• marx'in teoriyle pratigin icsel ve zorunlu bir iliski icerisinde olduguna dair onermesini sundugu tez. (bkz: praksis)
  • tiyatroda değilsin, yani seyretmekle kalmamalısın.*
  • marx'ın bir hödük olduğunu düşünenler tanıdım (selam ederim), ancak şurası açık ki ucu kimilerince xii. yy.'a kadar götürülebilen bir renaissance algılayışının geldiği son nokta, zirvedir kendisi. doğal olarak "on birinci tez" diye de akıllarda yer eden o meşhur ifadesi de yine zirvenin belirleyici niteliği olmaktadır. ancak şöyle bir durum var, r. g. collingwood'un the idea of nature adlı eserinin (1945) giriş bölümünde benim çok ciddi gördüğüm bir konudan bahsedilir. xix. yy.'a kadar felsefe-bilim'in mayasını oluşturan iki farklı koldan felsefe ile "doğa bilimi araştırması" iç içe ve omuz omuza olmasına rağmen, xix. yy.'da bu durum sona ermiştir. felsefe tıpkı on birinci tez'de de ayak seslerini duymuş / ciddiyetini duyumsamış olduğumuz bir itilmenin acısını yaşamıştır. hegel, grundlinien der philosophie des rechts'in (1821) önsözünde şöyle diyordu oysa:

    "felsefe, kendi grisini yine griye boyamaya başladığında bir yaşam biçimi eskimiş demektir; griyi griye boyamak onu yeniden gençleştirilmemizi değil, yalnızca onu bilmemizi sağlar. minerva'nın baykuşu ancak karanlık çökerken uçmaya başlar." yani hegel'in felsefenin her kolu, her sureti için gerekli gördüğü bir yapıyı marx'ın eleştirdiğini görüyoruz. collingwood'un da aynı yerde bildirdiği gibi xix. yy.'a kadarki o bütünlüğün yitirilmiş olması, yani her doğa bilimcinin mutlaka ama mutlaka kendi felsefesiyle tezlerini açıklamaya girişmesinin artık tazeliğini yitirmiş bir metot olması, iki meslek öbeğinin de birbirine yabancılaşmasına sebep olmuştur. pratiğin ve usavurmayı temelden gerektiren teorinin arası açılmış oluyordu. nasıl ki jean lamarck'a göre ihtiyaç organ yaratıyorsa, marx da insanı insan eden şeyin emek olduğunu düşünerek bu tezini ortaya atıyordu. benjamin franklin'in "insan alet yapan hayvandır" sözüne iliştirilebilecek en nadide çıkarım ise mitosuyla birlikte felsefesini de yitiren insanlığın en taze üyesinin iyi alet yaparak insanın doğayla konformasyonunu sağlamasında da görüyoruz ki, marx'ın 11. tezinde vurgulanan değişim zorunluluğu yeni çağ ilim anlayışının mekanikliğiin zorunlu olarak vardığı yerdir.

    ama her zorunluluk durumu da bir "olması gereken", bir "ideal" değildir. eskilerin "gelecek olan altın çağ" diye inandıkları şeyin iki dünya savaşı ve sonrasında aç olanla olmayanın birbirinden bu denli ayrıldığı bir ortamda canına okunacak yeni bir gezegen arayışı içine giren insanın modernliğinin özü olduğunu da sanmıyorum.

    mutluluk getirir mi, bilemiyorum:
    "kuruluş felsefedeydi belki ama kurtuluş mekanikte!"
  • wittgenstein'ın tractatus'ta zikrettiği "philosophy is not a theory but an activity" sözü, 11.tezin kulağı başka taraftan tutup yeniden dillendirilmesinden başka bir şey değil aslında. 11.tezin felsefe dünyası için yüzyıllık bir uykudan uyanışın kıvılcımı olduğunu söylemek biraz iddialı olsa da tüm felsefe tarihi içerisinden çok ciddi bir köşe taşı olduğu da bir gerçek. wittgenstein'ın bu yorumu, kendisinden sonra gelen her düşünürün (en çok idealistler bu kümeye dahil) marx'tan illa ki bir şekilde etkilendiğini de göstermektedir.

    feuerbach'a en derin minnetlerimizle...
  • "filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır (şuana değin), amaç onu değiştirmektir." mealinde ifade bulan marx'ın feuerbach üzerine geliştirdiği tez. ingilizcesi: "the philosophers have only interpreted the world in various ways; the point is to change it" marx, bu tezi "feuerbach üzerine tezler" kitabında ortaya koyar. marx'ın bu tezi geliştirdiği dönem, hegel, feuerbach ve diğer filozoflardan farklılaşma çabalarının yoğunlaştığı dönemdi. idealist ve hümanist görüş. 1854 yılında "alman ideolojisi" kitabında marx, alman ideolojisini (hegel, feurbach, fichte, kant vs) eleştirerek, tarihsel ve diyalektik materyalizm kavramını geliştirmiştir. buna karşın marx, hegel'i tamamen bi kenara atmadı, hatta diyalektigini hegel'deki tarih felsefesini tersine çevirerek oluşturdu.

    sonraları devrimci düşüncenin mottosu olmaya hak kazananan "dünyayı değiştirme" faaliyeti materyalist diyalektigin en önemli bileşenlerinden biri haline geldi. maddi alemde, eylemler yoluyla değişimler oluşturmaktan ibaretti bu tez. esasında su katılmamış modernist bir bakış açısının yansımasıydı. hatta modernist bakış açısının kesif bir abartılmasıydı. bilindiği üzere modernizm'in temel motifi hümanizme dayanır. bu da insana ilişkin sonsuz bir inançtır. hristiyanlıktaki kökensel günahtan vareste olan insan modernizmle beraber "nesne"likten "özne"liğe terfi etmiştir. modernizm, insan aklına ilişkin sarsılmaz bir inanç besler. modernizm denildiğinde anlaşılan da bundan başkası değildir. işte bu tez de marx'ın modernist yönünü ortaya koyar. "dünyayı değiştirme" mefhumu, öte alem tasavvuruyla cenneti müjdeleyen dinlerden farklı olarak "cenneti yer yüzünde kurma" iradesi olarak anlaşılır marx ve avanesi tarafından.

    liberalizm ve onun eleştirisinden hayat bulan sosyalizm/komunizm ideolojilerinin her biri modernizm/humanizm'in iki farklı görüntüsünden başka bişey degildi. ikisi de batı kökenliydi: aynı paranın iki farklı yüzü yani. insana dayanıyorlardı. insanı merkez alıyorlardı hepsi de. filozoflar, marx'a kadar evreni oldugu gibi kavrayıp onu değiştirme yaklaşımı olmadan anlamaya kavramaya çalışmışken marx tamamen radikal ve devrimci bir düşünceyle dünyanın istenilen dogrultuda degiştirilmesi gerektigini anlatmaya çalışır bu tezle. sonraki eserlerinde değişecek dünyanın neye benzeyecegini de uzun uzadıya anlatır.
  • çelişkili bir ifade içeren tezdir de bu ayrıca. birkere yorum en genel anlamıyla kabaca düşünmek demektir. başka bir deyişle düşünme çabalarından biri de yorumdur. belki de ussul esasıdır. bir şeylerin esasını anlamak üzere nedenler hakkında kafa yormaktır düşünmek en temel anlamıyla. bu nedenle düşünmek= yorum denkliğini ortaya koyarak çok da kırılgan bir zeminde bulunmuyoruz. arizona dream filminde yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir ifade geçiyordu: "fish doesn't think because fish knows everything". bu ifade esasında kant'ın da bahsini ettiğinden pek farklı değildir. kant'a göre bilmeyenler düşünürler. kimsenin sonsuzca mutlak anlamda şeylerin (kavramların karşılamaya amade ve alesta oldukları fizik ve metafizik her şeyden bahsediyorum) bilgisine sahip olamayacağı hakikatinden hareket edilirse düşünmenin herkes bakımından kaçınılmaz bir faaliyet alanı oluşturduğu gerçeği gün gibi aşikar olur. bilimsel faaliyet öteden beri bilinenlerden bilinmeyenlere kapı aralamaya onları soluk ve titrek mum ışığıyla aydınlatmaya çalıştı. yapacak başka bir şey yoktu. kimse tanrısal bir bilme kudretine sahip değildi.

    demek ki sonsuz bir bilme kabiliyetine ve istidadına içkin değiliz. fenomenleri algılayış tarzımız bile nakıs. gördüğümüz nispilikleri (tikellikleri) tümelleştiriyoruz sadece. esasen yargı dedigimiz şey de bundan başkası degildir. tikeli (geçici, arızi, basit, bireysel) tümele tahvil ediyoruz. tasnifin altına yerleştiriyoruz. yargılarımız böyledir. çünkü baktığı yerden kimse hakikati tüm nitelikleriyle kavrayamıyor. nietzsche bir ara tarih meselesi üzerine düşünürken bugün edward hallet carr'ın tarih nedir kitabında ayrıntılı olarak izah ettiği meseleyi tarih üzerine adlı bir metninde can damarından yakalamıştı. diyordu ki, "tarihi bir elmaya benzetirsek, yandan baktığımız zaman görmediğimiz alanlara miyop kalırız. üstten bakarsak şişkin orta bölge nedeniyle aşağıyı göremeyiz." dolayısıyla göremediğimiz her tür boşluğu gördüklerimizden devşirdiğimiz aparatlarla dolduruyoruz. bir tür puzzle oyunu gibi. böyledir düşünme melekemiz.

    sadece yapmaktan bahseden kişi sonsuz bir bilgiye sahip olunduğu ön kabulune dayanıyordur. herşeyi biliyorsundur, düşecek bir yapraktan dahi haberin vardır. birbiri peşisıra akıp giden olaylardan başka eş zamanlı olarak da hareket eden vakaların nereye gidecegini, hangi istasyona varacagını da kestiriyorsundur. hayır kestirme olmaz. çıkarsama da olmaz. doğrudan ve sadece ancak bilmek olur. bilirsin, en tahkiki manada bilgisine sahipsindir dolayısıyla yapmaktan bahsedersin. yorumlayanlarsa bilmeyenlerdir diyorsun aslında. pekala insanın doğruyu bulma şeklinin parçalı, arızi olmasına karşın böylesine mutlak bilgiden nasıl bahsedilebiliyor onu ilk kertede bi sormak lazım! dini bir hüküm olsa, herhangi bir dini görüşten kaynağını alsa amenna diyeceğiz. çünkü tanrı tanım gereği dünyaya, yaşama, varoluşa dair herşeyin sonsuz ve mutlak bilgisine sahiptir. dolayısıyla bunu kulları için vaz edebilir. kullar da buna mütenasip hareket tarzları içine girebilir. ama velakin bu yaklaşımda bu yok. ya da quazi dini, semi dini bir hal var marksizmde de mi markscıgım?
  • "felsefe dünyayı anlamaktır ancak artık anlamak yetmez eyleme de geçmek gerekir , felsefi anlamalarımızın toplumlarda değişmeye yol açması lazımdır"
    şeklinde özetlenebilecek önemli bir felsefe sıçramasıdır.

    hakikaten hem antik yunan felsefesi hem de sonraki tüm evrelerde, felsefe anlama ve açıklama çabasıydı.

    marx'tan sonra bu yaklaşım değişmiştir...
    fransız ihtilali öncesi ve sonrası , bugün bile hala tartışılan pek çok sosyal ve siyasal olgular filozofların itmesi/katkısıyla gelişmiştir.
    ( örneğin:demokrasi, laiklik, toplumsal sözleşme, cumhuriyet, ulus devlet vd.);
  • an itibari ile ihtiyacını en fazla hissettiğimiz
    ülke doğası ve kültürüyle birlikte talan edilirken
    hala ekranlarda, gazete köşelerinde toplumsal analiz yapanların kafasına fırlatılası tezdir
    gel gör ki o kadar kalın değildir vesselam...
hesabın var mı? giriş yap