*

  • polonya’da yetişen en büyük şairlerden biri olan adam mickiewicz’in kasımpaşa’da bir süre oturmuş olduğu ve hayata gözelerini kapadığı bu ev, bugün müze olarak hizmet vermektedir.

    istanbul’a kırım savaşı’nda müttefikler safında savaşacak olan polonya kuvvetlerini örgütlemek ve muhalifler arasındaki analaşmazlıkları gidermek üzere gelen mickiewicz, kasımpaşa’da yerleştirilmiş olduğu bu evde, yakalandığı kolera hastalığı sonucu, hayata gözlerini yummuştur. ölümünün 100. yılı olan 1955 senesinde polonya kültür ve sanat bakanlığı ile yapılan işbirliği sonucu bu bina müze haline getirilmiştir.

    müze, türk ve islam eserleri müzesine bağlı olarak hizmet vermektedir. üç katlı olan müzenin ilk salonunda a. mickiewicz’in hayatı ile ilgili bilgi ve belgelere, ikinci salonunda polonya özgürlük mücadelesine ve üçüncü salonunda ise şairin istanbul'da bulunduğu yıllara ait belge, gravür ve fotoğraflara ulaşmak mümkündür. binanın bodrum katında ise şairin sembolik bir mezarı yer almaktadır.
  • beyoğlu ilçe emniyet müdürlüğü'nün yan sokağındadır.
  • birkaç gün önce polonyalı dört arkadaşımla gittim buraya.

    beyoğlu polis şeysinin önünden geçerken hep görürdüm tabelasını. kim acaba bu diye merak eder, öğrenmek için de bir adım atmazdım. o güneymiş kısmet. şair dediler, vatansever dediler, gidip görelim dediler.

    gittik. tarlabaşı'nın arkaaa sokaklarında, çingen kardeşlerin siktiredildiği, belediyenin dört senede bir uğradığı bir semtin daracık sokağında, özel olarak bakım yapılmamasına karşı, dökülmeye yüz tutmuş diğer binalar arasında ışıl ışıl ışıldayan, sarımsı bir evdi.

    arkadaşlarım, müzenin girişinde bulunan tabeladaki kullanılan leh dilini, dil bilgisi yönünden felaket buldular. üç satır yazının üç satırında da ayrı ayrı hatalar varmış. lehçe bilmediğim için "fak dis şit" deyip geçtim. bir işi güzel yapın be!

    içeri girdik. dur bir dakika. nah girdik. kapı kapalı ulan. binanın diğer köşesinde, görevlinin ve tv+çay fasilitesi+ısıtıcı süper üçlüsünün bulunduğu minik odanın penceresini tıklattık. içtenliği, sandalyeden zıplayıp kapıya doğru koşturuşundan belli olan genç ve canı sıkkın görevli, 4-5 saniye uğraştıktan sonra kapıyı açtı bizler için. bizi içeriye buyur ettikten sonra da aynı şekilde örttü kapıyı arkamızdan.

    evet bu sefer içeri girdik. arkadaşlarım çil yavrusu gibi etrafa dağılmaya yeltenmişti ki, "disvey disvey" diyerek bodrumu gösterdi, bodrumun ışığını açmakta olan görevli. hem türk olduğumu belli etmek, hem de türk olduğumu belli etmek için "abi paralı mı?" diye sordum. iki eliyle, "ay yok almayım. böreği fazla kaçirdim zaten." işareti yapan annelerimizin jestleriyle "yokyok" dedi. on iki saniye içinde dört broşür toparlamayı başarmış arkadaşlarımla bodruma indik.

    burada -diğer katlarda da olduğu gibi- şairin şiirlerinden seçmeler, lehçe, ingilizce ve türkçe olarak üç dilde gösterimdeydi duvarlarda ve ayaklı şiir tabletleri(!)nde. üç beş fotoğraf ve bir de kurbağa heykeli vardı, kurbağlık müessesesi ile ilgili bir özlü sözün yanında. dar koridorda iki üç adım atınca, bel hizasına gelen siyah bir çitle kapatılmış, siyah mermerlerle döşenmiş karanlık bir odada mezarını gördük. "burada mı yatıyor?" diye sorduğumda olumlu yanıt aldım görevliden.

    birinci kata çıktığımda, açık kapılı tuvaleti gördüm. adam buraya mı yapıyormuş diye düşündüm bir an (günün ilerleyen saatlerinde uğrayacağımız dolmabahçe sarayı'ndaki atatürk'ün özel banyosunun önünden geçerken de benzer düşüncelere dalacaktım) ama sonra görevlinin kapıyı acelece kapatmasıyla anladım. zaten gayet yeni gözüküyordu. sanırım burası müzenin bir parçası değil.

    birinci kat da sağlı sollu (ortada merdiven ve koridor var) iki odadan oluşmaktaydı eğer hafızam beni keklemiyorsa. kekliyor olabilir çünkü o kata dair başka bir şey kalmamış kafamda. koridorda, cam fanusun içinde 150-200 yıllık birkaç kitap vardı adam'a ait. odalarda da yine şiirler, adam'a hitaben yazılmış yazılar, mektuplar. o zamanlarda yaşanan bir anlaşmazlığı çözmek için gönderildiğini öğrendim orada. "neden politik ve haliyle sikik bir problem için ülkenizin(ki litvanya'ya "güzel vatanım" demiş biri ne kadar polonyalı ise) en sağlam şairlerinden birini yolladınız ki buraya?" diye sorduğumda arkadaşlarıma, onun aynı zamanda bir diplomat olduğunu da öğrendim. ailesiyle ilgili yazdıkları geldi aklima. çok kısa bir süre yaşadığı istanbul'u sevmişti fakat ailesini de özlüyordu. onları da buraya getirmek istiyordu. kimbilir belki de bunun için istanbul'daki rengarenk ve çeşitli kıyafetlerden, hayatlardan bahsetmişti bir yazısında(veya mektubunda).

    en üst kata çıktığımızda öğrendiğimize göre mezarı (veya külleri miydi) krakow'daki wawel kalesindeymiş asıl(şu bilgiyi iki hafta önce bilseydim iki fatiha okurdum tepedeki eski kraliyet sarayında). buradaki sembolik bir mezarmış. kızamadım ama görevliye. iki hafta olmuş zaten başlayalı. o iki haftada da 490 küsür misafir gelmiş müzeye, çoğu polonyalı olan. "abi sen bu haftaki ilk türksün" demişti o bilgiyi verdiği sırada. "kendimi türk hissetmiyorum" desem ne derdi acaba. bozmadım siftah hevesini.

    çok şirin bir terası vardı üst katın. kırmızı renkte bitkiler (lanet olsun şu botanik kültürüme) vardı korkuluklarda. türk kahvesi içip şiir yazmak için müthiş bir yer. eminim 150 sene önce manzarası da güzeldi. koridorun diğer tarafında da aynı alt kattaki gibi bir oda bulunuyordu. içinde eski ve büyük bir panoramik çizimi vardı istanbul'un. "ne kadar da küçük gözüküyor" dedi, hayatının büyük bir bölümünü 400.000 nüfuslu szczecin'de geçirmiş ve ilk defa o gün asya kıtasına, 500.000 nüfuslu üsküdar ilçesinin vapur iskelesinden ayak basmış olan kıvırcık başa(bulgura kaşa, pancara da burak diyor bunlar). "hıhı" diye geçiştirdim, 10.000.000 küsür insanla senelerdir göt göte yaşamış, sıkkın bir kasaba/köy delisi olarak. ama ne güzel olurdu adam ile o tarihlerde beraber gezmek istanbul'u.

    duvarlardaki şiirleri ve bilgileri okuya okuya dolaştık o odayı da. bu arada, şiir çevirilerinin türkçe olanları da zilyonlarca yanlışla doluydu. -ki ekini her ihtimale karşı ayrı yazan insanlar nasıl çevirmenlik sektöründe iş bulabiliyorlar? ben kendi dil bilgisi bilgime güvenemiyorum mesela.

    gezinin bitiminde hafiten hüzünlüydüm. bu adam hakkında o güne kadar hiçbir şey bilmeyen ben, şimdi nedense o adamla tanişmak istiyordum. benim hiç şair tanıdığım olmadı.

    odadaki spotları söndürüp zemin kata indik gacırdayan merdivenlerden. görevli, kapıyı beceriksizce açmaya çalışan antonina'dan görevi devralarak, muhtemelen iki günde geliştirdiği tekniği kullanarak açtı kapıyı bize.

    "zor açılıyor biraz" dedi mahçup mahçup gülümseyerek. hepimizle tek tek vedalaştı.

    parçalı bulutlu gökyüzünün altına çıktık. "hafif bir ıslatıp bırakacağım. rahat olun." diyordu istanbul havası. bense şahsen hiç tanımadığım ve tanışamayacağım bir adamın evini ziyarete gitmiştim. içimde hala bir merak kaldı.
  • beyoğlu eminyet müdürlüğü yanındaki sakızağacı caddesini veya istiklaldeki atıf yılmaz caddesi'ni takip ederek taaa yolun sonuna kadar yürürseniz burayı ziyaret edebilirsiniz.

    bulunduğu sokağın adı da güzel: tatlı badem sokak
  • tarlabaşı'nın derin sokaklarına giden yolların başında görürsün bu tabelayı. google maps'e bile ortasından girmiş, sanki istanbul'un en önemli müzesiymiş gibi beşiktaş'la balat'ı aynı anda görebildiğin haritada bunun adını okursun. sonra gelirsin bakarsın ekşi sözlük'te bile bilen yok eden yok. herkes suspus.

    dersin ki acaba istanbul'un en meşhur genelevine müze diyorlar da benim mi haberim yok.

    (bkz: ne lan bu)
  • açık adresi: bostan mahallesi sakızağacı caddesi tatlı badem sokak tarlabaşı, beyoğlu/ istanbul olan, bodrum katında asıl mezarı (bkz: krakow)' da bulunan mickiewicz' e ait sembolik bir mezar görebileceğiniz müze.
  • sanatçı özgür demirci’nin adam mickiewicz’in 1885’de ölümü bağlamında sanatsal müdahaleler sergisi için hazırladığı video çalışmasında, tarlabaşı'nda bulunan bu müze ve etrafında yürütülen kentsel dönüşüm ve gentrification ele alınmış. söz konusu videonu 4 dk. bölümü http://www.youtube.com/watch?v=ut40wrt_j1y

    videodaki alıntı için bkz guy debord, gösteri toplumu.
  • bugün ziyaret ettiğim müze. sitede giriş ücreti 2 tl yazıyordu ama ücretsizmiş girişler.
    beyoğlu'nun ara sokaklarında unutulmuş sarı bir bina. içinde bulunduğum yaklaşık 20 dakika boyunca tek ziyaretçi bendim. boş olmasını bekliyordum fakat kimsecikler yoktu lan. içeride de fazla bir şey yoktu zaten. 2-3 portre, bir tane semere benzeyen bir şey ve şairin şiirlerinden mısralar... beni fazla etkilemedi müze ama şiiri seven biriyseniz elbette benden çok daha fazla etkilenirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap