*

  • ken loach'a ikinci kez altın palmiye kazandıran film.
    işçi sınıfının halinden anlayan yoldaş loach'un sosyalist kimliği bu filme de yansıtılıyor ve kurgu, marangoz daniel'ın kalp krizi geçirmesi, çalışamaması ve sonucunda çektiği sıkıntılar üzerine şekilleniyor.
    filmin vizyon tarihi fransa'da ekim, hollanda'da kasım olarak görünüyor. yurdum sinemalarında ise gösterime girip girmeyeceği, girecekse de ne zaman olacağı belli değildir.

    bu ülke insanın canını sıkıyor demiş miydik? h a y l i.
  • altın palmiyeyi hak etmeyen film.

    film basit olarak bürokrasinin işleyemeyişini basit bir vatandaşın gözünden anlatıyor. buraya kadar güzel ama bunu anlatan daha önce yapılmış tonla film, dizi var. bir konu daha önce çekildi diye bir daha kimse çekemeyecek mi? tabi ki hayır. her yönetmen bir de kendi kelimeleriyle, kendi tarzıyla çekmek ister ama gel gör ki film yeni hiçbir şey vermiyor. konu sıradan (bu olabilir), gidişat sıradan, vermek istediği şey sıradan, veriş şekli sıradan, konunun işleyişi ve son klişe. tüm bunların yanında acaba teknik anlamda mı bir şeyler yaptı da ödül aldı diyoruz ama o açıdan da öne çıkan bir özelliği yok.

    belki ülkemizde 100 kat daha kötüsünü yaşayarak öğrendiğimiz için beni o kadar etkilemedi ama bu konuda dünya sinamasından fransa'sından tut brezilya'sına, arjantin'inden tut amerika'sına birçok ülkenin sinemacılarının işlediği bir konu. eleştirmenlerin jüriyi topa tutması benim tek olmadığımı gösteriyor.

    kötü bir film mi? değil. ödül alacak bir film mi???

    daha önce anlatılmayan neyi anlattı? hiçbir şey. filmi izledikten sonra izleyiciye ne kattı? tartışılır ama bana hiçbir şey. senaryo mu orjinaldi? klişeydi. ters köşe, seyircinin beklemediği bir gidişat, seyirciyi derinden vuran bir görüntü mü sundu? yapmak zorunda değil ama cevap hayır. daha önce kimsenin aklına gelmeyen bir teknik mi kullandı? hayır. sinemaya bir yenilik mi kattı? hayır. kısaca sinemaya yeni hiçbir şey vermeyen bir yapım. e neden ödül aldı o zaman bu film.

    geriye tek bir cavap kalıyor o da diğer filmler berbattı. diğer filmleri izlemediğim için o konuda yorum yapamayacağım ama altın palmiyelik bir film kesinlikle değil.

    7/10

    toni erdmann'ı izledikten sonra edit: i daniel blake > toni erdmann
  • film, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden ingiltere'de bile açlık sınırında yaşayan, çocuklarına taze meyve alabilmek uğruna eskortluk yapmaktan başka çaresi kalmayan katie ve bilgisayar kullanmayı bilmeyen ama kendi deyimiyle "verilse bir günde koca bir ev inşaa edebilecek" zamanı geçmiş, çağa ayak uyduramayan, tutunamayan daniel'in kesişen hayatlarına ayna tutuyor.

    filmin temel sorgusu, kendine, çevresine yabancılaşmış, duyarsızlaşmış, bireyci, post kapitalist toplumda, çok temel, çok basit insani değerlerin dahi olmaması üzerinedir.

    film dram yüklü sahneleri ( günlerdir aç gezen katie'in yemek kuyruğunda eline aldığı konserveyi dayanamayıp yemeye başlaması ve bundan utanması karşısındaki çaresizliği ve daniel'in "bu senin suçun değil" demesi ve şefkatle teselli etmesi! ) ajitasyona bulaşmadan belli bir mesafeden sunmasının yanında, insanı bir rakamdan ibaret gören sistem eleştirisini esprilerle yapmasıyla da hikayenin sahiciliği sağlanmıştır ki bu da şüphesiz ken loach'un başarısıdır.
  • dun aksam filmekimi kapsaminda izledigim film.
    sistemin icinde ordan oraya savrulan bir marangoz ustasinin basina gelenleri sinirlenerek izledim. katie'nin dustugu durumun, insanligimda yarattigi utanctan ve kahrolustan hic bahsetmek istemiyorum.
    etkileyici bir filmdi.
  • filmekimi kapsamında izlediğim ve devleti,devlet kurumlarının umursamazlığını işleyen bir film.

    --- spoiler ---

    izlerken olay sanki türkiye'de geçiyormuş hissi geldi bana.ve de şöyle düşündüm bi an ''ingiltere'de bile böyleyse türkiye'deki işsizlik maaşı almaya çalışan insanların durumu ne durumda?''
    daniel,işsizlik maaşı için başvurduğunda ve kabul edilmediğinde,evet bilgisayardan anlamayan bir adam belki sorun bundan kaynaklıdır diye düşünüyorsunuz ama ilerleyen zamanlarda görülüyor ki,devlet kurumları oldukça yavaş ilerliyor,bir telefon görüşmesi için 1,5 saat bekliyorsunuz.bilgisayardan işlem,kayıt yapma artık kabul gördüğünden kurumlarda artık tembellik ve iletişimsizlik yayılmaya başlamış durumda.

    daniel'in rastgele yine bu kurumlardan birinde tanıştığı katie ise,eğer çocukları olmasaydı belki de bu eskortluk işine asla bulaşmayıp,iş aramaya devam ederdi.ama kızının,arkadaşlarının onunla dalga geçtiğini,ayakkabısının paramparça olduğunu anlattığı an bu işe girmeyi kabul ediyor.ki kendisi sırf çocukları yemek yesin diye ''ben tokum,bir elma yesem yeter'' diyen birisi.
    --- spoiler ---

    benim için 6/10'luk bir film.ne yazık ki altın palmiye'yi hak etmiyor.yukarıda da yazıdığı gibi,bu tür konuların daha iyi işlendiği filmler var
  • filmekiminde izlenmesi gereken bir ken loach güzellemesi. film sistem eleştirisini ve bürokrasi saçmalığını ajitasyona kaçmadan, gayet net ve başarılı bir şekilde anlatmış. karakterlerin yerine bizim insanımızı koysak sırıtmaz. o derece benzer bürokrasi ve kapitalist sistem anlayışı var her ne kadar ingiltere sosyal devlet olduğunu iddia etse de. zaten filmin bazı yerlerinde "yahu, biz de bunları yaşıyoruz" diyorsunuz.

    ancak filmde karakterlerin yalnızlığı canınızı çok sıkıyor. o noktada ingiliz anlayışını kavrayamıyorsunuz. çünkü her ne kadar büyük şehirlerde bireyci ve kapitalist anlayış yardımlaşma gibi en temel insani duyguyu unuttursa da, bizim memleketin insanında benzer bürokrasiye rağmen ingilizlerden farklı olarak hala yardımlaşma güdüsü var. en azından bunun can çekişse de daha ölmediğini biliyoruz. o nedenle filmin içinde bazı olayları yadırgayabiliyorsunuz. yine de ken loachun mesajını net iletmek adına, karakterleri özellikle yalnız bıraktığına inanıyorum. başka türlü film eksik kalırdı. kısaca fırsat bulursanız izleyin. tıpkı diğer ken loach filmleri gibi çok düşündürecek ve sorgulatacaktır.
  • dört başı mâmur bir ken loach filmi. her zamanki gibi tam!
    beklediğinizin, alacağınızı bildiğinizin ne eksiği ne fazlası. tamı!
  • türüne dram demesek?
    çünkü hepimizin hayatlarına da dram demiş oluyoruz bunu diyerek.
    hoş, belki de öyledir ama yine de böyle söyleyince hoşuma gitmedi, üzüldüm kendime.

    film dram değil. evet, kesinlikle değil. herhangi bir "medeniyeti" göğüslemiş avrupa devleti için belki dram türünde bir film olabilir gerçi, şimdi düşündüm de. ama türkiye topraklarında her akşam yatağa bugün de hayatta kaldım diyen bizler için, hayatlarımızın bir bölümü. dram yerine belgesel demeyi tercih ederdim bu filme. bu yüzden film aslında bir yanıyla hiç etkileyici değil ama bu etkileyici olmama haliyle çok etkileyici. anlatamadım.

    neresinden başlasam bilemediğim için çok karışık, aklıma geldiği şekliyle yazayım. bi' kez script inanılmaz başarılı. yani fark ediyorsun katastrofik bir durum var ortada ama yine de komik olmaya çalışmak için konmadığı her halinden belli esprilere gülüyorsun misal. bence türünde dram yazan filmin yüzde yetmişinde gülmek, nasıl desem, ilginç.

    --- spoiler ---

    telefonda bekleme sahnesi. bu, bizim için bir film konusu olamaz. çünkü bu bizim izleyip güleceğimiz, izleyip şaşıracağımız, izleyip üzüleceğimiz bir şey değil. bu, bizim hayatımızın bir kesiti. ama işte çok güçlüydü. kesinlikle çok güçlüydü. ya da ben etkilendim. çünkü telefonu hoparlöre alıp bekleme müziği eşliğinde ne bulaşıklar yıkayıp ne çamaşırlar astım… astık ya da ya.. hepimiz yapmadık mı bunu? çünkü burası, bürokrasi beşiği.

    inisiyatif almaktan bihaber bant kaydı gibi konuşan memurlar, kendini çalıştığı kurumun sahibi olduğuna inandırmış güvenlikçiler, işlerine hiçbir zaman duyguyu karıştırmamayı, birilerinin kurallar yüzünden mağdur olmasını sorun etmeyen robottan farksız çalışanlar… bunların hepsi bizim hayatımız. bunların hepsi her gün bizim yaşadıklarımız. işte bu film bu yüzden bizim için çok da etkileyici değil.

    sonlandırmadan, günlerce aklımdan çıkmayan, hala aklıma geldikçe gözlerimi dolduran, konserveden yemek avuçlama sahnesini de yazayım buraya da unutmayayım. unutmayayım çünkü bu sahne, herkesi ağlatma gücü olan ama kimseyi ağlatmak için yapılmadığı her halinden belli, izlediğim en sade ama etkileyici sahne. benim için kreşendo burası. bu sahneden sonra gelen çaresizlikler, karaktere hiçbir şekilde acıma duygusu beslemeden üzülmek… bunların hepsi sadeliğiyle vurucu. işte bu yüzden bizim için çok etkileyici bu film.
    --- spoiler ---

    sistem eleştirisi, bürokrasi eleştirisi, o eleştirisi bu eleştirisi… çok fazla izledik. ama bu film, sonuna kadar x eleştirisi olduğunu hep arkasında gizliyor. bunu herkes başaramıyor işte. bağırmadan sessizce kimse bu kadar vurucu konuşamıyor, kimse derdini “bak ben dert anlatıyorum” demeden anlatamıyor. ama işte yapan da böyle yapıyor. biz dert dinlemiyoruz, sadece bir kişinin hayatının bir bölümüne tanıklık ediyoruz.

    izledikten sonra tabi ben de düşündüm bizim için. ya bizim de hayatlarımızın bir kesitini gösterseler, çok da güzel dram olmaz mıydık hepimiz? mahsun kırmızgül-esque bir dramlıktan bahsetmiyorum. bu izlediğimiz gibi işte. o filmlerden de bir sürü "x eleştirisi” çıkardı. hepimizin hayatlarından.
  • o eleştirisi bu eleştirisiymiş ve bunlar çok klişeymiş, çok da basit anlatılmış falan da filan... harika bir ken loach filmi. her zaman oldugu gibi.
    cannes'da ödül alma kriterlerini belirleyen kerameti kendinden menkul kişilere ise diyecek çok şey var ama hiç gerek yok.
    yine sinema nedir dersi vermiş. mümkünse sonsuza kadar loach izlemek istiyorum, iyi ki var.
hesabın var mı? giriş yap