• atopi, atopik ile de kökendaş yunanca bir sözcük. galiba "sınıflandırılamaz", biricik demek. galiba kaba karşılığı yurtsuz, yersiz. ütopya ile ilintili. bir de ingilizce adı atopos olan bir sümüklüböcek cinsi var.

    "aşık özne sevilen varlığı "atopos" (sokrates'e söyleştiği kişilerin verdiği nitelik), yani sınflandırılmaz olarak, hep beklenmedik bir özgünlük olarak benimser.

    sokrates'in atopia'sı eros'a (alkibiades sokrates'e kur yapar) ve torpilbalığına* (sokrates menon'u elektriklendirip uyuşturur) bağlanır." roland barthes - fragments d'un discours amoureux

    (bkz: atopya), ütopya
  • "topos" yunanca zemin, yer demek (ütopya'dan hatırlarsın). başındaki "-a" ise olumsuzluk eki. oldu mu sana yersiz, yer olmayan.

    "-a" eki örnek bakalım mesela;
    asosyal... sosyal olmayan, anormal... normal olmayan falan filan işte ya da mesela ahaber ne demekmiş anlaşıldı değil mi? haber olmayan veya haber değeri olmayan! ehehe. sevdim bu şakayı.

    atopos için verilen örnek, sokrates'tir.

    sokrates, “atopos (yersiz, yurtsuz, sınıflandırılamayan)” olarak, yani bir (bam)başka (bu başka'nın b'si zizek'in kullandığı gibi büyük, "bam"ı da ben ekledim anasını satayım içimden geldi) olarak, alkibiades’in karşına çıkar. bir türlü belirli bir yere koyamadığı (sabitleyemediği), tanıyıp “bildim” diyemediği bu sebeple de “kapatamadığı” bir ilişki yaşamaktadır alkibiades. günümüzde “aynı olana tesviye edilme” arzusuyla “başka’nın atopisine dair deneyim kaybolup gitmiştir” (byung-chul han) oysaki başka, alkibiades’i kendine batıklığından yani kendi narsisistik durumundan; tam da onu cezbederek çekip çıkarır. nasıl? eros'la! “eros, özneyi kendinden çıkarıp başka’ya yönlendirir” (byung-chul han gene). işte bu eros var ya, dönüştürücü olan tek kudret. artırılabilir işlemci, ram ve hard disk kapasitesinin tek sırrı. ne diyeyim olm ekşisözlük'te başka... niye buraya yazıyorum bunları anlamıyorum zaten.

    aslında biliyorum niye bunları buraya yazdığımı. başka başlıklarda kimi yazarların bıraktığı kırıntıları topluyorum, çok hoşuma gidiyor. hansel gretel meselesi. bir gün belki buralara da uğranır diyorum. yani kendim için, yeniden eve dönüşüm için kırıntı bırakıyorum. kim bilir, bir sonrakinde daha hızlı yol katedebilirim. ha ederim ne olacak onu da bilmiyorum ama saçma sapan işlerle oyalanmam en azından.

    gene kendim için bir not o zaman: eros olmadan yapılan felsefe etkinliği de, tamamen yalan dolandan ibaret. öğren, anlat babam anlat. bu yüzden tekrar tekrar aynı sözleri duyarsınız eros'un uğramadığı dilden. neredeyse tüm akademi mi dediniz? evet. tırışka. teyit etme vardır mesela hep: "bu, bu, bu dimi?" (değil mi diye bitiyorsa, kimse düşünmüyor genelde olm orada, onaylanma aranıyor sadece, soru da yüzde doksan boktan demek), "evet, bu da bu dimi?" (ikimiz aynı fikirde olalım gözünü seveyim sorun çıkarma) "evet." oh, çok şükür bugün de felsefe yaptık. yaniiii herkes sadece rolünü oynar. kürsüdekiler maaşını, sıradakiler diplomalarını alır, yönetimin çocukları da gemicik falan filan. mis. temiz iş. felsefe diye bir dönem boyunca hocanın ezberden anlattığı sözler, dönem sonu sınav kağıdında ona geri yazılır. al takke ver külah, bir de baktın geçmiş upuzun sandığın ömür ah vah...

    yok, vazgeçtim. deneyiminde olmayan için, satırlardan ibaret kalacak. anlatma şansı yok. yaşanır bir ilişki bu. haa evet, "ilişki". sokrates falan dedim ama yukarıdaki yazarın da alıntı yaptığı barthes'ın bir aşk söyleminden parçalar'da görürsünüz. mealen der ki; başka'ya atfedilen atopos'un ne ona, ne bana ait olduğunu anladım sonunda; zira atopik olan bizim ilişkimizdi... oy oy oy bittim ben burada. "atın beni denizlere... yalan dünya size kalsın. ayrılmam sevgilimden!" (kayahan abi ışıklar içinde uyu, bir maruzatım olacak, hülya avşar ne alaka be abi? ne gerek vardı, seni görsek yeterdi kitarınla falan...)

    şu başlığı arayan, soran, kavrayan biri çıkarsa sözüm söz -vergi üzerine vergi geldiği için artık "sava" bile alınırken iki kere düşünülen günümüzde- bir şişe şarap armağan edeceğim kendisine şölen'de içmesi için, haydi buyrun bakalım. şişe pıtpıta sarıldıktan sonra kargoyla gönderilecek olup; marka ise cebimde bulunan paranın duruma bağlı olarak seçilecektir. stratejik olursanız, aybaşı tercihi isabetlidir. kıps.
  • fossora ile geliyor, ilk single yakında.
  • (bkz: #141947782)
  • yarin (6 eylul) turkiye saatiyle 12.00'de yayimlanacak.
  • klibiyle beraber yayınlanmıştır delilik işi yine. albüme dair umut verici. şarkı sonlara doğru harika bir tempoya kavuşuyor. björk'ün önceki albümü utopia'nın yavaş ritminden ve flütlerinden kurtulmasına sevindim. bu albüm bir ay sonra bizlerle.
    (bkz: fossora)
  • orkestraların parçaya girmeden önce 20-30 saniye bir akord kontrolü vardır ya... aha onlar şundan daha sanatsal.

    zamanında yaptığı 2-3 farklı ama başarılı işin ekmeğini yiyor senelerdir.
  • klipteki klarnet çalan grubun kıyafetleri harikrishnan tasarımı.

    neden şarkıyla değil de bu cümleyle başladım? çünkü şarkıyı vasat buldum.
    "are these not just excuse," diye başlayan kısmı güzel.
    bir de bağırdığı kısımlar tabii.

    ama medulla ile başlayan dönem özelinde konuşursam biz ki crystalline'ın o manyak beat'lerini dinlemiş, declare independence ile coşmuş, ve hatta hatta black lake'in ortasında "kopmuş", ve yine losss'un son dakikalarında uçmuş insanlarız.

    yani björk'ün "kontrol kaybetmeli" beat yazmada hiçbir sıkıntısı yok.
    sorun, bu beat'i "şarkı" formuna getirmede yaşanan sıkıntıda.
    declare independence ya da crystalline özelinde beat, genel olarak şarkının omurgası, çok daha "düzenli" bir yapıdaydı.
    black lake özelinde "isyan"ı vurgulamada mükemmel bir amaca hizmet ediyordu o orta bölüm.

    fakat atopos'un ritmine kendimi bırakmak istememe rağmen yapamadım. çok güzel başlıyor. oha, dedim ilk dinlediğimde.
    ama sonra yine düştüm, "if we don’t grow outwards towards love," kısmını gönül rahatlığıyla şarkıdan atabilirdim. ama atamıyorum, çünkü kendisi "pursuing the light too hard is a form of hiding" dizesinde yine vokaliyle harikalar yaratıyor. yani bu verse'ün sırf bu dize için yazıldığı çok bariz.
    (outwards towards... bilinçakışı kelime hatırlaması...)

    sona doğru yükseliyor ama bu defa da klarnetler kontrolden çıkıyor.
    allah aşkına biri şu şarkıya güzel bir remix yapsın da dans edelim.

    ben zaten björk'ün lead single'larını çoğunlukla albümdeki diğer şarkılara göre vasat bulurum. en sevdiğim şarkılar genelde diğerleri olur - istisnalar hariç.
    (bkz: björk'ün en güzel şarkısı/@ug tek)

    o açıdan albümü beklemeye karar verdim.
  • björk'ün klibiyle birlikte yayınladığı yeni şarkısı.

    björk'ün yayınladığı her şarkıdan sonra aslında ne kadar 'normal' şeylerle uğraştığımı fark ediyorum. bu kadar özgün olurken bu kadar bütün kalmak ve bu kadar tatmin edici olmak.
  • (bkz: a lover’s discourse)*

    birkaç aydır çok da büyük olmayan bir problemle uğraşıyordum.. araya yaz girdi üstü örtüldü filan. şarkının ilk çıktığı gün, tramvay durağında alelacele bir dinleyiverdim.. sonra bi daha bi daha daha da bi dinledim.. epey dinledim… her şey çorap söküğü gibi geldi.. heh, dedim. huzurumu buldum:)

    (bkz: pursuing delight)

    canınız tatlı aşerir ya hani.. ama öyle böyle aşermez.. malzemeleri çıkarmaya çok üşenirsiniz de “e napıyım yemesem de olur” dersiniz.. zil çalar, kapıdaki üst komşudur.. elindeki tabakta ıslak kek vardır.. ve aslında sizin demin içinizden yemeyi geçirdiğiniz tek tatlıdır. atopos da bana üst kat komşum björk tarafından bi tabakta sunuldu.. vayss dedim, buymuş ya olay.
hesabın var mı? giriş yap