*

  • 1981*lilerin iki defa girdikleri sınav
  • günümüzün liselere giriş sınavı, lgs.
  • en son 1986'lılarin girdiği ve ondan sonra lgs'ye dönüşmüş sınav.
  • hatirladikca simdi ki sistemin kotulugunu hatirlatan bir sinav, bu sinav hemen besinci siniftan sonra yapilirdi e tabi ki cocuklar daha basarili olurlardi simdi ise tam ergenlige gecis donemlerinde yapiliyor, lgs sinavina girecek gencin dikkati baska yonlere gidiyor dogal olarak.
  • ilkokul sonrasi aldigi zeki gencler sayesinde bir ara baya sukse olmus olmasina karsin sistemin degismesiy le artik bi boka benzemeyen bu liseler devletin 8 yillik projesine kurban gitmistir... zamaninda fen liselerinin temelini olusturan bu liseler artik artik toplayan(ikinci artik atik anlaminda) normal ogrencileri alan aptal liseler olmuslardir...
  • beşinci sınıftan nefret etmeme sebep olmuş hededir, ne güzel koşturuyorduk bahçede, arkadaşlarla adaya düşmüş özgür çocuklar olduğumuzu sanıyorduk -ki üzgünüm william golding* biz birbirimizi öldürmeyecektik- birileri geldi "siz öğrencisiniz haydi dershaneye" dedi. "ya nereden çıktı, biz daha balık avlayacaktık okulun okyanus olmaya hevesli beton yerinde" demeye kalmadı baktık sınava giriyoruz, kapıda veliler bir heyecan bekleşiyorlar.
    elimizde envai çeşit yumuşak uçlu kurşun kalem, önümüzde pembe üzerinde yuvarlaklar olan bir kağıt:
    "doldur beni, doldur beni" diye alice'i * doldurmaya davet ediyor. analarımız yanımıza şekerdi, çikolataydı, suydu vermişler aman çocuğa enerji lazım diye.
    ama yakındığımı sanmayın bütün bunlardan, piknik sevmeyen bir insan olsam da hayatımın en güzel pikniğini bu sınavda yaptım ben, gerçi artık adada değildim farkındaydım ama, yuvarlaklarla oyun oynamayacak kadar da büyümüş değildim. gruplara ayırdım yuvarlakları, hangi harfin kutucuğunu daha çok işaretlenirse o kazanacaktı ama çocuk kalbi işte, amicis* haklı altın gibidir, bir beraberlik oluşsun diye çok çabalayıp tamamen tarafsız kaldım. baktım a'lar b'lerden fazla mı olmuş, hemen b'ye bir karalama ama d'leri de unutmamalı. tabii böylesi bir eşitlikçilik sorumluluk yüklüyordu insana, o zaman bir tane şeker, biraz su, biraz çikolata, küçük bir piknik düzenliyordum kendime. çok eğlendim, keşke daha vakit kalsa derken baktım sınavdan çıkarmışlar bizi, herkesin suratı asık.
    _ n'oldu?
    _ sınav çalınmış iptal oldu*!
    bir daha sınava gireceğimizi söylediklerinde sevindim tabii, insan her zaman bulamıyor böylesi bir şehir pikniğini. keyfimce geçti diğer sınav da. annemler pek keyiflenmediler sonucunu görünce o ayrı ama cevap hazırdı:
    _ ilk sınav çalınınca moral mi kaldı?
    hiçbir şey belli değilmiş o zaman hayatımda, yeni yeni anlıyor insan düşününce, keyif pezevengi olacağımdan başka.
  • aklimin ermedigi bir zamanda benim icin anlami cumartesiden cumartesiye oldugu saatte dershaneye gitmemi gerektiren ne oldugunu o zamanlar cidden kavrayamadigim sınavdi.
  • dördüncü sınıfın sonlarında bu sınavı kazanamam sonucunda uygulamaya koyacağım şöyle bir plan mevcuttu:

    dersaneden kaçılan bir gün (bkz: 11 yaşında dersaneye gitmek) ilkokul badimle batman ve robin oyuncaklarımızı dövüştürürken aklıma takılan soru şuydu: lan dedim, kazanamazsak napıcaz??
    "kimsenin yüzüne bakamayız, o zaman kimse bizi sevmez babam beni döver, belki evden bile kovar" dedi badim..
    o zaman dedim, her şeyimizi toplayıp kaçalım evden.. sonuçların açıklandığının ertesi günü toplayalım her şeyimizi, gidelim gara..gelen ilk trene binip gideriz nereye gidiyosa..
    "haklısın" dedi o da.. "ama bence karadeniz'e gitmeliyiz, ıssız bir balıkçı kasabasına. hem orda bizi kimse bulamaz, hem de karadenizliler iyidir bizi sahiplenirler" dedi. (oha hayale bak! sanki interpol arıyo..)
    o anda yatmıştı kafama bu fikir.. hem karadenizli tanıdıklarımız da vardı.. çok cana yakınlardı. bir balıkçı teknesinde babacan bir amcaya yardım edip para kazandığımız geçti gözlerimin önünden.. gemileri yakmıştık artık, plan kusursuzdu.
    bir kağıt bulduk ve yazdık bunu.. o bizim sözleşmemizdi, altına imzalarımızı attık. kimse satışa getiremeyecekti..
    sonra sınav geldi geçti.. sonuçlar açıklandı.. ben kazanırken arkadaşım aynı başarıyı gösterememişti. ben muzaffer bir komutan edasıyla ortalıkta gezinirken (ve satışın alasını yaparken) o beni sokağa çıkarken bile çağırmaz olmuştu artık yanına... hayatımızda ilk kez yaşadık bir insanla yolların ayrılmasını.. eşitsizliği tanıdık. sonra da taşındılar ve bi daha göremedim çocuğu.

    işte 11 yaşında iki çocuğa böyle psikopatça planlar yaptırabilen bir sınavdı bu.. bu kadar büyüktü etkisi küçük bünyelerde..
  • küçük bir anadolu şehrinden büyük şehre taşındığımızda ilkokul üçüncü sınıfa başlayacak olan bir kız çocuğuyum. okula erken başlamıştım ve yaşadığımız şehre göre parlak farzedilip, ailesinin sosyal statüsü yüksek görünen bir çocuk olmanın lüksünü yaşarken büyük şehirde kimsenin farkında olmadığı öylesine bir çocuğa dönüvermiştim. üstelik taşındığımız mevsim gereği yarıyıldan girmiştim sınıfa. herkes sıra arkadaşını ve oyun arkadaşını seçip gruplaşmışken ben kalakalmışım. üstelik birinci ve ikinci sınıfta sadece okuma yazma öğrendiğimi farketmişim. halbuki geldiğim yerde çok başarılıydım ben… okula başladığımda roma rakamlarını bitirmişlerdi ben ise hiç görmemiştim. bir türlü öğrenemediğimi hatırlıyorum. uzun seneler de öğrenmek istememiştim zaten.

    derslere yetişemediğim için ve abim anadolu lisesini geldiğimiz yerde kazandığı için üzerimdeki tarifsiz baskıyı hatırlıyorum. kimse neden yapamıyorsun diye sormuyordu. aksine yapamadığımı, başarılı olamadığımı kabullenmişlerdi ve bu moralimi bozuyordu. çocuk aklımla gurur yapıyordum ve motivasyonsuzluğum daha da tembel yapıyordu beni. bu esnada dershaneye başladım. ilkokul 4üncü sınıf.

    dershanedeki hocam bir gün 20 soruda 13 net çıkardığım için beni tahtaya çıkarıp "başarısız" tanımlamasında bulunmuştu. hangi akla hizmet? kendimi tutup, eve gidince hüngür hüngür ağlayıp sebebini kimseye açıklayamamıştım. anadolu lisesi sınavı yaklaştığında deneme sınavlarındaki üstün başarısızlığım kimseyi şaşırtmıyordu. benimse umrumda değildi; tahtaya çıktığım o güne kadar…

    babama "beni matematik çalıştırır mısın?" dediğimi ve ne kadar şaşırdığını hatırlıyorum. sadece ben onunla çalışmak istediğim için yıllık izninin 15 gününü benim anadolu lisesi sınavım öncesinde almıştı. düzenli olarak her gün çalıştık. başka dersleri çalıştırmak istediğinde "hayır matematik çalıştır baba" diyordum ve hep matematik çalıştık diğer derslerim fena olmadığı için.

    anadolu lisesi sınavının günü, annemin diktiği koyu pembe şort yelek takımımı giydim. yanıma almam gerekenleri aldım ve girdim sınava... önce matematikten başladım elbette. 29 soruyu hiç zorlanmadan yaptım, tek bir soru bıraktım geriye. sonra türkçe, sosyal, fen... 30uncu soruya bir daha baktım ve cıktım sınavdan elimde bir kagıda yazdıgım cevaplarımla.

    - nasıl geçti? diye sordu babam.
    - matematik iyi geçti. dedim.
    - diğerleri nasıldı kızım?
    - bilmiyorum...

    varsa yoksa matematik…

    ertesi gün gazetede netlerime bakan babamın şen sesiyle uyandım.

    - akıllı kızım benim!
    - ne yapmışım baba matematigi?
    - 29 dogru, 1 boş…

    bu sınav malesef 10 yaşında bir çocuğun hayatında yapabileceği en büyük hırsı yaptıran sınavdır.

    matematik hocamı arayıp sonucu söylediğimde ise artık azad olmuştum...
  • gezip tozması, gençliğin tadını çıkarması gereken yurdum evlatlarını çoğu zaman ana-baba dahil yakın çevreden kaynaklı bir stres hali altında bırakma, dersane köşelerinde "kaç net yaptın biyolojiden?" "olm, geometriyi fulledim ama türkçe batırdı" gibisinden muhabbetlere mahkum eden, insanın hayatının genel akışı göz önüne alındığında öss kadar etkisi olmayan sınav...
hesabın var mı? giriş yap