• weeping woman, femme en pleurs (1937):
    1936 yılı dünyanın faşizmin yükselişine şahit olduğu bir yıl oldu. italya'da benito mussolini italya faşist imparatorluğu'nu ilan etti. owens 1936 olimpiyatları'nın değişmez, yerine konamaz ve her zaman hatırlanan bir simgesi olsa da berlin olimpiyatları hitler'in bir gövde gösterisine dönüştü ve general francisco franco'nun komutasındaki faşist güçler seçimle işbaşına gelen cumhuriyetçi "halk cephesi" koalisyonuna karşı ayaklandılar. hitler ve mussolini'nin desteğini arkasına alan general franco, ispanya milliyetçi hükümetinin başına geçti.
    aynı yılın ocak ayında paris saint-germain-des-prés'deki café les deux magots'da 54 yaşındaki pablo picasso, paul eluard tarafından 29 yaşındaki güzel fotoğrafçı dora maars'la tanıştırıldı. belki kendi kendine acı çektirmeyi sevdiği için, belki de kısır olduğundan dora, her xaman pablo'nun ağlayan kadını olacaktı.

    nazi almanyası'na ait 28 bombardıman uçağı 26 nisan 1937'de ispanyol kasabası guernica'da 1000 kişinin ölümüne neden olan hava saldırısını gerçekleştirdi. picasso buna tepkisiz kalamazdı. sonuç belki tüm zamanların en güçlü savaş karşıtı sanatsal anıtı oldu. bu tablonun hazırlığı içindeyken üzerinde çalıştığı ağlayan bir kadın figürü de vardı.

    picasso, 1937 mayısı ile ekimi arasında toplam 36 ağlayan kadın figürü resmetmişti: dokuzu kanvas üzerine, 21 kağıt ya da kartona ve altı tanesi ise kibrit kutularına. bugün bunların en bilineni ve sonuncusu liverpool tate gallery'de picasso'ya ayrılmış bölümün dibindeki küçük bir odada tek başına sergilenmektedir. müze broşürü 608 x 500 mm ölçü vermesine karşın benim aklımda küçüklüğüne hayret ettiğim bir tablo kalmış
    http://www.theage.com.au/…_narrowweb__300x329,0.jpg
    http://www.tate.org.uk/…rvlet/viewwork?workid=11871
    http://www.tate.org.uk/…lse&tabview=text&texttype=8
  • yeşilçam'ın iki versiyonlu filmlerindendir. ilki 1967 yapımı ; osman f seden ve semih evin'in yönetmenliğini beraber üstlendikleri ve başrollerini türkan şoray ile izzet günay'ın paylaştığıdır. ikinci versiyonunda ( 2000) ise yönetmen mesut taner, oyuncular ise bekir aksoyile nihan durukan'dır.

    (bkz: izzet günay/@wunsch vertrauen)
    (bkz: türkan şoray/@wunsch vertrauen)
  • (bkz: aglayan erkek)
  • olgunlaşmakta olan kadındır.

    "bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. kadınlar her şeye
    ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... en az erkekler kadar
    yani! ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. eğer bir kadın yürekten
    ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. ama o yüreğin
    değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker
    batırır iğnelerini yüreğe! işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur
    boğazına kadının. yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını
    çok acıtır. gözleri buğulanır kadının sonra. ağlamayacağım, der
    içinden. ama engel olamaz işte. çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve
    iğneler saplamaktadır.. bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. ince
    ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur
    seli... ve kadın ağlar; hem de çok! sanmayın ki gidene ağlar kadın!
    gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. o
    yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir
    kadın; o yüzden ağlar. ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır.
    her damla, daha çok kadın yapar kadınları. her damla bir derstir
    çünkü. bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki,
    değmez onun için derler. bilmediklerindendir böyle demeleri. çünkü
    yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. içlerindeki zehirdir onları
    öldüren! ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler
    yaralarındaki! çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür
    yaraları. dönüşmemesi lazımdır oysa. o yüzden de bolca ağlarlar. zaman
    geçer sonra. kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. umarım
    öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. sapan ruhların doğru
    yolu bulması da yeni acılar demektir. bunu bilir kadınlar, o yüzden
    eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı... çok ağlayan kadınlar,
    bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. her damla olgunlaştırır
    kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği
    onların gözünde küçülür. küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman
    kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. güçlü,
    yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan... insanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu
    kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. çünkü
    inançlarını yitirdi o kadınlar.zamanında yüreklerine o kadar çok iğne
    saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! artık kendilerinden başka bir
    doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. çünkü
    biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir
    zaman! hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. e o zaman niye
    sarılsınlar ki! niye sarılalım ki! etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın
    varsa bilin ki olgunlaşıyordur. bilin ki, gerçekleri kabul etmeye
    başlamıştır. bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. bilin ki,
    sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. o da kim, ne diye sormayın artık. çok
    ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!
    yılmaz erdoğan"
  • çaresizliğine yas tutan kadındır...
    bilir ki, bir matruşkası anlar onu;türdeş yaşanmışlıklardan da öte, kalpten kalbe...

    "agladim... cok agladim...
    ne dogru demis adam. hep diyoruz boyleleri catmaz mi bize diye, hani kadinlari gercekten taniyan, tanimaktan ote anlayan... ama simdi dusunuyorum da, bu zaten hayrani oldugum adam bile is kendi askina geldiginde kimbilir ne cok aglatmistir sozde sevdiklerini.
    agladim, agliyorum... aslinda aglayamiyorum da,yaslar var bi, hıckıramiyorum, cünkü bir baslarsam susmayacagim. annem de yok yanimda sacimi oksayacak. hep böyle zamanlarda gider zaten. basip oralara gidesim var, yeter ki uzak olsun...
    binlerce iğne saplanmıs yüreklerimize evet... milyonlarca gözyasi akitmisiz, kimi gordugu halde ici bile sizlamayan sevdiklerimize.
    iki insanin sevgi kavramlari uyusmuyosa eger, para pul, uyum uyumsuzluk, deger bilme, kıymet verme hepsi hikaye...
    aslinda biliyo musun, ask da hikaye..."
  • sarıp sarmalanıp * teselli edilmesi gereken kadındır... kimi zaman dinleyip yanında susarak... kimi zaman konuşup ağlamasını normalce karşılayarak...
  • (bkz: niobe)
  • bir keresinde bir dolmuşta rasladığım kadındır. en arka köşedeydim, hemen önümdeki ikili koltukta,henüz sevgilisi olmamış ama belli ki olmaya can atan bir çocukla beraberdiler. ağlıyordu,ama nasıl...bu kadar temiz,bu kadar sessiz, bu kadar saf ağlayanına raslamamıştım ben hiç. ben -ki ilk defa görüyorum düşünün- çakılıp kaldıysam, yanındaki çocuk kimbilir ne haldeydi. o çocuk -artık kendisi mi yazmıştı bu metni, başka bir yerden mi aldı bilemiyorum, intihal olarak düşünmeyin o nedenle- birdenbire müthiş rahatlatıcı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

    "gözlerin dolunaya benziyo bazen" dedi çocuk,şaşırdı kız bir an..
    "ve tek bir gökyüzünde iki dolunayı birden görme şansına sahibim ben" diye devam etti sonra..
    "yalnız" dedi...bir elini birden kızın yüzüne koyup..
    "o kadar çok yıldız kayıyo ki o gökte, göremiyorum dolunayları" kız sanki bir anlığına durdurdu ağlamayı..
    "izin ver tek tek toplıyım o yıldızları" deyip,parmak uçlarıyla gözyaşlarını sildi kızın
    "dolunayları daha iyi" sesi düştü iyice "görebilmek için" diye fısıldadı...

    işte insan tam şimdi istiyo ki hıncal uluç vari bir çıkışla bu hikayedeki çocuk bendim ve o gün yeşil fularımı takmış siyasal'dan kızılay'a gidiyodum diyim, iiih ih ih ih diye kıtır kıtır güliyim ve alakasız bir şekilde birden galatasaray'ın yanlış transfer politikasından da aynı ses tonuyla bahsediyim...ama yok arkadaşım,ben gerçekten de o gün arka koltukta sadece bu olayı dinleyen kişiydim. o günden önce benzer bi olaya en çok yaklaştığım an; bi devlet dairesinin ailelerle gidilen yaz kampının çay bahçesinden bozma diskosunda wind of change eşliğinde ilk dansımı yaparken (ki dansa kaldırış kısmında çektiğim ıstırabı bi ben bilirim de söyleyemem kimseciklere) kızın kulağına usulca "bu şarkının aşık edici bi etkisi olduğunu duymuştum" deyip "aa evet ibrahim'le bizim şarkımız bu, bu çalıyodu biz başladığımızda" cevabını alıp "tebrik ederim" diye dialogu bir daha hiç açılmamacasına sonlandırmam olduğunu söylersem daha iyi anlarsınız sanırım içimde oluşan fırtınayı.(na bu kadar uzun cümleyi lise-1 edebiyat ilk yazılısında da kurabilmiş olsaydım,o otuzlarının en güzel zamanlarını yaşayan muhteşem bacaklı bekar edebiyat hocası bana verir miydi? verirdi.en azından kanaatten verirdi. ben ne yaptım peki? mf'ci olup,seçmeli resim aldım çok yeteneğim varmışcasına, babam yaptı tüm dönem resimlerimi. adamın mansiyonu var sümerbank resim yarışmasından, hocanın "benim" resimlerimden seçip yolladığı bir çalışmasıyla) bu arada evet, dikkatli olanlarınız yakaladınız,bariz yalan söylüyorum "kızın kulağına usulca söyledim" derken.hayatımın ilk dansını ederken ben,aynen beden derslerinde bize öğretildiği gibi eşimden bir kol boyu uzakta durmakta ve kolumu hiza bozulmasın diye hiç ayırmamaktaydım. kulağa birşey söylemek bir kenara,kulakları taaa uzaktan şöyle böyle seçebildiğimi söylesem çok daha doğru olacak. hatta biriniz çıkar derseniz ki "depeyi,o kızın kulakları yoktu" ona bile inanırım...neyse, o derece uzak dansediyoduk biz birbirimize. bu nedenle bağırdım aslında bi miktar. ki zaten yakın dans edebilmiş olsaydım sanırım o gün kendime gelecek güvenim lise çağlarına kadar devam edecek ve çok büyük olasılıkla lise-1 deki edebiyat hocam bana verecekti.

    neyse,demem odur ki ben o günden beri böyle pusuya yatmış beklerim,karşıma ağlayan bir kadın çıkacak ve o çocuğun anlattıklarını söyleyip mest edicem. olmuyo dostlar,olmuyo..ben bekliyorum ki ağlasın,onlar gülüyolar. kollarını cimcikliyorum, burunlarını sıkıyorum, hiç yapmamam gerektiğini ilk dansımı ettiğim yaz karıştırdığım cinsel bilgiler ansiklopedilerinden kesinlikle biliyo olmama rağmen vajinalarından içeri üflüyorum püüüf püüüf diye...ağlamıyolar. e onlar ağlamayınca öyle iğrenç oluyo ki bu hikaye...

    - ben iki dolunay görüyorum
    - zuhahahaha
    - tek bir gökyüzünde
    - ayhh ahahah dur dur
    - ya neye gülüyosun yaa? iki dakka dinlemedin ki..
    - oohahahaah tatak var burnunda, aynı ters karekök işareti gibi duruyo ahahah,iki delikde de var
    - eee? bu mu komik?
    - iki dolunay görüyorum depeyi, tek bi burunda
    - dur alıyım bari parmak ucumla
    - ahaha topla topla hepsini,yıldız onlar di mi?
    - mn skiim
  • "...bir kadını ağlatırken çok dikkat edin, çünkü tanrı gözyaşlarını sayar!
    kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı, öyle
    olsaydı ezilirdi; üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. ama göğsünden
    yaratıldı, eşit olsun diye;... ... kolun biraz altından korunsun
    diye....kalp hizasından sevilsin diye...

    (musevilerin, tanrı ile insanın korunmasını anlatan
    kitapları talmud'dan alınmıştır ..)
hesabın var mı? giriş yap