2169 entry daha
  • dün burada bir video paylaştım. konu, adnan oktar'ın tutuklanmasının ardından ağız değiştiren bir nakşi şeyhiydi. olası yanlış anlaşılmaların önüne geçme adına birkaç şey daha söylemek istiyorum.

    1. bazı arkadaşlar paylaşımı "beğen"irken, diğerleri gülerek beğenmeyi tercih etmiş. ikinci gruptaki arkadaşlar darılmasınlar ama, bu gülünecek bir şey değil. ortada az ya da çok takipçileri olan bir dini lider var. bu kişi yıllarca, adnan oktar'ın "allah tarafından vazifeli, görevli bir zat" olduğu yönünde açıklamalar yaptı. ancak adnan oktar hapse girince, pozisyonunu derhal 180 derece değiştirdi. gerçekten de komik mi? ilk bakışta, belki. ama bir düşünelim. şayet gerçekten de adnan oktar'ın "allah tarafından vazifeli, görevli bir zat" olduğuna inanıyor idiyse, oktar'ın tutuklanmasının ardından onu savunmaya devam etmesi gerekmez miydi? acaba hükümet korkusu allah korkusundan daha mı büyük geldi? yoksa irili ufaklı dini ve siyasi liderler arasındaki ilişkiler zaten aslında birer tiyatrodan mı ibaret?

    2. bir insan, yıllarca, defalarca ve kameralar önünde (inanarak ya da inanmayarak) "allah tarafından vazifeli, görevli bir zat" olduğunu söylediği bir insana dahi bu kadar kolay cephe alabiliyorsa, böyle bir ortamda kim kime nasıl güvenebilir? herkes kendine bir sorsun: "dünya üzerinde gerçekten güvenebileceğim kaç insan var?" ve de: "bu güvendiğim insanlardan kaçı, işin içine devlet ve hapis korkusu girerse benim aleyhime (asılsız olan ya da olmayan) ifade verebilir?"

    3. buradaki suçun sadece hükümete ait olduğunu düşünmüyorum. hükümetin uygulamaları, gerek halk gerekse kanaat önderleri arasında yaygın olan karakter zaaflarını görünür kılıyor. hangi birini sayalım? pragmatizm. menfaatçilik. vefasızlık. arkadaşına/müttefikine ihanet etmek. ortamdan istifade edip sevmediği insanları hapse attırmaya çalışmak. dün beyaz dediğine bugün kara diyebilmek --ve yine de arkadaş/takipçi kaybetmemek. hiçbiri bize uzak şeyler değil. bunların etnik ya da siyasi kimlik ile pek bir ilgisi yok. böyle insanlar hiçbir kesimde az değil. hatta, her kesimde çoğunlukta olmaları da mümkün.

    4. her şey bir yana, adnan oktar ve takipçileri neden tutuklu? ya da bu tutukluluğa neden pek kimse itiraz etmiyor? adnan oktar'ın bir şarlatan olduğuna inanıyor olabiliriz. ama kimin şarlatan kimin mehdi olduğu konusunda herkesin aynı fikirde olması mümkün mü? kimin şarlatan kimin peygamber olduğunda da herkes aynı fikirde değil. ne yapacağız o zaman? din ve mezhep gözeterek bizim gibi inanmayanları hapse mi tıkalım? oktar hadisesi de çok farklı değil.

    5. bir insanın kendisinin mehdi/mesih/müceddid/peygamber/tanrı olduğuna inanması suç olabilir mi? bir insanın, bir başka insanın mehdi/mesih/müceddid/peygamber/tanrı olduğuna inanması ve ona bağlanması suç olabilir mi?

    6. "ortada başka iddialar var" denebilir. ama o iddialar senelerdir var. bu iddiaların bir kısmını biraz kulağı delik olan herkes zaten biliyor. içlerinde suç teşkil edenleri var, etmeyenleri var. yeni iddiaların ise, bir kısmı düpedüz iftira. diğerleri de, mevcut konjonktüre göre suç olsa da, hukuken sorun teşkil eden şeyler değil. durumun bu olmasına rağmen, çoğu insan olan bitenden rahatsız değil. aksine, oktar'ın ve takipçilerinin tutuklanmasına sevinenler epey çok. sevmediğimiz insanların uğradıkları adaletsizlikler bizi maalesef pek rahatsız etmiyor. hatta olan biteni baştan adaletsizlik olarak görmekte bile zorlanıyoruz. bizim gibi düşünmeyen, inanmayan, yaşamayan herkesi hapse tıkarlarsa çok mutlu olacak gibiyiz!

    7. oktar'ın mal varlığına el konduğu yönünde haberler de medyada yer aldı. mal gaspı, en eski türk sporlarından biri. t.c., ganimet ile finanse edilen bir imparatorluğun mirasçısı. dahası, t.c., büyük ölçüde gayrimüslimlerin metruk mallarının gaspı ile finanse oldu ve yüzbinlerce maktul gayrimüslimin kemikleri ve ruhları üzerinde yaşıyor. her şey bir yana, cumhuriyet'in önde gelen sembollerinden çankaya köşkü bile çalıntı. bkz.: kasapyan bağ evi.

    8. t.c., mülkiyet hakkının --özellikle belli kesimlere mensup olan insanlar için-- güçlü teminat altında olmadığı bir ülke. yine de, 1945'ten bu yana kör topal da olsa demokratikleşmeye çabalamış bir ülkenin bu kadar hızlıca aslına rücu edebilmiş olması korkutucu.

    9. epey bir zaman, el konma ile kast edilenin "ihtiyati tedbir" olduğunu zannettim. sonra birkaç ay evvel bir ahbabım dedi ki, "yok, direk tapuyu alıyorlar adamın elinden." iyi ama, bir insan suç işlese bile malına el konmasının gerekçesi ne? yani şayet oktar ve takipçileri gerçekten suçlu bile olsalar, ilgili suçların kanunda belirtilen cezalarını çekmenin üzerine neden bir de mallarından mülklerinden olmak zorundalar? bir de henüz yargılanmış bile değiller. bir insan, yargı tarafından suçlu bulunana dek masum değil midir? "önce bir malına mülküne el koyalım, sonrasını düşünürüz" iştahı ile hareket etmek nasıl bu denli kolay hale geldi? (yargının siyasallaşması, verilen kararların siyasete endeksli olması gibi sorunların elbette farkındayım. ama en temel prensiplerin dahi bu kadar rahat ihlal edilmesi, ayrıca problemli.)

    10. daha tehlikeli bir soru soralım: bu mallar mülkler nereye/kimlere gidiyor? ve yarın bunun da hesabını görmek isteyenler olursa, türkiye neler kazanır, neler kaybeder?

    11. bunca şeyin ardından, her ama her konuda bir yolunu bulup parti/lider savunusu yapabilen insanlar hakkında pek çok şey söylenebilir. ama adalet duygusundan ve minimum ahlaktan yoksun kimseler oldukları konusunda artık bir şüphe kalmadığını düşünüyorum.

    12. yanlış anlaşılmasın: bir insan akp'ye ya da erdoğan'a oy verebilir. hiç kimse, bugün bu gibi sorunlar var diye geçmişi unutup türk nazi partisi'ne oy vermek zorunda değil. gelişmiş demokrasiler de dahil olmak üzere çoğu ülkede sandığa giden insanlar, mevcut opsiyonlar arasında en az kötü olana oy vermek durumunda kalıyorlar. daha az gelişmiş demokrasilerde ise, kendisine zarar verme ihtimalini en az gördükleri parti ya da lideri tercih ediyorlar. dolayısıyla, sadece-oy-veren-insanlar ile parti-apolojistlerini birbirinden ayırt etmek gerekli. nazi partisi, bu ayrımı yapamadığı ve yapabilecek zihinsel ve vicdani yeteneklere sahip olmadığı için (yine) kaybetti. kim bilir, uzun vade için belki iyi de oldu...

    tema:
    (bkz: türkiye politikaları /@derinsular)
  • --- alıntı ---

    peygamberler, mehdiler ve diğer kurtarıcılar
    30 kasım 2019
    https://serdarkhan.blogspot.com/…iler-ve-diger.html

    beril koncagül. 2010 yılında adnan oktar ekibine katılmış. ya da, kendi ifadesiyle, kandırılarak ekibe dahil edilmiş. ancak 2013 yılından sonra ne kadar istediyse de ayrılamamış. zira grup, ayrılmak isteyenlere hürriyet tanımıyormuş. kızların bir kısmı bu nedenle 24 saat boyunca kameralı ortamda ve silahlı korumaların gözetiminde yaşamak zorunda kalıyorlarmış.

    koncagül bunları 19 eylül 2019 tarihinde katıldığı, tgrt haber'de canlı yayınlanan bir programda söyledi. bkz.: https://www.youtube.com/watch?v=di0wpczju4q programda sunucunun ve koncagül'ün yanı sıra, eskiden beri adnan oktar'a yönelik operasyonlarda görev yapmış olan eski bir emniyet yetkilisi de bulunuyordu. program, adnan oktar'a odaklansa da, sunucu ve konuklar genel manada türkiye'deki dini gruplar ve liderler konusunda da çok şey söylediler. söylenenlerin özeti şu:

    a. adnan oktar ya da benzeri liderlerin etrafında oluşan kültler, insanları istismar ediyor. hayatlarının bir noktasında samimi duygularla bu gruplara katılan insanlar, hem zihni hem de fiziksel manada köleleşiyorlar.

    b. lidere biçilen (ya da liderin telkin ettiği) kurtarıcılık rolü, liderin ve grubun düşünce ve faaliyetlerini sorgulanamaz kılarken, grubun dışındakilere yönelik düşmanca tavırları ve hatta şantajları, kumpasları gerekçelendiriyor. liderin özel ya da müjdelenmiş bir insan olduğunu düşünen takipçiler, sadece lideri ve grubu hayatlarının merkezine almakla kalmıyor, aileleri dahil dünyanın geri kalanına sırtlarını dönüyor.

    * * *

    bunlarda aslında şaşırılacak pek bir şey yok. zira türkiye bu gerçeklerle yeni yeni yüzleşiyor olsa da, dünyanın pek çok yerindeki pek çok kült, üç aşağı beş yukarı bu şekilde faaliyet gösterir. yani bunlar yeni şeyler değil. dahası, bunlar, gelişmemiş ülkelere özgü şeyler de değil. aksine, her toplumda rastlanan, insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar da banal bir gerçeklikten söz ediyoruz. türkiye özelinde asıl sorun, belki de bu banalliğin çok farkında olmamak, ve dolayısıyla kültleri değerlendirirken hataya düşmek.

    birkaç ön bilgi, örnek ve soru etrafında biraz düşünelim...

    1. dünya üzerinde dini ve seküler çok sayıda kült var. her kült, bir diğerinden ayıran farklı değer, inanç ve prensiplere sahip. dolayısıyla, herhangi bir kült içinde yer alan bir insanın davranışlarını anlayabilmek için, her şeyden önce ilgili kültün anlam dünyasına nüfuz etmiş olmak gerekli. ancak bu zannedildiği kadar kolay bir şey değil. bu nedenle de, insanlar kültleri çoğu zaman kendi perspektiflerinden göründüğü şekliyle anlıyorlar -- ki bu da aslında anlayamadıkları anlamına geliyor.

    2. kültlere, marjinal oldukları için kült diyoruz. yani toplumun geri kalanına nisbeten sayıları az. dolayısıyla, toplumun merkezinde değil, kenarında algılanıyorlar. ama unutmamak gerekli ki, bugün geniş kitlelerin benimsediği değer, inanç ve prensipler de bir zamanlar azınlıktaydı. hatta bugün milyarları peşinden sürükleyen çoğu düşünce ve inanç, bir zamanlar kült addedilen bir grubun bünyesinde doğdu.

    3. islam dininin ilk günlerini düşünelim... hz. muhammed ve çevresindeki küçük bir grup insan, o günler itibariyle tam da bir kült teşkil etmiyor muydu? içinde doğdukları toplumun değerlerini reddetmediler mi? etraflarındakilere tuhaf gelen bir dizi inanç ve ritüeli benimsemediler mi? bağlandıkları inancı savunma ve yayma adına ellerine kılıçlar almadılar mı? yeri geldiğinde en yakın akrabalarını doğramadılar mı? onların bu halleri önce arabistan yarımadasındakilere, sonradan da orta doğu, kuzey afrika ve avrupa halklarına epey fanatikçe gelmedi mi? bu şekilde söyleyince bugün kulağımıza biraz tuhaf gelse de, ilk müslümanlar bütün bunları sadece ve sadece bir insanın söylediklerine inandıkları için yapmadılar mı?

    4. devam edelim... adnan oktar'ın maddi manevi vaatlerlerle insanları ailelerinden kopardığı söyleniyor. manevi vaat, mehdi ile birlikte öbür dünya cenneti. iyi ama, cennet vaadi ve cehennem korkusu, ilk müslümanların da en büyük motivasyonu değil miydi? halen de öyle değil mi? bu gibi vaatlerde bulunan kişi kendisine mehdi demiş, peygamber demiş, bu noktada fark ediyor mu? tabii, "hz. muhammed peygamberdi, bu adam ise şarlatan" denebilir. ama bu iddiayı doğru bile kabul etsek, böyle bir davranış, akıl yürütme ve organize olma biçimine prensipte karşı olmadığımızı kabul etmiş olmaz mıyız?

    5. gelelim maddi vaatlere... yani, para, lüks hayat ve güzel kadınlar. ilk müslümanlar da savaşıp ganimet toplayıp zengin olmadılar mı? ganimete, "düşman"ın kadınları, kızları da dahil değil miydi? bu maddi getiriler, islam'a girişleri teşvik etmiyor muydu? kadınları objeleştiren ve arzu nesnesi olarak sunan metinlere islami literatürde sıklıkla rastlanmıyor mu? islam'ın kadınlara bakışı halen ciddi bir sorun teşkil etmiyor mu? dindar olan olmayan pek çok insan halen bu soruna bir çözüm bulmaya çalışmıyor mu? çözüm adına en çok başvurulan yöntem, gerçek olan ve olmayan islam ayrımına gitmek. ancak bu pek de kolay bir şey değil ve konu kurcalandıkça daha da içinden çıkılmaz hale geliyor.

    6. yukarıda bahsi geçen programa katılan emniyet yetkilisi bir seferinde adnan oktar'ı televizyonda izlerken, bir hadis aktardığına şahit olmuş: "bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi: kadın, güzel koku ve namaz." adnan oktar'ın bu gibi hadisleri vurgulayarak kendi davranışlarını gerekçelendiriyormuş. tabii bunu sadece emniyet görevlileri söylemiyor. ilahiyatçılar, resmi din görevlileri ve diğer yorumcular da bu konudaki suistimallere karşı insanları uyarıyorlar. ancak, bu argümanların gerçekten de bir işlevi var mı? neticede hadisler (ve genel manada sünnet) zaten tam da müslümanların davranışlarına ölçü sunmak yok mu?

    7. bütün bunlar, "islam da bir külttü, demek ki o da kötü" demek değil. aksine, insanın olduğu her yerde kült var. zira insan, bir ya da birden fazla grubun içinde yaşayan ve hayatını bir dizi grup aidiyeti üzerinden anlamlandıran bir varlık. bugün dahi hemen herkes dini ya da seküler bir külte üye. ama çoğunlukta olanlar kendilerini merkezde addettikleri için bu gerçeği görmekte zorlanıyor ve azınlıkta olanları yadırgıyorlar. halbuki farkında olmasalar da, kendileri de çok fazla sorgulamadıkları milli ve/veya dini bir külte mensuplar. mesela, adnan oktar grubunu yadırgayan gayet geniş bir kitle, onun sahtekar olduğunu düşünürken, salih buldukları başkalarını takip ediyor. (ama tabii hayat bir tarihte karşılarına adnan oktar'ı da çıkabilirdi.) bazıları ise, güncel liderlere mesafe alarak 1400 yıl evvel yaşamış bir peygamberi örnek almaya çalışıyorlar. (ama başka bir toplumda doğmaları durumunda, 2000 yıl önce yaşamış başka bir adamı örnek almaya çalışıyor olabilirlerdi.)

    8. bir diğer geniş grup da var ki, sadece adnan oktar'ı değil, her türlü dini grubu dışlıyor, ama seküler bir ulus kültünü benimsemekte çok fazla mahzur görmüyor. halbuki bir kültün seküler temelle dayanması ya da çok sayıda mensubu bulunması, cinnet haline engel değil. hasbelkader bir ülkede doğup, o ülkenin ordusuna nefer yazılmak, sonra o ülkenin bayrağı altında savaşa gitmek ve başka bir bayrağın etrafında kümelenmiş bulunan insanları öldürmeye kalkmak, dini kültlerin yaptığından daha az radikal bir iş değil. bir insanın üniforma giyip tanımadığı etmediği insanları öldürmesi, daha az fanatikçe de değil.

    9. modern dönemde dinin yerini büyük ölçüde ulus-devlet aldı. başlangıçta çokları zannettiler ve istediler ki, milli aidiyet dinin yerini alsın. yani insanlar mabedlerde değil, ulusal anıtlarda toplansınlar. dini değil milli sembollere saygı duysunlar. dini liderlere değil, devlete itaat etsinler. gidişat bu yönde gibiydi, ama olmadı. ulus devletler tam anlamıyla seküler kalamadığı gibi, dinler de millileşti. bugün dünyadaki çoğu insan, iç içe geçmiş milli ve dini bir kimliğe aidiyet duyuyor.

    10. türkiye'de milli ve dini kimliklerin iç içe geçirilmesinde diyanet işleri'nin payı büyük. bir kurum olarak diyanet'in kurulduğu günden bu yana en büyük işlevi, yukarıda bahsi geçen türden sorunlar doğurması mukadder olan islam öğretisini gerektiği şekilde törpüleyerek hem türk ulus-devletinin ideolojisiyle hem de modern zamanlarla uyumlu hale getirmeye çalışmak. bunun pratikteki anlamı, halkın sivil dini liderlere değil, devletin islamına inanmasını temin etmek. ("seküler devlette diyanet gibi bir kurumun işi ne?" diyenler, asıl konuyu görmüyor gibiler.)

    11. türkiye'de islami kültlerin gündeme geldiği dönemlerde, insanlar diyanet'e yönelme eğiliminde oluyor. adnan oktar hadisesinden sonra da öyle oldu. örneğin, programdaki her üç kişi de, türkiye'de aydın islam'ı diyanet işleri'nin temsil ettiğini, bu kurumu zaten atatürk'ün kurduğunu, dini konularda adnan oktar gibi insanların değil bu kurumun dinlenmesi gerektiğini ifade ettiler. hatta beril koncagül, "diyanet sorgulayıcı bir sistemdir" gibi bir ifade kullandı. emniyet yetkilisi ise, birilerinin çıkıp da "şeyhim" ya da "şıhım" demesi durumunda, diyanet'in buna müdahale etmesi gerektiğini savundu! bunlar tabii kendi içinde çelişkili ifadeler. bir yandan insanlara başkalarının sözleri ile hareket etmemelerini, bireyselliklerine sahip çıkmalarını öğütlerken, diğer yandan dinin en doğru yorumunun devletin din kurumundan öğrenilmesi gerektiğini iddia etmek çok anlamlı değil. devletin din kurumunun öğretisi ne diyorsa onu yapan bir insan tam olarak nasıl bireysel bir seçimde bulunmuş oluyor?

    12. daha çetin bir soru: bir insanın küçük bir gruba katılması ve o grubun liderini sorgusuz sualsiz takip etmesi belki hazin bir seçimdir, ama en azından bireysel bir seçim değil midir? sürüye katılarak daha bireysel olmak mümkün mü?

    13. diğer ilgili sorular: din, gerçekten de insanlara sorgulama yapmayı mı telkin eder? "akıl etmez misiniz?" gibi sorular soran ayetler gerçekten de bugün anladığımız manada akıl yürütmeyi mi tavsiye eder? ilk müslümanlar, peygamber'in her sözünü sorguluyorlar mıydı? yoksa yaygın eğilim, onun emirlerini (özellikle ayet ile destekli ise) çok fazla sorgulamadan yerine getirmeye mi yakındı? mesela, "ka'b ibnu'l-eşref'in hakkından kim gelecek?" dediğinde öne atılanların bulunduğu bir mecliste itaat mi daha merkezdedir, müzakere ve tahlil mi?

    14. atlanmaması gereken bir anekdot: programın bir noktasında sunucu, onca insanın böyle tuhaf şeylere inanabilmesine hayret etti. "kollektif narsisizm" olabilir mi acaba diye bile sordu. halbuki her toplum tuhaf şeylere inanır. ama bir tuhaflığa herkes inanırsa, o tuhaflık, hakikati kuşku götürmez bir gerçek olur çıkar.

    15. zihninizi temiz tutun.

    url: https://serdarkhan.blogspot.com/…iler-ve-diger.html

    --- alıntı sonu ---

    tema:
    (bkz: islam /@derinsular)
476 entry daha
hesabın var mı? giriş yap