üç firenk havası
-
ismet özel'in ölüme tepeden, içerden ve dahi şehirden bakan uzun, üç parçalı şiiri.. başını ben diyeyim, gerisini siz getirirsiniz gayrı;
1. capriccio alum
gülünç bir ölümle öldü deniyor max stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
ama fanya kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.
bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
taksitle alum diye bir roman yazıldı artık
önce öl/sonra öde denelmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.
doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm -
son bölüm de şöyle:
3. requiem
bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.
isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
sürevenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesiydeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.
akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını
bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
... -
(bkz: fanya kaplan)
-
şiir, frenk havası değil de firenk havası, yani toplamda üç firenk havası şeklinde yazılmalıdır.
bir de, şiirin tam metni aşağıdaki gibidir. bu şiir üzerine söylenecekler,
en azından benim cephemden henüz başlamamıştır, yeni bir cephe açılmaktadır diyebilirim.
~
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.
1. capriccio ölüm
gülünç bir ölümle öldü deniyor max stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama fanya kaplan
nasıl öldü diye sorsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.
bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
taksitle ölüm diye bir roman yazıldı artık
önce öl/sonra öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.
doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin varoşlarında ikâmete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşunî bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm.
2. ölüm cantabile
ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekâsıyla doymak isterdim
kaba solgun kâğıtlar sunardı
şehrin insanı bana
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.
ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin.
işte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için ince bir merhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
benim ölümümden yayılan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerinde
benim ölmüş olmamı
hiçbir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin.
3. requiem
bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekârların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelâların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırlardı.
toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.
isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attı sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı,
akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkelediler üzerlerinden
senin gözyaşlarını.
bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taç yapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan ölüm götürdü seni
ölüm ölüm
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
kaynak göstermek faideli bir iş olduğundan mütevellid, şiirin kaynağı ismet özel resmi sitesi:
http://www.ismetozel.org/…=news&file=article&sid=45 -
tek melodisini bile atlamadan bir muzigi dinlemek, ufak bir sahnesini bile kacirmamak icin gozunu kirpmadan bir filmi izlemek gibi bu siiri okumak. uyusan bile teninin nefes almasi gibi. yasamak gibi. hem de olumden bahsederken.
-
ölüm üzerine yazılmış kalburüstü ismet özel şiiridir.
'seken bir kurşun kadar / kurşuni bir kış denizi kadar bile / taraf tutmayan ölüm. -
ismet'in bir baska siiri.
--- spoiler ---
"şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin"
--- spoiler --- -
bir insanın bu dizeleri yazması için çıldırması gerektiğine inanıyorum. normal bir akıldan çıkabilecek bir şey değil çünkü üç frenk havası. nasıl ki of not being a jew, normal bir akıldan çıkmamıştır, bu şiire de aynı paye biçilebilir.
'ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı'
'sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki'
'sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı'
'sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni'
'açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında'
'senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar'
bunlar dize, dizeler mi? bunlar çıldırmış bir adamın çığlıkları! tıpkı tarkovski'nin nostalghia'sında domenico'nun o tiradı gibi. ve evet, tıpkı oradaki insanlar gibi dinlemiyoruz aslında ismet özel'i. kendini yaksa bile üstelik... -
ülkü tamer editörlüğünde çıkan sanat olayı dergisinin mart 1981 tarihli 3.sayısında yayınlanmıştır ilk kez.
zeyl: ölüm cantabile başlıklı bölümdeki şu mısranın ilk kelimesi, benim buraya yazdığım gibi yazılıdır şiirde.
“ ogünbugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım” -
sırada bir akşamda, yağmur damlalı pencereden şehrin ışıklarını izlerken böylesi bir şiirin akla gelmesi ne kadar sağlığa yorulur bilemiyorum ama böyle de edilmiş büyük sözler var.
"ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı
....
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı"
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap