• değerli kardeşlerim, aranızda günümüz türk edebiyatının mevcut konumuna ilişkin bir iki söz etme cüretimi kıskanacak kimselerin olacağı gibi, bu girişimin kaçınılmaz yönelimine şiddetle karşı çıkacak kimseler de bulunacaktır. yine de sözlerimin ulaşacağı noktada beni kim karşılarsa karşılasın; edebiyatın zengin ve mucizevi yapısına bağlı olan biri için de edebiyat tanımları içinde gerekli kavrayışı edinememiş biri için de yıkıcı nitelik barındırmayan anlamlarla konuyu ele almaya uğraşacağım. bu çabanın sonuç getirmesi adına sizlerden de desteklerinizi eksik etmemenizi dilerim.
    yazınsal aktarım gücünün erişebildiği boyutları daha ziyade idrak edebilmek açısından öncelikle notre dame de paris, beyaz zambaklar ülkesinde, denizler altında yirmi bin fersah ve de cesur yeni dünya gibi eserlerin verildikleri ve verildiklerinden sonraki dönemlere ait etkilerine bir bakılmasını öneririm. bu gibi yapıtların edebiyat dünyasında öylece durmadığını, sanatın dış dünya için de yadsınamaz bir etkisinin ve yaptırım gücün olduğunu anlamak pek zamanınızı almayacaktır. bir idam mahkumunun son günü, bin dokuz yüz seksen dört, batı cephesinde yeni bir şey yok gibi edebiyat ürünlerinin de kendi içlerinde verdiği savaşın neticelerini geçmişte ve günümüzde görmek de sizleri şaşırtmayacaktır. edebiyatın, toplumsal meseleler üzerine birtakım çıkarımlar ya da analizler yapmakla kaldığını düşünmek derinlikli okuyucunun düşeceği bir yanlış değildir; o asil okur bilir ki edebiyat, toplumsal sorunlarla ilgili önermeler sunduğu gibi çözüm için yeni düşünce ve yöntemler de ortaya koyar. dünya edebiyatından verilen bu örneklerin benzerlerini türk yazınından da bulup çıkarmak mümkündür. şu var ki; örnekler, hangi tür ve milliyetten olursa olsun esas anlamları bakımından farklılık göstermezler. büyük eserlerin paylaştığı kaygıların ortak oluşu, okur için zenginlikli bir ayrıcalıktır. hiç şüphe yok ki bu ayrıcalığın sorumlulukları da okurun; tabiri caizse alıcının omuzları üzerindedir. yazarın, taşın altına koyduğu elin acısını hafifletecek olan da bu seçkin kimselerdir. yazarın hedef aldığı durumla birlikte fitilini ateşlediği yazılı protesto, okur tarafından ete kemiğe büründürülerek bir anlam ifade edecek, yoğunlaşan ortak kaygı nihayet bir eylem halini alabilecektir.
    bütün bunların gerçekleşebilmesi için edebiyatın yerini doğru saptamak şarttır. edebiyatçı kendi sorumluluklarının farkında olmakla görevlidir. okur için de bu özbilinç görmezden gelinemeyecek kadar değerlidir. okurun; her halükarda toplumun yön verdiği başkaldırı yazar tarafından daha nitelikli bir yapı olarak yeniden okura yönlendirilir. bu döngü geçmişten günümüze değin bu anlayışla süregelmiştir.
    fakat günümüzde toplumsal sancılar, yazarın da okurun da önem verdiği meseleler olmaktan çıkmıştır. toplumun insan üzerindeki inkar edilemez etkisine değinecek değiliz. bu makalenin yazarı olarak şundan eminim ki, bu makalenin ulaştığı kitle, toplumsal varoluşun birey üzerindeki gücüne ters düşecek bir başka düşünce taşımıyordur. günümüz yazarları romantizm akımının canına okumuş olmakla kalmayıp yeni yetişen topluluğun edebiyat algısını, yukarıda sözünü ettiğimiz incelikli edebiyatın menzilinden çıkarmaktalar. edebiyatın başlı başına bir tepki olduğunun unutulduğu bu dönem için okura yazardan daha çok iş düşmektedir. çünkü okur neyin daha acil olduğuna karar verecek olan mercidir. çünkü yazar, ona nitelikli eserler vermesi beklenen toplumun yönlendirmesine gereksindiği halde bu olay bir şekilde gerçekleşmiyorsa canı istediğini yazmak, anlatmaktan geri durmayacaktır. yazar, her dönemde olduğu gibi bireysel çıkarları için boşluk bulduğu anda atılımını gerçekleştirip edebiyat gibi özel alanlarda dilediğini yapmak için eline geçen fırrsatı değerlendirmesini bilecektir. yine de okur, alelade yazarın gafletine, kişisel buhranının kendi iç dünyasındaki aldatıcı yansımasına, şahsi depresyonlarının bireysel yahut toplumsal kazanımları olmadan var olmasına ortak olmamak, onu kutsal sahadan kovmak gücüne sahiptir. böylesi bir gücü elinde bulundurmak yükümlülüklerinin akıldan çıkmış olması, topluca içine düştüğümüz belanın boyutlarına dair apaçık belirtileridir. eğer okur kişi hangi düşüncenin ve anlatının, kendisi ve yaşadığı toplum için önem arz ettiğini kestiremiyorsa sorunun çözümü daha bir özenle ve yüksek tansiyonlu bir mücadeleyle aranmalıdır. sözünü sürekli etmekten sakınca görmediğimiz seçkin okur kesimin gayeleri, eylemleri ve düşünceleri kutsaldır.
    ancak büşra küçük gibi ucubeleri var eden güruh, yazınsal anlatı sanatının ciddiyetini anlayamayacak ölçüde aptal, kendisine olan saygısını yitirmiş vebalı sıçanların meydana getirdiği bir güruhtur. makalede anlatılagelen bütün sorumluluk odaklı bilinci kavrayamayacak denli akli melekelerinden yoksun, güzel edebiyatın güzel yüzündeki kocaman bir siğil ya da o pak alnında kara bir leke olmakta ısrar eden yüzsüz bir ayaktakımıdır. ayakları yere sağlam basan bilge edebiyatımızın sırtında taşıdığı nice anlamların yanında bitmeye yüz tutmuş bu iğrenç kambur, anlam ve ifadenin bütün o ışıltısını kendine mal edip kendine eğip bükeceği bir edebiyat algısı yaratmaya uğraşsa da aptalların hüküm sürdüğü her seferde olduğu gibi bu kez de muvaffak olamayacaklardır. çünkü akıl, vicdan, ahlak gibi temel karakter öğeleri keskinlik ve hassaslıkları ölçüsünde eylemlerini sürdürebilirler. akıl bakımından noksan olan kişi yaptığı korkunç hatanın ayırdına varmak konusunda bilinç elde edemeyeceği gibi hatanın yaktığı yüreklerdeki acının da farkına varamayacak şekilde vicdan ve ahlak bakımından eksiktir.
    büşra küçük gibi bulaşıcı hastalıklar edebiyatımızın kalbini büsbütün kaplamadan önce bir ilaç ya da tedavi yöntemi bulmak zorunluluğu edebiyat severlerin bütün bir tarihe olan borcudur. sanatı sanat yapan değerlerin birkaç çocuğun cinsel ateşinde pişmeye bırakılması, buna göz yumulması bütün bir toplumun ayıbından öte değildir.
    icra edildiği düşünülen sanata dair hiçbir şey bilmemek başlı başına ihanet adı altında yargılanabilir. yazın sanatının esnek kuralları bile anarşinin hüküm sürdüğü anlamını ortaya koymaz. yazara bağlı olarak uzatılıp kısaltılan kural ya da kurallar, bu türden sınırlamaların olmadığına işaret değildir. yazar icra etmekte olduğu sanata sadık olmalı ve vicdanlı davranmalıdır. daha sadeleştirilmiş ifadelerle söylemek gerekirse; öykü oluşturmak için gerekli bileşenlerin neden var olduğu konusunda fikir sahibi olmalıdır. kurgu içindeki karakter gelişimi, sahne tasarımları, zamanın kullanımı, yan karakterlerin ana hikayeye kattığı akış ve değer, neden-sonuç ilişkisi, diyalog kurma ve yönetme biçimleri, bütünlük esası gibi değişime uğraması bile düşünülemeyen kuralların yok sayılarak ortaya çıkarılan paçavralara eser ya da kitap diyen kendini bilmezler, yazmak adı altında masum kağıtlara dışkılayan haydutlarla aynı kimselerdir. sayfa sayfa uzatılan dışkılama nöbetlerinde kendilerine edebiyatçı diyen bu çürüme mikropları günümüz edebiyatı için ameliyat gerektiren kanser hücreleridir.
    adı kötü çocuk olan ve büşra küçük'e ait saçmalık tomarı, türk edebiaytının zarif yanağındaki kanlı çıban yumağından saçılan bir damla irinden başkaca bir anlama gelmez.
    bu cilt cilt pisliğe bulanacak kadar aşağı bir topluluğun bir ferdiyseniz dostoyevski'nin, hugo'nun, geothe'nin, proust'un, tolstoy'un, poe'nun, mann'in, eco'nun, turgenyev'in, atay'ın, tanpınar'ın, faik'in, atılgan'ın, taner'in, kemal'in kemiklerini sızlatan şarlatanlardan bir farkınız olmadığını söylemekten şeref duyarım. büşra küçük ve soytarı takımına yayın yapacak cesareti ve güveni vermenizden ötürü koca bir tarihin dehşeti üzerinize olsun.
hesabın var mı? giriş yap