• daha kisa ve net olacak olursak, fransa'da otuzlu yillarin ikinci yarisinda bas gosteren bir film akimina verilen ad. basta gelen yonetmenleri arasinda duvivier, feyder, renoir, carne, pagnol sayilabilir. ozellikle senaryoya verdigi agirlik ve tiyatroya yakinligi nedeniyle, 20 sene kadar sonra, nouvelle vague'cilarin karsi cikacaklari bir sinema tarzi* olacaktir.
  • nouvelle nouvelle vague tarafından yeniden keşfedilen sinema anlayışı.
    (bkz: nouvelle nouvelle vague)
  • şairane gerçekçilik fransa'da doğmuş ve en çok ilgiyi de bu ülkede toplamış bir akımdır. akım "şiirsellik" ve "gerçekçilik"olmak üzere iki dinamik üzerine temellendirilebilir.

    akımın şiirselliği; seçilen mekanlarda ve film karakterlerinin davranışlarında yatmaktadır. islak caddeler, sisli limanlar ve kır kahveleri mekan olarak seçilmekle beraber, film karakterlerini, asker kaçakları, umutsuz katiller ve yaptığı evlilikten mutlu olmamış kadınlar oluşturmaktadır. filmlere marazi bir ruh hali hakimdir. genellikle yasak ya da imkansız aşklar anlatılmaktadır. akımın "gerçekçilik" yönünü ise karakterlerin karşılarına çıkan yaşamın katılığın simgesi olarak görülen polis ve gansterler'in varlığıdır. akımın ortaya çıkmasında jean vigo, mercel l'herbier ve julien duvivier gibi yönetmenler etkilidir. akımı temsil eden belli başlı filmler şöyledir: hal ve gidiş sifir (jean vigo), geçip giden çatana (jean vigo)

    (onaran, 1986:138)
  • sis, pus ve yağmur..
    melankolik kahramanlarla dolu melodramlar..

    (bkz: sevmek zamanı)
    (bkz: yalnızlar rıhtımı)
  • (bkz: l'atalante)
  • şiirsel (şairane) gerçekçilik
    (réalisme poétique)
    sesli filme geçiş, 1929 dünya ekonomik bunalımı ve tekrar başlayan toplumsal gerilimler, 1930’lara doğru fransa’da yeni bir akımın doğmasına neden oldu. [1]

    fransız sinemasının sesli sinemaya geçişi kolay olmadı. caz şarkıcısı'nın* gördüğü büyük ilgi, yapımcıları ve işletmecileri sesli filme yöneltti. stüdyoların sesli çekime, salonların sesli gösterime elverişli kılınması büyük yatırımlar gerektirince birçok yapımcı ve işletmeci zor durumda kaldı. hele yabancı bir dildeki filmin altyazılı olarak gösterilmesi seyircinin tepkisini çekince, sessiz filmler uzun bir süre daha gösterimde kaldı. filmlerin yabancı ülkelere satılabilmesi için iki ayrı dilde (fransızca ve ingilizce ya da fransızca ve almanca) seslendirilmiş kopyalar hazırlanması ise film giderlerinin artmasına yol açtı. dünya ölçeğindeki ekonomik bunalımın fransa'yı da etkilemesi, sıkıntının boyutlarını daha da artırdı.

    ne var ki, bu koşullar, aralarında jean renoir, jean vigo ve marcel carne'nin de bulunduğu bir dizi yetenekli yönetmenin, şiirsel gerçekçilik adını alacak olan bir anlayışın başarılı örneklerini vermesini engelleyemedi.
    öncü (avangard) sinema çalışmalarının ulaştığı sonuçlardan yola çıkan bu yönetmenler, yalnızca sinemanın özgün bir dili olması gerektiğini önemsemekle yetinmeyip, filmin toplumsal içeriğini de öne çıkardılar ve filmin olabildiğince çok sayıda seyirciye ulaşmasını amaçladılar. böylece otuzlu yılların fransız sineması, öncü çalışmaların ilkelerini geliştirerek, günlük yaşama, toplumsal ve ideolojik sorunlara, politikaya değinen konularıyla, ülkede yaşanan çelişkileri, çatışmaları gündeme getiren bir sinemanın temellerini attı. bireysel ve toplumsal durumlara gerçekçi yaklaşımıyla, özgürlükçü çizgisiyle bu sinema, on dokuzuncu yüzyıl fransız edebiyatında emile zola'nın öncülüğünü yaptığı natüralizm akımının ilkelerini, yirminci yüzyıl başlarının sosyalist kültürüyle yoğurarak sinemaya uyguladı. ülke, komünist, sosyalist ve radikallerin leon blum'un başbakanlığında oluşturdukları ve kısa süreli iktidarı boyunca demiryollarını devletleştiren, toplu sözleşmeleri zorunlu kılan, haftalık çalışma süresini kırk saate indiren halk cephesi deneyimini yaşarken, fransız sineması da siyasal, kültürel ve ideolojik bir içeriği sanatsal kaygılarla bağdaştıran yeni bir anlayışa yöneldi. [2]

    bu filmlerin şairaneliği çevre seçimi ve kahramanlarının davranışlarından gelmektedir. çevre olarak sisli limanlar, yağmurdan ıslanmış caddeler, tenha kır kahveleri seçilirken; kahraman olarak asker kaçağı, umutsuz katillerden oluşan erkekler; mutsuz evlilikler yapmış, sevdiği erkeğin varlığında yeniden mutluluk arayan kadınlar; konu olarak da imkânsız aşklar verilmektedir.
    gerçekçi tarafı da kahramanları bu rüya âleminden çekip alan polis ve gangsterler gibi hayatın katılığını temsil eden varlıkların vurgulanmasıdır. [3]

    1930'lu yıllarda gelişen bu fransız sinema okulunun tartışmasız ustaları, rene clair, jean renoir, jacques feyder, mareel came, julien duvivier, jean vigo, jean gremillon'dur. [4]

    *the jazz singer (1927) ilk sesli film. yönetmen: alan crosland

    1- milli eğitim bakanlığı avrupa sinemaları: http://megep.meb.gov.tr/…_pdf/avrupa sinemaları.pdf (son erişim 17.12.2016)
    2- rekin teksoy – rekin teksoy’un sinema tarihi birinci cilt (oğlak yayıncılık 2005)
    3- prof. dr. âlim şerif onaran – sinemaya giriş (filiz kitabevi 1986)
    4- gerard betton - sinema tarihi başlangıcından 1986'ya kadar (iletişim yayınları)
  • "filmin* alman işgali sırasında paris'te çekildiğini de bilmiyordu, arletty'nin bir alman subayıyla aşk yaşadığı için savaşın sonunda başının derde girdiğini de bilmiyordu, yazar jacques prevert ile yönetmen marcel carne'nin 1930'larda ve 40'larda birkaç filmde birlikte çalıştıklarını da, eleştirmenlerin şiirsel gerçekçilik diye adlandırdığı şeyin onların buluşu olduğunu da bilmiyordu." paul auster - 4 3 2 1

    (bkz: poetic realism)
    (bkz: büyülü gerçekçilik)
  • fransa’nın 1930’lu yıllarında sinema dünyasında burjuva klişeleri yerini hayatın varoluşsal gerçekliklerine bırakır. 2. dünya savaşı’nın yaklaşmasıyla karamsar, bunalımlı bir dönem yaşayan fransa bu psikolojiyi filmlerine tüm çıplaklığıyla yansıtmıştır. filmlerde umutsuz ve çaresiz insanların sıradan hayatlarını konu alır. filmler, karakterlerin ruh hallerini destekleyecek şekilde sisli, güneşsiz yağmurlu ve karanlık atmosferde gerçekleşir. hikayeler ve mekanlar doğal ve gerçektir. fransız şiirsel gerçeklik akımının filmlerinin genel olarak karamsar bir havası vardır. filmlerde aşk temaları baskındır. aşıklar filmin sonunda asla kavuşamazlar. filmler genellikle kötü sonla biter. seyircinin istediği değil hayatın acımasız gerçekleri gösterilir. filmler gerçeğin kendisini yansıtmaktadır. bu dönemin yönetmenleri estetizme önem verir. soyut fikirlerden ziyade duygular ön plandadır. bu akımda diyaloglara çok önem verilir. fransız şiirsel gerçeklik akımının en önemli öncüsü fransız yönetmen marcel carné kabul edilmektedir. carné bu sinema akımı için “toplumsal fantastik” tanımlamasını uygun görmüştür. carné’nin “sisler rıhtımı (1938)” adlı sinema yapıtı bu akımın en önemli filmi kabul edilmektedir. ikinci dünya savaşı sonlarında fransız şiirsel gerçeklik akımı son bularak yerini italyan yeni gerçekçiliği sinemasına bırakır.
  • zaman başıbozuk bir tanrıydı. elinde ateşten usturası, gözlerini dikmişti gırtlağıma.
    bütün karanlıklarda beni ararken tanıdık zebaniler, ben ustaca gizlenirdim daha da karanlığa.
    sessizliğin sesi sağır ederdi kulaklarımı, gözlerime mil çekerdi gözlerine rimel çekmiş cüceler, liğme liğme keserken etlerimi gecenin kör karanlığı, toprağa basamadan ısıtamaz olmuştum ayaklarımı.
    boğazıma yapışıp kalmışken ölüm burukluğunun paslı tadı, kaburgalarımın arasında kök salmak isterken kör şeytanlar, uyandı ruhumu kamçılayan ışığın inadı ve tam günü ortasından kesiverdi dişi bir bıçak, yüreğimin orta yerinde yeşerdi mis kokulu hanımeli, körfezden esip ruhuma nefes verdi samyeli.
    şimdi güneş batıdan doğuyor, yıldızlar bir kente öylesine aşık. bulutların yüreği nasıl da çarpıyor, nasıl da güzel şakıyor kuşlar. her şey bir gün kadar yakın, nasıl da yakınlaşıyor uzaklar.
hesabın var mı? giriş yap