• iskender lahdi gibi, istanbul arkeoloji müzesinde sergilenen, ancak kapak formu ile iskender lahdinden çok farklı (düz) olan bir lahittir. "1887 yılında osman hamdi bey tarafından bulunduğu" ve "m.ö. 4. yy'da saydalı bir zengin için yaptırıldığı" http://www.gbg.bonet.se/…r/aglayankadinlarlahdi.htm adresinde okunabilir, ayrıca burada resmi, istanbul arkeoloji müzesinde de "aslı" görülebilir.
  • 1993 yılında yayınlanmış bir enis batur kitabıdır. aynı adlı tek bir şiirden oluşan kitap, şu anda piyasada bulunamamakla birlikte, 6 45 yayınları tarafından yapılmış bir seçki*de şiire yer verilmiştir.
    ayrıca http://www.turkish-lit.boun.edu.tr/…english&id=1313 adresinde şiirin bir bölümünün saliha paker ve clifford endres tarafından yapılmış bir ingilizce çevirisi yer almaktadır.
    enis batur'un bu şiiri dört yüzünde on sekiz ağlayan kadın* kabartması bulunan ağlayan kadınlar lahdine bakarak kaleme aldığı; ancak bu şiiri "anlamak" için lahdi görmenin gerekmediği söylenir.
    nazım hikmet'in meşhur eseri jokond ile siyau kadar girişik olmasa da, bir sanat eseri üzerine bir metin olarak benim hep ilgimi çekmiştir.

    edit: sevgili chlo'nun uyarısı ile..
  • insanda garip bir hüzün yaratan lahit..
  • osman hamdi bey tarafından kazısı yapılan sidon* nekropolünde bulunmu$ ve o ara yeni yeni kurulan istanbul arkeoloji müzelerine getirilmi$tir. sidon lahitleri arasında en önemli, en ünlü lahit olan iskender lahtinden sonra, en haysiyetli lahittir kanımca. mourning women teması i$lenmi$tir*
  • http://www.gbg.bonet.se/…r/aglayankadinlarlahdi.htm : "aglayan kadinlar ve iskender lahidleri istanbul arkeoloji müzesi'nin en degerli eserleridir ve dünyanin hiçbir müzesinde bunlardan daha güzel ve iyi korunmus lahid yoktur."
  • dökülen gözyaşlarının mayasıyla yoğrulmuş enis batur şiirleri... bu noktada philip larkin'in an arundel tomb'unu anmadan edemiyoruz.

    202 no'lu kitaptan aktaralım:

    geçip gidecek zaman. geçip giden
    zamanlar unufak edecek bizdeki kör
    maddeyi: benim güzelliğim mi kalir,
    onun adı sanı mı: elime dayadığım
    başım ve boşluğa dalmış bakışım kalır
    bu taşta, bir de bomboş, yenik lahit.
    krallık güzellikmiş, beyhude yeryüzü!
    bir müzede gün boyu meraklı gezmenler
    ve gözlüklü uzmanlar dolanır etrafımızda.
    sonra düşer karanlık ve söndürür ışıkları
    bekçi: her gece bütün gece ikimize kalır.
  • ağlayan kadınlar lahdi
    i
    bir gün ölürseniz, gökyüzümde
    o an ani bir taş ateşi çizilir,
    burada, bir şehirden ötekine,
    ağır aksak ilerleyen kervanda
    katlayıp kaldırdığım çadır,
    sırrolan her kesin vahada
    günden geceye çatılan bilmece
    içinde koruduğu bekleyiş,
    boşuna bu damlanın peşisıra
    gelmeyecek kaynağından su sesi
    -kimsenin duymadığı lir.
    ii
    duyarsam bir gün, kıpırdanır
    tenimde nicedir kabuk tutmuş
    dokunuşlar andaçı, uzun uzun
    titrer kuytuda soluğunu tutmuş
    zemberek ve kırılır içimde camlar
    biri açıldı diye bütün pencerelerde,
    çalımla dikilir karşıma ters
    çevirip bıraktığım kum saatının
    her tanesi pınarımda erimeye hazır:
    vakitlerden bir vakit
    gitmiştiniz bu diyardan, mahzun.
    iii
    gelmişse tokat gibi haber, kurşun
    dil hareketleriyle kurulmuşsa
    o kurşun cümle:açılır içimden
    hızla, usulcana, sessiz sonsuz
    bir yelkenli ufkun eskiden
    kaybolmuş çizgisine doğru,
    tan gelmez bir daha, ne akşam
    çöker yeniden ne de gecelere
    yer kalır göğsümde, duyarım
    yosunların altında gizlenen
    sesinizi, saklar beni som tuz.
    iv
    kim söyleyebilir gittiğinizi, kim
    toplayabilir onca cüreti yüzümde
    çatlayacak bütün anlamların
    önünde, bilemiyorum, gözümün
    dibinde telaşla arıyorum beni
    beşduyusuz hale getirebilecek
    güçlü çareyi, her yükü taşır
    sandığım çetin çark düzeninde
    çatlarsa bütün dişliler, içim inme,
    sizi hazırladıkları topraktan
    önce benim özsuyum fışkırır.
    v
    diyorum ki: saklanmalı benden
    uçurtmanın şimdi görünmez olduğu,
    örtülmeli evdei aynalar ve ışığım
    ve soğuran yüzeyler: bir an için
    gözlerimi görsem içimdeki sarkıt
    hemen terler, söner lambalarım
    ve gecenin arkasındaki geceye bakıp
    hatırlarım paylaşılmış bir rüzgarı,
    bir kentin damlarını hatırlarım,
    saklansın sakladığım sudan uçtuğunuz-
    ben kendi göğümde kördüğüm sarmaşığım.
    vi
    görüyorum şimdiden, lahdin yüzüne
    kabartma yüzüm birikmiş, loş,
    bulutlar içre toplanan kasırga,
    gövdem bir sonbahar alışkanlığı
    boyunca düşmeye koyuluyor iki ucu
    unutulmş bir mesafenin ortasında,
    bir yerleşiyor acı elimle örttüğüm
    hatlarıma, bir çekiliyor, ıssız
    bırakıp, içimdeki kor çekirdeğe.
    ağlayacağım kuzeye bakan yüzünde
    lahdin, artık dümeni kırık kadırga.
    vii
    ölmüşsünüz, bende yıllar olduydu
    ölmüştünüz, sanıyordum yıllar
    yılıdır gömmüştüm sizi yıkamadan,
    öylecene, küllenmeden daha kül.
    sizinle yaşamıştım sizen dolayı
    sanıyordum, ölecek oldum sizden
    dolayı, neden sonra doğruldum da
    çöküp kaldığım yerden, inandım
    nasıl olsa yaşamıyordunuz artık,
    kavuşturacağım ellerimi lahitte:
    yüzüm perde, göğsüm taş çekül.
    viii
    bir gün ölecektiniz biliyordum
    serttir mermer, bir çift el çalışsın
    isterdim orada ben daha önce
    yoktum, bir çift el oysun sanki
    sizin ellerinizdi, istedim, orada
    ben henüz yoktum, çoktan olmuşken.
    çoktan olmasaydı bir gün olacaktı
    biliyordum, ama kim daha önce,
    umdum ve yakardım diktiğim mum
    damla damla erirken önümde, durdum:
    yürüyordunuz, suskun, çoktan ölmüşken.
    ix
    duydum belleğimdeki yaranın sızısını,
    inatçı bir yağmurdu yağmur öncesinin
    getirdiği, tıpkı yürüdüğümüz, çıplak
    ve ürperti dolu, bir ağaçtan ötekine,
    bir adaydı hangi haritaya baksak
    bulduğumuz. yaban çileğinin kokusu.
    sabah dumanı. toprakta yoğrulan ten
    üzre büyük kopuş. toplanıyor bir daha
    bulutlar, görüyorum, gecikmiş bir
    göçmen kuşu bakıyor yağmura doğru,
    uçuyor kaskatı bakışıma yer etmiş ulak.
    x
    ne keder kalmış sizden, anladım,
    ne öfke, kin, onca özümü oyan kıskanç
    hücreden eser: hem crescendo, yokuş
    aşağı hem yaşamışız aynı yataktan
    yüksek debi akarken. yaşlıysa gözlerim
    değil gittiniz diye: kalıyorum burada
    böyle, bana uzaktan verdiğiniz anlamı
    götürdünüz oraya- bekleyecektiniz,
    bekleseydiniz ortak bir iz bulalım:
    aradım ben, arayacağım dönüp
    yeniden, gelsin havalandırdığım kuş.
    xi
    güneye bakan yüzde durmalı yontum.
    ölüme ve birbirlerine küskün bunca
    mutsuz kadının arasında yitmek mi
    incitiyor beni? bu soruya kilitli,
    başım ve bedenim dimdik savuruyorum
    dişiliğimi: bir tek bakışlarım eğik,
    sanmasın kimse ondan başkası beni
    tutabilir. çözmem bundan böyle uzun
    saçlarımı, kabarmam mevsimi de
    gelse patlamaz dudağımdaki gonca,
    benden gideni kolaysa taşa yontun.
    xii
    nereye koysam kendimi, aynı
    hizada duracağım onlarla; yüzüme
    aradığım kalın gölge, durmadan
    daralan gövdem ne utançtan, ne
    açığa çıkmaktan, kıvranıyorlar oysa.
    birlikte kurduğumuz sırrın zarfı
    yırtılınca, keşke gözükebilseydi ter
    içindeki sırtıma dayanan gözüpek
    göğsünde körük gibi çalışan yüreği
    ve içimde deri değiştiren o yılan,
    keşke çıksa topraktan bana doysa.
    xiii
    geçip gidecek zaman. geçip giden
    zamanlar unufak edecek bizdeki kör
    maddeyi: benim güzelliğim mi kalır,
    onun adı sanı mı: elime dayadığım
    başım ve boşluğa dalmış bakışım kalır
    bu taşta, bir de bomboş, yenik lahit.
    krallık güzellikmiş, beyhude yeryüzü!
    bir müzede gün boyu meraklı gezmenler
    ve gözlüklü uzmanlar dolanır etrafımızda.
    sonra düşer karanlık ve söndürür ışıkları
    bekçi: her gece bütün gece ikimize kalır.
    xiv
    inanmadım söndüğünüze, bütün
    tanrılardan daha tanrısal, bütün
    erkeklerden daha eril: dokunduğunuzda
    başlayan deprem yerlebir etti kırı kenti,
    kuyularım çok daha derin artık, daha
    kavurucu çöllerim dimdik güneşinizden,
    kan içinde yaşamışsam kasıklarınızda
    beklerim dönüşünüzü kurak ve mühürlü,
    kimse benim kadar düşlemeyecek birden
    dönüşünüzü, yakacağınız ateşi birden,
    aramızdaki yangına biçilemez ki paha.
    xv
    gittiniz, zihnimde kalan tek bir imge.
    belki de hangi seferdi hangi diyarda
    unuttunuz, ancak bendeki yabancıyı
    hatırladınız: atın üstünden gördüğünüz
    yüzüm mü, hayır, konuşurken her hecem
    eleverdi sıcak uzağı- tıpkı arpte
    yanlış tele dokundukta gözünüzden geçen
    kıvılcım: bende kendisinden bir an kaçmak
    isteyen kraldı korudunuz, soyunmuş, yad,
    aşınabuyruk, çağırdığınız odadan ufka
    bakıp: gelin, hazırlayın atımı, ecem.
    xvi
    dönüp duracak lahdin etrafında dizili
    kadınlar ve kimse hiçbir zaman bilemeyecek
    benim en son geldiğimi: nicedir yorgun,
    nicedir gitmeye istekli, nicedir unutulurum
    korkusuyla tutuşmuş: işte karnımdaki can!
    uyku durak bilmeden hazırlanan bu tören,
    hepimizi kara yasında taşlaştıran şimdiden
    yalnızlığımızda bundan böyle dokunulmaz,
    bir ağaçtan kopmuş ve elin uzanamayacağı
    sim bir tabakta, çürümeye öylece bırakılmış-
    gencim: ne olacak içimde dönenen deli kan?
    xvii
    sustunuz ve kıvrılıp kaldı, dolaşan soru.
    olmuş muydum aysız gecelerde size eş,
    kalmış mıydık yoksa, doğduğumuz gibi,
    kardeş? bir tek ben biliyorum artık
    kavuşmadığını gövdelerimizin, bir de
    uçup uzakta kırılgan bir dala konan ruh,
    çağlar boyu yaşasın istiyorum bu derin
    şüphenin beslediği kem kemirgen merak -
    ben ki gördüm, yarıyarıya uykuda kından
    çıkmaya hazır bir kılıçtınız yanıbaşımda,
    içimde size doğru dağılmaya hazır güruh.
    xviii
    bir gün gelecek herkes ölecek, ben de,
    gördüğüm duyduğum bütün insanlar da
    gidecek buradan: başkaları yaşasa bile
    budur işte benim kıyametim: mermere
    düşen yüzüm ağladıkça silinecek-
    hem hepsiyim çünkü kadınların, hem hiçbiri.
    duracaksam hatsız ve rengi büsbütün
    atmış,duruyorsam dilsiz ve yankısız,
    anlayın ki sıra büyük bir hızla gelecek,
    kimse görmeyecek yüzümdeki son sözü.
    bana bakıyorsunuz: o dem yok o dem

    istanbul 1993
  • lahitte betimlenmiş kadınların bir kısmının (belki tümünün) ücret karşılığı yas tutan kadınlar olması muhtemeldir. yas tutucular bugünkü ortadoğu'nun antik çağdaki geleneklerinden birisiydi hatta lawrence durell ın iskenderiye dörtlüsü nden öğrendiğimize göre ( yanılmıyorsam mountolive de geçiyordu.) 50 lerin mısır ında devam etmekteydi. bugünkü durum nedir bilemiyorum.
  • lahitte betimlenmiş kadınların "yas tutan kadınlar" ya da "ağlayacı kadınlar" olması ihtimali yoktur. kral solon'un kanuna göre, bir ölünün yasını tutacakların altmış yaş üzeri ve ölünün dördüncü dereceye kadar akrabası olması gereklidir. lahit üzerindeki kadınlara baktığınızda bunların genç olduğu anlaşılır. kıyafetleri ve saraya ait olduklarını, asaletlerini gösteren zarifçe eğilmiş başları da bu kadınların parayla kiralanan "ağlayıcı kadınlar" olamayacaklarını gösterir. diğer bütün tezler daha mantıklı görünmektedir.
hesabın var mı? giriş yap