*

  • çanakkale'nin "büyük anafarta" ve "küçük anafarta" köylerine yakın bir mevkinde büyük bir zafer kazandığı için mustafa kemal paşa'ya verilen ünvan.

    köylerin adı "bibikli" olsaydı tarihin seyri nasıl olurdu diye merak etmeden duramıyor insan.

    (bkz: savaşların karizma isimli olma zorunluluğu)
  • mustafa kemal'in kurtuluş savaşı'nın doğal önderi olması büyük ölçüde bu unvan sayesinde mümkün olabilmiştir. mustafa kemal, anafartalar kahramanı olarak büyük saygınlığa sahip olmasaydı, 19 mayıs'tan itibaren kurtuluş savaşı'nın tartışmasız önderi olarak kendisini kabul ettirebilmesi hiç de kolay olmayacaktı muhtemelen.
  • 103 yıl önce bugün büyük cesaret ile türk ulus'unun kaderini değiştiren anafartalar komutanı gazi mustafa kemal'dir.

    ayrıca sayıları yüzbinleri bulan, anafartalarda türk ulus'u için şehit düşen kahraman vatan evlatlarını da saygı ile anıyoruz.

    aziz ruhları şad olsun...
  • ulu önder mustafa kemal atatürk'ün, türk milleti tarafından ilk öğrenildiği an olan anafartalar kahramanı ünvanını alışı ve kendisiyle yapılan mülakat.
    ruşen eşref ünaydın* tarafından yapılmıştır. ulu önderin, nasıl bir askeri dehaya, ilkelere ve önderliğe sahip olduğunun halka yansıyan ilk ispatıdır. kurtuluş savaşı'nda, türk milletinin mandalığa, saltanata ve hainlere karşı onun yaktığı ümit ışığında, onun peşinde yürümelerinin ilk sebebidir.

    bizzat atatürk ile, ruşen eşref ünaydın sayesinde, çanakkale savaşı'nı hasbihal edelim;

    giriş
    ruşen eşref bey, selim sırrı (tarcan) bey’in nişantaşı’ndaki apartmanında doktor rasim ferid bey’e rastlar. rasim ferid, ruşen eşrefi ertesi akşam kendi evinde düzenlediği, mustafa kemal paşa’nın da katılacağı sazlı bir ziyafete davet eder. 15 mart 1918 akşamı, dr. rasim ferid, mustafa kemal paşa’yla tanıştırdığı ruşen eşref bey’i, 24 mart 1918 pazar günü, mustafa kemal paşa’nın beşiktaş - akaretler 76 numara’daki evine götürür ve anafartalar kumandanı mustafa kemal’le o gün başlayan mülakat, 28 mart 1918 perşembe günü son bulur.

    birinci safha
    hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebilirim! çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o günlerin hatıralarını ihtiva ediyor.

    "buyurun bir sigara... bir şey yaparız."

    büyük kutuda bulunan baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. paşa, küçük bir masanın üstünde duran çıngırağı bir iki defa çevirdi. derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumandanın emrine muntazır olduğunu vaziyetiyle anlattı.

    - çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın.

    biraz sonra bize hitaben:
    - bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkamayız. isterseniz sizinle bir hulâsa yaparız, bu ancak böyle olur!

    hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasında insan kendini çanakkale harf tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi.

    dedim:
    - paşa hazretleri! şüphesiz ki çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakarlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. bu hamaset günleri artık silinmemek üzre cihan tarihinde lehimize iki üç sahife daha ilave etti. sir ian hamilton bile, türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizim cesaretimizdeki, bizim fedakarlığımızdaki ulviyeti kendi aleyhlerine kaydediyor. bütün fransız mecmua ve gazeteleri, çanakkale'de dövüşmüş zabitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. halbuki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. yeni mecmua'nın son kıymettar teşebbüsü bana o gaza yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. bu hususta tabii zatı âlilerini ihmal edemezdim. o muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. vaziyeti tamamıyla biliyorsunuz... kim bilir ne kadar çok hatıranız vardır. işte müsaade buyurursanız eğer, bugün zati âlinizden onları dinlemek için geldim.

    paşa bu sözleri ciddi bir tebessümle telâkki ediyordu.

    cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar, seççadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada mustafa kemal paşa'nın siması rembrandtvari bir tablo mevzuunu andırıyordu. genç bir simada bu kadar engin bir mâna gördüğümü hatırlamıyorum: ışıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet, huşunet, saffet, zekâ... bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz...

    çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tesbihi masasının üzerine bırakarak:
    - o halde derhal başlarız, dedi.

    ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi ingilizlerden zaptolunma koca bir makinalı tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden süzülen çanakkale menkıbesinin hulâsasını, bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün, ve her mülakat on iki saatten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim.

    başlamazdan evvel dedi ki:
    - tabii esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. bunlar ne sizi alakadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. bunlar sanat adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir.

    - elbet paşam. maksadım, o günlerin vakalarını bizzat zati âlinizden öğrenmektir. askerliğe temas eden noktaları ben de anlamam. bunun üzerine paşa izaha başladı.

    evvela sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle eçe limanı, seddülbahir ve morto limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. esasen balkan harbinden beri bu araziyi iyice tanırmış.

    dedi ki:
    - benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi:

    biri seddülbahir, diğeri kabatepe civarı... ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartamadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. binaenaleyh alaylarımı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. bu vaziyet takriben şubat 1330*...

    mustafa kemal paşa, kendisinin maydos mıntıkası kumandanlığı esnasında cereyan eden mühim vakaları şu suretle hulâsa etti: düşman bir defa seddülbahir'e ve kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsün de bulunuyor. o zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir mehmet çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşmanı tekrar denize atıyor.

    - düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi?

    - bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. bir de malum olan 5 mart vardır.

    - ki asıl bizi alakadar eden de odur, paşa hazretleri.

    - fakat bu tamamen bahri bir harekettir. sahil müdafaası cevat paşa hazretlerinin tahtı emrinde bulunuyordu. benim bu hareketle alakam, dolayısiledir. yalnız 5 mart gününün sabahı cevat paşa hazretleri... maydos'ta bulunan karargahıma gelmişti. kendisine seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber kirte'ye gittik. oraya vardığımız zaman, düşman donanmasının kirte ve alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık.

    - o vakit ne yaptınız efendim?

    - bunun üzerine bendeniz...

    - estağfurullah...

    - mezkur mıntıkanın muhafazasına memur 26'ncı olay kumandanına icap eden talimatı şifahiyemi verdim. ve cevat paşa ile birlikte vazife başında bulunabilmek için maydos'a döndük. düşmanın mağlubiyetiyle neticelenen bu 5 mart muharebeyi bahriyesinde kara mıntıkasının muhafazası benim uhdemde idi. o gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundurmuş olmasından başka zikre şayan hiçbir şey vuku bulmamıştır. o gün sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı takdir bir fedakarlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamisiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir. düşünün ki birçok çökmeler, infilaklar, yangınlar, zayiat arasında, daimi ateş karşısında, muharrip endahtlar altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır.

    düşmanın mağlubiyetiyle kapanan bu hadisei bahriyeden sonra, mustafa kemal paşa, ingilizlerin ve fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak teşebbüsünde bulunacaklarına ihtimal veriyor. bunun için maiyetindeki kıtalara "teyakkuzda" bulunmalarını emrediyor. kuvvetinin arttırılması için lazım gelen yerlere resmi müracaatlarda bulunuyor. kuvvetini arttırıyor. ve o mıntıka kumandanlığına halil sami bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! o zaman kaymakam rütbesinde bulunan mustafa kemal bey de kumanda ettiği fırka ile icabında gelibolu civarına, icabında anadolu cihetine harekete müheyya bulunmak üzere "ihtiyatı umumi" olarak terkediliyor. rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay beyin fırkası tahsis ediliyor.

    bu sıralarda, yani mart içinde mustafa kemal bey'in fırkasından bir alay, çanakkale'ye geçiriliyor; fakat gene iade olunuyor. mustafa kemal bey de bütün fırkasını bigalıköyü civarında bulundurmayı muvafık görüyor. fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumisi olarak bigalıköyü ve bunun cenubuşarkisindeki* maltepe ve mersintepe civarında bulunan konaklarla ordugahlarına yerleşiyor. kumandan aldığı emir mucibince icabında bolayır'a hareket etmeye, çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir halde bulunuyor. emre intizaren bütün kıtalarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor.

    - işte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki arıburnu'nda bir hadise cereyan etmekte olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı.

    bütün fırka kıtaatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi. bir taraftan maydos mıntıkası kumandanlığından malumata intizar etmekte idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun emrine... yalnız fırkanın süvari bölüğüne - istihsali maljmat için - kocaçimen'e hareket etmesi emrini verdim.

    bu sırada idi ki üçüncü kolordu kumandanı esat paşa hazretleriyle gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. müşarünileyh de henüz cereyanı ahval hakkında vazıh malumat edinememiş olduğu bildirmiştir. öğleden evvel saat altı buçukta idi, halil sami bey'den vürut eden bir raporla düşmanın arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkur düşmana karşı sevki isteniyordu. gerek bu rapordan, gerek maltepe'de icra ettiğim hususi tarassudat neticesinde bende hasıl olan kanaati kat'iyye, öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın kabaktepe civarında mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vukubuluyordu. binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın gayri kabili içtinap olduğunu takdir ediyordum. artık hiçbir şeye intizar etmeyerek karargahımın bulunduğu bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzre amade bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim.

    yapraklarını muttasıl ağır ağır çevirmekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudaklarında tüten cıgara dumanları arasından bakarak:

    - altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. bu emir maiyet cüzütam kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. bundan başka üçüncü kolordu kumandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yazdırdım. vaziyeti, vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım.

    büyük bir hareketin inkişaf etmekte olduğu, memlekete çanakkale harbinde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıt'alarıyla tehlikeye atılma müheyya vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kağıtlarını çeviren, içinden bana verebileceği notları mülahaza ile seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar vuzuhla seziliyordu ki... türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğru gittiğimizi heyecanla duyuyordum.

    - bundan sonra kıtalarını yürüyüşe müheyya olarak içtima ettirmiş bulunduran 57. alay -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu- kumandanları ve sertabip ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. basit bir tertiple bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe geçirerek kocaçimen tepesine tevcih ettim.

    yolda giderken kumandanlarına olsun, sertabibe olsun şifahi izahatı lazıme veriyordum. takip ettiğimiz dereden bizi kocaçimen'e isal edecek muayyen bir yol olmadıktan başka kocaçimen'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sabülmürur, kayalıklı derelerle mali idi. bir yol bulup kıtayı sevke delalet etmesi için topçu taburu kumandanını tavzif ettim.

    - zati aliniz ne ile gidiyorsunuz efendim?

    - ben? atla!... bu kumandalar da atlarının üzerinde tabii... biz hepimiz kıtanın başında gidiyoruz. onlar yaya gidiyorlar.

    bu zat kayboldu. ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. bu da başını alıp kocaçimen tepesine kadar gitmiş, delaletinden istifade edilemedi.

    - yani müşkülat. muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki sıkıntıları?

    - evet. bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmeden suretiyle kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi. şimdi kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun: kocaçimen şibihcezirenin en yüksek tepesidir. fakat arıburnu noktası zaviyei meyyite içinde kaldığından buradan görülmüyor. şimdi şu haritadan bakın.

    sir hamilton'un raporunda bulunan haritalardan birine baktık. bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. paşa çıngırağı gene çaldı. iki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı... asker, paşanın askeri ceketindeki cepten haritayı alması için emir telakki etti. beş on dakika sonra girdi. bulamamış. paşa gülümseyerek müsaade istedi. bizzat gitti.

    yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. duvarda hep asker resimleri, balkan muharebesinin, trablus muharebesinin, hareket ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. bir kelebek şeklinde açılmış şal örtünün altında paşanın genç kazak zabitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandismanı vardı. yazıhanesi üzerinde bir çerkes kamasının yanı başında balzak'ın* kolonel şaber'i*, mopasan'ın * bul dö süif'i*, henri lavedan'ın servir'i duruyordu. şüphe yok ki paşa, sükunetli dakikalarının boşluğunu edebiyatla dolduruyor.

    zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar mustafa kemal paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar.

    büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fotoğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti. ona bakıyordum: yeniçeri kılığında mustafa kemal paşa. tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. ve ona baktığımı görünce gülümsedi.

    kalın ve azimkar sesiyle:
    - evet, sofya'da bir kostümlü balo hatırası, dedi.

    gene şal örtülü masanın başına geçtik. ve 12 nisan muharebesine avdet ettik. paşa:
    - binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. efrat o müşkül araziyi bilâ tevakkuf katetmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku pek ziyade derinleşmişti. alay ve batarya kumadanına afradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. denizden mestur olarak on dakika kadar tevakkuf edecekler, sonra beni takip edeceklerdi. ben de, arada bir aptalgeçidi vardır, o aptalgeçidi'nden conkbayırı'na gidecektim. yanımda yaverim, emirzabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu taburu kumandanı olduğu halde evvela atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. hayvanları bıraktık, yaya olarak conkbayırı'na vardık.

    şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enterasan bir sahnedir. ve vakanın en mühim anı bence budur.

    paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdikten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor:

    bu esnada conkbayırı'nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. size şu muhavereyi aynen okuyacağım! bizzat bu efradın önüne çıkarak:

    - niçin kaçıyorsunuz? dedim.

    - efendim düşman! dediler.

    - nerede?

    - işte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

    filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürüyordu. şimdi vaziyeti düşünün: ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye... düşman da bu tepeye gelmiş... demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacaktı. o zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkıye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bilmiyorum.

    kaçan efrada:

    - düşmandan kaçılmaz, dedim.

    - cephanemiz kalmadı, dediler.

    - cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim.

    ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. yere yatırdım. aynı zamanda conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasını yetişebilen efradının "marş marş"la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emirzabitini geriye saldırdım. bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. kazandığımız an bu andır.

    bir koca muharebenin ufacık bir lahzeye bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!

    mustafa kemal paşa dedi ki:
    - kolun başında bulunan bölük yetişti. bu bölüğe cephanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. yanıma gelmiş olan alay 57. tabur 2. kumandanı yüzbaşı ata efendi'ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. cebel bataryasına suyatağı'nda mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. dereye saptığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandanı üzerinden açılarak taarruza iştirak etti. bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim istikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim.

    - zati âliniz o esnada nerede bulunuyordunuz?

    - ben de bataryanın yanında idim.

    - bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başladı?

    - 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söyleyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on raddelerinde idi. o esnada 9'uncu fırkaya mensup süvari zabitanından mülazımievvel mehmet salih efendi yanıma geldi. ve 27'nci alayın kocadere garbındaki sırtlardan kemalyeri üzerinde düşmanla muharebeye başladığını haber verdi. o zabitle mezkur alay kumandanına, düşmanın sol cenahına taarruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz bigali civarında bulunan 19'uncu fırka kısmı küllisini kocadere istikametine celbedeceğimi, bu emri kendisine isal eden süvari mülazimi salih efendi'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle daima irtibatı muhafaza etmesini, muharebeyi conkbayırı'ndan idare edeceğimi emrettim, bildirdim. bigalı'da bulunan fırka erkanı-harbine de emir atlısı ile bir emir gönderdim. dedim ki:

    izzettin bey (rahmetli gn. izzettin çalışlar): alay 72 maltepe'ye takarrüp etmesin. sıhhiye bölüğü kocadere'ye gelsin (hepsi). alay 77 kocadere şarkına takarrüp etsin. ve bu raporu üçüncü kolordu kumandanına veriniz.

    - o raporu, askeri bir mahzur görmüyorsanız, istinsah edebilir miyim? çünkü harp meydanında hemen o müthiş vakalar cereyan etmekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymetli bir harp tarihi vesikası olurdu.

    - hayhay, bunu verebilirim, yazınız.

    üçüncü kolordu kumandanlığına arıburnu şimalindeki sırtlar.

    saat dakika

    12 nisan 10 24 evvel

    düşmanın karaya çıkmış bulunan piyadesi arıburna ile kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtları işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. düşmanın tamamen sol cenahında altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. yalnız piyadeden ibaret olan düşmanı bir alay tahmin ediyorum. muharebe devam ediyor. bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate başladığı görüldü.

    işte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. yine hikayemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu, 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönderdiklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım.

    - pek iyi paşa hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hücum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate mecbur eden amiller nedir?

    - evet, bu suali sormakta hakkınız var. arzedeyim: şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi:
    düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz taburdan fazla idi. şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip gayet geniş bir cephe üzerinde "261"e kadar şimalen, ve kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp yamaçlarına kadar şarkan ilerleyebilmişti. fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bulunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf idi. conkbayırı şimalinde mevzi alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası arıburnu ihraç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ihraç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülata, hem de teahhura uğradı. 57'nci alayın conkbayırı ve suyatağı hattından "261" istikametinde ve dar cephe ile kesif olarak düşmanın pek nazik ve mühim olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da merkeztepe istikameti umumiyesinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate mecbur etmiştir.

    fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.

    bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir taarruzdur. hatta ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir:
    - size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.

    bu sözler paşanın göğsünden o kadar azimle çıkıyordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde gene ruh azminin, bir gaye uğruna fedakarlık etmenin bulunduğuna inanıyordum.

    - şimdi bu böyle, efendim? fakat akşama kadar daha çok zaman vardı. bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka kumandanından haber getiren bir zabit, düşmanın kumtepe'ye kuvvet ihracına başladığını ve orada kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihetin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanının tekmil kuvvetleriyle kirte'ye gittiğini bildiriyordu.

    kumtepe, kilidülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. burasını müsamaha etmek bütün maksatları zıyaa uğratabilir. binaenaleyh derhal hatırıma gelen şey, arıburnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvetleri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllisiyle bizzat kumtepe'ye yetişmek oldu. buna dair icap eden emirler verildi. fakat bizzat fırka kısmı küllisine mülaki olmayı tercih ettiğim için hemen hareket ettim.

    kumandan hemen hareket ediyor. ve kocadere'de 77'nci alaya, ondan sonra da başka alaya mülaki oluyor. öğleden sonra saat bir raddelerinde maltepe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağırmakta olduğunu işitiyor. seslerin geldiği tarafa yaklaşıyor. bakıyor ki kolordu kumandanı esat paşa ve maiyeti erkanı harbiyesi... mustafa kemal bey, müşarünileyhe gelmiş olan son raporu okuyor. ve görüyor ki bu rapor aynı zamanda kendisine de aitti, ve biraz evvel gelip düşmanın kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu raporun mealini söylemiştir. halbuki okuduğu tahriri rapora nazaran düşmanın kumtepe'ye çıktığı doğru değildir.

    - bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir "kumtepe'ye asker çıktı" cümlesinin ilavesi bütün tetkik kararlarına değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan sonra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular.

    mustafa kemal bey de tekmil kuvvetle arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. kolordu kumandanı paşa kabul ediyor ve mustafa kemal bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanına geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. ihtiyatlarını, sahra bataryasını lazım gelen yerlere yerleştiriyor. kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor.

    bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hatta kısmen sandallara binmekle bile iştigal ediyormuş. fakat akşam olmuş. gecenin hulûlüne kadar muhtelif emirlerle hücuma sevkedilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka kumandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de muvaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı kamilen sürememişler. gece de pek ilerleyince muharebe kesilmiş. bu ani sükunet fırsatında düşman karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış.

    paşa:
    - demek ki, dedi 12/13 gecesi vaziyet hakkında hiçbir taraftan sahih malumat alamıyorum. gece karanlığından dolayı manzarai harbi gözümden kaybediyorum. ve vaziyeti etrafıyla anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dolaşıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim kocadere'ye geliyorum. orada vakıf olduğum yeni vaziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. kendim de bilahare kemalyeri unvanını alan merkezden muharebeyi idare ediyorum.

    muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içinde helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. sordum ki:
    - arıburnu vakayii yalnız bundan mı ibarettir?

    paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sahnelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tecrübeli bir adam temkiniyle gülümsedi:
    - ne o, yoruldunuz mu? daha bu, vakanın başlangıcıdır. benim arıburnu'nda 12 nisan dahil gününden 4 mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "arıburnu kuvvetleri" kumandanlığım ve ondan sonra da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlığım vardır. bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. biz yalnız en mühim günleri işaret edebiliriz.

    ve önünde duran sigara paketini uzattı. ikimizin de küllüğü dolmuştu. paşa çıngırağı çaldı. arkamızdaki mahmuz şıkırtısına:

    - çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra da şu sobanın ateşi sönmesin, dedi.

    - başüstüne paşam.

    ve yine çalışmaya başladık:
    düşman 13 nisanda, yani geceden beri ihracına devam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye ediyor, evvela sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza faik kuvvetlerle taarruza geçiyor. fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini korumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlubiyetten sıyanet ediliyor. işte bu suretle 13 nisan günü, mağlup olmadan kazanılıyor.

    paşa dedi ki:
    - bu, askerimizin en mühim surette fedakarlığı, kahramanlığı demeyim -çünkü biz türklerin bundan daha fazla fedakarlık gösterdiğimiz günleri hatırlıyorum -herhalde sebat ve metaneti, zabitlerimizin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi sayesinde kazanılmış mühim bir gündür. diyebilirim ki benim en namüsait vaziyetim 13 nisan günü idi. çünkü beş ingiliz livasına karşı duran kuvvetim dünkü, yani 12 nisan günkü, şanaver şedit savlet ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alaydan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri kabili istifade bulunan 72'nci alaydan ibaretti. hakikaten 12 insan muharebesiyle arıburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, ingilizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden, bu kuvvetti. 14 nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı emrime gireceği anlaşıldı. bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim.

    13/14 nisan gecesini kocadere köyünde geçirmiştim. katî kararımı fecre yakın bir zamanda verdim. o zamanda ki düşman kabatepe istikametinden kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. işte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. bu emir, emiratlıları ile cüzütam kumandanlarına gönderildi. sonra ben de bizzat kemalyeri'ne gittim.

    saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede taarruza başlandı. bundan sonra idi, sağ cenahta da kıtalarımızın taarruz hareketlerini görüyordum. taarruz bütün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. düşman kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. kırmızısırt'ta ricate başladı. saat 10'dan sonra sağ cenahımız da düşmanı tazyike başladı, ricate mecbur etti. ve takibe koyuldu. zeval sıralarında idi ki düşmanın kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olanlar kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kamilesiyle siperelrinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil, bayrak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! bütün bu manzaraları kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk.

    bu aralık gerek fırka erkanı harbi izzettin bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın arıburnu şarkındaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir.

    yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar kanlısırt'la kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, merkeztepe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın kömürkapıderesi ve bombasırtları'na kadar ilerleyerek bilhassa yükseksırt'ta aldıkları hakim vaziyetten dolayı çekilmiyorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı.

    düşmanın asıl sebatı yükseksırt'ın garbında ve haintepe'de görülüyordu. en nihayet gece hulûl edince, kıtaatın fevkalade yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. muharebe tevkif edildi, tutulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri verildi.

    15 nisan günü görülen vaziyet şu:
    düşman sağ cenahımız karşısında yükseksırtın sahile müteveccih kısmında, kömürkapıderesi içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil bizim kıtalarımız cesarettepe'deki düşman hattı bâlâsında, bunun karşısındaki kıtalarımız da edirnesırtı'nda kırmızısırt ve kanlısırt'ta imiş. hattı bâlâ tekrar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mukabil kıtalarımız mezkur hattı bâlânın şarkında ve karşısında mevki tutmuş. düşman gündüz de ihraca devam ediyormuş. karaya çıkarılan düşman kuvvetleri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar takviye edildikçe de umumi vaziyetini tashih edebilmek için cephenin bazı noktalarında faaliyette bulunuyormuş. bu faaliyetler sırasında, kanlısırt cihetinden düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. bu taarruzu tevkif edilmiş. o gün düşmanın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. bizim birinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. bu suretle gittikçe tekasüf eden düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya kifayet edecek kadar kuvvet celbi için mustafa kemal bey mafevk kumandanlara maruzatta bulunmuş. istediği kuvvetleri alınca cephesi genişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimi münasebette bulunmak zorlaşmış. onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış.

    16 nisan:
    düşman sağ cenahımıza taarruz teşebbüsünde bulunmuşsa da durdurulmuş.

    17 nisan:
    sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz etmiş. fakat kıtalarımızın mukabil süngü hücumları ile geri püskürtülmüş: fakat tamamıyla yerleşen düşmanın yeniden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören mustafa kemal bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştırmış. o zaman mıntıka kumandanlarını kemalyeri nezdine celbedip şifahi talimatta bulunmuş.

    o gün maiyetinde bulunan erkana karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: zira taarruz emri vermeden evvel mustafa kemal bey ruhlara hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. onun için diyor ki:
    "düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye kadar şiddetli takip edememek yüzünden barınabilen aksamı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan fazla olduğu anlaşılmıştır. seddülbahir'de kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur.

    karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. vaziyetimiz düşmana nazaran zayıf değildir. düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. mütemadiyen siper yapmakla kendisine bir melce aramaktadır. siperleri civarına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığını kendi gözlerinizle gördünüz.

    düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teemmüle lüzum yoktur.

    içimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde balkan hacaletinin ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyyen kabul etmem. şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim.

    şimdiye kadar ihraz ettiğimiz muvaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuvvetleri hattı harbe vasıl olmaktadır."

    ve ruhları bu hitapla dolan kumandanlara, edecekleri taarruz hakkında lazım gelen emirleri veriyor, tertibatını da kolordu kumandanlığına arzediyor. kararı oraca da tasvip görüyor.

    bunun üzerine 18 nisan tarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, paşaya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebeddül olmayan vaziyet"tir.

    şöyle ki: "saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakıben yeni gelmiş olan 14'üncü alayın boyun ve merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesi başlamış oluyoruz". düşmanın karada yalnız bataryası varmış. kıtalarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az olduğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesire yapamıyorlarmış.

    yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa kabatepe cihetinden muharebe hatlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali kalmıyormuş.

    paşadan kendisinin bu muharebeyi nereden idare ettiğini sordum:
    - ben bu muharebeyi kemalyeri'nden idare ediyorum, dedi.

    çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ cenahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere, bütün düşman mevzilerini, sonra da hemen bütün kıtalarımızın hareketlerini göz altında bulundurabilmesi mümkünmüş.

    paşa dedi ki: "düşmanın şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle ilerlemekte idi. yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda pek ziyade, amma fevkalade ziyade çalışmakta idi. sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da görülmeye başladı. saat 6.45 evvelde 14'üncü alayın gerisinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı küllisi merkeztepe istikametinde 14'üncü alaya takrip edilmişti. sol cenah kuvvetlerimizin daha ciddi taarrruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü alaya muavenette bulunmasını emrettim. fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum."

    bunun üzerine tertibatta birçok teferruata müdahaleye lüzum görmüş. bu baptaki emirlerinin kumandalara vusulüne kadar, geriden sevkolunan takviye kıtalarının muharebe cephesine muvasalatına kadar geçen zaman zarfında taarruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlardan bazıları taarruzun tevkifini, yahut hiç olmazsa geceye talikını rica etmekte imişler. halbuki mustafa kemal bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısında bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar veriyor.

    - bu tazyikin mevcut olduğunu ne suretle takdir edebiliyordunuz, efendim.

    - bir defa bulunduğum yer pek müsaitti. bütün vaziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi görebiliyordum. sonra da muhtelif membalardan malumat alabiliyordum. mesela düşman kumandanının "buraya imdat yetiştiriniz" tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii müstahkemde bulunan telsiz telgrafımız kapmış. bunu bana bildirdilerdi. binaenaleyh başlanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden evvel taarruzumuzu katî bir neticeye iktiran ettirmek lüzumu aşikârdı. sonra düşmanı bir an evvel sahillerimizden atma gayet vatani bir vazife idi.

    maksadımı cüzütam kumandanlarına bildirdim. bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden başka güvenilecek hiçbir çare yoktu. elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye yaklaşmış bir halde idi. bir hücum savletiyle düşman mevzilerine girmeleri için borazanlarla, trampetlerle geriden şiddetli bir hücum emri verdirdim. saat 4 sonra idi. umum cephede ileri hareketi canlandı. bilhassa merkez grubu savletle ilerlemeye başladı. doğrusu bütün kıtalarımız şayanı takdir bir surette ilerliyordu.

    gayet itidalle konuşan muhatabımın ağzında "şayanı takdir" terkibinin mühim manası vardı. bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakarlıklar, muhayyelesiz kahramanlıklar sahnesi demekti.

    - sonra ne oldu efendim?

    birçok efrat bazı yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. fakat asıl keşif avcı hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hatta sekiz on metresinde durdu.

    bizim askerlikçe bu mesafede hala muharebenin bitmemiş olması şayanı istiğraptı. çünkü eski nazariyata göre bu mesafenin pek çok fevkindeki bir mesafede muharebe neticesi taayyün etmiş olmak lazım gelir. halbuki düşmanın sebat ve ısrarı, kahraman askerimizin ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca müddet pek kanlı muharebe safhaları görmek imkanını muhafaza etmiş oluyor.

    bu muharebe böyle saat dörtte burun buruna gelmekle taarruz durdu. fakat muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz ihtiyat ve istinat kuvvetleriyle iyi takip olunmak şartıyla neticei katiyyenin kazanılacağına kaniydim. ve bu kanaatimde musırdım. bilhassa düşmana bu kadar yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden istifade edilerek düşman siperlerine atılmak pek mümkün olacaktı. gece yarısına kadar bazı tertibatla iştigal edildi. sonra bir gece hücuma yapılmasını emrettim. fakat sabaha kadar cereyan eden ahvale, hasıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine girilemediği anlaşıldı.

    yirmi dört saatten beri devam eden muhabere askerin pek ziyade yorgunluğunu mucip olmuştu. onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. fakat kazanılmış olan hattı takhim etmekten, orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. binaenaleyh lazım gelen emri verdim.

    kıymetli bir harp tarihi vesikası olmak üzere paşadan bu emrin son sözlerini aldım. diyor ki:
    "benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler katiyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım geri gitmek yoktur. hâb ü istirahat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk asarı göstermeyeceklerine şüphe yoktur."

    mustafa kemal paşa'nın umum arıburnu kuvvetlerine şamil olan kumandanlığı 4 mayıs 1331 gününe kadar devam etmiş, bu müddet zarfında cereyan eden vakalar içinde öyle mevzii mütekabil taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. fakat cidden kahramanlık sahneleri var. mesela bakınız paşa ne anlattı:

    - biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. yalnız size bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! okumak bilenler ellerinde kuranı kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. bilmeyenler kelimei şahadet çekerek yürüyorlar. bu, türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. emin olmalısınız ki çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.

    paşa, arıburnu kumandanlığından ayrılıyordu. fakat gece olmuştu. ben de paşadan ayrılmaya mecburdum! kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün sonra diğer safhalar hakkında malumat almak için tekrar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım.

    bana kanije müdafil tiryaki hasan paşa ile, yahut pilevne aslanı gazi osman paşa ile görüşmek mukadder olsaydı bugünkü muhavereden daha fazla mı bir heyecan duyacaktım?

    ikinci safha
    paşa gene aynı odada yine aynı sivil lacivert elbise ile oturmuş, önündeki mufassal haritadan son alman taarruzunu takip etmekle meşguldü. taarruz istikametlerini, tahmin ettiği neticeleri mesleğine aşık bir asker vuzuh ve samimiyetiyle anlattı. ve sonra:
    - bugün ikinci safhadan bahsedecektik, öyle değil mi, efendim? dedi. bu ikinci safha harbin ikinci safhası değil, kumandanın o havalide deruhte ettiği vazifelerden ikincisidir. bu zamanda, paşa umum arıburunu cephesine ait mütalealarda bulunmak salahiyetini kendinde bulamıyor. ancak sağ cenahta 19'uncu fırkanın başında bulunduğu sırada cereyan eden en mühim hadise hakkında, yani 6 mayısta vukubulan umumi hücum hakkında biraz malumat verdi. bu umumi hücumda onun fırkası, karşısındaki düşman mevzilerine girmeye muvaffak olmuş.

    - 7 mayıs, dedi (ve kahvesinden bir yudum olarak, evrakını okuduktan sonra) o günü şöyle hülâsa edebiliriz:
    düşmanın arıburnu'na kuvvetler çıkardığı görüldü. bu kuvvetlerden birkaç tabur kadar arıburnu cephesinin sağ cenah şimalinde bulunan çataltepe'ye doğru gidiyordu. icra edilen keşif ve tarassuda nazaran da düşmanın, yine bu civarda, balıkçıadamları şimalişarkisindeki sırtlarda 100 metrelik küçük bir cephe üzerinde tahkimatı ve askeri görüldü. benim tahmin edip şimal grubu kumandanlığına arzettiğim gibi civardaki tahkimat evvela ufak mıkyasta kanlı muharebeleri intaç etti. sonra da anafartalar harekâtı umumiyesinin mebdeini teşkil etti.

    8, 9, 10 mayıs günlerinde bizim fırkanın cephesinde mühim hadiseler olmamıştı. 11'inci günü bir mütareke akdettik. defni emvat ile uğraşıldı.

    12, 13, 14 mayıs günleri de, hatta 15'te de iş'ara değer bir şey yok...

    - bu durgunluk neden hasıl oluyor, efendim?

    - çünkü düşman yorgundur. çok zayiat verdi. mühim miktarda kırıldı. ve benim telakkiyatıma göre artık arıburnu'nda neticei katiyye almaktan sarfınazar ediyor. ben bu durgunluğu ona hamlediyorum. mayısın 16'ncı günü benim sol cenahımda bulunan fırka ki o da bizimdir, ihzar olunan birtakım lağımları iştial ettiriyor. onların iştial etmesiyle beraber düşmana bir baskın hücumu icra ediyor.

    17 mayısta işte demin bahsettiğimiz çataltepe halit ve rızatepe denilen yerde kanlı bir muharebe oluyor.

    - o tepeye niçin halit ve rızatepe denmiş?

    orada rıza efendi isminde ve halit efendi isminde gayet kahramanca bir hücum icra eden iki zabit şehit olduğu için!...

    bu muharebeden sonra bir aralık benim arıburnu'na karşı muhafazasını deruhte ettiğim cepheye ilaveten anafartalar mıntıkası dahilindeki azmak'a kadar olan parça da tahtı mesuliyetime verildi. fakat daha sonra bütün anafartalar mıntıkası doğrudan doğruya esat pş. hazretlerine merbut olmak üzere almanyalı wilmer bey'in tahtı kumanda ve mesuliyetine tevdi edildi.

    on sekiz de hep o muharebe ile geçiyor.

    22'nci günü verilen malumata göre düşman, cenup grubunda yani seddülbahir civarında kirte mıntıkasına şiddetle taarruz etmekte idi. binaenaleyh cephemizde de ciddi veyahut nümayiş tarzında bir düşman taarruzuna intizar etmek ihtiyata muvafıktı. hakikatte o gün öğleden evvel bütün fırka cephesi düşmanın top, tüfek, mitralyozları ile şiddetli ateş altına alındı. düşman taarruzu vaki oldu. gerçi umum cephede düşman ademi muvaffakiyete duçar edildi. fakat bombasırtı'nda iki siperimiz zabt ve işgal etti. 23 mayıs günü biz siperleri istirdat ile geçirdik. düşman tedbirler sayesinde ve bilhassa 27.nci ve 57.nci kuvvetinin sabaha kadar teksif etmiş ve aleyhimize istimal edecek bir hale getirmişti. fakat ittihaz olunan tedbirler sayesinde ve bilhassa 27.nci ve 57.nci alayların kumandanlarının, zabitlerinin ve efradının kahramanlıkları sayesinde o siperler içinde bulunan düşman kamilen itlaf edildi. bombalarla parça parça berhava oldular. siperler elimize geçtiği zaman içerleri düşman cesetleriyle ağız ağıza dolu idi. ingilizlerden bir fert bile kurtulmamıştı.

    bu muharebe cereyan ettiği sırada kemalyeri'ni teşrif etmiş bulunan talat paşa hazretleriyle ismail canbulat ve doktor nazım beyler o gün ingilizlerden iğtinam ettiğimiz maddi muharebe hatıralarına da maliktirler. kiminde kurşun parçalamış bir ingiliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçaları filan vardır.

    -o gün zatialiniz de kemalyeri'nde mi bulunuyordunuz?

    -hayır, ben muharebe mahallinde idim. kendileriyle telefonla görüştük. bahsettiğim hediyeleri oradan gönderdim.

    düşmanın yalnız bu ufak muharebedeki zayiatı 3000'den fazla tahmin olunmuştu.

    24 mayıs'ta düşman yine fırka cephesine taarruz etti. hatta ufak bir siperimize de girdi. fakat neticede kamilen telef edildi. yine dışarı atıldılar, mahvoldular.

    26 ile 27'de yine bir şey yok 28'de öyle.

    29'da düşman 31, 33, 34 numara verdiğimiz siperlere taarruz etti. fakat çok zayiat vererek koğuldu. bombasırtı'nda boyun noktasına mücavir olarak 14 nisan günü taarruzdan sonra vücude getirilen bu siperler arıburnu cephesinde 7-8 metreden 10 ilâ 12 metreye kadar düşmana yakın olan siperlerdi. bu kurbiyet ve sonra bu siperler üzerindeki hadiseler diyebiliriz ki, kedilerine bir mevkii mahsus ve bir şöhreti tarihiye temin etmiştir. bu siperlerin karşısında bulunan düşman siperleri, gerileri korkuderesi'ne inen bir yarın kenarında inşa edilmiş olmak itibarıyla bir mahiyeti mahsuseyi haizdir. mezkur siperlerdeki düşman daima ürkek bir halde idi. bunun işte numaralarını söylediğimiz siperlerimize karşı faaliyetleri, tecavüzleri, hemen hiçbir gece eksik olmazdı. üstünden bombalar atılmak, tahtezzemin lağımlar infilakı ile bu siperlerimiz adeta bir cehenneme çevrilmekte idi. tabii karşımızdaki düşman siperleri de hemen hemen aynı halde idi. düşmanın bombalarından vukua gelecek telefatı tenkis edebilmek maksadıyla bu siperler üzerine kalaslar örttürmüştük.

    onlar bu kalaslara ikide bir "mayii muhrik şişeler"i atıyorlar, siperlerde yangın tevlit ediyorlardı. kesif alevler ve dumanlar o siperlerin üstünden hiç ayrılmazdı. tabii biz oralarda pek çok telefat vermekte idik. fakat buna rağmen şeci, mütevekkil askerlerimiz bütün bu yangın, lağım, bomba infilaklarına göğüs geriyorlar, şayanı gıpta bir metin azimle yerlerini muhafaza ediyorlar, düşmana mukabelede bulunuyorlardı. 30, 31'den ve 1 hazirandan 16 hazirana kadar mühim hadiseler yok.

    fakat mustafa kemal paşa 16 haziranda fırkasının sağ cenahında cidden kanlı bir muharebe yapmış. ve o günden itibaren 24 temmuza kadar fırka cephesinde mühim hadise olmamış. yalnız 29 haziranda yine düşman bir kısım cephemize taarruz etmiş ve tartedilmiş. 24 temmuz günü, fırkasının cephesine topçu ateşi başlamış. bu ateş evvelce mutat dahilindeki derecede imiş. ancak öğleden sonra şiddetini peyderpey arttırmış. düşman... inci fırka cephesinde ve mustafa kemal bey'in fırkasının sol cenahında bir taarruz hazırlığı ima eder surette, şiddetli topçu ateşi istimal etmekte imiş. filhakika hemen arkasından kanlısırt'ta taarruza geçmiş. ve teşebbüsünde sühuletle muvaffak olmuş. muharebe bütün cephe üzerinde, hem de pek şiddetli olmak şartıyla gece dahi devam ediyormuş. paşanın cephesinin gerisinde, anafarta mıntıkası dahilinde bulunan ağıldere civarında sürekli ateşleri işitiliyormuş.

    düşman gece yarısından yarım saat sonra paşanın fırkasına taarruz eder. ve tekmil siperlerimizde, hatta gerilerimizdeki havalilerde vesaitinin azami derecesini istimal eder: yağlı paçavralar, tahtezzemin lağım infilakları, muhtelif nevide bombalar! kara ve deniz topçuları fırkanın cephesini mütemadiyen sarsmakta imiş.

    saat dakika

    1 10 evvelde mustafa kemal bey kıtalarının nazarı dikkatini şu suretle celbetmiş!

    "vaziyeti umumiye pek mühimdir. kumandanlardan, zabitlerden her vakitkinden ziyade fevkalade intibah ve mesaii fedakarane isterim."

    sonra saat 3.30 evvelde de diğer bir emirle düşmanın bütün teşebbüslerini kıracak teyakkuz lüzumunu tekrar etmiş.

    25 temmuz günü saat 4 evvelden itibaren düşman topçusu azami faaliyetle ateş ediyormuş. siperlerimizle rahı mesturlarımız da ehemmiyetli bir surette yıkılmaya devam ediyormuş. saat 4.45 evvelde düşman fırka cephesine hücuma kalkmış. fakat bütün hücumları askerimizin metaneti sayesinde az bir zaman içinde kamilen mahvedilmiştir. düşmanlarımız dehşetli zayiata uğramışlar, hatta bazı siperlerimize girmeye muvaffak olan kısımları da orada siperler içinde itlaf edilivermişler.

    aynı günde saat beşe doğru düşman sağ cenahımız aleyhine ikinci bir hücum tevcih etmişse de bu da püskürtülmüş. düşman, hücumlarını pek musırrane bir surette icra etmekte imiş. paşa gülümseyerek dedi ki: hatta zabitlerinin sopalarla efradı sıkıştırarak müteaddit defalar siperlerden çıkarmaya çalıştığı görülüyordu.

    -pek iyi paşa hazretleri, düşmanın fırkanız istikametinde bu derece uğraşmaktaki maksadı ne idi?

    -vallahi, diyemeyiz ki düşmanın 19'uncu fırka cephesine yaptığı bu hücumlardan maksadı bir nümayişten yahut da bu cihetteki kuvvetlerimizi tesbit etmek vayahut da ağıldere cihetinden sevk ve istihdamdan menetmekten ibarettir. hayır! bence düşmanın asıl maksadı harekatı umumiyesinde hedefi katî ittihaz ettiği kocaçimen silsilesine, aynı zamanda 19'uncu fırkayı da geri atmak suretiyle vâsıl olmaktan ibaretti. fırka cephesinin vaziyeti umumiyeye nazaran haiz olduğu ehemmiyet, "arıburnu-kocaçimen", istikametini seddetmesi itibarıyla haiz olduğu ehemmiyet benim tahminimi muhik gösterebilir. düşman fırkaya yaptığı hücumlara üç dört livadan aşağı kuvvet tahsis etmemişti. ilk hücumda verdiği azim zayiata rağmen hücumu tecdit etmesi fırka cephesinde takip ettiği gayenin ciddiyetine gayet açık bir delildir. düşmanın fırka cephesinde ademi muvaffakiyete uğramasının sebebi, sahra obüs bataryalarıyla iki harp gemisinden icra edilen 14, 15 saatlik mütemadi bir bombardıman altında kıtalarımızın metanetlerini, mevkilerini muhafaza etmelerinden ileri gelmişti. bunda günlerden beri tahkim ve tarsin edilen siperlerimizin bahşeylediği istifadeyi de unutmayın.

    burada mühim bir satır başına geçeceğiz.

    -buyrun efendim.

    -fırka cephesine tevcih olunan hücumları size izah ettiğim gibi, gerçi tardedilmişti; fakat fırka için, bütün arıburnu vaziyeti için daha büyük bir tehlike başgöstermiş oluyordu.

    -bu tehlike ne idi?

    -bu tehlike ağıldere mıntıkasından şahinsırt'la conkbayırı'na ilerlemekte olan düşmandı!

    bu tehditkar hareket tekmil arıburnu cephesinin sükutunu intaç edebilecek bir mahiyette idi. bu istikamete karşı fırka kendi vüs'ü salâhiyeti dairesinde icap eden tedbirleri almıştır. fakat asıl tedabirle yani umumi noktai nazardan icraat ve tertibatla şimal grubu kumandanlığı ciddî bir surette iştigal etmekte idi.

    paşa bu esnada çıngırağı çaldı. kapının önündeki mahmuz şıkırtısına yeniden kahveler ısmarladı. birer sigara daha yaktık.

    -filhakika dedi, mühimce kuvvetlerin zevalden sonra conkbayırı cephesine tevcih edildiği öğrenilmişti. 26 temmuz günü düşman pek erkenden tasviri pek mümkün olmayan bir şiddetle ilerledi. gerek arıburnu cephesindeki obüs ve sahra toplarıyla gerekse denizdeki harp gemileriyle conkbayırı'nı ateş altına aldı. bu sırada bazı raporlar aldım ki conkbayırı vaziyetini pek şayanı memnuniyet olarak tasvir etmiyordu. bu raporlardan başka erkanı harbiye reisini ve yaveri bizzat conkbayırı ve şahinsırt civarına gönderdim. vaziyeti tetkik ettirdim. vaziyette vahamet muhakkaktı. düşman kocaçimen'i ve şahinsırt'ı işgal etmişti. kendim de bizzat bulunduğum fırka tarassut mahallinden conkbayırı'ndaki hücum dalgalarını görüyordum. o istikametten gelen düşman mermileriyle karargâhımdaki zabitlerden yaralananlar vardı. düşman diğer taraftan suvla limanında da, onun cenubundaki sahillerden de asker ihraç etmişti. bir taraftan da taarruz ediyordu.

    bugüne kadar anafartalar mıntakası, şimal grubu kumandalığına merbuttu. ve şimal grubu kumandanlığı tarafından idare edilmekte idi. o gün emir ve kumandada bir değişiklik icra edildi. saros grubu kumandanı miralay feyzi bey'in conkbayırı ve kocaçimen'deki kıtaatı da tahtı kumandasına alarak "anafartalar grubu" namıyla bir grup teşkil olunduğu resmen tebliğ edilmişti. conkbayırı'ndaki büyük tehlikeyi yakından görüyor ve çok müteessir oluyordum. onun için şimal grubu kumandanlığına şu tarzda maruzatta bulundum:

    conkbayırı'ndaki vaziyetin henüz şayanı dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor. bu hususta ordu kumandanının nazarı dikkatlerini ciddi suretle celbe delalet buyurmanızı selameti memleket namına istirham ederim.

    bu anda umum büyük kumandanlarla bir asabiyet mevcuttu. ordu kumandanı liman von sanders hazretleri tarafından kazım bey (eski samsun valisi kâzım paşa) telefonda benimle görüştü. mütaleatımı sordu. vaziyetin nezaketini söyledim, dedim ki: "daha bir an mevcuttur. bu anı da ziyaa uğratacak olursak bir felaketi umumiye karşısında kalmaklığımız pek muhtemeldir." vaziyetin umumileşmiş olduğunu, anafartalar'da çıkmış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini nazarı dikkate almak, ona göre umumi tedbirler ittihaz etmek lazım geldiğini, sevk ve idareyi tevhit ve temin için bütün kuvvetlerin bir kumanda altında, bilavasıta bir kumanda altında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim.

    26-27 gecesi saat 9.50 sonrada idi ki şimal grubu kumandanı, ordu kumandanı liman von sanders hazretleri tarafından anafartalar grubu kumandanlığına tayin edildiğime dair olan emri tebliğ etti. aynı emirde, hemen hareket ederek 27 temmuzda icrası emredilmiş olan taarruzu icra etmekliğim de mevcuttu. bu emir üzerine 27'inci alay kumandanı şefik bey'i 19'uncu fırka kumandanlığına tevkil ettim. yanıma fırka sertabibi hüseyin bey'i aldım.

    -niçin?

    -hasta idim çünkü... yaverim kâzım efendi o gün şehit olmuştu. rasim efendi isminde diğer bir süvari zabitini de aldım. dört aydır o yerde, yani ateş hattından 300 metre geride eçsat taaffünatı ile bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. o gece saat on birde, zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. fakat bu güzel havayı zulmet ve müphemiyet içinde teneffüs etmek nasip oluyordu.

    hiç ardı arası kesilmeyen hücumların karşısında azmine ufak bir sarsıntı bile gelmeksizin bu zatın uykusuz, havasız yerlerde burnuna kan ve barut kokuları, leş ve ceset kokuları çarpa çarpa, kulağında muhtelif çatırdılar, gümbürtüler yer ede ede nasıl çalıştığına şaşıyordum. dedim ki:

    -paşa hazretleri, benim anladığıma göre siz henüz ne düşmanın derecei kuvvetini, ne de başına yeni tayin edildiğiniz bizim kuvvetlerimizi bilmiyorsunuz. fazla olarak da, dediğiniz gibi, bu zulmet ve müphemiyet içinde meçhullere doğru gidiyorsunuz. bu kadar ağır bir mesuliyeti nasıl bir düşünce ile kabul ediyordunuz?

    çünkü ben bu harekette tarife sığmaz, alelade, hatta fevkalade kelimelerle anlatmaya çalıştığımız ruhi haletlerin pek üstünde olan bir şey görüyordum!

    -vakıâ böyle bir mesuliyeti deruhde etmek, takdir buyurduğunuz gibi, basit bir keyfiyet değildir. fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mesuliyeti deruhde ettim. ve hemen saatlerce mesafe uzakta bulunan çamlıtekke karargahına hayvanla hareket ettim. işte bu suretle benim arıburnu ile olan kumanda münasebetim nihayete ermiş oluyor.

    bu ifadelerin ruhunuza verdiği temiz ve ulvi tesiri anlamak için o mert, pervasız sesi kulaklarınız benim gibi duymalı idi. gözleriniz, onun mavi gözlerindeki kuvvetli parıltıyı görmeli, azimkâr asker çehresindeki mânayı okumalı idi. içinde, dram sahnelerindeki kahramanlarına müelliflerinin iare ettiği büyük, gürültülü kemiler olmayan o kuvvetli cümleler! ben onları günlerce hatıramda sakladım. bu genç adama karşı bir meclubiyet hissettim.

    bu memuriyetinden ayrılırken orada bulunan silah arkadaşlarına karşı ne türlü hisler perverde ettiğini sordum. mukadderatımızla sıkı sıkıya alakadar olan bu muharebeler esnasında bütün ordunun, küçük neferden, büyük kumandana kadar vazifesini ne suretle telakki, ne suretle ifa ettiğini bilmek istiyordum.

    işte mustafa kemal paşa'nın cevapları:

    -ingilizler, arıburnu ihracında, bu cephedeki muharebelerde kumandanlarının, askerlerinin gösterdikleri cesareti, metaneti, cengaverane meziyetleri fevkalqde bir lisanı takdirle yad ve ilan etmektedirler. fakat düşünün ki bütün muharebe vesaitiyle mükemmel surette mücehhez olarak büyük bir inat ve azimle arıburnu sahillerine ayak basan düşmanımız yine o sahil kenarlarında kalmaya mecbur olmuştur. binaenaleyh zabitlerimiz, askerlerimiz hissiyatı vatanperverane ve diniyeleriyle, şecaati mahsusai milliyeleriyle bu derece kuvvetli bir düşmana karşı payitaht kapılarını muhafaza etmekle cidden şayanı iftihar bir mevki kazanmışlardır. kumanda eğitim bilûmum kıtaların zabitanını ve efradını birer birer takdir ederim. bu ulvi maksat uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedi bir hürmetle yadederim.

    üçüncü safha
    anafartalar
    -cidden sizi yorduk. bu hikayeler uzadıkça uzadı. vakalar o kadar çok, o kadar mühimdir ki bilmem hangisini atlasak!

    -yorulmam efendim... bilhassa böyle milletin hayatıyla alakadar olan bir meseleyi dinleyip bütün karilere de nakledebilmek benim için büyük ve samimi bir zevktir.

    -pek iyi. o halde kahvelerimizi içer içmez başlarız.

    -gece karanlığında yerinizden çıkıyor ve yeni memuriyetinize gidiyordunuz.

    -evet, zulmeti leylden dolayı yol bulmakta birçok sıkıntı çektikten sonra 27 temmuz saat 1.30 evvelde gümbürdek bayırının cenubunda bulunan grup karargâhına vardım.

    taarruz fecirle başlayacaktı. vaktim pek azdı. herkesin malumatından istifade etmek için tekmil erkanı harbiye heyetini yanıma çağırdım. benim bu anda anladığıma göre düşmanın kireçtepe, kükürtlüpınar, sülecik, mestantepe hattında -ki düşman miktarı katiyetle malum değil - , mühim fakat yine miktarı gayri muayyen diğer kuvvetlerinin de kocaçimen eteklerinde ve conkbayırı'nda bulunduğu ve mütemadiyen kemikliler'e ihracata devam ettiği anlaşılıyordu. ben de kuvvetlerimi ona göre tertip ettim. fakat henüz telefon irtibatı yoktu. lazım gelen kumandanlara emirleri birer zabitle fırkalara yolladım. bu zabitler aynı zamanda haber ve irtibat zabiti olacaklar, bana bizzat doğrudan doğruya rapor vereceklerdi. işte o zabitlerden biri de budur, diye yaverini gösterdi.

    yaveri, tıknaz, esmer, az bıyıklı, hem sert ve hem mutî bakışlı genç bir yüzbaşı idi (rahmetli mebus cevat abbas bey). o anda tetkik edilen evrakı tasnifle meşgul oluyordu. paşa devam etti:

    -telefon sesi, umuru sıhhiye ve iaşe için de icap eden emirleri verdim. kendim de, taarruzu bizzat idare etmek için saat 4.30 evvelde çamlıtepe şimalindeki tepelerde bulunan tarassut mahalline gittim. 12'nci fırkanın taarruzî harekâtına başlamış olduğunu gördüm. 7'nci fırka kıtalarının kâffesini göremiyordum.

    27 temmuz 5.50 evvelde 12'nci fırka, taarruzunun ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7'nci fırkadan ve taarruza başlandığına dair malûmat alındı. taarruz her iki fırkada muvaffakiyetle devam etti. artık o günkü muharebenin muhtelif safhalarda sevk ve idaresi için verilmiş emirlerle alınmış raporlar ve sair teferruatı icraîyeden sarfı nazar edelim de neticeyi söyleyelim: şuhla şarkında bulunan düşmanın bir kolordusu ve büyük anafarta istikametinde de bir fırka kadar kuvveti mağlûp edilmiş ve kâmilen gayrimüsait bir vaziyete atılmıştır. ben mağlûp düşmanın bu derece faikıyetini gördükten sonra kazanılan muvaffakiyetle iktifa ettim. taarruzu durdurdum. elde edilen siperlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emrettim.

    -bu kadar faik olduğunu söylediğiniz bir kuvvet böyle, bir gün içinde neden mağlup oldu?

    paşa, masasının üzerinde duran kitabı açarak:

    -bunun cevabını en iyi hamilton'un kendi raporunda okuyabilirsiniz? benim o gün gördüğüm sebep şudur: düşman muhtelif kollarla topu nizamda olarak ilerliyordu. bu yürüyüş kolları önlerinde henüz ne hiçbir mevcudiyete, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. onun için önlerinde hafif avcı hattı bulundurmakla iktifa etmişlerdi. bir taraftan kuvvetli ve fedakar avcılarımızın hakim sırtlardan inerek mezkur düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın isabetli şarapnellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda inzibatı da, kuveyi maneviyeyi de, kumandayı da ihlal etti. baş taraftan tardedilen hafif avcı hatları bu sebeple geriden takviye olunamadı. düşman da kamilen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak tarikını tercih etti. filhakika düşman kolordusunda kumandanların müessir olmadığını da hamilton bilahare itiraf etmiştir. fakat benim istiğrap ettiğim cihet hamilton'un bizzat kendisi de oraya geldiği halde emrini yine infaz edememiş olmasıdır. her halde hamilton da dahil olduğu halde ingiliz kumandanları beyninde çok müzakere, çok tereddüt olması, ve bilhassa mesuliyet korkusu, bize kendilerini mağlup etmek fırsatını bahşetmiştir. filhakika mesuliyetten korkan kumandanların hiçbir vakit icap eden kararları veremediklerini, bunun neticesinde ise acı felaketler husule geldiğini bizzat ben de muhtelif zamanlarda görmüşümdür.

    o gün ihraz olunan muvaffakiyet pek ziyade şayanı memnniyettir. fakat vaziyeti umumiyenin ıslah ve temini ve binnetice payitahtın tamamen emniyetli bir surette muhafazası noktai nazarından beni henüz tatmin etmiyordu. çünkü düşman üç gündür arıburnu ile azmak arasında başkaca mühim kuvvetlerle icra ettiği mütevali ve fedakarane hücumlar sayesinde conkbayırı ve şahintepe'de mevcut tehditkar vaziyete sahip bulunuyordu. filhakika hamilton bütün kocaçimen silsilesine malik olmak noktai nazarından conkbayırı'ının zabtını muvaffakiyetine beraeti istihlâl addediyor, bu mevzii, mihveri harekat addediyordu.

    conkbayırı ve şahintepe'nin muhafazası için benim kumandayı deruhde ettiğimden evvel orada muharebe eden askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakqrlık gösterdiğini kemali takdirle yadederim. ancak şunu da ilave etmeye lüzum görüyorum ki: bu kıtalar pek ziyade zayıflamış ve yorulmuş buluyordu. fakat yeniden iki piyade alayının tahtı emrime gireceğine dair olan malumat beni, vakit geçirmeksizin yeni icraatta bulunabileceğime ikna etmiş oluyordu. 27 temmuz günü öğleden sonra saat üçte conkbayırı ve kocaçimen mıntakasında bulunan 8'inci ve 9'uncu fırka kumandanlıklarına telefonla dedim ki: "bu gece conkbayırı'nda kendilerinden büyük faaliyet talep edeceğim iki piyade alayı için orada bulunan kıtaat vasıtasıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok muvafık olur."

    o günkü muharebeyi idare ettiğim mahalli terkedip çamlıktekke'deki karargâhıma gelirken yolda liman von sanders hazretlerinin yaverleri müşarünileyh tarafından beni tebrik etmek üzere geliyordu. müşarünileyhin de karargâhıma gelmiş bulunduğunu haber verdi. conkbayırı'nda düşmana icrasını tasmim ettiğim taarruzun yakından ihzar ve idaresi için bizzat hemen oraya hareket etmek üzere kendisinden ayrıldım. müşarünileyh beni bizzat ateşin içine girmekten sıyanet etmeyi düşündü. fakat başka türlü de, yapılacak hareketin neticesinden emin olamayacağımı takdir ederek muvaffakat etti. erkânı harbiyemle birlikte çamlıktekke'den kocaçimen istikametine teveccüh ettik. düşmanın bir tayyaresi semti resimize geldi ve bizi takibe başladı. artık zaruri olarak bütün refakatim heyeti sağa sola açılmak mecburiyetinde kalmış, bunun neticesinde yollarını şaşırarak ve karanlığa kalarak ertesi güne kadar buna mülâki olamamışlardır.

    ben, benden ayrılmayan süvari ihtiyat zabitlerinden zeki efendi ile tutuğum yolu takibe devam etmeyi zaruri gördüm. kocaçimen üzerinden conkbayırı'na gitmek istedim. fakat bu yol ingilizler tarafından tutulmuş olduğu için ateşe maruz kaldım. daha cenuptan dolaşarak conk sırtının şark yamaçlarında bulunan ... inci fırka karargâhına vâsıl oldum. kıtaların ahvali dahiliyelerini tetkik ettikten sonra bana hazırladıkları çadıra çekildim. zaten gece de hulûl etmişti. lazım gelen emirleri verdim. taze kuvvetlere intizar ediyordum. bu kuvvetler ise yukarda bahsettiğim iki alaydı. bunlardan birisi pek geç vasıl olabilmiş, diğeri ertesi gün ancak muvaffakiyet istihsalinden sonra gelebilmiştir. bu sebeple kumandanlar ve erkanı harpleri kuvvete nazarı dikkatimi celbettiler; vakıâ hakları vardı. fakat ben muvaffakiyeti çok kuvvete malik olmaktan ziyade elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet vermekte, ve onları benim tasavvur ettiğim gibi kullanabilmekte görüyordum. geçirilecek zaman bizden ziyade düşmana faide bahş olacaktı. onun için bütün mütaleata rağmen sureti katîyede taarruz edecektim. hazırlanmaları bitince baha bildirmelerini kıtalara emrettim.

    -peki, bu az kuvvetle ne türlü bir hücum tertip edecektiniz?

    -gayet basit!... conkbayırı'ndaki ve şahintepe'deki düşman karşısında duran kuvvet ...inci fırkaya aitti. yeni gelecek alaylar bu hattın gerisinde ve hemen yakınında toplu saffı harp nizamında ahzı mevki edeceklerdi. hareket fecirle beraber başlayacaktı: hiçbir tüfek, top ve bomba patlamaksızın süngü ile, düşman üzerine atılmak!

    -demek ki o gece bizimkiler pençelerini içeri alıp pusu kuracaklardı. ve ingilizler o sabah güneşin parıltısı ile uyanmayacaklar, süngülerimizin pırıltısı ile kamaşıp düşeceklerdi. fakat zatıâliniz, anladığıma göre kaç gündür uykusuz kalıyorsunuz. hiçbir yorgunluk duymuyor mu idiniz?

    -tabii duyuyordum. ve bu muharebe yorgunluğunu hiç olmazsa telafi ederek ertesi gün hücum anında zinde bulunabilmem için çadırımda yalnız kaldım. fakat buna imkan var mı idi? birçok sebeplerle, birçok zevat yanıma gelmek mecburiyetinde kalıyordu. aynı zamanda bütün grup cephesinin muhtelif kısımlarından heyecanlı raporlar alıyordum. mesela, düşmanın eçe limanı önünde nümayiş için dolaştırmakta olduğu boş gemileri görmesi üzerine ingilizlerin mezkur limana asker çıkarmakta olduğunu bildiren raporlar gibi... geceyi işte bu tarzda geçirmiş bulunuyoruz.

    mustafa kemal paşa'nın tasavvur ettiği hücum 28 temmuz günü takriben saat 4.30 evvelde başlıyor. hücumu seyretmek üzere paşa da asker ve kumandanlara mülâki oluyor.

    fecir başlamış, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. fakat paşa hücum anının gecikmekte olduğunu görüyormuş. "halbuki buteahhür biraz daha uzayacak olursa ortalık tamamen açılacak, bizim kesif bir yığın halinde bulunan hücum kıta'alarımızı düşman görecek, karadan ve denizden namütenahi topların bombardımanına maruz kalacaktık, belki de bu bir felaket olacaktı." müthiş heyecanlı bir buhran anı değil mi? mustafa kemal bey derhal oradaki kumandanlarla beraber kaçmaya hazırlandığını, fakat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. "bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen hepiniz düşmana atılacaksınız" demiş. beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle düşmana saldırdıklarını görmüş. bu hücumun karşısında düşmanın kamilen ezildiğini, hiç silah kullanmak fırsatına vakit bulamamış olduğunu anlamış.

    -ortalık açıldıktan sonra idi ki, diyor, düşman hakikaten conkbayırı'nı cehenneme çevirmişti. denizden, karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri conkbayırı semasında bitmez tükenmez yıldırımlar vücuda getiriyordu.

    buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen yüzbaşı cevat bey, paşanın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle:

    -bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de paşanın göğsünü okşamıştır! dedi.

    -nasıl? dedim.

    paşa tespihi ile oynuyordu. cevat bey, parlak çizmelerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kordeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu:

    -bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası idi. paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duymuştur.

    -evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. yanımda bulunan zabit (rahmetli nuri conker bey) "efendim, vuruldunuz" dedi. ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvvei maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm.

    elimle zabitin ağzını kapadım.

    "sus" dedim.

    cevat bey devamla:
    -bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafında tamam saatinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. saat parça parça oldu. fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka ileri geçmemiştir, dedi.

    -o saat sizin için tarihi bir saattir. görebilir miyim efendim, dedim.

    paşa:
    -o saatin enkazını bu muharebeden sonra liman von sanders hazretleri hatıra olarak aldılar. bana da kendilerinin ailei asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler.

    cevat bey saatini gösterdi: omega markalı siyah bir saat: arkasında bir taç ve "l.z." markaları. paşanın kırılan saati de mektebi harbiye'den beri sakladığı omega markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. cevat bey zenith markalı bir bilezik saati de gösterdi ki onu mustafa kemal paşa'ya o kurşun değdiği esnada yanında bulunan genç mülazim vermiş.

    askerinin bu kadar yanına giden, onlara ön ayak olan bir kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu.

    -peki, siz bu yaranızla uğraştığınız esnada askerleriniz ne yapıyordu? hücuma devam ediyor mu idi?

    -tabii. o kahramanlar, başlarında fedakar zabitleri olduğu halde gayrikabili tevkif sevletleriyle ilk düşman hattını bire kadar boğdular. bundan başka önlerine tesadüf eden, imdada gelen bütün düşman kıt'alarını perişan ettiler. hatta bizim münferit aksamımız boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir. bence maksat hasıl olmuştu. karşımda bulunan ingilizleri kamilen imhaya kalkışacak kadar, şeraiti müsait tasavvur etmiyordum. onun için verdiğim emirle taarruzu kestim.

    conkbayırı'nda ve şahintepe'de yerleştik kaldık. bu muhaberede düşmana binlerce maktul, binlerce mecruh verdirdik. birçok esliha aldık. o cephede bulunan makineli tüfeklerini iğtinam ettik. birçok da esir alındı.

    bu hücumumuz sir hamilton'u bazı mübalağalı tasvirlere sevketmiş. bunu sonra, raporunu okuduğum zaman anladım. (raporu açıp orada bir sahife arayarak) bakınız, müşarünileyh diyor ki: "askerlerini biz, mevcut bilcümle toplarımızla topa tutturmuşuz." bu doğru değil, tabanca bile attırmadım. çünkü, attırsaydım o zaman baskın tarzında yapmak istediğim hücum muvaffak olamazdı. zaten onun askerleriyle benim askerlerim değil, bizzat benim ve kumandanlarımın onlarla arasındaki mesafe ancak 15-20 hatve idi. bu kadar yakın mesafede düşman hattına topçu endahtına imkan olmayacağı erbabınca malumdur, bahusus gece vakti... bir de hamilton iki taburunun boğazlanıp haki helake serildiğinden bahsediyor. bu doğrudur. fakat bizim 28 temmuzda conkbayırı'nda yaptığımız hücumla mağlup ettiğimiz ingiliz kuvveti arıburnu ve damakçık bayırı arasındaki mıntakada bulunan tekmil kuvvetleridir. bu meydanı harpte şan ve şeref kazandıklarından bahsettiği general kayley, bütün erkânı harbiyesiyle beraber maktul düşen general baldwin, tehlikeli surette yaralanan general koper nerelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura mı?

    galip askerin, doğruyu söylemeyen mağlup askere karşı esirgeyemediği tezyif tebessümü paşada pek vazıhtı.

    -maamafih, dedi, sir hamilton'un askerimizin hücumunu tasvirdeki maharetini pek takdir ederim. doğrudur! onun kullandığı tabirleri istimal ederek diyebiliriz ki bu muhaberede askerlerimiz ingilizler için o gün bir afet oldular. önlerinde durmaya yeltenenleri haki helake serdiler. conkbayırı tepesinin zirvesini tamamen tarayıp temizlendikten sonra, yine hamilton'un tabiriyle söylüyorum, kovanından çıkan arı sürüleri gibi, güç halle yakalarını muhakkak bir ölümden sıyırabilen öteki kollar üzerine saldırdılar. "ingilizler için bu derece nevmidâne ve hunrizane olan muharebenin tafsilâtı asla ve asla sahaifi evrak üzerine konamaz. türkler birbiri ardınca meydanı kâru zare atıldılar. ve ismullahı zikrederek hakikaten pek gazanferâne ve şirâne harbettiler" diyor. bu hücumlara karşı duran ingiliz efradı, oldukları yerde telef oldular.

    evet, bir şey daha söylemeli. hamilton askerimizin ma'reke meydanında yorulmuş oldukları, tükenmiş oldukları zehabında bulunuyor. aldanmıştır zavallı. bizim askerimiz hücum için vermiş olduğum emirde olduğu gibi, tayin ettiğim hatta durmalarına dair olan emrimi de aynı itaat ve gayretle tatbik etmekten başka bir şey yapmamışlardır. bu muharebenin daha fazla tafsilatını yine hamilton'un raporunda okumak mümkündür. onun için biz bu kadarla iktifa edebiliriz. yalnız şunu diyeyim ki 29 temmuzda vuku bulmuş olan conkbayırı muharebesi anafartalar muvafakiyetinin en şanlı safhasıdır.

    yaver cevat bey, bu muharebelerde askerimizin gayet şiddet ve gayretle hareket ettiklerine dair izahat verdi, misaller getirdi. onlardan biri de şu ki kuvvei maneviyesi yerinde olan, mafevklerinin fedakarlığına tamamen inanan askerde mevcut kuvvetli ruhu göstermek itibarıyla mühim buldum. sıhhiye efradımız bir yerde istirahat ediyorlar ve yemek yiyorlarmış. tam o esnada bir obüs yakınlarına düşmüş. askerler bir müddet toz duman arasında kalmışlar. sonra o sis sıyrılır sıyrılmaz görmüşler ki o askerler arka üstü yatmış kahkaha ile gülüyorlar, kendilerine zararı dokunmamış olan obüsle alay ediyorlar.

    paşa dedi ki: 29. 30. 31 temmuzda, 1 ve 2 ağustos'ta büyük mikyasta hadisat yoktur. olanlar da sizi alakadar etmez. 3 ağustos muharebesi (kireçtepe): kireçtepe anafartalar muharebe cephesinin sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. düşman 2 ağustos günü akşam saat 6.30 sonrada bir liva kadar kuvvetiyle grubun sağ cenahına taarruz ve kireçtepe'nin bazı aksamını zaptetmişti. fakat aynı gece kıt'alarımız tarafından yapılan mukabil taarruzla kireçtepe mevzii istirdat edildi. düşman 3 ağustos günü daha faik kuvvetlerle tekrar kireçtepe'ye taarruz etti. düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu taarruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedabir etmek üzre mezkur cephe gerisinde turşun köyündeki fırka karargahına gittim. kireçtepe muharebe meydanında kâfi miktarda kuvvetlerin seian toplanması lüzumu tezahür etmişti. onun için istifadesi mümkün olan cüzütamları celbetmek suretiyle öğleye kadar 12 tabur cem'ine muvafak oldum. celbolunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı. en nihayet, erkanı harbiyemden icap edenlerle beraber bizzat ben de muharebe hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahile yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen ateş altında bulunduruluyordu. bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gördüm. havyandan indim, kolun başına ve mecburî tevakkuf olunan noktaya geldim. filhakika oradan ileri geçmek mevtle katî olarak temas etmek demektir. halbuki bugün bu kıtaların ileri geçmesi lazımdı. arkamdan ve birbirinden fasıla ile erkanı harbiye reisi ve yaverlerim geçtiler. ondan sonra, tevakkuf eden kıtaat kumandanlarına "geçeceksiniz" dedim. parça parça koşmak suretiyle arzu edilen kıt'alar geçirildi. bu muharebenin neticesinde düşman hareketi akim bırakıldı, evvelkinden daha hakim bir vaziyet alındı.

    yaver cevat bey o gün arkadaşlarına o tehlike içinde hizmet gören bir askeri anlattı: kimsenin geçemediği ateş içinden kemali itidal ve tevekkülle yürüyerek ilerdeki arkadaşlarına yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakar genci paşa, yaverinin göğsündeki nişanla hemen orada taltif etmiş.

    paşa dedi ki: 4 ağustostan 6 ağustosa geçeceğim. hatta isterseniz 8 ağustos'a geçeceğim. o gün, yani 8 ağustosta sabahtan itibaren düşmanın bir taraftan diğer tarafa asker sevketmekte ve gemilerden bazı kıtalar çıkarmakta olduğu görülüyordu. bununla beraber cephede sükunet vardı. öğleden evvel küçük anafartalar garbında bulunan kıtalar nezdine gittim, tertibatta bazı tadilat yaptım. karargâha avdetimde vaziyeti daha meşkuk görüyordum. onun için, ihtiyatta bulundurduğum fırkalara derhal silah başı etmelerini telefonla emrettim. bu esnada idi ki gittikçe mütezayit top sesleriyle beraber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. bu taarruz küçük anafarta köyünün sureti umumîyede garbında bulunan fırkalarımıza, yusufçuk tepesi, ismailoğu tepesi ve azmak ile kayacık ağılı arasındaki sahaya karşı idi. taarruz olunun cepheye sevkolunabilecek kuvvetler turşun köyü şimaligarbîsindeki 9'uncu fırka ile sivli köyü civarında bulunan 6'ncı fırka ve 8'inci ve 4'üncü fırkaların ihtiyat kuvvetleri idi. 9'uncu fırka evvelâ tahrik olundu. 7'inci fırkayı süliecek ve ismailoğlu tepesi mıntakalarında takviye etmesini, diğer bir fırkanın küçük anafarta üzerine yürümesini, diğer fırkalara, düşmanın topçuları ile taarruz etmekte olduğu istikametleri ateş altına almalarını, hulâsa bütün cephede icap eden tedbirlerin alınmasını emrettim. ancak, düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim ihtiyat kuvvetleri muvasalat edebilmek için zaman geçecekti. o zamanı kazanmak lazım geliyordu. elimde bir süvari livası da vardı. bu süvari kıt'asının mevcudiyeti bende şöyle bir hatıra uyandırdı:

    fransızlar seddülbahir cephesinde piyadelerinin hücum hatları önünde bir süvari kıtasını, yayılmış olduğu halde bizim hattımıza saldırtmışlardı. bu fransız süvarilerinin ateş karşısında bi-muhaba ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. bu hareketi cidden şövalöresk bulmuştum. piyadenin önünde bir perde yapıyorlar, ve ötesi yok işte, ölüme kucak açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilerini feda ediyorlardı. bu ne tasvir edilecek cesaret ve fedakarlık levhasıdır!

    binaenaleyh derhal bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. ismailoğlu tepesine taarruz eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle tevkif etmesini kendisine emrettim. pek kıymetli bir süvari kumandanı olan bu arkadaşımız bütün cesareti necibesini bu münasebetle izhar etti. bana arzu ettiğim zamanı kazandırdı. düşmanın deniz ve kara topçuları ismailoğlu tepesi ile azmak deresinin şimal ve cenubundaki mevzilerimizi şiddetle bombarduman ediyordu. henüz natamam olan siperlerimiz barınılmaz bir hale geliyordu. bilhassa, yusufçuk tepesine düşman bataryaları ateşlerini temerküz ettirmişlerdi. düşman bütün cephe üzerine piyadesiyle de taarruz ediyordu. topçularımızın, piyadelerimizin kemali metanetle icra ettikleri ateş sayesinde bütün bu cephelerdeki düşmanın ilk taarruzu telefat ile püskürtüldü. öğleden sonra 4 ile, 4.50 raddelerinde tahminen bir fırka kadar düşman kuvvetinin birbirini müteakip birkaç kademe olan lâletepeden ilerlemekte olduğu görüldü. bu düşman kuvvetleri mestantepe ve kayacıkağılı'na doğru yanaşıncaya kadar pek çok telefat verdi. ve birçok defa tevakkufa mecbur oldu. bazı aksamı darma dağınık bir hâle geldi. fakat herhalde ilk taarruza yapan düşman kıtatı takviye olundu. ve ikinci defa olarak tekrar taarruza kalktı. bu defa da yusufçuk tepesine karşı vaki olan hücum defedildi. yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi üzerine orası derhal takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan da atıldı. düşman saat 6 sonraya doğru taarruzunu faik kuvvetlerle ve efradı ingiliz asılzadelerinden mürekkep ikinci süvari yaya fırkası ile üçüncü defa olarak tekrar yusufçuk tepesine girdi. tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak icra ettiğimiz taarruza düşmanı o tepeden attık. hakimiyet bizde kaldı. düşmanın azmak cenubunda yaptığı taarruzlar da püskürtüldü. bu suretle 8 ağustosta düşmanın lâakal biri taze olmak üzre üç fırka ile yaptığı taarruz neticesinde on beş yirmi bin kadar zayiatı oldu.

    düşmanın maksadı bence kayacıkağılı, ismailoğlu ve yusufçuk tepelerini zaptederek cephemizi yarmaktı. ve bu hat dahilinde şarka ilerleyecekti. filhakika pek büyük azim ve inat ile müteaddit taarruzlar yaptı. kıtalarımızın ve başlarında bulunan kumandanlarla zabitlerimizin metanetleri, fedakarlıkları sayesinde düşmanın hücumları göğüs göğüse, süngü süngüye karşılanarak imha edildi. neticei muvaffakiyet de bizde kaldı.

    paşa, general hamilton'un raporunda, aynı güne tesadüf eden vakayii hikaye eden sahifeleri yüksek sesle okudu ve bana dedi ki:

    -görüyor musunuz, işte o da bu mağlubiyete kabul ediyor. yalnız tasavvur etmediği müşkülatı bu mağlubiyeti sebep gösteriyor. halbuki benim ve kıtalarımın içinde bulunduğumuz müşkülat, muhakkak ki onlarınkinden daha az değildi. ve kendi ifadesine nazaran "üç fırkadan da fazla olduğu anlaşılan ve bahusus damarlarında bir damla ingiliz kanı cevelan eden her bir ferdi iftiharından lerzedar eyleyecek derecede ulvi bir manzara" arzettiğini söylediği ingiliz asılzadeler fırkasını mağlup etmek için benim kullandığım kuvvetlerin miktarını hamilton tarihi harpte okuyacağı zaman türk askerlerini, türk zabit ve kumandanlarını herhalde bu ingiliz fırkasının ulviyetinden daha âli bulacaktır. bundan eminim. sir hamilton mezkur fırka efradı için diyor ki: "bu derece güzide efrada zamanı hazır muharebatında pek ender tesadüf olunur". bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34'üncü ve 64'üncü alaylarımızın -ki onları mağlup etmiştir- efradına dünyanın hiçbir ordusunda tesadüf etmek ihtimali olmadığı itiraf olunmalıdır. yalnız sir hamilton'u parlak gayesine muvaffak olmaktan men'ettikleri için ingiliz kumandanın "türkler ikinci yaya süvari fırkasının, kendilerinin gırtlaklarına yapışıp bir haddi tedip yemekten kendilerini kurtardıkları için pek talihli imişler" sözünü pek bayağı bulurum. ve buna mukabil şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun addederim. ingiltere'nin baisi iftiharı olan ikinci mavend yaya süvari fırkası efradının temiz kanlı ve mert türk kahramanları karşısında dayanamadıkları bence bizim için daha şayanı iftihardır. hakikaten türkler takati beşerin fevkinde bir kudret göstermişlerdir.

    şimdi gelelim 13 ağustos muharebesine. anlıyorsunuz ki sekizden on dörde kadar olan günlerin hadisatından bahse lüzum görmüyorum.

    14 ağustos kayacıkağılı muharebesi: o gün düşman kesif topçu ateşiyle kayacıkağılı cephesinde bulunan fırkamızı ateş altına alarak oradaki siperlerimizi döğmeye başlamış. bu ateş öğleden sonra saat dörde büsbütün kesbi şiddet etmiş. buna gemi topçuları da iştirak etmekte imiş. mustafa kemal bey, düşmanın o cepheye bir taarruz hazırlamakta olduğuna katî bir surette hükmetmiş. oradaki fırka kumandanına, böyle bir taarruza mukabele maksadıyla hazırlanması için icap eden emri vermiş. aynı zamanda mümkün olan tekmil topçularına da o istikamette ateş açtırmış. ihtiyat fırkalarından birine de hazırlık emri verilmişti. filhakika düşman mezkur cepheye taarruz etmiş.

    mustafa kemal bey, oradaki fırka kumandanından vazıh haber alamadığı için, kendisine telefonla şu emri veriyor:

    "ilerideki kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bulunmadığını anlayarak meteessir oluyorum. her halde birinci hatlar teksif edilmeli. düşmanın hücumu halinde derakap süngü ile karşılanacak surette ihtiyat taburları birinci hatta takrip edilmeli. bunun böyle yapıldığından ben emin olmalıyım. rica ederim icraatınızı hemen bildiriniz."

    aynı zamanda demin bahsettiği ihtiyat fırkasını da o cepheye hareket ettirmiş. erkanı harbiyesinden pertev bey'i de haber zabiti olarak oraya göndermiş. almakta olduğu haberler natamammış. bununla beraber düşmanın siperlerimize girmiş olduğuna kanaat getirmiş.

    "fırka kumandanının verdiği haberlerle vaziyet tenevvür etmiyordu. o kadar ki bu fırka kumandanına muğber oluyordum. saat 6.15 sonrada da kendisine bu emri verdim" dedi.

    -mümkünse lütfen okur musunuz?

    -ben şu habere intizar ediyorum: siperlerimize giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerlerimiz girmiştir. bundan başka hiçbir haber bence haizi ehemmiyet değildir. işte bu emri verdim.

    -netice ne oldu efendim?

    -bu emirden sonra gelen raporlarda da vuzuh yoktu. bunlarda, hareketin iyice hava karardıktan sonraya talikine müsaade etmem talebinde bulunuyordu. bunun üzerine yeni bir emrimde dedim ki: "düşmanın tardı için gecenin hulûlünü bekleyerek bir an bile kaybetmek katîyyen caiz değildir. düşman da karanlıktan bilistifade fazla takviye kıtaları alır. faalâne hareket ederek düşmanı hemen tardetmeniz matluptur. gönderdiğim takviye kıtaatı ile irtibat peyda ediniz. onları cephe gerisine yaklaştırınız ve bana bildiriniz."

    bu fırka cephesinde o gün ve bütün gece sabaha kadar müteaddit defalar kanlı boğuşmalar olmuş. neticede düşman maksadını elde etmekten mahrum kalmış. bundan başka bizim için pek parlak bir muvaffakiyet denecek derecede de fazla zayiata uğramış.

    14/15 gece yarısından sonra düşman mestan tepeden yusufçuk tepesine taarruza teşebbüs etmişse de piyade ateşlerimizle bu da bertaraf edilmiş.

    paşa dedi ki:
    -işte bu kayacıkağılı muhaberesinden sonra nihayete kadar artık ciddi hiçbir muhabere vuku bulmamıştır. bu uzun müddet zarfında gerek biz gerekse düşman tahkimat ve tertibatla iştigal ettik. bütün tafsil ettiğimiz bu muhaberelerde düşman pek büyük zayiata duçar olduğu ve bizim tahtı hakimiyetimizde kalmaktan kurtulamadığı için bütün ümitleri kırıldı. ben 27 teşrinisanide rahatsızlandım.

    -demek her gün sarsıp emellerinden uzaklaştırdığınız düşmanınızın kaçtığını görmediniz.

    -hayır! fevzi paşa hazretlerini (mareşal fevzi çakmak) yerime tevkil ettim. istanbul'a geldim.

    -firar haberini nereden aldınız efendim?

    -zannederim on gün sonra, ingilizlerle fransızların topraklarımızdan kaçtığını istanbul'da işittik. bilahare erkanı harbiye reisimin buna dair verdiği rapora istinaden ingilizlerin bu hareketini izah için, başka kelime aramaya lüzum görmüyorum. bu tabirin bütün vüsati manasıyla kaçtılar, kaçtılar diyeceğim. bu, kendilerince muvaffakiyetli bir kaçıştır, dedi.

    ve gülümsedi.

    bu kadar zaman bana şu hulâsaları vermek için yorulan kıymettar zata teşekkürler ettim. ve askerlik hayatına istanbul'dan yafa'ya sürülmekle başlayan, hareket ordusu gibi, trablusgarp ve balkan muharebeleri gibi memleketin en tehlikeli zamanlarında can verircesine vazife başına atılan bu kahramanın elini sıktım. içimde ona karşı derin bir hürmet, bir istanbul çocuğu ruhu ile derin bir şükran olduğu halde yanından ayrıldım.

    şişli 28 mart - sene 1334

    ruşen eşref bey sayesinde dahil olduğum bu hasbihal ile hem ruşen eşref beye, hem de anafartalar kahramanı, ebedi başkumandan, ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu gazi mareşal mustafa kemal atatürk'e sonsuz teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunarım.
  • 85 yıl önce kaybettik.
  • atatürk’ün kanımca en güzel unvanı
hesabın var mı? giriş yap