• ankara ulus'ta heykelin hemen arka kısmında bulunan bodrum hariç dört katlı çarşı. 1960'larda 2000'li yılların (ankara için) karum, migros ya da armada benzeri bir mekanıydı. hayatımdaki ilk elektrikli merdiveni o çarşıda görmüştüm, ama çarşı'yı asıl cazip kılan üçüncü kattaki japon oyuncak sarayı'ydı. anafartalar çarşısı'nda alışveriş yapıldıktan sonra hemen yan tarafa geçilir ve akman'da boza içilirdi.
  • 80lerde saatçi dükkanlarıyla ortamda fırtına gibi esmiş mekan. en son gittiğimde hala aynı yürüyen merdivenler vardı.
  • yürüyen merdivenli çarşı olarak anılırdı. çoçuklar için kendilerine hiçbir şey alınmasa bile, gdilmesi en muhteşem yerlerden biriydi. zaten yürüyen merdivenlerin hemen mantığını kapıp, hala çekinen büyüklere yol yordam göstermenin keyfi de başka yerde yaşanmazdı
  • düğün dernek insanları için giriş üstü 3 katı da gelinlik, damatlık konseptine teslim edilmiş çarşı. melih gökçek in ulus procesi ile tarihe gömülecektir.
  • 80 lerde çocuk olan ankaralıların aileleriyle birlikte alışverişe gittiği hesaplı haftasonu mekanı idi.. ilk gidişimin ardından 15 yıl sonra 2006'da bir iki senedir arkasındaki binada çalışmama rağmen ilk kez işim düşmüş, içine girince eski anılarım canlanmış, işimi halletmeme rağmen tüm katlarını tek tek dolaşmış, bana çocukluğumu hatırlatan mekanlardan biri olmuştu.. dün sözlükte başlığı görüp haberi okuduğumda içimde bir yerler sıkıştı, fotoğrafları görünce ise üzüntüden elim ayağım boşaldı..

    şimdi gökçek orayı da yıkar, diğer anılarımızı yok etmekte hiçbir sakınca görmediği gibi..
  • patlama sonrası günün sabahında camları kırılmış bütün dükkanların pencerelerinde türk bayrakları asılı olan çarşı. yaralar sarılır, hasarlar karşılanır... terör terör olduğu müddetçe ya da bir fikir teröre başvurduğu müddetçe asla amacına ulaşamaz. bu bayraklar bunu gösteriyor.
  • kayaş otobüsleri bunun önünden kalkardi. hala anlamam o otobüsler nasil o kadar kalabalik kalkardi, hala öyle midir yoksa sadece gariban yoksul mahallelere mi bu reva görünürdü. o kalabalik otobüslere bir de binemezdik. son durakta inip üsütüne üstlük 45 dakika yürüyeceğim için otobüslerin boş geçme saatini beklerdim. kolayi vardir zamani geçirmenin: anafartalar çarşisi.

    girişin hemen sağindaki saatçiye en son ne gelmiş ne gitmiş ezberlerdim artik. küçük kağitlara muntazam bir yazi ile de özellikleri yazardi, "100 metrede su geçirmez" . yuh derdim ulan 100 metreye mi daliyor adamlar. "saliseli yelkovan" 100 metreye dalmayi hayal edemezdik ama carl lewis mi calvin smith mi derken salise nedir ögrenmistik. hele o hayvan ben jonhson 9,75 yapinca 100 metrede tadi kalmamişti sanki gidim gidim yiyeceğin tatli bir kaşikta bitivermişti. hayvan meger dopingliymiş.

    ankaranin ilk yürüyen merdivenli çarşisiydi burasi. büyüklerin yürüyen merdivenli çarşiya gideceği duyulunca danalar gibi böğürülürdü. tabi bize bişi alinmazdi, oyuncaklara sadece bakilan izlenen birşey olduğunu zannederdik, hatta oyuncakcilara çok acirdim, satmadiktan sonra niye açmişlar bu dükkanlari diye.

    devir almancilarin ceplerine marklari doldurup hava attiklari bir devir. böyle uzaktan bir akrabamiz gelmişti, gençlik parkina gitmiştik iki aile. o karşilikli gösteriş ve hesap yapmama halinden en çok ben faydalanmiştim. babam sen ne yiyeceksin dediğinde, kocaman piliç cevirmeyi göstermiştim, sana çok o benimkinden böleriz demişti ama dinlemedim o koca pilici önüme kodortmuştum. neyse ustumde dandik bir esofman vardi, alttada terlik. bu almanci amca beni ailemin yanindan kaçirdiklari gibi anafartalara sokmuşlardi. kahrevengi bir kadife pantolan ve kadife bir ayakkabi (sahi lan bi de öyle bişi vardi) üstede dokundukça ciyk ciyk yapan bir beyaz bir süeter. beyaz dayanir mi bize ?

    abim evlenecek elbiseler alinmaya gidildi. gelin adayi aldi bir ceketi benim üstüme koydu, benim ceketim var dedim, canim okul ceketiyle gelmeyeceksin ya düğünümüze dedi. ah ulan görmüş kizin hali başka işte, kareli o ceket ergenliğimin boy artişina yenilmeseydi daha çok giyilirdi.

    anafartalar çarşisi böyle bir yer işte, ankaranin en doğusundakilerin cenneti.
  • 80'lerin peluş modasına uyarak ablamla bana peluş kabanlar aldığımız, 3 yaşındaki erkek kardeşimin zaten korka korka bindiği, ömrümüzde ilk kez gördüğümüz yürüyen merdivenlere ayakkabısının bağcığını kaptırıp korkudan ağladığı çarşıydı... sonrasında yeni ciciler ile bi de aile fotografı çektirmiştik stüdyoda, çocuğun gözleri sanki hala dolu dolu bakmış objektife.

    eskiye ait bi yerdir anafartalar carsisi, çok eskiye...

    eskidendi cok eskiden

    hani hepimiz arkadaşken,
    hani oyunlar tükenmemişken,
    henüz kimse bize ihanet etmemiş,
    biz kimseyi aldatmamışken,
    eskidendi, çok eskiden.
  • çocukluğumun arzu mekanlarından, annemin değişmez alışveriş adresi. yürüyen merdiven kavramını ankara'ya getiren yer, eski bir efsane. garip bir yer, ruhu var, tıpkı eskişehir esnaf sarayı, istanbul kapalı çarşı gibi. ruhu olan yerleri severim, yeni alışveriş merkezlerinin yok, sevmiyorum onları mesela!

    biz anafartalar çarşısı'na dönelim, çocukluğumuza tekabül eder zira!
    çarşı içi esnaf genelde bala'lı (bkz: ankaranın bir ilçesi) olurdu ki, bu durum annem tarafından hiç de hoş karşılanmazdı. zira annem hala, bala nufusuna kayıtlı birinin, herkesi her şart ve koşulda kandırma potansiyeli taşıdığını düşünür, güvenmez onlara.

    yürüyen merdivenleri ilk orda gördük.
    annesinin elinden tutmayan çocuğun merdivenlere kapılıp gittiği ve belki de ayağının koptuğu efsaneleriyle orada yeşillendik.

    sonra bir de japon oyuncak sarayı vardı burada, bayılırdım ben oraya. taa ki, uzaktan kumandalı araba almak için girdiğimiz dükkandan, arkasındaki ipi çekildiği zaman giden züttürük bir araba alıp çıktığımız güne kadar. bala'lı olduğundan bugün bile şüphe etmediğim satış görevlisi denyonun, oyuncak almadan çıkacağını düşündüğü anneme, son bir gayret "yenge, bak bir de böyle bir şey var" diyerek tabii ki daha ucuz ve istemediğim bi oyuncağı ve hatta zorla satması o çarşıya dair tek kötü anımdır diyebilirim. uzaktan kumandalı araba yerine dandik, ipli araba alınmıştı o zorlamayla bana.

    zira hiç uzaktan kumandalı arabam olmadı sonra. hala içimde bir yaradır ve belki bu yüzden bala'lılara, daha da önemlisi arkadan ipli arabalara karşı ciddi bir önyargım vardır. arkadan ipi çekildiği zaman giden 5 metre sonra da mal gibi duran arabalar dünyanın en kişiliksiz oyuncağıdır. hiç bi boka benzemez, almayın, aldırmayın...

    bak duygulandım ayak üstü..
hesabın var mı? giriş yap