112 entry daha
  • kabullenme yaşım oldu.

    dünyayı değiştirebileceğime inandığım zamanları geride bırakıp kendi yakın çevremi bile değiştirmediğimi, o korktuğum dünya ile birlikte değiştiğimi, eskisi kadar enerjik veya umutlu olmadığımı, çok çabuk yorulduğumu, pes etmeye yatkın taraflarım olduğunu ve yüzleşmeye korktuğum birkaç şeyi daha kabullendim.

    bu kabullenişte, işin ve şehir değişikliği sayılabilecek bir yarı zamanlı göçün de etkisi oldu. kültür önemli, kültür farkı daha önemli. eğer bir insan; 25 yaşında, üstelik işi gücü varken neden bekar olduğunu, ailesi dururken iş için sehir değişikliği yapmamışken hem de evlenmediği halde(!) neden ayrı evde kaldığını, kendini olduğu gibi ifade etmesinin yanlış olmadığını, sabah istifra etmesi için hamile olması gerekmediğini hamile olsa bile bunun kimseyi ilgilendirmediğini anlatamıyorsa bu fark daha da önem kazanıyor ve kabullenme toplumdan sıyrılmayı da beraberinde getiriyor.

    "kaç çocuğun var?" diyene bekarım deyince "ne zaman boşandın?" diyenler oldu. sanki evli doğuyoruz! "kadın olduğum için bunlar oluyor" demiyorum çünkü bu tavrı takınanlar da kadın. kendi yapamadıklarını başkası yaptığında o başkasını öcü ilan eden kadınlardan işte. "benim oğlum kıymetli" diyen "gelin değil mi yapacak" diyen kadın. bu coğrafyada cinsiyet ayrımı varsa bu ayrımda erkekten çok kadın yüzünden var.

    ne diyordum nereye geldim? 25 yaş bitti sayılır. ilk iş günümdü oysa 25'e girdiğimde. 24'e girerken işsizliğim resmi olarak tescillenmişti ve tam bir yıl sonra bitmişti. 24'ün sancılarını okul bitince ne yapacağını bilemez halimi, işsizliği bırakmıştım. 25 deyince aklıma ilk gelenin iş olması bu yüzden.

    az şey de olmadı hani, mardin'de kadrolu eşeklere emeklilik töreni yapıldı mesela ve ben taşerondum. eşekler bile kadrolu lafını hiç mecaz içermeden kullanabildim. mobbingle tanışmak ne kelime başa çıkma yöntemleri bile geliştirdim. insanlarla iletişimin güzel olması için her konuda açık olmamak gerektiğini öğrendim. yine de olduğum açıklıkla devam ettim, tek farkla artık anlaşılmadığımı kabul ederek.

    bilmediğim bir şehrin sokaklarında hiçbir kaygı gütmeden ve yanımda oraya ilk defa gitmiş biriyle gezdim kaybolmadım. oysa çok kaybolmuşluğum var izmir sokaklarında. rotası olmayınca insan kaybolmuyormuş.

    hayatımda yalan kalmadı. mecbur kalıp söylediklerimi de tek tek, gerekçeleriyle birlikte itiraf ettim. düşündüğüm kadar korkunç olmadı. aksine iyi geldi.

    arkadaşlarımın bazıları ile görüşmeyi kestim. özellikle de çift olup, iyi anlaşacağımı düşündüğü arkadaşlarını da buluşmaya çağıranları, çok samimi olmadığım halde bekar evi diye habersiz ya da son dakika haber vererek evime gelebileceğine inananları, bir adaletsizlikten bahsederken "boşver sen mi kurtaracaksın dünyayı?" diyenleri, bir de aldığı kitabı geri getirmeyenleri.

    yeni insanlar da girdi hayatıma iyisiyle kötüsüyle. yolda kaldığımızda kenardaki ağacın kuruyan dallarını temizleyecek kadar iyi birini tanıdım, nasıl döneceğimiz sonraki meseleydi.

    sevdiğim iki kişiyi toprağa verdim. hatta bir ara ben de öteki tarafa geçer gibi oldum. beyaz ışık diye bir şey yokmuş. gözlerim kapandı sonrasını hatırlamıyorum. 7 ampul adrenalin vermişler ben uyurken ama ben sadece gözümü kapatıp açtım sanıyordum. oysa yarım saatten fazla kapalı kalmış o bilinç. zaman bazen hissedilmiyor. 25 bazı şeyler için erken diyordum ama ölüm için yaş yokmuş.

    geçen sene annemi anlamıştım bu sene de annem tarafından anlaşıldım. babamla arayı düzelttim. babam evime geldi ilk defa. yine ilk defa çiçek aldım bakamayıp kuruttum. siklamen'in benim bakabileceğim bir çiçek olmadığını da kabullendim.

    bir de yaşımı söyleyebilmeyi kabullendim hatta 26 demeye başladım doğum günüm gelmeden.

    edit: noktalama ve imlâ
  • çeyrek asır bitmiş daha ne olsun diyecek değilim sonuçta bu işin daha 30 yaş sendromu var, deli dolu geçecek bir 27'si var insan yaşamak isteyip istemediğine o yaşta karar veriyormuş öyle diyorlar. belki de o kadar ömür yok. yine de 25 keskin bir geçişti, bugün bitti. fatura paketlerinde ve tren yolculuklarında artık genç olmadığımı söyleyecekler. bu saatten sonra işsiz kalsam gss prim borcu'mu silen olmayacak. yetişkin olduğumu hatta bir şekilde artık genç olmadığımı vurgulayacaklar.

    eskiden olsa deli cesareti ile yapacağım şeyleri bu defa daha kendimden emin ve ölçüp tartmış bir şekilde yapıyorum. aynı şeyleri yapmıyorum. bu geçen sene bir yıl yasadıysam da aldığım yaş birden fazla gibi geliyor. çünkü çok fazla şey için savaştım; bazılarının doğruluğundan şüpheye düştüm, bazılarına ise daha sıkı sarıldım.

    mücadele ruhu güzel her ne kadar alnımdaki çizgileri daha erken görmeme sebep olsa da, ilk beyaz saçı ailedeki ortalamadan daha erken görsem de güzel işte. fiziksel olmasa da diri tutuyor. daha güzeliyse (çok bulunmasa bile) bu mücadelede yanımda olan insanlar, üstelik koca bir dünya bize karşıyken.

    şartları düşündüğümde mutlu olmam saçma, üstelik daha hafifinde bile pes etmeye yaklaşmışken hiç akla yatmıyor. kaybedecek şeylerin azalmasının verdiği özgürlük galiba ve bu bana güç veriyor. mesela birinin çıkıp "dünyada yapılacak çok iş var, " demesi bile yetebiliyor. sonra çok istediğim şeyleri ertelemeyi o saniye bırakıveriyorum.

    hayır, polyannacılık oynamıyorum. aksine hiç olmadığım kadar gerçekçiyim. yaşadığım dünyayı, insanları, kaygıları, korkuları, karakteri ya da onun yokluğunu daha iyi tanıyorum. istediğim şey olmadığında neden olmuyor demek yerine sebepleri bilerek üstüne gidebiliyorum. birkaç yıl sonra daha cesur olurum belki ya da gerçekten bırakırım pes etmeyi bile düşünmemişken ama ortası yok onu biliyorum.

    romalılar "orta yol en güvenli yoldur." demiş (in medio tutissimus ibis) bana omurgasızlık gibi geliyor. romasız, küçük iskender'in cümlelerinde cevap buluyorum. "neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ılımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı?" oysa o sadece soru soruyor.

    şeritlerin önemi yok, sollayanların da... gitmeye çalıştığım yer ve yolun beni götürdüğü yer farklıymış. bunu fark edince geride kalanların da önemi kalmıyor. bu farkındalık için hiçbir yaş geç değil. 25 yıla daha fazla şey sığdırmak isterdim, çeşitli dönüm noktalarında sapağı kaçırmasam olabilirdi de. ama o zaman bu geçtiğim yolları görmemiş 25'e sadece takvimde gelmiş olmaz mıydım?

    kişilik tam da o dönüm noktalarında şekilleniyor işte. bir ideali çabayı ertelediğim an sebeplere bakıp daha konformist birine dönüştüğümü fark ediyorum, ya da tüm sapaklar düzlüklerle doluyken yokuş yukarı direnirken hâlâ bir şeyleri koruyabildiğimi.

    bunların dışında en çok kendi içime döndüğüm yaş oldu. aslında hiç de dışında değil tam olarak bunlarla birlikte oldu. içinde yaşadığım şeyi kabullendim.
    ne güzel diyor şarkıda "insan bu alışır, dualar değişir."*
    ve şimdi öğreniyorum ki kabullenmekle orada kendime yer bulmak bambaşka şeylermiş.

    "dönüp ardıma bakıyorum
    yoksun sen
    ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren..."*
58 entry daha
hesabın var mı? giriş yap