189 entry daha
  • şimdi klavyeye baktım, arkada derin ve buğulu bir müzik sesi var. elim gidiyordu zair kaç gündür klavyeye.. o ses mi itiyor beni ne, anlamadım. müziği de çok severim.. ama derinden gelen sesleri, artık değil.

    sabah:

    güneşli bir gün. hava çok sıcak, ama çok. değişik, içim kıpır kıpır. aşık ta değilim ki! yaz bu, evet bundan olsa gerek. annemin de tam temizlik yapacağı tuttu. temizlikçi neredeyse hiçbir odaya girmeme izin vermeyecek.. bugün de güneş tutuluyormuş. ah be annecim, bu günü mü buldun temizlik yapacak, allahın sıcağında.. akşam olsa da çıksam. sahil güzeldir akşam saatleri, bir de buz gibi bira; arkadaşları da bulur laflarım biraz. çok sıcaak, dayanamıyorum. en iyisi duş almak..
    mis gibiyim, biliyorum saçlarım kurumaya başladığı anda yine sırılsıklam olucam. biraz uzanıp kitap mı okusam? müziği de açarım, derinden gelir sesi, konsantremi bozmaz.

    akşamüstü:

    -anne şu kadını haftada bir çağırma, ya da ben okula gidince gelsin, ekimi bekle.
    +kızım tamam bak yoruldum zaten, konuşturma beni.
    -üff iyi be, ben çıkıyorum, geç gelirim.

    akşam:

    nasıl bir kalabalıksa artık, ipini koparan sahilde. dondurma yiyenler, kumsala serilenler, ağaç diplerinde sevişenler, banklarda oturanlar.. hah! arkadaşlarım da orada. koyu bir muhabbet, bitmek bilmez sıcak. yarın da böyle mi olacak acaba hava?

    gece:

    uykum yok. annem de yatmasa, biraz laflasak. gerçi bütün gün yoruldu, dinlenicem der gider şimdi. başım ağrıyor, biradan sanırım, dozunda bırakmak her zaman en iyisi. televizyonda da bişey yok. bir film yakalasam da seyretsem.. saat te 1 olmuş, bişey bulamadım. odama gideyim bari, zorlarım kendimi uyurum.

    odamda:

    ne kadar kalın perde, yıldızlar sanki tavana yapışmış. ne kadar aydınlık bir gece, işin içinde sanki bilmece..

    üçüikigeçe :

    tavandaki yıldızlar, duvarlarla mı dökülür insanın üzerine? sadece geceyi sevmiştim. bir şiir kadar aydınlıktı. bir şiir, ama acıyla ağzımdan çıkmaya çalışan bir şiir yıkıyordu geceyi; gece, yıkılıyordu. aydınlık, toz bulutuna döndü. duyduğum şey sadece uğultu ve bir de derin bir ''ablaaa'' sesi. yanındaydım kardeşimin, iyiki de yanındaydım. üzerine çöken yıldızlar değildi o'nun, parçalara ayrılmış bir duvardı. arada kaldım ben, sıkıştırmadı beni duvar, o'nu sıkıştırdığı gibi. kanamadı hiç bir tarafım da. nasıl kalktım yatağımdan? yerde halı yok muydu? molozların arasında bir oda kapısı duruyor muydu hâlâ? yanımdaydı kardeşim. kapıyı buldum. denizin kumu bıraktığı gibi, bıraktı molozlarını deprem evimize. kitaplığım düşmedi bir tek, ona sevindim. o sayılı saniyelerde; bir hayatta kalabildiğimize, bir de kitaplarıma bir şey olmamasına sevindim.. sevinebildiğime göre, yaşıyordum.

    babam bağırdı sonra; arkasından annem.. annemin sesi uzaktan geliyordu, kısılmış gibi. kapının kasası sıkışmış, zorla açabildik. koridorda buluştuk. sallanıyorduk, ayakta durmak güç. annemin tek dediği şey ''bu duvarları nasıl yaptırırız, paramparça olmuşlar'' oldu. sokak kapısına sarıldık sonra, neredeyse dördümüz birden. kapıyı açtık, elimizde bir fener. bisikletler düşmüş, bisikletlerin üzerinde insanlar, insanların üzerinde unufak taşlar..

    apartman kapısını açtık; toz, toz, toz.. gözlerim beni böyle bir gecede yanıltmaz, yok. bu bir felaket.. babama seslendim, bırakıp gitti, bizi bir kuytuya yerleştirip. karşı apartmandaki fırın yanıyordu. o çığlıkları duymak, beni daha çok insan yapar mıydı?

    ezildim ben. küçücük kaldım. minnet mi duymalıydım sana tanrım, lânet mi okumalıydım? anneme sarıldım, kardeşim ortamızda. üstümüz kan içinde. biliyorum ki gözümüzde öfke. babam, insanları kurtarmanın peşinde, evimiz karanlıkta, molozların altında.

    uykudan uyansaydım bu rüyayı görüp, bir daha uyumak ister miydim, bilmem. geceye yazılan şiirleri sevmedim sonra. derinden gelen sesleri de. gözlerimin önünde bir perdenin ardında bıraktığım insanlar kaldı. yerle bir kentin içinde ''sesimi duyan var mı?'' sesini gömülü bıraktım. o ses te derinden geliyordu hep. sanki bir şiir için girizgâh oldu sonra adı.

    kendi seslerinin anlamı oldu sonra insanlar. son bir nefes nasıl verilirmiş, bir ölü ne kadar katı olabilirmiş, insan ağır bir maddenin altında kalınca ne kadar morarabilirmiş gördüm. bakmakla görmek arasındaki anlamı çözdüm.

    şiirsiz, müziksiz: kendim.
  • deprem günü halâ çok net hafızamda; 23 yıl sonra bile. yalova’da ağır hasarlı evimizden paçamızı zorla kurtardığımız o karanlık gecenin ertesinde ve dahi bir gün sonrasında bile bulunduğumuz bölgeye trafik nedeniyle ulaşılamadı. bize zorlukla ulaşabilenlerin asıl merak ettikleri hayatta olup olmadığımızdı. o gövdesi olmayan 5 parçaya ayrılmış evlerden çıkabilmek belki bu hayatta yaşadığımız en büyük mucize. halen inanmakta güçlük çekiyorum.

    dönemin bakanı yaşar okuyan sayesinde çadırların ve sıcak yemeğin hızlıca ulaştırıldığını hatırlıyorum. ancak depremin 3. günü istanbul’a bir yakınımızın evine giderek haber bültenlerinin akışında yer alan yardımlara depremzedelerin ulaşamadığını çok iyi biliyorum. para yardımlarının il erkanları tarafından alıkonulduğu bilgisi veriliyordu; hem de hayatta kalmayı başaran ve devlet memuru olan tanıdık eş dost üzerinden.

    başkası adına utanmak duygusunu depremde yaşadık. hem de kim adına utandık biliyor musunuz? devlet baba adına utandık. eşyalarımız, hayatlarımız enkazın içinde, bizler çadırlarda ceset kokularının arasında hayatta olduğumuzu birbirimize hatırlatarak yaşarken hiçbir yardım görmedik, nakdi yardımın çok yüksek olduğunu sadece duyduk. devlet baba hiçbir aile büyüğünün cebine “sosyal devlet'' olduğunu kanıtlayan bir yardımda bulunmadı.

    hükümetler geldi, değişti, değişecek fakat bu talan düzeni böyle devam edecek. depremden öğrendiğim tek hayat gerçeği, bu hayatta tırnağın varsa başını kaşırsın.

    dostlarımızı rahmetle anıyorum. çok çok hem de çok üzücü yok oluşlar yaşadık. 23 yıl sonra halâ burnumun direği ilk günkü gibi sızlıyor. ve umutsuzluğu umuda dönüştürebilecek bir ışık vermiyor bu ülke bizlere. ölen maalesef öldüğüyle kalıyor.
230 entry daha
hesabın var mı? giriş yap