ağır
-
tam olarak anlaşıl(a)mayan şeyler için de kullanılır. zor sindirilen kitaplar, dergiler bu şeylerdendir.
-
arzdaki yer çekimi standartlarına, newton teoremine göre olduğundan ya da göründüğünden daha çok olan şey. ağır nesne, ağır kişi, ağır söz vs.
-
(bkz: agir roman)
-
kelimenin doğru telaffuzu; "ağar" şeklindeymiş.
-
dün kullandı bu kelimeyi bi çocuk, bi yeniyetme denize atlamadan önce; sorusunun içinde arkadaşına. önce anlamadım, duyamadım kelimeyi, anlam veremediğimden değil. hemen sağ omzumun gerisindeydi, diğer 5 arkadaşı çoktan atlamıştı denize. hepsi çivileme biri hariç. 14-15 yaşlarının havalarına rağmen, hepsi çivileme atladı. umursanmadığını artık balığın, çivinin, kırlangıcın düşünebilirdim ki; düşünmedim. 3 yıldır görüyorum onları, bu 14-15likleri. hala önemli onlar için, o yaş için. kayanın üstüne çıkmak, yüksekten atlamak, çok su çıkarmak ya da dimdik dalıp çıkmak. saçlarını yana savuruşlarından sudan çıkınca, anlayabiliyorum. bi de etraflarına bakışlarından; kim gördü kim izledi. şu kız, şu amca, şurdaki abi ?
sonra önüme geldi çocuk. son arkadaşı da atladı, o kaldı geriye tek. denize inen demir merdivenin yanında durdu, ben yokmuşum gibi söylendi. hadi bismillah haydi allah dedi bi kaç kez; mahalle ağzıyla. sanmam bi yönelimi olduğunu, hormonlarının onu yönlendirdiği kızlardan başka. hadi oğlum diye bağırdı bi iki kere arkadaşları. sonra kendi alemlerine daldılar. bakmadılar hiç ona, rahat etti sanırım o da, bekleyip düşünüp söylene söylene atladı. ben orada yokmuşum gibi izledim onu. atladı, hızlıca yüzdü, gitti arkadaşlarının yanına.
- su derin mi?
- yok yok değil, atla bi şey olmaz.
- ayağım yere değer mi, ben ağırım ya ?
- yok lan derin. atla sen, değmez ayağın yere. -
yalnızlık demek yahut
hayal kurmak gibi
kimsenin yokluğundan daha ağır
tek başına
onun yokluğu
daha ağır bi yalnızlık,
çıt çıkmaz ya hani
ne evde, ne dışarda
caddelerinden bile
geceler boyu kimse geçmez,
kediler başka teraslarda,
köpekler başka sokaklarda gezer
daha ağır bir kimsesizlik...
aşk. -
söz konusu
kokuysa, keskin anlamına gelir.
yemekse, sindirimi güç, hazımsızlık yaratan anlamını taşır.
uykuysa, derin anlamına bürünür. -
eve girdikten sonra oldu ne olduysa. ondan öncesi sıradan bir
gündü işte. sabah işine gitmiş, öğlene dek çalışmış, yemek yemiş
ve eve gelinceye dek yine çalışmıştı. ne patrondan azar işitmiş ne
de üç çocuklu ailenin geçim telaşıyla ilgili yakınmalara muhatap
kalmıştı. işi erken bitince, fatura yatırma bahanesi ile işten erken
çıkmış ve evde almıştı soluğu. üstelik migren ağrılarından hiç de
eser yoktu gün boyu.
aslında o koltuğa gömüldüğünde tek hatırladığı üzerine çöken ve
dayanılması güç ağırlık hissiydi. ne olduğunu anlaması oldukça uzun
sürecek ve bu hali ona anlatacak başka insanlara ihtiyaç duyacaktı.
evet başka insanlara, çünkü bu aralar kendi kendisiyle fazlaca
konuşmaya başlamıştı ve bu geveze dostunun sağlıklı tespitler
yapabileceğine hiç ihtimal vermiyordu.
kaldığı ev eskiydi. döşemelerden çıkan sesler komşuları tarafından
duyulabilecek düzeyde olduğu için ses çıkaran yerlere işaretler
koymuştu keçeli kalemle. bir tür mayınlı bölgede yürüme hissi
bir yandan sıkıcı evin havasına küçük heyecan rütuşları yaparken,
diğer yandan eve habersizce girecek art niyetlilerin hareket kabiliyetini
de baltalayacak ve evin güvenlik ihtiyacına hizmet edecekti. fakat
salonun köşesine, koltukların arkasına kurulmuş yemek masasına ve
masanın yanında arzı endam eden dolap soytarısına yapacak bir
şey yoktu. zira tahta kuruları yapacaklarını yapmış, canım mobilyaları
kevgire çevirmişti. mutfak, banyo, tuvalet derken geriye sadece bir
oda kalıyordu, ki yatak odası olarak kullandığı bu odada çift kişilik bir
karyola ve gömme dolaptan başkaca bir eşya yoktu. evet evin tek
lüksü yayla kıvamındaki ikiz yataktı.
gözünü açtığında yatakta uzanıyor buldu kendini. uyarı zili çalmadığına
göre henüz kalkması gereken zamandan erken kalkmıştı ve şekerleme
yapmaya dilediğince vakti olacaktı. bir de şu migreni tutmamış olsa !
yan dönüp ikinci uykuya dalmaya niyetlendi ama dönemedi. çünkü
yatak sona ermişti ! dönmeye çalışırken dirseği yatağın dışında kalmış,
yetmemiş gibi diğer kolunda bir acı hissetmiş ve istemeden bağırmıştı.
gözünü iyice açıp etrafına bakındığında ise bağırtıyı duyan hemşirenin
koşturan adımlarını fark etti. yatakta eski pozisyonuna dönüp etrafına
bakınca, koluna serum bağlanmış bir halde hastanede olduğunu
görerek şaşkınlığın ilk aşamasına adım atmış oldu.
-iyi misiniz ? bağırdığınızı duydum.
+iyi miyim?! ha, kolum acıdı o yüzden. serumu yeni fark ettim.
-tabi buraya geldiğinizde kendinizde değildiniz, normaldir.
bu arada iki gündür buradasınız. başınız nasıl?
+iki gün mü?! ah başım çatlayacak gibi. migrenim azdı yine.
-migrenden değildir o. siz o gün olanları hatırlıyor musunuz?
+o gün... en son koltuğa oturduğumu ve üzerime bir ağırlık çöktüğünü
hatırlıyorum ama ondan sonrası yok!
-komşularınız duymuş gürültüyü. ne oluyor diye kapınıza gelmişler.
kapı açıkmış o sırada. kapı açıkmış ama içeri girerken zorlanmışlar.
kapının açılmasını engelleyen şeyin, kapının önünde yatan hırsız
olduğunu sonra anlamışlar.
+hırsız mı ? ne zaman girmiş hırsız?! hem ne gürültüsü?
-buraya gelen polis söyledi. mahalleye dadanan bir serseriymiş.
eski ev olduğunu görünce değerli bir şey bulurum sanmış.
+(sanmış!?)
-sizi takip etmiş önce. kaçta girip çıktığınızı, evde kaç kişi kaldığını
not etmiş. üzerinden çıkan not defterinde yazılıymış hepsi. o gün
tesadüfen siz eve erken gelmiş bulunduğunuz için içeride kalmış
ve telaşla salonda saklanmış.
+salonda saklanacak çok yerde yok hani. ha doğru dolap var.
-yok dolap değil masanın altına saklanmış. siz de gelip tam önüne
arkanız dönük şekilde oturmuşsunuz. onu da bizim hastaneye
getirmişlerdi, anlattı küfrede küfrede. ağzı pis ama komikti.
durumu sizden iyiydi, sadece ufak tefek kırıklar vardı yüzünde.
aldığı darbeler yüzünden geçici bilinç kaybı yaşamış.
+darbe mi, ne darbesi?
-şimdi siz geldiniz de bu panik oldu ya. işte o an aklına, dolabı sizin
üstünüze devirip, o anki kargaşada evden sıvışmak gelmiş garibimin.
ahahaha, kusuruma bakmayın.
+(garibim!?)
-dolabı devirmek için kenarına sertçe vurmasıyla dolabın devrilirken
ikiye ayrılması bir olmuş. dolabın ayrılan üst kısmı sizin kafanıza doğru
inerken, alt kısmı da onun kafasına yıkılmış ama pek hasar vermemiş.
kafası bulanık halde kalkıp hızlıca kapıya koşarken, kapının yanındaki
sütunu fark edememiş ve toslamış. bu esnada burnunda ve şakağında
kırıklar oluşmuş. tam kapının kolunu tutup açarken de bilincini kaybedip
yere yığılmış.
+neler kaçırmışım ben böyle?!
-evet hikayenin en heyecanlı kısmında bilincinizi kaybetmişsiniz. eh tabi
haksız da sayılmazsınız, üzerinize düşen dolap da epey ağırmış anlattıklarına
göre. allahtan, güveler mi yemiş ne olmuş da kafanızda kolayca paralanmış
yoksa şimdi benim yerime hurilerle takılıyor olurdunuz arşı alada bir yerlerde.
+(keşke!)
... -
-
bu yaşadıklarım...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap