*

  • 23 kasım 2018 tarihinde vizyona giren thomas stuber filmi.
  • jungheinrich marka forkliftin baş rolde olduğu, yan rollerde, sandre hüller in yanak beni ve franz rogowski nin dövmelerinin olduğu alman yapımı filmdir.

    romantizm, bu filmin iki durak ötesinde olup ve belediye otobüsü oradan geçmektedir.
  • içeriği 2 paragraf olan bir öyküyü 2 saate yayarak anlatmak mıdır minimalist sinema dediğin şey.

    tipik; az laf, bol uzun kamera açıları, arada da metarorlarla ilerlerim mantığında bir avrupa sineması örneği.

    tüm o sığ sessizliğinde 3 tane güzel rock parça barındırıyor.

    eh güzel bir tadı var gibi.
    lakin harika falan değil
    ödül almış
    anlamadım o kadarı niye...

    6,5...
  • 2018 yapımı, yönetmenliğini thomas stuber`in yaptığı alman filmi. türkçeye "muhtemel aşk" diye çevrilse de filmde aşk ile ilgili hiçbir şey yok.
    film, toptan markette işe başlayan cristian`ın gözünden anlatılıyor. sıradan, basit işlerde çalışan insanların hayatını olduğu gibi yansıyor ekrana. sıradan insanların yaşadığı hayal kırıklıkları,hayatta kendilerini başarısız hissetmeleri fakat bir şekilde yollarına devam etmeleri güzel aktarılmış. içinde aynı zamanda oldukça güzel şarkılar bulunuyor.
    not: sandra hüller`in gerçekten garip bir çekiciliği var.
  • büyük bir markette reyon görevlisi olarak işe başlayan christian’ın kısa hikâyesini anlatan minimalist bir film ın den gängen. film; christian, marion ve bruno olmak üzere üç başlıkta ilerliyor ve aslında her bir karakter üzerinden bir yabancılaşma hikâyesi anlatıyor bize. chaplin’in meşhur modern times’ını çokça hatırlatan bir tarafı var filmin. zira filmin kahramanları mesai saatleri içerisinde tıpkı modern times’ta olduğu gibi ellerindeki makineleri kullanarak sistemin en aksaksız şekilde işlemesini sağlamak zorunda bırakılıyorlar. kahramanlar yaptıkları işin kurallarıyla ve kullandıkları makinelerle bütünleşerek oldukça katı bir sistemin, çöpe atılan son kullanma tarihi geçmiş ürünleri tüketmeyi bile yasaklayan bir sistemin parçası olup kendileriyle yabancılaşıyorlar adeta.. öte yandan film, üzerinde hiç düşünmediğimiz bir meslek dalını odağına alıyor ve bu meslek dalında çalışan insanların hayatlarından bir kesit aktarıyor bize. modern çağın insanı robotlaştırdığı monoton yaşamında romantik bir pencere açıyor bir yandan da. insani olana değiniyor. bir büyük süpermarkette yarattığı bu acımasız evrenin içine aşkı sokuyor. umutsuz ve çözümsüz bir aşkı. ve elbette ki son sahnesiyle “nerede olursanız olun; kalbiniz özgürlük için, aşk için atıyorsa okyanusun sesini duyabilirsiniz.” diyor. franz rogowski’nin gerek canlandırdığı karakter gerekse oyunculuğuyla alıp götürdüğü yavaş tempolu ama farklı okumalara açık bir film ın den gängen
  • hem sandra hüller, hem de franz rogowski'nin oynadığı bir film nasıl olursa işte öyle bir film. tek kelimeyle mükemmel.

    --- spoiler ---

    küçük suçlardan hapse girip çıkan christian, düzenli bir işe girip duruldugunu düşünürken bu sefer de insana forklift seslerinde okyanusu aratan bir umutsuzluğun girdabına çekiliyor.

    noel partisinde soyunup elektrikli isiticinin önünde "güneşlenen", bunun aynı ibiza'ya gitmek gibi olduğunu söyleyen, ibiza'ya hiç gitmemiş ve de muhtemelen gidemeyecek olan elemanın da parçası olduğu, kabullenmişlikte kenetlenen bir grup kader ortağının öyküsü aynı zamanda.

    --- spoiler ---
  • forklift calısırken okyanus sesini duyabilenlere göre birl film
  • güzel ayrıntılar barındıran, basit hayatları anlatan, sandra hüller ve franz rogowski'nin başarılı oyunculuklarını izleme fırsatı bulduğumuz samimi ve nispeten ağır bir film.

    --- spoiler ---

    filmin sonundaki şelale sesi ayrıntısını beğendim, nedendir bilmem iyi hissettirdi.
    --- spoiler ---

    herkesin seveceği bir film değil. ancak beni tatmin etti.
  • franz rogowski her izlediğimde buyulendigim, asimetrik dudakları ile zihinsel atmosferde rahatlatıcı bir perspektif sunan oyuncu. filmde sandra huller ile uyumu ise bana gore bir parça çarptırılmis ve yeniden düzenlenmiş izlenimi veriyordu, sandra huller i ilk defa bu kadar "basic" bir karakterde izledim, içinde fırtınalar kopan, beyninin mekanik bir biçimde adeta dışarıya ses veriyormuscasina calistigini hissettirir karakterlerden çok daha farklı ama bir o kadar da realistikti.
    forklift ile güzel bir imgelem yakalanmış ve film boyunca izleyiciye de metaforlari cesitlendirmesi ve düzenlemesi için anlamlı/kullanışlı boşluklar yaratılmıştı.
  • kadın, büyük marketin otomatik kapılarını kilitler. mavi önlüklü yaşlı adam, ışıkları tek tek söndürür. tavana kadar yükselen raflarla bölünmüş karanlık reyonların arasında bir sağa bir sola giden görevliler dışında içeride kimse kalmamıştır. adam çekmeceden bir cd çıkarır ve cd player'ın içine takar. bach air on the g string'inin ilahi müziği başlarken adam mikrofona eğilir ve şöyle der:
    "geceye hoş geldiniz, arkadaşlar"

    kullanma tarihi geçen paketlerin çöp konteynerlarına döküldüğü, patrona görünmemek şartıyla çöpten ara sıra bir şeyler aşırılıp yendiği, tatlı, içecek, gurme ve dondurulmuş gıda reyonları arasında forklift rekabetinin yaşandığı, kod adı "15 dk" olan aralarda çalışanların bir wc kabininde sigara içerken sırlarını konuştukları, tropik gün batımındaki dev palmiye posterli dinlenme odasında bulunan kahve makinesinin önünde flörtlerin yaşandığı, bir kadının simli lastik tokasıyla tutturduğu saçlarında dalga seslerinin duyulduğu bir marketin üç çalışanı üzerinden anlatılan küçük, sıradan, melankolik bir hikaye. yine de tümden karanlık değil. bruno, christian ve marion, marketin değişmez rutinleriyle biraz olsun huzur buluyor ve raf ömürlerini dolduruyorlar.
    filmin yönetimi ve oyunculuğu bence gayet iyi. gösteriş yapmadan, tutup çekmeden yavaşça içine alabiliyor. filmde, küçük bir sistemdeki rutinlerde ve normallikte tutkusuz hayatlarını unutan insanlar var, onlar gözleriyle konuşabilir veya gözleriyle gülebilirler. dile getirilmeyen gizli dramlar var ve eser miktarda romantizm. ne yok? gösterişli diyaloglar, bağıran trajediler, edebiyat parçalayan anlatıcı sesler ve cinsellik yok. cinsellik olsa nasıl olurdu? eksik miydi, olsa fazla mı olurdu bilmiyorum.

    --- spoiler ---

    bruno'nun evinin kadınsızlığı, daha camın önündeki ölü bitkili saksıdan bile hissediliyordu. marion'un kadın kadın aydınlık, sarı-bej-ahşap evinden çok farklı bir yalnızlıktı onunkisi, biraz christian'ın evinin yalnızlığına benzer. marion'unki de yalnızlıktı da işte farklı türden. bir evdeki renklerden, saksılardan, çerçevelerden, lavabodan ve şifonyerden o evin yalnızlığını tanımlamak mümkün. bu anlamda mekanlar ve insanlar arasında güzel bir ilişki kurabilmiş film. sevmemin sebeplerinden biri de buydu.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap