• 22 temmuz 2007 genel secimlerinde akp'ye oy veren seçmenlere yönelik naçizane mektubumdur.

    bugün akp’ye oy vermiş olan insanların oturup düşünmeleri gereken çok fazla şey var. ekonomiden anlamam, fakat akp’ye oy vermiş olan insanlar da en az benim kadar ekonomideki görece rahatlığın sebebinin hızlı özelleştirmeden elde edilen kaynaklar olduğunu biliyordur. bu durum ülke ekonomisini bir süre daha taşıyacaktır. elbette yabancı sermaye akışının da farkındayım. bu iki veri üzerinden küçük bir spekülasyon yapalım. ilk veriyi analiz etmeye gerek yok çabuk tükenecek bir kaynak özelleştirme. yabancı sermaye akışında ise herkesin biraz işkillenmesi gerekli ve işkilleniyor da. her türk “türk’ün türk’ten başka dostu yoktur” mottosunu tüm hücrelerinde hissettiği için yabancı sermayeye kimse güvenmez. kimsenin beni geri kafalılıkla suçlamasına ya da ekonomiden anlamadığımı söylemesine gerek yok. sermayenin hiçbir türüne güvenmeyen bir insan olarak bu çağın insanı olmadığımı biliyorum. ekonomiden anlamadığımı da baştan itiraf etmiştim zaten. kendi değerlendirmemle yabancı sermaye akışının temel sebebinin de özelleştirme olduğunu düşünüyorum. yapılmış olan özelleştirmeler sonrasında yapılması zorunlu yatırımların getirdiği bir likit akışına sahne oluyor türkiye. bunun süreğen bir durum olmadığını zannediyorum. türkiye'nin yaşadığı kısa vadeli bir ekonomik rahatlamadan ibaret. dış sermayenin kendi ekonomik atılımını öz kaynaklarıyla gerçekleştirmiş bir ülkeye hem kısa hem de orta vadede fayda getireceğini düşünebiliriz. diğer yandan bizimki gibi tüm ekonomik atılımını yabancı sermayeye dayamış ülkelerin orta ve uzun vadede nasıl bir duruma düşeceğini tasavvur etmek kolay değil. ama çok da iyi bir durumda olmayacağımız açık. haliyle türkiye bir ileri iki geri gitmekten kendini alamayacaktır. akp’ye oy verenlerin bu değerlendirmeye yapmış olacaklarını umut ederim.

    tayip erdoğan dünkü konuşmasında manidar bir şekilde 1954 seçimlerine gönderme yaptı. hırsızın hiç mi suçu yok? denilecek ama ordunun dp hükümeti’ne yönelik müdahalesinde dp’nin de hataları var, bunu kimse inkar edemez. akp’nin tarihten ders alacağını zannetmiyorum. eğer alsaydı dp dönemi ekonomi politikasını aynen tekrarlamazdı. erdoğan seçim konuşmalarından birinde “mazot 1 ytl olacak” vaadine haklı tepkisini “bizim petrol kuyularımız mı var” şeklinde dile getirmişti. madem petrol kuyularımızın olmayışı sayın başbakanın malumu o halde neden “duble yollar”ın yapımına ağırlık verildi. hala eski teraneleri tekrarlayıp “aha la demiryolundan bahsetti kesin komonis” bu diyecekler olduğu gibi entelektüel humour sahibi dangalakların bıyık altından gülüp “hala mı demiryolu suçlamaları kuzum” saçmalamalarına kalkışacak avalları da göze alıp akp’nin demiryolu yapmayışından dem vuracağım. akp hükümeti duble yolları yaparak halkın canını korumaya çalıştığını iddia etti. eğer duble yol yapımına ağırlık verilmesinde araba üreticisi kodamanların ya da türkiye’ye petrol satan tröstlerin parmağı yoksa ben de şimendifer olur türkiye’nin bakımsız raylarında yol alırım. bugün yollarda can veren insanlarımız kurtarılmak isteniyorsa yolcu ve yük taşımacılığında demiryolu ulaşımına ağırlık verilebilirdi. samsun’dan çıkıp ankara’ya giden bir insan sivas üzerinden 26 saatlik bir yolculuk yapmak zorunda kalıyor. kim samsun limanına indirdiği malını ankara’ya bu kadar zamanda yollamak ister? akp can alan kazaları azaltmak istiyorsa öncelikle ölümlü kazaların büyük bölümünde pay sahibi olan kamyonların sayısını azaltmalı. ardından duble yolların yapımı söz konusu olabilir. akp’ya oy veren seçmenler eminim bunu değerlendirdiler.

    akp kabinesinin başı olan recep tayip erdoğan’ın oğluna bir gemi aldığı hepimizin malumu. bir çok akp’li tanıdığım “ama bunlar diğerlerinden az yediler” gibi ucube bir savunma yapıyor bu iddiaya karşılık. akp’nin bir önceki seçimdeki vaatlerinden biri dokunulmazlıkları kaldırmaktı dört buçuk yıllık iktidarı süresince bu vaadini yerine getirmemesiyle yolsuzlukların bağlantısını tabi ki akp seçmeni kurmuştur ama yukarıdaki savunmayı iliştirmiştir yancağızına. birbirimizi kandırmayalım kimse çıkıp da recep tayip erdoğan’ın ticarete devam etseydi oğluna 5 milyon dolarlık gemicik alabileceğini iddia etmiyor sanırım. maliye bakanı kemal unakıtan’dan bahsetmiyorum bile. kadrolaşma da bir başka felaket. bugün milli eğitim müdürlükleri liyakatsiz insanlar tarafından vekaleten yürütülüyor. oks ve öss’deki skandallar ortada. umarım akp’li seçmen bunları da hakkınca değerlendirmişlerdir.

    akp demokrasinin kalesidir mottosuna gelince. bunun böyle olmadığını ama zaten böyle bir beklenti olmadığını da biliyoruz. sonuçta %25 düzeyinde olduğunu tahmin ettiğim akp’nin kemik tabanının evlerinde çocuklarına bile konuşma hakkı tanımayan demokratlar olduğunu biliyorum. bugün islami hassasiyeti olup da oğlunun eşcinselliğine demokratça yaklaşan kaç aile var acaba? problem kimin demokrat olduğu ya da olmadığı değil. problem söylemlerin gerçekliği. söylemlerin gerçek olmadığını akp’nin kemik tabanı da biliyor ve oy vermesinin temek sebebi de bu zaten. akp’ye oy veren seçmen bunu da değerlendirmişti ki değerlendirmiş. ama bir problem var. akp bu vizyonsuz beklentilere cevap verme arayışına girerse o zaman ülkenin sonu gelir. askeri müdahalenin yolu açılır. bir zamanlar olduğu gibi olan akp’ye ucundan köşesinden bulaşanların başına patlar. dp tecrübesini unutmayalım. askerin bir hassasiyeti var bu hassasiyeti kaşımakla ne elde edilebilir bilmiyorum. bunu isteyen akp tabanı olduğunu biliyorum ve kör bile düştüğü kuyuya bir daha düşmez demek istiyorum. ama bu insanlar zaten oylarını verirken bunları değerlendirmişlerdir.

    söylenecek daha çok şey var bu yüzden zaman zaman bu başlık altına mektuplar göndermeye devam edeceğim. mektubun adrese ulaşacağını zannetmiyorum. zira okuma alışkanlığı olan insan neden olan biteni takip etmez, neden tarih analizi yapmaz sorularına cevap bulamıyorum.

    son olarak keny arkana’ya sarılıyorum: “seçme hakkı bir şeyleri değiştirebilecek olsaydı hemen elimizden alırlardı.”
  • icerigi ne olursa olsun hedef kitlesinde herhangi bir degisime,dusunce kıvılcımına ya da bir rahatsizliga sebep olmayacak mektuptur.görülmesi gereken hersey ortadayken,yanan ormanların icinde kavrulan sehitler halkın parası kullanılarak alınan gemilerden puskurtulen sularla daha da acı cekerken,milyarlık saatlerin gosterdigi turkiye icin yenilgilerle dolu yeni bir zamanin baslangicidir.
    burada piskince,utanmadan,basi kapali sut kokan ataturk hayrani anasından bahsedip kendi en kutsalini bile bu tur bir pislige bulastiran insanlar elbette okuduklari seylerden etkilenmeyecektir.
    saatlerdir yazilanlari okuyorum.haklı ya da haksız durumun cirkinliginden rahatsiz olan insanlar arasında pislikce sırıtan bu insanlari gordukce onların okuyabilecegi dilde birsey yazmaktan bile rahatsiz oluyorum.
  • kendi kendini dogrulayan kehanet'tir. sen kendini hala seçmene mektup yazıp uyaracak kadar önemli görüyorsan seçim sonuçlarından hiçbir şey anlamamışsın demektir.

    adamlar açık açık sizin müdahalenizi is-te-mi-yo-ruz dediler. daha neye mektup yazıyorsun?
  • gayet güzel tespitlerle dolu, ancak dün akşam seçim sonuçları açıklandığı sırada bindiğim taksinin şoförüyle girdiğimiz diyaloğu hatırladığımda maalesef sonuçsuz kalacağını düşündüğüm mektuptur.

    diyalog şöyle gelişir:

    (radyoda rte'nin seçim sonrası ilk konuşması başlamıştır.)

    taksici: (radyoyu işaret ederek) sildiler süpürdüler ortalığı
    uzum: ya ya
    taksici: siz kime oy verdiniz?
    uzum: ben chp'ye verdim
    taksici: (safiyane bir modda) oyunuz boşa gitmiş yaw
    uzum ve arkadaşı aynı anda: yaa ( bozulmadık pek nedense :) )
    uzum: sen kime verdin amca? ( amca da bozulmadı :) )
    taksici: (yine radyoyu işaret ederek) ben bunlara verdim
    uzum: ne diye onlara verdin amca, ne geçti aklından?
    taksici: valla ben siirtliyim, biz arabız, (radyoyu göstererek) bunun karısı da siirtli biliyon mu, arapların eniştesi. ondan verdim ben.
    uzum: amca bayağı gönlün zenginmiş senin.
    taksici: hee, niye ki?
    uzum: verdin gemicikleri (radyoyu göstererek) bunlara ya.
    taksici: gemicik ne?
    uzum: amca hani bunlar çoluğa çocuğa varınca şilep alıp, sonra millet sorunca da "gemicik canııım" diyiveriyor ya pişkin pişkin, onu diyorum. şimdi senin oyunla birkaç yılda gemicik filosu yaparlar.
    taksici: deme ya, ben hiç duymamıştım bunu. gemicik ha?!?...
    uzum: yaa..
    (sessizlik)
    taksici: ama sanki hizmet yapıyolar gibi di mi ablacım, hani öncekiler bunu da yapmıyordu sanki. çalışıyolar sanki dimi ha? (hafif bir suçluluk psikolojisi içinde gibi gibidir. yaptığını mazur göstermeye çalışır gibi gibidir. iyi birşeyler arar gibi gibidir. ancak oylama çoktaaan bitmiştir!..)
    uzum: bilmem, ben görmedim. bize yansıyan birşey de yok. hemşerilerine, yandaşlarına falan belki de biz birşey görmedik. halkın cebine genelde yansıyan birşey yok.
    (arkadaşıma dönerek) sen birşey gördün mü?
    arkadaşım: yooo
    uzum: yok amca biz görmedik.
    taksici: hay allah, tüh ya!
    muhabbet havadan sudan devam eder...
  • secim sonuclari sonrasinda, kendi ulkemizde neredeyse azinlik durumunda kaldigimizdan kisaca tek cumle ile ozetlenebilecek mektuptur.
    (bkz: ben felegin tekerine comak sokarim)
  • "getirin şu patatesleri de kizartip birayla götürelim.."
  • reaksiyonlarının hitap etmeye çalıştığım akp seçmenlerinin hoşuna gitmediğini düşündüğüm mektuptur. zira “teknik tabir kullanayım ki hadiseden çakmadığımız anlaşılmasın” tarzı m makro ekonomi yorumları insanın kendi kendisini ihbar etmesi, bana unuttuğum bazı hususların hatırlatılmasıdır. teşekkürü borç bilirim. makro ekonomik değerlerin değişim seyrinde ülke yönetiminden ziyade ülkenin bağlı olduğu çevrenin ve bu çevrenin iltisak etmiş olduğu dünya ahvalinin öneminden bahsetmekte fayda var. geçmiş dönemde yaşanmış olan ekonomik krizi asya ve güney amerika krizlerinden bağımsız değerlendirip anayasa kitapçığı fırlatılmasına bağlamak nasıl bir düşünce tembelliğidir. hitap ettiğim akp seçmen kitlesi yorumunu yapacaktır. ha geçmiş yönetimler krizi doğru yönetebilmişler midir? ekonomiden anlasaydım, makro ekonomik veriler, mikro ekonomik veriler filan gibi cümleler kurabilseydim daha iyi açıklardım ama maalesef bu analizi yapabilmekten acizim. daha basit düşünür ve derim ki bu geçmiş yönetimlerin uyguladığı ve kemal derviş tarafından temellendirilen ekonomik politika bu hükümet tarafından aynen ve kararlı bir şekilde devam ettirilmiştir. bir akp seçmeni kardeşim bu eski yönetimlere bok atarsa attığı bokun oy verdiği partiye de bulaşacağını baştan hesap etmeli. bir çoğu da etmiştir.

    maalesef kimi akp seçmenleri onlardan hiç de beklemediğim sığlıkta saldırılara başvurmaktan kendilerini alamıyorlar. bu ülkede 80 ihtilali sayesinde güçlendirilen bir hareketin ahfadına bunu yakıştıramadım. bu ülkede akp politikalarını beğenmeyen, bunu eleştiren tek kesim chp yandaşları sanki! akp’nin kaldırmayı vaat ettiği %10 ülke barajının altından kalıp görüşlerini mecliste yansıtamayan halka yalakalık yapmadan, dini duygularını ya da laisist hassasiyetlerini sömürmeden siyaset yapmaya çalışan partiler var. önüne sunulan mamayı yemeye alışmış, kendi görüşlerini televizyonlardan ve boyalı basından gösterilen 2-3 köhnemiş siyasi grup arasından seçmeyen insanlar da var. ülke insanlarının parasını yemeyecek yese de bilinçli tabanı tarafından aforoz edilecek partiler bunlar. bunların tabanı oy verdikten sonra “haydi koçlar yönetin bakalım beni” deyip oyunun peşini bırakmayacaktır. eğer kendi alın terlerini yerse “eski siyasiler de hısım-akrabasına neler yedirdi, senin de hakkındır helal-i hoş olsun” diye abuk bir savunmaya çekilmeyecek seçmenler bunlar. iki kötü arasından bir kötüyü seçmeyecek insanlar bunlar. demokrasiyi amaçlarına kamuflaj yapmayacak, eğer demokraside bir sorun görünüyorsa bunu mertçe söyleyip inandığı doğru için çile çekecek insanlar bunlar.

    bireyler arası demokrasiden söz ettik. seküler kelimesini kullanma ihtiyacı duymadık. tabi ailecek sekülerleşmiş, eşcinsel kızıyla oturup sevgilisiyle çocuk edinmesi konusunda suni dölleme mi, yoksa evlat edinme mi üzerine tartışan akp’li seçmenden haberdar değildik. biz zannediyorduk ki nasıl nur serter hanımefendi ikna odalarında kimi türbanlı kızların anasını ağlatmış, psikolojisini bozmuşsa bir kısım aileler de kızlarının zorla başını bağlatmakta, onlara bireysel kimliklerini ifade etme şansı bırakmamaktadır. madem böyle bir şey yokmuş, biz yanılmışız. tüm bireylere gerek kamusal gerekse ailevi ortamda bireysel kimliğini ortaya serme hakkı tanıyan bir akp tabanıyla karşı karşıya imişiz. halkımızı tanıyamamışız, ayıp etmişiz.

    gelelim üslup konusuna. akp seçmenlerinin bir bölümünün sabık ve müstakbel başbakan recep tayip erdoğan’la benzer bir üslupta buluşmalarını izlemek ne kadar hoş. senli benli hitaplar filan. oysa aynı seçmenler okan bayülgen özlem piltanoğlu türköne hanımefendilere özlem diye hitap ettiğinde yaygarayı koparmışlardı. özlem hitabı bizim de hoşumuza gitmemişti ama bunun ardından samimiyetimiz olmayan kimseye “hüoop lööoo” hitabında bulunmadık. bir kısım akp seçmeninin böyle paradokslarda boğulmaları tebessümümüze mazhar olmuştur. gerek bu yazı vesilesiyle, gerekse daha evvelden sözlükte tanışıp beni sohbet etmeye değer bulan ve benim de sohbet etmeye değer bulduğum kimi akpli seçmenleri ve o ayardaki insanları böyle sözlerden tenzih ederim.

    türban mevzuunda bir iki kelam etmek dahi farz oldu. bir takım aval saldırıları baştan önlemek ve saygıdeğer kardeşlerimizi yalan yanlış yorumlar yapıp, kulplar takmaya, muhataplarını olmadık, abuk suçlamalar yapmamaya itmemek için baştan rengimizi belli edelim. türban konusunda ne devlet ne de sivil görüşle örtüşmüyoruz. çünkü ilk derste ısrarla laik olduğunu öne süren devlet ikinci derste bana zorla namaz sureleri ezberletip, sıraların üzerinde namaz kıldırdı. hatta daha ileri gidersek toplumunun hayatında dinin önem taşıdığı hiçbir devlet laik olamaz inancındayız. diğer yandan demokrasi şampiyonu kesilen kimi türban savunucularını da samimi bulmadığımı itiraf etmeliyim. bir türbanlıyla sorun yaşayacağım tek nokta, ölmek üzereyken acile yetiştirilip nöbetçi ve de türbanlı bir doktor tarafından tedavimin reddedilmesi olur. bu da türkiye’de yaşanmayan bir olay değil. sadece gazetelerde okuduklarımız değil. bu münferit olaylarla türbanlıları yargılayıp, hepiniz böylesiniz suçlaması yapma gerzekliğine düşecek bir insan değilim. bunu yapmam durumunda görüşüne eleştirel yaklaşan herkese chpli yaftasını yapıştıran kızanlarla aynı seviyeye düşerim ve irtifada seyretmek gibi bir niyetim kesinlikle yok. “demokrasi istiyor musunuz amoa goduklarım” diye yaygara koparan bir partiyle bir önceki seçimlerde türbanlı kardeşlerimizle fotoğraf çektirip afiş bastıran sonra da “ben türbanla ilgili vaatte bulunmadım” diyen bir diğer parti arasında türban meselesi bolca tartışmaya sebebiyet verdi. böyle bir rant kapısının kapanmasını iki parti de istemiyor tabi. bunun değerlendirmesini yapmak bana düşmez öyle değil mi? bu partilere oylarını kaptıranlar düşünsün.

    sosyal bilimlerle matematik temelli bilimleri birbirine karıştıran insanlar iki negatifi çarpıştırıp pozitif elde etmeye alıştıklarından olsa gerek, mütemadiyen iki yanlış arasında koşuşturup duruyorlar. hemen bir tavsiye niteliğinde bağlı olduğunuz görüşü karşıt görüşe bok atmadan savunamıyorsanız ya görüşünüzde ya da sizde bir problem vardır. burada mantıklı ve gayet de kibarca ifade edilen görüşlere karşı öne sürülen kaba ifadeleri, ilkokul 4. sınıftan miras esprileri ne bağlama oturtacağımı, saygısız hitapları neye yoracağımı biliyor ama susuyorum. seviye bir anda bu kadar düşmüşken çeşitli organlardan bahsedilirken nasıl bir tartışma yapılır bilmem. keşke mesajla ulaşan ve çok daha mantıklı açıklamalar yapan insanlarla muhatap olsaydık.
  • sevgili akp seçmeni kardeşim,

    umuyorum ki bu son mektubum olsun. sen akp'ye oy verdin ben başka bir partiye. kategorize etmeye çalışan andavalların zannettiği gibi kendini sosyal demokrat sayan ama sosyal devletin içine tükürmekten kaçınmayacak, demokrasiyi ise kendi topu sayıp kimseye oynatmayan bir partiye değil. ben oyumu demokrasinin en büyük gerekliliği olan muhalefet oluşabilmesi için kullandım. kiminiz resimden resimden karakter tahlili yaptınız(http://img404.imageshack.us/…karaktertahlilile0.jpg), kiminiz profesyonel propogandacılar tarafından ikna edildiniz, kiminiz kendinizden çalınan paralarla sizlere dağıtılan iki torba kömüre hıyanetlik olmasın dediniz, kiminiz kendi paranızla tutulup döşenen seçim bürolarının şatafatına kandınız, kiminiz müslüman cumhurbaşkanı istediniz, kiminiz memurdunuz amirinizin "seçim pusulanla çekilmiş bir adet fotoğrafını görmezsem, yakarım çıranı" sözlerinden tırstınız, kiminiz esnaftınız hakkınız olmayan yeşil kartınızın elden çıkmamasına özen gösterdiniz, kiminiz sanayici ve iş adamıydınız ve kiminiz samimiyetle akp fanıydınız. bugün kime oy vermiş olursan ol demokrasinin en büyük nimetinden faydalanmak zorundasın. ben akp'ye oy verdim, haliyle her yaptıklarını savunmam lazım zihniyeti hepmizi perişan eder. kuş gribi felaketinin ardından çıkarılan yasalarla rant elde eden insanları, güdük bırakılan çiftçilerin biraz destekle üretip ülkeye katkı sağlayacak olmalarına rağmen bu desteğin üç misli paralarla ithalat yaptırılması ve kimi bakanların evlatlarına bol karlar sağlanması, evladını eş dost bursuyla okutan garibanların gemicikleri alması o gemiciklerin çiftçinin alamadığı ucuzluka mazotla doyurulması sadece benim değil, senin de sorunun. bunları bugün eleştirmemek oy verdiğin partiye muhalefet yapmamak alın terimizle kazandığımız paraların birilerine peşkeş çekilmesi değil de nedir?

    bir kısım zevat seviyeyi yalnızca, hayatının büyük bölümünü vakfettiği magazin programlarınaki "veriyorum veriyorum bakire kalıyorum" insanlarına yakıştırıyor olabilir. böylece ananın ve senin hak ararken kovulmanı haklı çıkarıyor olabilir. bu yalandır. seviye diye bir şey vardır ve sana hizmet etmesi için başına getirdiğin insanlardan seviye bekleyebilirsin. bir kısım zevat senin geri bıraktırılmışlığını ortadan kaldırmak için, özgür düşünceli, tahsil görmüş birer birey olabilmen için açılmış olan köy enstitülerine bok atabilir. bu insanlar senin kuran kurslarında ehil olmayan hocalarca fikrine ipotek koyulmasını isteyenlerdir. bu insanlar ehil olmayan idarecilerce yönetilen milli eğitimin başarısızlığını üstlenmesi gerekenlerdir. sana "öğrenme" diye haykıran bu insanlar oyunu aldıktan sonra seni ve beni sessiz bırakıp düzenin istedikleri gibi işlemesini isteyenlerdir.

    bugün kaç tane akp seçmeni akp programını okudu, kaç tane akp seçmeni adaylarını tanıyor? gibi sorular zihnimde dolanıyor. fakat bir düelloydu sadece yaşanan. ne akp'ye ne chp'ye ne de mhp'ye oy verenler "bu adamlar şunu şunu yapacaklar ve şunu şunu yapmaya muktedirler" diye oy verdi. bir grup bir urgana sarıldı, öteki din bellediği laikliği savunmaya çalıştı, beriki dini kurtardı, rantı savundu. bu hengamede sosyal devlet ne olacak? sağlık harcamaları ne olacak, bütçeden eğitime ayrılan pay ne olacak, ayrımsız beher emek grubunun sendikal hakları ne olacak, kürt sorunuyla ilgili ne gibi somut adımlar atılacak gibi sorular askıda kaldı. sahi ne olacak?

    bugün gelinen noktada 4,5 yıl boyunca bir kandırmacanın içinde yaşadığımız, tüm iktidar muhalefet kavgalarının danışıklı dövüş olduğunu anladık. chp zaten düzgün muhalefet yapan bir parti değil ve muhalefet hakkı da zaten kavgayı laik-anti laik eksene indirgeyen zihniyetlere bırakılamaz. demokrasi şampiyonu akp'nin demokrasi kavrayışı ise sabık milli eğitim bakanı hüseyin çelik'in aleyhinde verilen bir gensoru önergesiyle ilgili verdiği şu cevapta gizli: "meclisi böyle boş işlerle meşgul etmesinler." yani demek istiyor ki "partimin sandalye sayısı sayesinde deveyi hamuduyla da götürsem bu gensorudan bir sonuç çıkmaz." oysa demokrasi kültürünü içine sindirmiş, üstelik de verilen gensorudaki iddiaların haksız olduğunu savunan bir insan iddiaların dibine kadar araştırılması için elinden geleni yapardı ki alnı ak bir şekilde yoluna devam edebilsin. benim gözümde araştırılması böyle engellenen her iddia gerçeklik kazanmaktadır.

    başta da söylediğim gibi akp seçmenleri oylarını birer tehdit unsuru olarak kullanmadıkça, hükümetin her hareketini mercek altına alıp en ufak bir yanlışta bile biletini kesmedikleri sürece demokrasi kof bir sözden ibaret kalmaya devam edecek. türk tipi demokrasi üzerine bir kelam da biz edelim. ilkokula başladığımızdan beri "demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir" teranesiyle uyutulduk. peki nasıl olacaktı bu kendi kendini yönetmek? 5 yılda bir oy verecektik. sonra çıkıp bir takım insanların çoğu zaman bizim aleyhimizde karar almalarına seyirci kalacaktık. işte türk tipi demokrasi. olması gereken ise oy verdikten sonra da demokratik süreci devam ettirmek, fikirlerimizi oy verdiğimiz partinin icraatına göre balans ayarına tabi tutmak yerine oy verdiğimiz partiyi kendi istek ve menfaatlerimiz doğrultusunda yönlendirmek. bugün akp'ye oy verip onun geçmiş icraatlarını(!) çeşitli söz oyunlarıyla savunmaya çalışan insanların demokrasi peygamberliğine soyunmaları doğrusu komik geliyor. oylarıyla bu partiyi ve hükümeti icraat makamına getiren senin, oylarının hesabını sorman gerekmez mi akp seçmeni kardeşim?
  • bu yazı hayatı; yemek, içmek, sıçmak ve sevişmekten ibaret gören kitleyi hedef almıyor. gidin; yiyin, için, sıçın, sevişin; ne işiniz var okumakla…,

    geri kalanların hepsine teşekkür ediyorum. daha önce “bir insan neden akp’ye oy verir?” sorusu defalarca tartışıldı, çeşitli kategorizasyonlara gidildi. ben bu kategorilerin hepsini reddediyorum. hayat tanımında yukarıda saydığım dört elemandan başka bir elemana yer veren tüm akp seçmenleri için yazıyorum. hepinize teşekkür ederim. hepinize aferin.

    telefonla konuşmaktan korkuyorum. kalabalık yerlerde fısıldaşıyoruz. yazı yazdığım zaman “bana bir şey olur mu?” düşüncesi artık gülümseten bir şaka değil. çünkü, çok değil, bir yıl önce “bizi de almasınlar” şakaları yapanların tamamı her şakada gerçek payı olduğunu acı yoldan öğrendiler. oylarınız için teşekkür ederim.

    ekonomiden hiç anlamadığımı beyan ederek yazdığım mektuplardaki ekonomik çıkarımların bir bir gerçekleştiğini görüyorum. bu bana kıvanç vermiyor. sadece etrafımı çeviren ekonomi gurusu akp-sever vatandaşların –iddialarının aksine- ekonomiden anlamadıklarını anlıyorum. daha da kötüsü ülke yöneten insanların benim gibi taşrada yaşayan, olay ve olguları kıyısından takip eden (olay ve olgulara teğet geçen diyeceğim ama “teğet geçmek” tam ortasını delmek anlamına geliyor artık bu ülkede), sıradan bir insanın çok da kafa patlatmadan ulaştığı sonuçlara ulaşamayacak kadar beceriksiz olduklarını görüyorum. eğer buna beceriksizlik demiyorsanız, bunun tek adı var: hainlik. bana ekonomi konusundaki yorumum için “haklısın” diyecek kimse var mı bilemiyorum. bu konuda iki söz etmek isterim: (1) ben haklı olmak değil, doğrusunun yapıldığını görmek istiyorum, haklı olduğu söylenerek avutulan ezilendir, (2) birileri bana hak verse de vermese de gerçek olan bu…

    ancak ekonomi zerre umurumda değil. ülke batsın, açlıktan kırılalım, gelecek nesiller için üzüntü duyalım, bunlar kaldırabileceğim yükler. işin aslı durum da bundan çok farklı değil. geniş bant internet bağlantısına sahip, altı kuru keyfi yerinde siz sevgili okurlar o kısıtlı çevrenizde fakirliğe düçar olmuş insanlar görmediğiniz için “hani nerede kriz?” sorularıyla cüce vicdanlarınızı rahatlatıyor olabilirsiniz. ancak hiçbir kanıta ihtiyaç duymadan inandığınız tanrılarınızdan şüphe etmezken tüm bu fakirliği bir kalemde reddetmenize şaşırıyorum. kimseye aptal demiyorum. sadece birileri sizi aptal yerine koyuyor, sizler de kendinizi bu duruma düşürüyorsunuz diyorum. buna nasıl cüret ettiğimi kısaca açıklamaya çalışayım. biri sizin karşınıza geçip bazı iddialarda bulunuyorsa ve bu iddialarının doğruluklarının araştırılması çok kolayken siz bahsi geçen iddialara iman ediyor, daha da öteye gidip bu iddiaları kesin ve keskin gerçeklermiş gibi başkalarına aktarıyorsanız: aptalsınız. yerel seçimler öncesi %4 büyüme hedefi açıklayan insanlarla yerel seçim sonrası %3 küçülme rakamı açıklayan insanlar aynıyken hala içinizde bir şüphe doğmuyorsa, bu insanların başka iddialarını da eleştiriye tabi tutmadan kabulleniyorsanız: aptalın daniskasısınız. ancak ekonomi zerre umrumda değil. birilerinin gelip sizleri ekonomiyle kandırmasına izin vermeniz de umrumda değil. dinsel yalanlar istiyorsunuz ama ben söylemeyeceğim. söylendiğinde inandığınızı, aranızda inananlar bulunacağını biliyorum ama söylemeyeceğim. çarşaf açılımlarına, kuran kursu açılımlarına tav olduğunuzu da gözden kaçırmıyorum ama yalanlar isteseniz de söylemeyeceğim. incinmeyeceğinizi bilsem de söylemeyeceğim. üşüyorken üzerinize kömür atılmasını yeterli bulduğunuzu ve “bizim götümüz donarken evlerinin içinde sauna olan adamlar neden var” sorusunu sormadığınızı da biliyorum. yine de hepinize teşekkür ederim.

    ekonomi zerre umrumda değil. umrumda olan tek şey bu ülkede yaşamaktan korkuyor olmam! çünkü ben hayatı yemek, içmek, sıçmak, sevişmek ekseninde tanımlamıyor. bu şekilde yaşamıyorum. ben birilerinin evime girip adi suçluların “dillerini çözmek” için kullandığı hoyrat, cahil ellerini kitaplarımın, defterlerimin üzerinde gezdirmesini izlemek istemiyorum. yine de teşekkür ediyorum sizlere.

    bu ülkede bir kavramı en fazla dillendirenin o kavramdan en çok fayda sağlayan olduğu gerçeğini kavrayamamış olmanıza çocuklar gibi şaşırıyorum. çarşaf, türban, laiklik, urgan, terörist, vatan haini, ekonomi, özgürlük, demokrasi… benim için bunlarla ilgili sürekli konuşup duran, bunları –kelimeye göre- desteklediğini, lanetlediğini, sevdiğini vs beyan etmeden gününü geçirmeyen ama bunları kullanarak fayda sağlayan insanlar karısını sevdiğini söyleyip maişetini aynı kadını kerhanede pazarlayan adam arasında ahlaki bakımdan tek bir fark yok. ikisi de sevdiğini söylediği şeyler üzerinden avantaj sağlamakta, onların yıpranmasına, aşınmasına göz yummakta, kendisi ise sadece kârı toparlamaktadır. bunlarda bir gruba mecbur edildik. üstelik en kötüsüne… hepinize teşekkür ederim.

    gelinen noktada yapılan gözaltılar, tutuklamalar; havada uçuşan iddialar, iddianameler; anamızı ağlatan baskılar demokrasi içinse eğer, demokrasi anlayışınız buysa eğer: topunuza sinkaf. ancak en az sizin kadar yanıldığımı bir kez daha itiraf etmeliyim. bir aralar başımıza bu belayı saran zevatın dinci güruh olduğunu zannetmiştim. onların da hamurunda faşizm mayası varmış dinci mayadan çok. türkiye’nin yakın geçmişindeki en kötü siyasal akımların en kötü özelliklerini sentezlemeyi başarmışlar. ama asıl sorun tüm bunları demokrasi maskesi altında yutturabilmiş olmaları. hepinize teşekkür ederim.

    evet, hepinize teşekkür ederim. beni, kendinizi, bizi bu korku imparatorluğunda yaşattığınız için hepinize defalarca teşekkür ederim. bunun son bulmasına izin vermeyin. çalın, çırpın, yağmalayın… oy verin, daha çok verin… bir gün bu ateş sizin çatınıza sıçradığında, aynı adamlar sizlerin içindeki çürük yumurtalarla beraber hayatı size zindan ettiğinde, aynı düşünceyi paylaşmak bir yana sizlerden çok daha fazla zıtlık taşıyan insanlara reva görüldüğü gibi sizi de karşıtı olduğunuz düşünce mensuplarıyla yan yana getirdiklerinde timsah gözyaşlarınızı benden uzak tutun. tutarsanız hepinize teşekkür ederim…
hesabın var mı? giriş yap