• rainer werner fassbinder tarafından angst essen seele auf ve todd haynes tarafından far from heaven olmak üzere iki tane yeniden çevrimi yapılan melodram başyapıtı.
  • filmdeki mick karakterinin (ron'un en yakin arkadasi) kutsal kitabi thoreau'nun walden'idir ve bu ufak olmayan detay beni douglas sirk'un utopyaciligi konusunda derin dusuncelere sevk etmistir. 'melodrama ve utopya arasindaki bag nedir?' sorusu cevap bekleyen bir soru haline gelmistir aklimda.

    * *
  • gozden irak olunca gonulden de irak olmayan, adi, tadi herseyi dimaginizda kalan film. thoreau bir referans olarak degil kendisine reverans yapilan biri olarak filme, ron'nun karakteri ile, dantel gibi islenmistir (bkz: #9047337). zaten sirk studyo sisteminde film yapan diger dehalar gibi (ki onlarin sayilari belli ve azdir) filmlerinin heryerini gorebilen gozler icin dantel gibi islemistir. karakterlerini seyirciye tanitma biciminden, objelerle hikayeler anlatmaya kadar filmlerinin her karesi incelenesidir. golgelerle, renklerle, kamera hareketleriyle bundan daha icli ve daha dokunakli olunamaz. ancak bu kadar olunur iste.
    aynalari ne guzel kullanir bir de sirk, yansimalari ve dahi... sirra kadem basan umutlari once aynalardan anlatmaya baslar. orada parcalar karaterlerinin de seyircinin de yuregini, icini. kamera ile siir yazilabiliyorsa eger, bu sairlerden biri mutlaka douglas sirk tur.
  • filmde jane wyman, rock hudson'ın bahçesindeki bir çiçeğe bakarak "aa ne güzel renk bu böyle" kabilinden bir şey söyleyerek sinema tarihine geçmiştir. insan önce bi etrafına bakar, adamın olayı o.
  • douglas sirk'in ne mene bir yonetmen oldugunun kaniti olarak ortada duran film. filmde ders niteliginde kamera hareketleri ve kompozisyonlar var.

    --- spoiler ---

    benim yakalayabildiklerim soyle:
    1) cary, cocuklari gelmeden kucuk bir aynanin onunde makyaj yapiyordur. cocuklar gelir, cary masadan kalkar, kamera aynaya yaklasir, aynadan ucunun gozuktugu bir kompozisyon ortaya cikar.
    2) cary'nin oglu evlilik nedeniyle annesine sirt cevirir, evi terk ettigi sirada, oglu bir paravanin arkasinda gorulur. bu ogluyla cary'nin arasina bir engel ciktiginin gostergesel anlatimidir.
    3) cary'ye cocuklari televizyon alirlar. bu esnada tam karsida, kanepede cary ve kizi oturmaktadir. kapali olan televizyonun ekraninda bir yansima vardir. bu yansimada cary gorunmekle birlikte, cary'nin yaninda oturan kizi gorunmez. cunku cary'nin kizinin basina denk gelen bolgede bir kirmizi kurdela vardir. burada sadece cary gosterilerek, onun yalnizligi vurgulanir. cunku kizi evlenecek, oglu da yurtdisina gidecektir.
    4) bahceci cocugun tepeden dusmesinden bir sonraki sahnede, kasabanin bir genel plani vardir. ancak burada farkli bir durum yer alir. o da, bu planin kilisenin tepesindeki hac goruntusuyle baslamasidir. plan, bu hac goruntusunden sonra genisleyerek kadraja kasaba girer. bu baslangictaki hac ise, bir mezar gondermesidir.

    muhtemelen bircok kamera hareketi ve bu sekilde bir anlamlandirma sayilip dokulebilir. ancak icerik anlaminda da 50'lerde, yani tutucu bir ortamda boyle bir film yapilmasi ciddi anlamda bir cesaret isidir. banliyonun puriten ahlakinin ve ikiyuzlulugunun elestirisi, belki de hic bu kadar iyi anlatilmamistir.. bununla birlikte filmde hafiften hissedilen oedipus kompleksi de filmin artilarindan bir digeridir..

    --- spoiler ---
  • yazı spoiler içerebilir tabii ki...

    douglas sirk' ün melodram konusundaki ve biçimsel anlatıdaki bariz yeteneği ne yazık ki çok sonra farkedildi. 50' lerde yaptığ çoğu film, klişeler yokken, klişe ve kadınlar için ağlamaklı film kategorilerine konuldu. 70' li yıllarla beraber ise filmleri avrupa' da görücüye çıktı. filmlerinde görünenin altındaki zerafet ve duyguyla örülü hikaye içerisindeki mantık takdir edilmeye başlandı.

    su katılmamış melodramların yönetmeni douglas sirk her zaman belli bir hikayeyi dönemin dinamikleri içerisinde işledi. bu anlatım tekniği günümüzde bize çok tanıdık ve tüketilmiş gibi gelse de sirk' ün 20.yüzyıl ortası sinema türleri arasında hala tek başına ayakta duran filmler yaptığını inkar edemeyiz. bu fimler türünün en klasik ve güzel örnekleri. günümüzde ise tamamen yozlaştırılmış bir durumda. televizyonun da 50' lerden sonra bunda etkisi çok büyük.

    filme dönecek olursak, sirk' ün "her şey senin için' i"; klasik hikayesinin altını 50' lerin amerikası içerisindeki idealize edilmiş steril banliyö yaşamıyla dolduruyor. bu yaşamın karanlık yönlerini ve bastırılmış güvensizliğini kusursuz bir şekilde yansıtıyor. yani, kısaca insan doğasına ait gözlem yapıyor ve muazzam yönetmenliğiyle de sinema seyircisine gerçek sinemayı sunuyor. filmdeki biçimsel anlatı mükemmel olmakla birlikte, tamamen hikayeye ve sanata hizmet ediyor. tıpkı hitchcock filmlerinde olduğu gibi. ayrıca filmiin bir sahnesinde yapılan televizyon eleştirisi (banliyö kadınlarının her şeyi unutmak ve hayatı televizyonda yaşama dürtülerinin çıkışı) ve orada kullanılan kadraj, karakterin içerisinde bulunduğu yalnızlığı unutulmaz şekilde resmediyor. sirk' ün filmlerinde kullandığı objelerin hikaye içerisindeki dağılımı ve yarattığı sembolik anlatım bazen sinema perdesinin dışına taşıyor. bu da sinema büyüsü dediğimiz şey oluyor zaten. max ophüls' de de aynı etkiyi görmek mümkün.

    douglas sirk' ün written on the wind, imitation of life ve all that heaven allows gibi filmleriyle yarattığı etkiyi de gözlemlemek mümkün. pedro almodovar filmlerinin çoğunda sirk etkileri bariz şekilde görülüyor misal. rainer werner fassbinder' in kendinden genç ve yabancı bir adamla evlenen bir kadının aşağılanması ve önyargıların içerisinde düştüğü durumu ırkçılık meselesini de işin içine katarak anlattığı başyapıtı "angst essen seele auf"' da sirk ile benzer temalarda ilerler. zaten fassbinder de sirk' e hayrandır. todd haynes' de 2002 yapımı far from heaven' ı ile sirk' e saygı duruşunda bulunur. film all that heaven allows' un yeniden çevrimidir.

    douglas sirk sineması saf melodramların ve insan doğasıyla ilgili filmlerin hep en klişe tarafında durur gibi gözükür fakat gören gözler için onun filmleri her zaman ilham kaynağı olmaya devam edecektir. popüler kültürün yozlaştırıcı etkisi bu yapıtların değerini azaltmaz, aksine değerlerinin daha da iyi anlaşılmasını sağlar. sinemada yenilikçi anlatı da sadece klişelerden arınmakla yakalanamaz, gerektiğinde o klişeleri ustalıkla kullanmakla elde edilir diyor ve yazıyı; büyük bir yönetmenden büyük bir film diyerek sonlandırıyorum.
  • douglas sirk'ün kaliteli melodramlarından. hemen yukarıdaki entaride belirtildiği gibi konunun şaşırtıcı bir tarafı yok. çünkü aradan geçen koca 62 yılda bu öykü o kadar çok işlendi ki en büyük klişelerden oluverdi. film zengin, dul, 2 çocuklu bir kadının bahçıvanına âşık olmasını konu alıyor. zengin sınıf-alt sınıf çatışması film boyunca işlenir ama 1955 yapımı olduğu için bunu fazlasıyla bilindik şekilde yapar. bizi şaşırtmaz ama klişelere rağmen etkilemeyi başarır. iki âşık karakterin işlenişi, bu iki kişinin hayata bakışlarının farklılığı, televizyona ve banliyö yaşamına dair eleştirileri, mükemmel renk paleti-görüntü yönetmenliği, müzikleri, kamera hareketleri... öykü son derece klişe, tahmin edilebilir, evet, ama bu saydığım şeyler o kadar mükemmel ki öykünün klişe olmasının bir önemi kalmadı, zevkle izledim bu melodramı, ki aslında melodram da pek sevmem. bir de sirk'ün filmlerinin öyle bir atmosferi var ki en dandik filminden bile etkilenmek mümkün.

    spoiler

    "bahçıvanımızla evleneceğim". bu karardan sonra cary'nin başına gelenler şaşırtıcı değil ama gene de etkileyici. alt sınıftan birisiyle evleneceği için işe yaramaz, tek işi dedikodu yapmak olan, kocadan geçinen zengin kadınların malzemesi oluyor, kızıyla dalga geçiliyor vs. sirk bulabildiği her fırsatta o dönemin banliyö/zengin yaşamına eleştiri oklarını fırlatıyor. kadınların televizyon sevgisi de eleştirilerden nasibini alıyor pek tabii.

    ama banliyöde yaşayan kadınların iki yüzlülüğü vs bunları geçelim. sirk'ün yarattığı ron karakteri de pek etkileyiciydi. cary'e evlenmekte ısrar etmeyen, onu sık boğaz etmeyen, gitmek istediğinde ona engel olmayan, kendi kararlarını alabilmesi için ona alan açan birisi. zenginliği önemsemeyen, imkansız şeylerle vakit harcamaktan vazgeçmiş, kendisini doğaya bırakmış birisi. zaten film, ron'ın evindeyken daha etkileyici oluyor. çünkü betondan ibaret banliyö evlerinin aksine ron'ın evi doğanın içerisinde, ormana yakın. ron da, cary de iyi yazılmış ve oynanmış karakterler. ron için rock hudson'ın tercih edilmesi de doğru bir karar. zira aktör genelde ron gibi toprağa bağlı, alt sınıftan karakterleri oynadı, bu rollere de fazlasıyla yakışıyordu.

    bir sahneden bahsetmesem olmaz. cary dedikodular, çocuklarının mutsuzluğu vs yüzünden ron'dan vazgeçer. oğlu "evimizi bırakmayı nasıl düşünebilirsin?" diyerek evliliğe karşı çıkar. cary evlilikten vazgeçtikten sonra oğlu sanki bu cümleyi kurmamış gibi annesine evi satacağını söyler. cary'nin kızı da evlilik hazırlıklarına başlar. cary çocukları için sevdiği adamdan vazgeçer ama çocuklarının evden gidişiyle yalnız kalır. o an hata yaptığının farkına varır. etkileyici sahnelerdi. sirk'ün cary'nin oğlunun eve tv getirdiği sahneyi tv'de cary'nin yansımasıyla tamamlaması da etkileyici sahnelerdendi. ki böyle iyi çekilmiş ve kurgulanmış pek çok sahne var, yukarıda da değinilmiş.

    spoiler
hesabın var mı? giriş yap