• şu, m.ö. 4. yüzyılda yaşamış bir türk hakanıdır. destanda, makedonyalı iskender’in iran üzerinden asya’ya doğru ilerlerken, yaptığı savaşları ve bu savaşların türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır.
  • şu kalesi balasagun yakınlarında, genç bir hakan olan şu tarafından yapılmış bir kaleydi, fakat hakanın sarayı balasagun'da idi. kalede ve balasagun'da, o çağların en güçlü ve en büyük ordusu bulunuyordu. şehir zengindi. öyle ki, her gün, şu hakanın sarayının önünde, oru beğleri için 365 nöbet vuruldu.

    bu sıralarda, bir adına da zülkarneyn denilen makedonya kralı iskender meşhur doğu seferine çıkmış, ön asya' dan iran içlerine doğru önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş ülkesini istila etmekle meşguldü. iskender semerkand'a kadar gelmiş burayı da geçip türklerin yaşadığı ülkelere doğru ilerlemişti.

    iskender'in balasagun'a ve şu kalesine doğru yaklaşmakta olduğunu, genç hakan şu'nun gözcülerini gelip haber verdiler. ve dediler ki:

    "iskender denilen ve gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. önüne gelen ülkeleri istila etmiştir. bize ne buyurursun?. savaşalım mı?."

    genç hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi göründü. çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, hucend ırmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti. yiğitler kimseye görünmeden, gizlice gidip hucend ırmağının kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı ve getirdikleri haberden, hakanlarının telaş edip yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı.

    hakan şu' nun bir havuzu vardı; gümüştendi. bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı. her yere taşınabilecek şekildeydi. bunun için hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar ve onlarla oyalanırdı, eğlenirdi. kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek hakan'ı dinlendirir ve bu dinlenişle seferle, milletinin geleceği ile ilgili tasarıları hazırlardı.

    haberciler geldikleri zaman yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu. habercilerin:

    -nasıl buyurursunuz?. iskender'le savaşalım mı? diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onları havuza ve havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi:

    -görüyor musunuz. kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl da dalıp çıkıyorlar? dedi.

    haberciler, hakanlarının bu sözünü garip karşıladılar ve ona şüphe ile baktılar. "herhalde hakanımızın hiç bir hazırlığı yok ne yapacağını bilmiyor" diye düşündüler.

    ama o sırada, iskender'de hucend ırmağını geçmişti.

    vakit gece yarısına geliyordu. hucend ırmağının kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen genç hakan'ın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp şu kalesine geldiler ve gece vakti, iskender'in hucend suyunu geçip balasagun istikametinde ilerlemekte olduğunu şu'ya haber verdiler.

    daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan hakan şu, yiğitlerin sözü üzerine derhal ve gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti. davulun çalınmasıyla birlikte ve doğu'ya doğru hızla yola çıktı.

    bu durum halkı şaşırttı. hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan ve hiç bir hazırlık yapmadan böyle gece vakti göçü başlatması üzerine korktular. ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları ata atlayan millet hakanla birlikte yola düştü. sabah olurken, şehirde hemen hemen hiç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu.

    bütün milletin, hakan şu'nun ardından gitmiş olmasına rağmen, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yahud da binecek hiçbir şeyi olmayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden şu kalesinde kalmışlardı.

    bu yirmi iki kişi, ne yapacaklarını düşünürken yanlarına iki kişi daha geldi. bu iki kişi de yayandı, kap kacakları toplamışlar sırtlarına yüklemişler, taşıyorlardı. yorgundular. fakat pek de duracağa benzemiyorlardı. önceki yirmi kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler. ayrıca:

    -iskender dedikleri her kim ise, burada uzun müddet kalamaz: geldiği gibi geri dönüp gider. burası bizim yurdumuz, yine bizle kalın, diye ısrar ettiler.

    bu yüzden bu iki kişinin adı (kalaç) olup kaldı ve bu iki kişiden olan çocukları ve torunları (kalacı) adıyla anıldılar. fakat bu kişi, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri ve bırakıp gittikleri için iskenderin geldiğini görmediler.

    iskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce: "türk manend" dedi. "bunlar türke benziyorlar" demişti. bu yüzden yirmi iki kişinin aile adı türkmen olarak kaldı. giden iki kişi gittikleri için tamı tamına türkmen sayılmadılar. yirmi dört kabileden yirmi ikisi türkmen, kalan ikisi kalaç diye bilindi.

    bu hadiseler oladursun, öte yandan şu hakan, ordusu ve kendisiyle gidenlerle birlikte çin sınırına kadar yürümüşlerdi. çin'e yakın uygur iline vardıklarında şu iskender'i artık karşılayabilecek durumda oluğunu, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları arasında bulunduğu için iskender'den daha kuvvetli bir duruma geldiğini düşündü. ve bir kısım askerini ayırarak hem de en gençlerini seçerek iskender'in üzerine yolladı. veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, tecrübelerinin olmadığını ileri sürdü. başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi. şu hakan vezirine hak verdi ve yaşlı tecrübeli bir subaşını askerleriyle birlikte gönderdi.

    bunlar bir zaman sonra iskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar. türk erleri, iskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı. çok kanlı bir baskındı bu, ölüm kalım meslesiydi. iskender'in önce birlikleri bozguna uğradı. türk erlerinden biri, iskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın dolu bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve iskender' in askerinin kanıyla bulanmıştı. ertesi sabah güneş ışıkları bu kanlı altınları parıldattı. bunu gören türk erleri birbirlerine bakıp "altın kan!" diye bağrıştılar. o günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı altun han dağı olu ve öyle söylenip geldi.

    baskından sonra şu hakan ile iskender bir daha savaşmadılar, barış yaptılar. barışın sonu her iki taraf için de iyi neticeler verdi. birbiri ardınca şehirler yapılaya başlandı. uygurlar ve öteki türk kavimleri şehirlere yerleştiler. şu hakan da balasagun'a döndü. şu kalesini tahkim etti ve şehir halinde geliştirdi. bütün bunları yaptıktan sonra da şehre bir de tıslım koydu. bu tıslım öyle bir tıslımdı ki her yanda duyuldu. leylekler bu şehre kadar geldikleri zaman tıslım yüzünden daha öteye geçemediler, şehri aşamadılar.

    kaynak: türk destanları - m. necati sepetçioğlu
    sayfa: 110, 111, 112, 113, 114, 115
  • divanu lügat-it türk sayesinde günümüze kadar gelebilmiş olan destandır.
  • türklerde son güne bırakma ekolünün bilinen ilk mümessilidir.
    bildiğim kadarıyla dünyada yumurtanın kapıya dayanmasını konu alan ve hatta öven tek destandır.
    özetle şöyledir:
    düşman ordusu gelmektedir. hakan şu havuzda takılır.
    yaklaştığı haber gelir. hakan keyfine bakar.
    çok yaklaştığı haber gelir. hakan yine havuzda keyfini bozmaz.
    son dakikanın son saniyesinde havuzdan çıkıp taktiği, stratejiyi verip düşmanı dağıtır.
    sonra yine havuza girip keyfine devam eder. halkı ona hayrandır artık.
  • (bkz: iskitler)
  • türk kültürü ile batı kültürünün m.ö. 4. yüzyılda tanışması ve birbirleriyle bilgi alış verişinde bulunmuş olduklarını göstermesi bakımından da önemi vardır bu destanın. türklerde ad verme geleneğinden 24 oğuz boyunun oluşumuna, oğuzların ilk atası oğuz han’ın mevcudiyetinin m.ö. 7. yüzyılda görülebileceğine kadar birçok önemli bilgiye bu destan sayesinde ulaşılmıştır.
  • türkmen adının ortaya çıkışını belirten destan...

    bu destan ile ilgili çocukken okuduğum bir kaynakta ki kaynağın ismini hatırlamıyorum; büyük iskender bir türk kafilesi ile karşılaştığında ''türk manend!'' yani ''türk'e benziyor!'' diyerek verdiği tepki ile birlikte zamanla bu söz türkmen olarak değişime uğramıştır.

    edit. tanım
hesabın var mı? giriş yap