle seslenirken:
    “neden hep böyle içimdesin
    neden karnım bu kadar geniş
    neden seni ben doğurdum”
    ona cevap vermek üzereydi ki diğer ses, biz ormanı
    terkettik
    ormanın güzelliğini anlatan en güzel cümlenin
    “orman güzeldi” cümlesi olduğunu düşünerek,
    biz ormanı terk ettik

    kumsalda, gemiden inince bıraktığımı ayak izleri vardı
    hiçbir ayak izi ormana girmiyordu
    belki biz ormandan gelmiyoruz diye düşündük
    “belki ormandan gelmiyoruz” der demez denizin bir ucu
    dalgalandı
    ormandan bir kaplan sesi duyuldu
    kaplanın ormandan hiçbir şey anlamadığını anlatan en
    güzel cümle “kaplan ormandan hiçbir şey anlamadı”
    cümlesiydi
    ormandan bir kaplan sesi duyunca hemen karşı kıyıya
    baktık
    böylece kaplanı arkamıza aldık
    “böylece ormana sırt çevirmiş olmadık” dedi birisi
    “böylece sırt çevirmiş olmadık diyen sevgilisini
    öldürmemişti
    -sevgilisini öldürmeyenlerden hiç söz etmeyeceğim-

    karşı kıyıda bir şehir ve bir dolunay gördük
    şehrin çıkışında camlı bir köşk vardı
    kaplanın korkusu cama ay ışığından çok önce vurmuştu
    kıyının dalgalanan ucundan yeni bir ses duyuldu
    kıyının dalgalanan ucundan duyduğumuz sesler
    birbirine karıştıkça biz birbirimizden ayrılıyorduk
    birbirimizden ayrıldıkça şehre karışıyorduk
    şehirde yalnızca arabalar, barlar ve sokak lambaları
    vardı
    -evde oturanlardan söz etmeyeceğim-
    birden bire sanki camlı köşkün ışıkları yandı
    beyaz dantel örtüler üstünde çörek ve çay
    ve işlenmiş porselen çay fincanları
    ya ay ışığında ya da gölgede kalıyordu kaplanın
    mekanları
    son bir kere bağırdı hiçbir şey anlamadığını

    dönüp kulak verdim, “benim bu konuda söyleyecek bir şeyim
    vardı ama neydi” diye kaplanın sesine
    bir barın en sonunda oturup, “bu sesin çarpıp kırılacağı
    son bir ağaç olmalı” dedim dinleyenlere
    sesin çarpıp kırılacağı bir ağaç bulundu
    -barlarda çalan telefonlardan söz etmeyeceğim-
hesabın var mı? giriş yap