• rüyalar ve kurmaca panelinde murat gülsoy'un çantasından çıkardığı ve referans olarak gösterdiği, kısmen kalın john fowles kitabı.
  • a maggot bir john fowles romanidir. kitap ingilterede kurulmuş olan puritan din tarikatlarından birininin başlangıc oykusunu bir kaybolma ve soruşturma hikayesinin icinde anlatır. tarikat lideri kadının dogum oykusu ile biter.epeyi bir baslangıc yani.guzeldir mevcut tum semai dinlerin gunumuze ne kadar uydugu ne kadar bizim dine uydugumuzu falan pek bir guzel irdeler.
  • hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan biri. türkçe'ye s.rifat kırkoğlu'nun çevirdiği ve ayrıntı yayınları'ndan "yaratık" adıyla çıkmış olan bir john fowles başyapıtı. fowles'un öndeyiş'te belirttiği gibi maggot; kanatlı bir yaratığın larva evresini ifade eden bir sözcüktür. "bu satırların yazarı yazılı bir metnin de en azından bu anlama geleceğini umut etmektedir." der fowles ve metnin yapısına dikkat çeker.

    roman; bakhtin'in roman sanatı üzerine söylediklerini doğrular gibidir: "bir kral nesnedir" fowles'un metni. tiyatral diyaloglar, şiir, gazete küpürleri, mektup tüm türler iç içe geçmiştir sanki. her iyi roman gibi fowles'un romanı da cevap vermez, sadece ama sadece hayata dair büyük sorular sordurur. bir de alıntı aktarayım size:

    - geçen yıl beyefendi'ye,araştırmalarının amacının ne olduğunu öylesine soracak oldum ve o da bana -biraz buruk bir şaka olarak gördüğüm bir tavırla- bir kurbağayı insan,bir budalayı da bir filozof nasıl yapabilirim,buna uğraşıyorum, diye cevap verdi. o zaman ben de tanrısal kudrete el uzatmak ister gibi gözüktüğünü belirttim. bu sözüme karşılık olarak yanıldığımı söyledi, çünkü ona göre dünya bize insanları kurbağaya ve filozofları da budalaya çevirmenin hiç de zor olmadığını öğretmekteydi ve dolayısıyla ele geçirmeye çalıştığı kudret, şeytan'ın kudretiydi.

    okuyalım efendiler...
  • "maggot, (kurtçuk) sözcüğü kanatlı bir yaratığın larva evresini ifade eder; bu satırların yazarı yazılı bir metnin de en azından bu anlama geleceğini umut etmektedir." fowles, romanına başlamadan böyle der. hem okuyucuyu hem kendisini hem de yaratığı uyarır. yazarın beyninde beliren inatçı bir imge, onu asla bırakmaz. nereye gittikleri bilinmeyen, sadece atlarını süren yüzleri olmayan seyyahlar.

    yaratık, ya da bir şiir dizesi gibi atlarını süren atlılar...

    ilk beliren kadının yüzüdür. çok uzun süre ölmüş olan kızın gözlerindeki bir şey, açıklanamayan bir var olma isteği, ölmeye karşı çıkış fowles'u bu kitabı yazmaya iter. ama hayır, kitap değil bu, roman da değil. "o kendine özgü, tuhaf bir tür; bir maggot, bir yaratık."
    genç kadın romanın başında bir yerlerde, yolculuğun belirsiz bir zamanında, durakladıkları handa banyo yapmak ister. yanındaki adam (birlikte yolculuk yaptığı erkek hizmetkâr) kımıldamadan orada, odada durmaktadır. kadın, yanına gider, kolundan tutup adamı arkasına dönmeye zorlar. çaresiz bir hayvan gibi bezgin ve kırgın durur adam. ifadesiz. yazar, "dilsiz ve işkenceler içinde, kendisinden ne beklendiğini bir türlü anlayamayan çaresiz bir hayvan gibi durur", der. kadının kararlı bakışları adamın boş mavi gözlerini kendi kahverengi gözlerinden alır, duvarın bir noktasına sabitler. kadın adamın elini bir süre tutar. belirsiz bir süre öyle kalırlar. bir şeylerin olmasını bekler gibi. ama olmaz. kadın soyunmaya başlar. odada yalnız gibidir. iç çamaşırı dışında çıplaktır artık. kadının soyunması adamı "tuhaf" etkiler. kadına doğru değil, odanın en köşesine, kadının en uzağına gider. leğene döktüğü su ve küçük bir sabun parçası yardımıyla yıkanmaya başlar kadın. mum ışığında sadece sırtındaki yumuşak bir beyazlık çizgisi görülmektedir. burada yazara göre gerçek bir uğursuzluk vardır; kadının solak olduğu anlaşılmıştır ve kadın bir kez bile arkasını adama dönmezken adam gözlerini kadının yarı çıplak vücudundan hiç ayırmaz.
    kadın, vücuduna koku sürer. giyinir.
    parmağına biraz üstübeç alır. yanağına ve yüzüne sürer. boynunu ve omuzlarını da renklendirir. aynada kendisini seyreder. ışık, geridedir. adama şamdanı verir ve tutması gereken yeri, yüzünü gösterir. kırmızı bir merhemi dudağına, dili ve parmağıyla sürer, yanaklarını hatta allık kullanıyormuş gibi elmacık kemiklerini boyar. bir şişedeki sıvıyı (güzelavratotu. ah, tabii belladonna. fitoterapi sağolsun!) gözüne damlatır. o zaman, gözlerini çevirip adama bakar. yine yazara göre bu kadını daha fazla arzulanır yapmaktan çok ona oyuncak bebek güzelliği vermiştir. (bence, görmesem de kadın "hoş" olmuştur. neyse.) kadında bir tek kahverengi gözler değişmemiştir. haififçe gülümseyerek gözlerini kapatır. masum, adamın kardeşi gibi bir gülümsemedir bu. başkasının öpmeye çağrı gibi yorumlayacağı bu harekete, adam sadece mumu kadının yüzüne biraz daha yaklaştırarak cevap verir. ışıkla aydınlanan yüzün -sanki bir sır var gibi- her çizgisini, her kıvrımını inceler. kadının yüzünü bir ölüm maskını eller gibi -parmağıyla- eller. yanaklarına, çenesine, alnına, kaşlarına, gözkapaklarına, burnuna, ağzına dokunur. kadının dudakları kendisine dokunan parmaklara kımıldamaz. şamdanı yere koyan adam aniden kadının dizlerine kapanır. bu görüntüye dayanamıyor gibi yüzünü kadının kucağına gömer. genç kadın şaşırmaz, kımıldamaz. sadece, adamın saçlarını okşar. usulca konuşur.

    nazikçe adamı iten kadın, giyinmesine devam eder. adam hâlâ diz çökmüş durumdadır.

    yerdeki mum bu anlatılan şeylerin hiçbirisini düşündürtmeyecek başka bir şeyi aydınlatır. adam, kadının yüzüne bakarken olduğu gibi büyülenmiş bir şekilde bu şeye bakmaktadır. boğulmak üzere olan bir insan nasıl bir dala tutunmak ister, o da aynı şekilde bu şeyi iki eliyle kavramaktadır. pantolonunun üst kısmı indirilmiştir. tuttuğu şey de bir dal filan değil, iri, çıplak ve kalkmış bir penistir.

    bu müstehcen manzara kadını şaşırtmaz, rahatsız etmez. sadece elleri elbisesinin üzerinde hareketsizleşir. yastığının üzerinde menekşelerin serpili olduğu yatağına sessizce yaklaşır. menekşeleri toplar, onları kayıtsız ve alaycı bir tavırla adamın eğilmiş başının altına, ellerinin ve kanla şişip koskoca olmuş erkekliğinin üzerine atar.

    bunları ben anlattım, fowles'dan bana kalanları aktardım işte. kadının gözünde damlattığı sıvı dışında gözyaşları mı vardır artık. kimsenin görmediği.
    bundan sonrası söylenmez. gerisi kitapta. büyücü'nün yaratığında.

    ben kitabı chardin tablolarına bakar gibi okumuştum yıllar önce. özellikle the silver tureen. faydası oluyor, bir deneyin.

    http://www.lib-art.com/…baptiste-simeon-chardin.jpg
  • fowles, kitabın neredeyse tamamını oluşturan soru-cevap şeklindeki diyaloglar için şunları söylemiş:

    "i've become more and more interested in the problems of dialogue in the novel. to me this is the crucial thing, because it's the difficult area for all novelists. but it so happens that, for many years, i've had a particular fondness for old trial reports. before i wrote a maggot i tried to work out why i particularly liked old murder and treason trials, whatever they might be, which are all in the "q" and "a" form. i decided it was because they left out one important branch of novel writing, which is describing how people look and what they do: you know, "he opened the window, lit a cigarette, had another whiskey," or whatever it is. all novelists secretly like difficulties, and i thought that this was a nice one to set. you are throwing out half your weapons, in fact...so that was the main reason for that choice; trying to prove i can do with one arm, what, in the past, i've done with both."

    kaynak: john fowles's fiction and the poetics of postmodernism
    yazar: mahmoud salami
  • the magus kadar katmanlı ve yoğun bir roman olarak görmesem de en az onun kadar sürükleyici ve okuyucuyu düşündüren bir roman. ancak fowles, büyücü'deki gibi doğaüstü-gerçekçilik dengesini kurarken yarattığı muammadan ziyade bu romanda daha serbest bir şekilde metafizik bir kurguyu tercih etmiş, iyi de etmiş. ayrıca kitapla ilgili ufak bir spoiler:

    (bkz: mary ann cotton)
  • john fowles başyapıtlarından biridir.

    "maggot sözcüğü kanatlı bir yaratığın larva evresini ifade eder. ancak sözcüğün daha eski bir anlamı daha vardır; sözcük gelip geçici ani heves ya da tuhaflık anlamına da gelmektedir."

    aslında kitap kitap gibi değil daha çok bir maggot. bir kategori atfedilemez kendisine. john fowles bu kitabında her ne kadar kurmaca karakterlere yer vermiş olsa da aslında arka planda gerçekten yaşanmış bir tarih söz konusudur. yani beğendiği ve ele almak istediği döneme beğendiği karakterleri yerleştirmiştir desek doğrudur.

    roman gizemli karakterlerin yolculuğu ile başlar ve sırası gelen de yavaş yavaş sahneden çekilircesine romandan ayrılır. sağır ve dilsiz uşağın cesedinin bulunmasıyla hepsi teker teker sahneye geri çağrılır ve diyaloglar yoluyla sorgulanma suretiyle karakterler hikayelerini anlatır. fowles romanı tıpkı bir tiyatro sahnesiymiş gibi döşemiş, dostoyevski esintilerini görebildiğiniz kasvetli ve gizemli bir yapı kurmuş. alttan alta inançlara, hristiyanlığın altında ortaya çıkan mistik mezhep ve gruplara dikkat çeker. kitap boyunca karakterle birlikte sorgulanır ve diyaloglar arasında kaybolursunuz. bir fowles taktiği olarak okuyucuyu ikilemde bırakan bir sonla sahneyi kapatmıştır, neyin olduğunu düşünmek ve inanmak okuyucunun seçimidir.

    john fowles tek başına benim için başucu yazarıdır, belki de en büyük takıntılarımdan biridir. alaycı, kendini tanrı gören küstah ve arayış içindeki yazar tarzıyla fowles aslında dost olsa çekilmeyecek bir adamken kitaplarını cazip kılan tekniği de bu tarzıdır. yaratık - a maggot - kitabında da yaşlı ve inanç arayışı içinde olan mistik olaylara meraklı zengin ve kültürlü yaşlı adam rolünde ve o adamın her şeyi duyan ama müdahale etmeyen babası rollerinde karşımıza çıkıyor. bu iki karakterde aslında kendisini anlatıyor. kitabın aslında quaker kızı (rebecca lee) hakkında olduğuna inandırmışken sizi asıl başrolün başkasında olduğunu gösterir. sağ gösterip sağ vurur ve siz daha anlamadan kitabını sonlandırır. ann lee karakterinin doğumuyla da sahneyi kapatır (ann lee, gerçek bir karakterdir. hırstiyanlığın bir mezhebi olan shaker mezhebinin en güçlü savunucularından biri ve hatta bu topluluğun lideridir).

    fowles shaker mezhebi ile ilgili olarak aşağıdaki şekilde düşüncelerini belirtmiştir:

    " shaker düşüncesi ve tanrıbilimindeki bir şey, özellikle de kutsal üçleme'deki dişil bir bileşenin gerekli varlığına duydukları inanç, mezhebin garip ritüelleri ve olağanüstü yaratıcılık taşıyan pratik yaşamları, zengin eğretilemelerle dolu dilleri, dans ve müziği son derece düşsel bir yaratıcılıkla kullanmaları, kısacası yaşam ve düşünme tarzlarındaki bir şey bana her zaman kurmaca-gerçeklik ilişkisinin bir ön habercisi gibi görünmüştür."
  • (bkz: john fowles) ingiliz yazarın kurgu romanı.

    mistik ve dini ögelerin bolca yer aldığı bir yapıt. romanın neredeyse tamamı diyalog. bu akıcılığı gerçekten muazzam bir şekilde etkilemiş. kalınlığına rağmen su gibi gidiyor roman.

    bir cinayetin üzerinden, dedektifin olan biteni araştırmasıyla dini bir sürü olgunun içinde buluyorsunuz kendinizi. fantastik bir dünyanın, gerçek dünyanın içinden bu denli çarpıcı şekilde aktarılması da yobazlara ufaktan dokundurma. kurgusal olarak geçmişte geçsede tarihi bir roman ile alakası olmayan, fantastik gerilim ve sembolik ögeler içeren film tadında harika bir eser.

    ayrıca şu adam nasıl öldü/öldürüldü, kim yaptı bir anlasaydık çok güzel olurdu. güzel bir eser.
  • 1985 basımı john fowles romanı. fonda shaker mezhebinin gelişimi varmış. postmodern bir roman.

    "ben havva'dan geliyorum, bütün günahlarıyla." john fowles - a maggot

    ["seni niçin hor gördüklerini söyleyeyim mi sana?" kız susar. "çünkü karşılığında sen onları hor göremiyorsun."]

    "hayatlarının meridyenini biliyordu eskiler, ben benimkini hala arıyorum."

    "benden açıklamamı istediğiniz teori de, kanımca, bu türden bir şey. imada bulunduğunuz sayılar dizisi ilkin, italyan bilgini olan leonardo da pisa'nın liber abaci başlıklı kitabında ortaya çıkıyor."

    "alt sınıflardan gelenlerin sınıflarından kurtulma umutları hiç yoktu; üst sınıflar hali vakti yerinde olmayan kişilerin yazgılarının doğuş anından itibaren belirlendiğini düşünıyorlardı."

    "bu din daha çok, tüm toplum için en yüce değer kabul edilen (en yoksul sınıfın dışında) ve davranışlarını, görüşlerini ve düşüncelerini büyük ölçüde ona dikte eden, derin bir mülkiyet hakkı saygısı üzerine temellendiriliyordu. (...) herkesin ne pahasına olursa olsun korumakta uzlaştığı şey, kilise'nin inanç sistemi değil, mülkiyet hakkı ve mülkiyetin güvenliğiydi."

    "ayaktakımı siyasal karışıklıkları ve değişiklikleri yayma riskini taşıyordu. 1715 tarihli riot act, statüsü bakımından neredeyse kutsal bir metin gibi görüldü."

    "bu prosedür ritüeline sıkı sıkıya uyulmasının kuşkusuz birtakım gerekçeleri vardır; ama bu prosedür ritüeli aynı zamanda kanun adamlarının ceplerini doldurmaya yaramamış olsaydı, 18. yüzyıl ingiltere'sine özgü bu titizlik kaygısına insan daha çok hayranlık duyabilirdi."

    "mobile vulgus ifadesinin argo bir kısaltması olan mob sözcüğünün ingiltere'de ayaktakımını dile getirmek için kullanılmasının üzerinden henüz elli yıl geçmişti. bu sözcük bir yerden bir yere hareket etme, dolayısıyla değişiklik anlamına geliyordu ve değişiklik de bir çeşit kötülüktü."

    "tuza yatırılmış morina balığı gibi, sahte bir özgürlük fikri içinde salamuraya yatmış bir adam."

    "adım rebecca lee, kızlık soyadım hocknell, amos ve martha hocknell'in büyük kızıyım, bristol şehrinde 1712 yılının 5 ocak günü doğdum. manchester toad lane'de demircilik yapan john lee ile evliyim."

    "camisard'ların da inandığı gibi, peygamberlerin inançları aracılığıyla isa'nın çok yakında geleceğine inanan kırk ya da daha fazla kişiyiz burada."

    "hangisi daha utanç verici? benim suskunluğum mu yoksa senin seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokman mı?"

    "s: bunun nedeni sen değil misin?
    y: nedeni tanrı'dır."

    "dünyanın daha kötüye gittiği, özellikle de bu sıradan insanların küstahlıkları yüzünden kötüye gittiği görüşüdür bu."

    "ilk olarak şunu söyleyeyim ki, dünyaya anneciğimin aracılığıyla geldiğime inanıyor ama ona karşı kendimi hiç de borçlu hissetmiyorum. (...) sonuç olarak, kadril dansını bir din ve boynuzlamayı da her pazar gününün meditasyon konusu olarak benimsemeye kararlıyım."

    "yani hanımlar özel hiçbir dine bağlı değil midirler?"

    "kendini, maymununu ya da kucak köpeciğini pohpohlayıp şımartmak; komşularıyla alay etmek ve onları küçümsemek; yolda karşılaştıklarını görmezden gelmek; yoksulları aldatmak ve onlara zırnık koklatmamak ve ihmal edilmiş bir kocanın şerefi pahasına zenginlere yanaşmak. öğlene kadar yatakta yatmak ve geceyi kadril dansı yaparak geçirmek."

    "yaşarken kendi iradelerimize uyarak hareket etmek istiyoruz biz çünkü öldüğümüzde bunları yapamıyoruz."

    "ayaklarımız yere basmaz, gelecekten kaçmamıza yardım edecek inancımız yoktur bizim."

    "doğaya son derece aykırı ve büyük suç olan bir şeyden söz ediyorum. uşağın efendi ve efendinin de uşak olduğu durumdan."

    "eğer bütün insanlar isa'nın önünde eşit iseler, eğer isa onları cennete kabul etmek için yalnızca kişisel niteliklerini göz önünde tutuyorsa, o zaman insanlar kendi gözlerinde niçin eşit değillerdi?"

    "aslında kendisine isa'nın inayetiyle ermişlik bağışlandığını gördüğü için gülümsüyordur gerçekte: içinde taşıdığı çocuk, bir kız olacaktır. (...) bir sesi işitmiş olan, bu sesin ilettiği müjdeyi bekleyen birinin gülümsemesidir."

    "isa'nın inayeti çoğu kez en az layık görünen yere gelir."

    "bu dünyanın ışıkları altında görülen hiçbir gereklilikte, isa'nın yeri yoktur. bu dünyanım günahlarından ötürü kapatıldığı mezardır bu, karanlıktır."

    "ortodoks tanrıbilimciler bu mezhebin* öğretisindeki nahifliği her zaman küçük görmüştür; ortodoks komünistler bu mezhebin boş inançlarını; ortodoks duyumcular tensel olandan tiksintisini ve ortodoks erkekler de, çok belirgin olan feminizmini küçümsemişlerdir. ben bu mezhebi, protestan ayrılıkçılığı'nın uzun tarihindeki en büyüleyici -ve karşı tarafın savlarını en çok boşa çıkaran- olaylardan biri olarak görüyorum." john fowles - a maggot
hesabın var mı? giriş yap