*

  • orjinal adı essays in love olan, ahu antmen tarafından cevrilmiş yapı kredi yayınları tarafından basılmıs alain de botton kitabı.
    inanılmaz keyifli, insanı ask uzerine fazlaca dusundurten ve belkide kafalardaki pek cok problemin cozumune yol veren yapıt.
  • aşk kalbimi yakan bir volkan gibidir,
    en sevdiğim tatlı kazandibidir,
    leyla, sev beni, sokma müşküle,
    seninle iki kaşık atalım sıcak keeşküle.....

    (bkz: tosun paşa)
    (bkz: kemal sunal)
  • (bkz: sevda ustune)
  • stendhal kitabı için (bkz: l'amour)
  • alain de botton kitabı için (bkz: essays in love)
  • mutluluğun mimarisi adlı oratoryonun final bölümünde yer alan pasajlardan her birine verilen isim. bir retorik olarak aşkın spiritüalizmi adlı eserle benzerlikler gösterdiği gibi ekol olarak taban tabana zıt durduğu yönleri de bulunmakta; bu özellikler eserin güçlü yapısını ve inşaat mühendisliği yaklaşımlarına getirdiği yeni bakışı gözler önüne sermektedir.
  • yeryüzündeki en büyük mutluluklardan biri, belki de birincisi, hiçbir endişe bulutuyla gölgelenmeden erkeğin sevdiği kadınla, kadının da sevdiği erkekle beraber olması galiba.
    böylesine güzel bir dünya kurmak ve yaşamak, sadece ve sadece kadınla erkeğin elinde olduğu halde; bu mutluluğa bir türlü eremeyenlerin sayısı, erenlerinki yanında neden çok daha fazla? bu sorumun cevaplarını bulmak, atomun sırrını bulmaktan da önemli bir bakıma...
    bir defa doğuyorsun ve sevdiğinle, arzuladığınla kolay kolay beraber olamadan çekip gidiyorsun.

    bir anket yapılsa da araştırılsa, acaba kaç kişi gerçek aşkı dolu dolu tatmakta ve yaşamakta?
    herhalde pek az kişi. yüzyıllar boyunca dünyayı kaplayan ve ortak duyguları dile getiren hüzünlü, sitemli kırık aşk şarkıları, aşk şiirleri, aşk hikayeleri, aşk romanları, aşk filmleri bunun en sağlam ispatı...
    milyonlarca erkek, milyonlarca kadın, gerçekten sevdiğini bulamamanın boşluğuyla devamlı bir aranış içinde...

    kazara bulanların da, büyük bir kısmı, aşılmaz duvarların önünde boynu bükük kalakalmış.

    - birbirimizi sevdik ama anası babası vermediler.
    - ben sevdim ama, o beni sevmedi.
    - o da beni sevdi ama, koparamayacağı engelleri vardı.
    - en çok onu sevdimdi ama, ecel aldı götürdü.
    - en seviştiğimiz zamanda savaşa çağırdılar.
    - sevgimizi parasızlık yıktı.
    - tam birbirimizi bulmuştuk, uzaklara gitmek zorunda kaldı.
    - çok sevişiyorduk, fakat yetişiş tarzlarımız başkaydı.
    - seviyordum, inandıramıyordum.

    kadınla erkeğin arasına giren böyle binlerce engel... ne gariptir ki, bu engeller hep sevişenlerin arasına giriyor. sevişmeden beraber olanlar çoğunlukta bulunduğuna göre, onların arasına bu kadar engel girmiyor. bir terslik var bunda. bu tersliği ortadan kaldırmanın bir yolunu yordamını bulmak gerek. gerçi:
    - aşk bir çingene çocuğudur, kanun tanımaz, diyorlar ama; kanun tanımayan sadece aşk; aşıklar kolay kolay kanunlardan daha kuvvetli olamıyorlar.

    insanları aşk konusunda, hiç değilse hayvanlar, hiç değilse ilk çağ insanları kadar olsun, rahat ettirecek bir ortamı sağlayamamışız.
    kadın erkek arasındaki en tabii, en mutlu olayları ayıplamış, küfür sözü yapmışız. bunun nedenlerini araştıranlar, sosyal ve iktisadi korkunç gerçeklerle karşılaşıyorlar.
    vaktiyle kendi çıkarlarını bir muayyen düzende görenlerin; insanların rahatça seviştikleri zaman, bu düzenin disiplinine kolay kolay uyamayacaklarını sezdiklerini ve bunu önlemek için birtakım baskı unsurları yarattıklarını söylüyorlar...
    kadınla erkeğin beraber olmak arzusunu denetleyerek; bundan, kişileri bakım mükellefiyetlerine yöneltip, iktisaden boynu bükük bir duruma sürüklemek istediklerini iddia ediyorlar.

    doğru yanlış, ancak sevişenlerin çokçası beraber olamayışlarındaki en büyük sebeplerden birinin, iktisadi şartlar olduğu inkar edilemez. fakiri fakirle evlenmeye zorlayan, sonra da:
    - ne yapayım, evde evlad - ü iyal var, diye baş eğdiren unsurlar nereden geliyor?
    insanlık bunu hissettiği için, masallarında padişah kızlarını çobanlarla evlendirerek, isyanını haykırmak istemiştir.

    bekar:
    - ağaca çıksam pabucum yerde kalmaz, diye övünür.
    ancak tabiat kanunu icabı, bir kadına muhtaçtır ve onu bulmak için evlenmek ve bakım mükellefiyeti altına girmek zorundadır. bu mükellefiyet bir defa boynuna dolandı mı, bir daha kimseye karşı kolay kolay dikilemez. hele karşılıklı sevişmiyorlarsa, gücü büsbütün kırılır, küskünlüğe uğrar. çeşitli telkinlerle bu usulün bozulması asla istenmez.
    çağımızda kadınların da çalışmaya başlaması, yüzyıllar sürmüş olan manevi işkenceleri nispeten yumuşatmıştır. bağlar, telkinler, baskılar eski sertliğini kaybetmiştir.
    önümüzdeki çağda büsbütün kaybedecektir. insanlar günden güne sevdikleriyle beraber olmak imkanlarına kavuşuyorlar. ileride daha da çok kavuşacaklardır. dünyamıza gerçek mutluluk o zaman gelecektir.

    çetin altan
  • henri beyle'nin, nam-ı diğer stendhal, 1822'de yazdığı deneme. çevirmen ayberk erkay'ın yazdığı önsöz stendhal'ı anlamak adına faydalı olmuş.

    --- spoiler ---

    "kayıtsız olmak için elimden gelen tüm gayreti gösteriyorum. söyleyecek çok fazla şeyi olduğunu zanneden kalbime, sessizliği kabul ettirmek istiyorum. bütünüyle bir gerçeği kağıda döktüğümü zannettiğimde, aslında bir iç çekişten başka bir şey yazamadığım korkusuna kapılıyorum."

    --- spoiler ---
  • farklı şehirlerde iki aşık. iki beden, tek ruh. tek kalp, iki kalp ritmi. adem' in havva' ya olan aşkı kadar sonsuz bir aşk, havva' nın adem' e olan tutsaklığı kadar masum bir mahkumiyet. evrenin varoluşundan bu yana aşık iki ruh, şimdilerde buluşmuş iki beden. insanın özü aşk, aşkın özü güzellik.

    ... bir ses yükseliyor günümüz havva' sından '' al bak seninim, al işte kalbim, ruhum... ne baştan ayağa cennetin ne tümüyle cehennem. sensin cennet, kaybetme korkusu cehennem, sensin cennet, kaybetme korkusu cehennem, sensin cennet, kaybetme korkusu...'' sonrası sessizlik. gece gibi, hastalık gibi, ölüm gibi sessizlik.imkan var mı alev alanı söndürmeye? imkan var mı o gözleri birbirinden ayırmaya? sessizlik... gözler... tarihin tekerrürü kaçınılmaz. yasak meyve dalından koparılacak. aşkın yakıcılığı, şehvetin yoğunluğu, nemli iki beden, birbirine çarpan iki soluk, birbirine kapanan iki çift göz.

    artık ceza vakti, gerçeklerle yüzleşme, dünya' ya gönderilme vakti. ondan önce son sarılma, son veda, birlikte son göz yaşları. aşıklar değil mi en masum suçlular? insanın hatrında böyle güzel kalmasa, muhayyilelerde böyle cennet vaat etmese sevda insana belki bu kadar zor olmayabilirdi ayrılık. ve... eksikliğin kalbimde derken tüm benliğinde eksikliğini hissetme zamanı. sensiz durulmaz şimdi buralarda, bir göç gerek bana gönlümden. bugün pazar değil ama ben seni çok özledim...
  • aşk garip bir olgudur. insanlar gerçekten aşık olup olmadığını anlamadığından şikayet eder sürekli. bunun başlıca nedeni aşkı somut bir kavrammışçasına hissetmeye çalışmaktır. aşk için pek çok tanımlama yapılmıştır ve insanlık tarihi boyunca da yapılmaya devam edileceği kuşkusuzdur. insanların somut bir kavram gibi aşkı aramasından sonra yaptıkları bir diğer hata da budur. herkesin aşkı hissedişi ve yaşayış tarzı farklı olduğu için kendi hislerinizi geçmişteki düşünürlerin aşk tanımlarıyla kıyaslamanız büyük bir saçmalıktır. bunları okurken sen söyle o zaman aşk nedir diyebilirsiniz. buraya kadar anlattığım şeyler tam olarak budur. aşkın tanımını herkes kendine göre yapar, kimse bir başkası gibi hissetmez. kendi duygularını kanıksanmış aşk kavramlarına uydurma gayretindeki bir birey ancak ve ancak yüzeysel hislerin sahibi olabilir. aşk her şeyden vazgeçmektir diyebilirim kendi adıma.
hesabın var mı? giriş yap