• orhan pamuk'un mayısın onunda yayımlanacak kitabı. iletişim'den tabii... (ve olayın msgsü ile falan ilgisi yok.)
    masumiyet müzesi'nin oluşumunu hem kitabın kahramanı kemal basmacı hem de yazarı orhan pamuk'un gözünden anlatan, katalogvari bir kitap olacak-mış.
    amerika'da bir yayınevi tarafından istenen, pamuk'un renklerinden sayfa tasarımlarına dek herşeyiyle ilgilendiği kitap, müstakbel müzegezere neye dikkat etmesi gerektiğini işaret edecekmiş.
  • iletişim yayınlarından çıkmış, masumiyet müzesi kataloğu.

    her resmin yanında bir de metin vardır.

    http://www.iletisim.com.tr/…in-masumiyeti-1847.aspx
  • bu kitapta şehzade ali vasıp ile ilgili bir anısını paylaşmıştır ki yazı olarak enfestir, çok severim. paylaşayım efendim:

    romanın ve müzenin fikri ilk 1982 yılında bir aile toplantısında şehzade ali vâsıp efendi ile tanıştığımda aklıma geldi. osmanlı padişahı v. murat'ın küçük torunu olan şehzadenin, saltanat sürseydi ve osmanlı hanedanı türkiye'de ve iktidarda olsaydı, o yıllarda tahtta olması gerekiyordu. ama osmanlı devleti'nin yıkılışı ve 1923'te türkiye cumhuriyeti'nin de kuruluşundan sonra türkiye'ye dönmeye yeni izin alabilmiş olan bu seksenlik adamın derdi, ne taht ne de siyasi iktidardı. ecdadının altı yüz yıl yönettiği ve ancak yabancı bir pasaportla girebildiği türkiye'de sürekli kalabilmek istiyordu yalnızca. iskenderiye'de yaşıyor, yazlarını portekiz'de, avrupa'nın ve ortadoğu'nun tahtını ve iktidarını kaybetmiş emekli kral ve prensleriyle ahbaplık edip vakit öldürerek geçiriyordu. (bana iran şahı pehlevi'nin ilk karısı fevziye'den neden ayrıldığını anlatmıştı.) ölümünden sonra oğlu osman osmanoğlu tarafından düzenlenip bir şehzadenin hatıratı, vatan ve menfâda gördüklerim ve işittiklerim adıyla 2004'te yayımlanan hatıralarından da anlaşılabileceği gibi, şehzadenin hayatta sürekli derdi parasızlık olmuştu. geçinebilmek için uzun yıllar iskenderiye'deki antoniadis saray ve müzesi'nin önce bilet kontrolörlüğünü, sonra da müdürlüğünü yapmıştı. "sarayın idaresi, temizliği ve eşyalarının muhafazasına memur idim" diye gururla yazar hatıralarında. "gümüşler, kristaller, mobilyalar vesaire uhdemde idi." aile sofrasında meraklı sorularım üzerine, seksenlik şehzade, kral faruk'un kleptoman olduğunu da anlatmıştı: kral faruk antoniadis saray ve müzesi'ni ziyaretinde, çok beğendiği antik bir tabağı kimseye sormadan camekânı açıp yanına alarak kahire'ye, kendi sarayına götürmüştü. başka sorularım üzerine şehzade, osmanlı devleti yıkılıp hanedan istanbul'u terk etmeden önce ıhlamur kasrı'nda yaşadığını, galatasaray lisesi'nden sonra -atatürk'ün de gittiği- harbiye'deki harp okulu'na devam ettiğini anlatmıştı. bütün bu yerlerde, ondan kırk elli yıl sonra, ben çocukluğumu geçirmeye başlayacaktım. gözümün önünde yanık yıkık saraylar, konaklar, çocukluğumu geçirdiğim nişantaşı'nın eski sokakları ve matematik dersi alan bir şehzade canlanıyordu.

    şehzade, elli yıllık bir sürgünden sonra, türkiye'ye temelli geri dönme ve para kazanma dertlerine çözüm olacak bir iş aradığını, ama ne yazık ki kimseden yardım görmediğini şikayetle anlatıyordu. kimsenin ona yardım etmemesinin temel nedeninin, laik türkiye cumhuriyeti'nin gizli servislerinin son osmanlı padişahı olabilecek kişinin siyasi bir sembol olmasını engellemek olduğunu anlıyorduk. ihtiyar şehzadenin böyle bir niyeti olmadığını bildiğimiz için, aile sofrasındakilerden biri, ali vâsıb efendi'nin çocukluğunda çok vakit geçirdiği ıhlamur kası'nda müze rehberi olarak belki iş bulabileceğini söyledi. hem müzeye çevrilmiş ıhlamur kasrı'ndaki hayatı hem de müze-saray yöneticiliğini çok iyi bildiği için, bu iş onun dertlerine mükemmel bir çözüm olmaz mıydı?

    bu önerilerle birlikte, şehzade dahil sofrada oturan hepimiz bir an ali vâsıb efendi'nin çocukluğunda dinlendiği, ders çalıştığı odaları ziyaretçilere nasıl gezdirebileceğini, hiçbir mizah duygusuna kapılmadan, ciddiyetle hayal ettik. daha sonra bu hayalleri yeni biçimler bulmak isteyen genç bir romancının iştahıyla kendi başıma geliştirdiğimi de hatırlıyorum: "işte, efendim," diyecekti şehzade, her zamanki aşırı nazik üslubuyla , "burası yetmiş yıl önce benim yaverimle birlikte oturup matematik çalıştığımız odadır!" ve rehberlik ettiği eli biletli müze kalabalığından ayrılacak, müze ziyaretçisinin basabileceği yer ile sergilenen eşyalar arasındaki eski tarz kırmızı kadife kordonlu pirinç ayaklıklı sınır çizgisini geçerek çocukluk ve gençliğinde oturduğu masaya oturacak, o zaman aynı kalemleri cetvel, silgi ve kitaplarla nasıl çalışıyorsa taklit edecek ve oturduğu yerden müzeseverlere "değerli ziyaretçiler, işte burada böyle matematik çalışırdım efendim," diye seslenecekti.
  • masumiyet müzesi'ni, elimde tüm objelerin altını çizerek okuduğum masumiyet müzesi kitabıyla gezerim, objeleri didik didik ararım diyordum ki, nişantaşı'ndaki adını şimdi anımsamadığım o süper kitabevinde bu kitaba rast geldim. hakkında bu kadar entry girilmiş olması ilginç bu arada. oldukça ilginç. dedim herhalde ingilizce başlık açılmıştır, o da yok. bildiğin kimse okumamış. bu entry de sadakatsiz dizisine, dolar kuruna ya da başakşehir maçına yenik düşecek ama olsun.

    ortada yıllara yayılmış bir proje var. bu bir tutkunun ürünü. gezilen yüzlerce antikacıdan elde edilen dönemin objeleri ve yüzlerce yurt içi, yurt dışı müzelerden edinilmiş bakış açıları ile oluşturulmuş, her bölümün vitrin kutuları birer tiyatro sahnesi gibi hayal edilmiş bir müze var. yazar, yazdığı kitabı bölümlere ayırmış. sonra her bölüm için katalog gibi, fotoğraflarla, romanda bahsi geçen objelerle, destekleyici resimlerle dolu bir kitap daha yazmış. müze de elde bu katalog gibi olan 'şeylerin masumiyeti' ile gezilmeli haliyle. çünkü müzede her bir bölümün yeri ayrı. her bölüm başında durup, bu kitapta o bölümde yazanlar okunmalı.

    bu öyle güzel, öyle bitmesin istediğiniz bir serüven ki, önce masumiyet müzesi kitabını okuyorsunuz. sonra kitabın her bölümünü ayrı ayrı, ek bilgiler, anılar, fotoğraflarla şeylerin masumiyeti'nde takip ederek kafanızda şekillendiriyorsunuz, sonra ete kemiğe bürünmüş halini müzede gözlerinizle görüyorsunuz. iyi bir çocuk olursanız belki yazarlığının ilk yirmi yılında sabah saat 4'e kadar roman yazan yazarın kendisini de müzede görüyorsunuz.

    zihninizdeyse yazarın amcasının amerika'dayken aldığı 8 mm'lik renkli film kamerasıyla çektiği bulanık fotoğrafların altındaki notlar kalıyor (38. bölüm). sağdaki sayfanın en altında, ilk iki fotoğrafta küçük orhan ile annesini denizde oynarken görüyorsunuz. üçüncü fotoğrafta, aynı sahilde, kameraya doğru el ele yürüyorlar. altında kemal, kitabın kahramanı, kitabın yazarı orhan'a 'bu da sizin hayatınızın en mutlu anı galiba, orhan bey.' diyor dikkat ve şakacılıkla. 'biliyor muydunuz?'

    bilmiyordu küçük orhan. hiçbirimiz bilmiyorduk...
  • yeni açılan altı vitrin/kutu nedeniyle genişletilmiş baskısının yayımlanması lazım gelen, masumiyet müzesi'nin yapılış hikayesini, müze içeriğini ve görsellerini barındıran katalog...

    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap