• kendini birden king arthur un zamaninda bulan bir adamin hikayesini anlatan mark twain romani ayni zamanda halil berktayin verdigi ortacag tarihi dersinin ilginc bir noktasi olmustur, kendimizi ortacagda birden bulsak neler gorurduk diye tartisirken.
  • zaman yolculuğuyla ilgili ilk romanlardan biridir. baş karakteri, hank morgan isimli orta yaşlı bir connecticut'lı amerikalıdır, ceremi isimli küçük bir çocuk değil.

    birçok değişik şekilde sinemaya uyarlanmıştır. sam raimi'nin yönettiği, başrolünde bruce campbell'in oynadığı, evil dead serisinin devamı army of darkness en fantastik olanıdır. bir diğeri için bakınız: a kid in king arthur s court
  • milliyet çocuk içinde klasik eserler adı altında siyah beyaz çizgi roman halinde basılmış olanı vardır. özgün eser ise türkçe'ye nora kitap tarafından kral arthur’un sarayında connecticutlı bir yankee adıyla kazandırılmıştır.
  • okuduğum en güzel macera kitapları içerisinde başı çeken bu kitap için birkaç laf etmem gerektiğini düşündüm.

    meşhur britanya mitolojisi olan kral arthur ve yuvarlak masa şovalyelerini konu alan bir macera. ama bu macera zamanda yolculuk sayesinde başlıyor. ve sizi peşinden sürüklüyor. bu sürükleniş düz bir zeminde gelişiyor, bir zamandan başka bir zamana geçişler söz konusu değil.

    içerisinde öylesine güzel pasajlar var ki safi bir macera romanı olmasının ötesine geçiyor. zamanın çok ötesinde yapılmış yorumlara sahip. twain; ekonomik tespitler, toplumsal statüler, yönetim sistemleri, gönül ilişkileri vs. birçok alana değinerek kitaba mükemmel bir hava katmış. ve güldürü ögeleri de çokça kullanıldığını söyleyebilirim. bu bağlamda okunması en zevkli kitaplar arasına giriyor.

    karakterimiz (hank morgan), 19. yy'da silah fabrikasında çalışan bir işçi, yanlış anlaşılma sonucu (herkül) adında biri tarafından başına darbe alıyor ve gözlerini açtığında kendini 6 yy'da buluveriyor. bizim maceramız da bundan sonra başlıyor. kendisiyle birlikte bizler de 6. yy'da olup olmadığımızdan emin olamıyoruz. bir süre sonra kral arthur'un sarayında olduğumuzu kabul ediyoruz. karakterimizin süpheci tavrı kitabın sonuna kadar devam edeceğini görüyoruz.

    gelişen olaylardan sonra halk, karakterimizi idam etmek istiyor ancak bu zor durumdan geldiği zamandaki bir bilgisi ile kurtuluyor. güneş tutulmasını bir mucize olarak gösterip, halkı güneşsiz bırakacağı ile tehdit ediyor. bulunduğu tarihe birkaç gün sonra meydana gelecek bir güneş tutulmasından haberdar olduğu için bu durumu iyi kullanıyor. neticede halk indinde neredeyse kilise ile eş bir değere sahip oluyor. o sırada kral arthur ve merlin bile arka planda kalıyor. yazar burada çağlar öncesinde bile şarlatanların toplum üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor. yüzlerce yıl geçse de değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

    kitabın sonu hakkında bir cümle kurmak istemiyorum çünkü bütün bir macerayı kursağınızda bırakabilir. bu yüzden okumanızı tavsiye ederim ki asla pişman olmayacaksınız.

    daha önce de dediğim gibi, yazar birçok alanda fikirlerini aralara serpiştirmiş. bunlardan en can alıcıları ise yönetim sistemleri üzerine yaptığı değerlendirmeler. feodalite'den nasıl nefret ettiğini her defasında hissediyorsunuz.

    yönetim ile ilgili örnek bir pasaj:

    "insan nihayetinde insandır. asırlar süren istismar ve baskı onun içindeki insanlığı öğütüp yok edemez. bunun tersini düşünen kendini kandırmış olur. evet, en değersizleştirilmiş, en aşağılanmış halkların -örneğin rusların, örneğin almanların-içinde bile bir cumhuriyet kurmak için yeterli malzeme, yeterli insanlık kalmıştır; yeter ki birileri o şeyi derinlerine gömüldüğü çekingen ve kuşkucu mahremiyetten çıkmaya zorlayıp herhangi bir tacı ve onu destekleyen aristokrasiyi alaşağı ederek çamurun içine atmak için kullansın. belli başlı şeyleri görmemiz, inanç ve umut beslememiz gerekir.

    başka bir tane daha:

    "benim sadakat anlayışım kişinin ülkesine, kurumlarına, baştaki yöneticilerine duyduğu türden sadakate sığmaz. gerçek olan, asal olan, ebedi olan ulustur; koruyup kollamamız, özen göstermemiz, sadık kalmamız gereken şey odur; kurumlar talidir, memleketin giyindiği kılıklardan öte değildir ve kıyafetler eskiyebilir, partallaşabilir, rahatlığını kaybedebilir, bedeni kıştan ve hastalıktan koruyamaz hale gelebilir. paçavralara sadık kalmak, paçavralar için sesini yükseltmek, paçavralara tapmak, paçavralar için ölmek, abesliğe sadakat göstermektir; bu da en saf haliyle hayvanlara özgüdür; monarşiye aittir, monarşi tarafından icat edilmiştir, öyleyse monarşiye terk edilmelidir."

    insan ilişkilerinde de dair çok hisli cümlelere sahip, örnek vermek gerekirse:

    "çocukluğumuz birlikte geçti ve yirmi beş yıldır da karı kocayız; o günlerden bu güne hiç ayrılmadık. bunun sevgiyi ve acıyı paylaşmak için ne kadar uzun zaman olduğunu bir düşünün. bu sabah aklını kaçırdı; yine kırlarda mutlulukla gezinen şu bildik oğlanla kız olduğumuzu hayal ediyordu ve sonra, konuştukça o masum hoşnutluk onu ötelere, daha da ötelere taşıdı ve bilmediğim başka yerlere götürdü. ve sonra, ölümlülere has o bakışı son buldu. ayrılmadık, çünkü hayallerinde onunlaydım; o bilmiyordu ama ellerim -bu kuru pençeler değil, gençliğimdeki yumuşacık ellerim- onun ellerinin arasındaydı. ah, evet, uzaklaşıp gitmek ama bundan bihaber olmak; ayrılmak ama birlikte kalmak; insan bundan daha eksiksiz bir huzurla nasıl terk eder şu dünyayı? doğduğu zalim dünyaya karşılık verilen bir ödüldü bu ona."

    şimdi alıntılayacağım pasaj da yine çok tanıdık gelecek. hala bu sığ insanlar arasında yaşamak çok zor.

    "demek istediğim şu: biz yarım dolarla sizin bir dolar harcayarak alabileceğinizden çok şey alıyoruz. ve böylece -her türlü mantık ve sağduyu uyarınca- gelirlerimiz sizinkilerden fazla oluyor.

    sersemlemiş gibidi. 'hakikaten anlamıyorum..' dedi çaresiz bir tavırla. 'daha şimdi bizimkilerin sizlerden yüksek olduğunu söyledin ama daha nefesini bırakmadan tersini iddia ediyorsun.'

    ah, yüce yaradan adına! bu kadar basit bir şeyi kafana sokman bu kadar zor mu?
    ....
    hayır, pes etmem gerekiyordu. o insanların değer verdiği şey gelirin yüksek olmasıydı; dillerine doladıkları yüksek gelirin bir şey almaya yarayıp yaramadığı onlar için önemli değildi. 'koruma' kavramını savunuyorlardı, hatta o şeye yeminle bağlıydılar ki bu da anlaşılır bir şeydi, çünkü bundan menfaat sağlayanların ürettiği, korumanın onlara daha yüksek gelir yarattığı yalanıyla aldatılmışlardı."

    "fazla hayat tecrübesi olmayan ve fazla düşünmeyen biri, herhangi bir ulusun refah veya refahtan yoksunluk derecesini sadece ücretlerin cari, yani geçerli büyüklüğüne bakarak değerlendirir; ücretler yüksekse ulus varlıklıdır, değilse fakir. ve bu yanlıştır. önemli olan elinize ne kadar para geçtiği değil, o parayla ne kadar alım yapabildiğinizdir; gelirinizin gerçekten mi yoksa sözde mi yüksek olduğunu belirten budur."

    bir başka değinilen nokta da din adamları hakkında söyledikleri, zamanın aristokrasisi ile ilgili tanımlamaları. şöyle ki:

    "aristokrasi için şu kadarını söyleyeceğim: bu insanlar ne kadar zorba, öldürmeye meyilli, haris ve ahlaken çökmüşse, dine o kadar derinden ve şevkle bağlıydı. kilisenin buyurduğu düzenli ve vefalı ibadetten onları hiçbir şey alıkoyamazdı. düşmanını sıkıntılı durumda yakalamış bir asilzadenin adamın boğazını kesmeden önce durup dua ettiğini defalarca gördüm; bir asilzadenin düşmanını pusuya düşürüp hallettikten sonra ölüsünü yağmalamadan önce en yakındaki yol kenarı ibadethaneye gidip tevazuyla şükrettiğini defalarca gördüm."

    "tartışmalar putlaştırılmış eğitimi değiştiremez, ancak dalgaların kıyıdaki yalçın bir kayayı aşındırdığı kadar aşındırabilirdi."

    bu ve buna benzer birçok tespitler içeriyor. ayrıca kahramanımızın bir nevi "mark twain'in" aslında bir kapitalist ve emperyalist görüşe de sahip olduğunu görüyoruz. gerçi, bize yansıyan; sömürü düzenini savunan değil de daha çok üretip tüketen, çalışan, her daim yükselmeyi savunan bir rolde.

    velhasıl kelam gayet güzel bir maceraydı benim için herkese keyifli okumalar.
hesabın var mı? giriş yap