• bu durumda insan hem çeker hem çektirir, az zararla kurtulunacak şansı olmaz. bu koşullarda makul da davranılamıyor(muş). onu anladım ben. sonuna kadar gidiliyormuş zorlamanın, zorlanmanın, belirsizliğin, ikirciğin. aslında ikililerin gönüllü ve erken ayrılma çabalarının pratikteki olanaksızlığı da benzer kaynaklı. insan kendi içinde tek kişilik değil. davranışın, içindekilerden birine paralel olsa öbürküne ters. verim az olmak çatışma çok olmak zorunda. (bkz: hiçbir şey olmamış gibi/@ibisile)

    bir ilişkiden ne beklediğini kim bilir? bir kişi asla bir kişi değil. bir kişinin kendini ol'ması, gerçeklemesi, tanıması bir matris işi. "ilişkiden ne beklediğini bil" tipindeki arka plan emri geçerli olamıyor. olmaz ama, doğrudan isteğimi dile getirirsem, ben bir ilişkide kendimden sadece ilişebilirsem bir şekilde ilişme bekliyorum. bir arkadaşa bakıp çıkacaktım. duygu, beden, arzu, fikir, arkadaşlık, bilgidaşlık, hangisinden yol bulur, geçerlik kazanırsam. davranım kalitem elbette duruma göre değişken. bir ilişkiden sonunda ayrılma garantisi veya umudu arıyorum desem doğru mu olur, yanlış mı? etiği değil de gerçekliği.

    (ilk giri tarihi: 4.4.2019)

    (bkz: ayrılmak/@ibisile)
  • olgun oturmuş ruhların sallapati iş sevmemelerinden ötürü pek çabuk sıyrılmadıkları durum.

    mekandan, zamandan, insandan, olaydan, nesneden ayrılırken, şöyle bir etrafa bakınıp “dur bir bakalım, bir şey bırakmış mıyım, toparlanayım, derleneyim, hazırlanayım.” dercesine oyalanırlar.

    oyalanma sürecinde bazı ruh parçaları, ilgili objeden ayrılmama/kopmama konusunda direnç gösterebilir; “anne yha biraz daha oynayalım bis deniz'lee, lüffen lüffeenn!” gibi yalvarışlara bile girer.

    ne ruh parçalarınızı incitmek istersiniz, ne yolunuzdaki ağırbaşlı ilerleyiş onurunuzu hiçe sayarsınız; her hücrenizi optimum şekilde memnun edip, ayrılmayı tamamlama gayretinizi sonuca ulaştırırsınız.
  • john bowlby'nin bağlanma çeşitlerini ayrıntılı bir şekilde incelediği 3 kitaplık serinin ikinci kitabı. kitap normal okuyucudan ziyade psikiyatri ve psikanaliz alanında çalışan uzmanlar için yazılmış akademik bir eser. bu yüzden kitabın derlediği araştırmaların ne kadar hassas bir şekilde yapıldığından ve bunlardan yola çıkılarak ulaşılan çıkarımlardan bahsetmeyeceğim.

    benim dikkatimi çeken çocuk yetiştirmeye hazır olmayan-uygun olmayan insanların yetiştirmiş olduğu çocuklar yani bizler oldu.
    neredeyse hepimiz küçükken ailemizden kötü çocuklar olduğumuzu, böyle davranmaya devam edersek anne-babamızın hasta olarak öleceği tehdidiyle büyüdük. ya da daha küçük yaşlardayken acıkmamızı, altımızı kirletmemizi, ağlamamızı kendilerine yapılan bir saldırı olarak gören; bu yüzden fiziksel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra her türlü ilgi-sevgi talebimizi tamamen görmezden gelen(veya gelmek zorunda kalan) insanlar tarafından yetiştirildik.
    dünyaya gelmek kendi seçimimizmiş gibi davranıldı ve varlığımız bir eziyet kaynağı olarak görüldü.
    işin kötüsü bu insanlarda kendilerini yetiştirenler tarafından aynı muameleye maruz kaldılar küçükken. şimdi asıl sorun bu uğursuz mirastan kurtulabilir miyiz veya nasıl kurtuluruz.
    cehaletin ve cinsel açlığın bu kadar yaygın olduğu bir toplumda, insanların bilinçli beraberlikler yaşadığı ve dünyaya getirdikleri çocuğun sorumluluğunu dürüstçe kabullenmeye hazır olduklarını görmek istemek ne kadar gerçekçi olur onu da bilmiyorum.
hesabın var mı? giriş yap