• varoluşçu felsefede özellikle de sartre ve heidgger gibi filozoflar tarafından vurgulanan, insana dışsal bir etik otorite kaynağı olmama durumu...

    insanda bir terkedilmişlik, dünyada yapayalnız bir başına kalmışlık duygusu yaratan durum.
  • gelâzenheit'tir bunun terminolojideki karşılığı. j. derrida şöyle açımlıyor (sonra da ben açımlayacağım, derrida'yı yapıp yapıp sökeceğim): "kayıtsızlık olmadan var olmaya bırakan, terk etmeden yüzüstü bırakan, - tabii eğer bu unutmaksızın terk etme veya unutmaksızın unutma değilse- ısrarlı yinelenişini üstat eckhart'tan heidegger'e izleyebileceğimiz bir dinginlik." (isim hariç, sf.80, çev. didem eryar, kabalcı yay. 2008; ayrıca ingilizcesi için: http://books.google.com/…ry65a_7bnwozyckhucsg&w=800)

    bırakılmışlık düşüncesinde tanrı pay sahibidir. bu düşünceye göre tanrı, insanları yaratmış ve yeryüzüne bırakmıştır. bu bırakılmışlık esasında tam anlamıyla "yüzüstü bırakılmışlık"tır. bu haliyle gelassenheit'tir; çünkü "dinginlik", "sakinlik", "durgunluk", "öylece durma"yı verir. bir başına kalan kişi, tranquillitas'tan mustariptir. kendisine doğru sessiz ve durgun. insan içine çıkmak/@jimi the kewl entirisinde bunu anlatmaya çalıştım mı bilmiyorum, o daha çok insanın insana çıkmasıyla alakalı duruyordu; bu ise daha çok insanın bir üst makama yani tanrı'ya ulaşma telaşını didikliyor. yine gâvurların "calm spirit" dedikleri "serinkanlılığa düşmüş ruh" buna bağımlı olsa gerek. bizdeki "serinkanlı" ifadesi tam olarak oturuyor yerine, hatta "serin duruş" ifadesi bile kullanılabilir. tam anlamıyla tek başına kalanın duyumsadığı sessizlik. the buckets list'te dağın zirvesinde öylesine-alabildiğine sessizlik içinde tanrı'nın sesini duyacağını uman carter chambers'ın serinliği işte buradan geliyor. düşüncesi bile ürpertici bunun. peki avamın ve kalabalıkların arasında buna erişmek mümkün mü? yani bırakılmışlığın verdiği iç huzura?

    insan içine çıkmak'ta bunu aktarmaya çalıştım. insanda içgörü önce dışgörüye üstün olmalı; bana kalırsa bırakılmışlık duygusu bunu sağlayabilecek yetkinlikte bir araçtır. öylece bırakıldığınızı düşünürseniz, belki içgörünüzün anlamını keşfedebilirsiniz. çünkü buna muhtaç kaldığınızı bildiğinizden, onunla uzlaşmanız kolaylaşabilir. oysa insana en yakın olan şeyin farkına varabilmesi için bırakılmışlığını düşünmesine de gerek yok. serinkanlılığını sağlayan temel unsur insanın kendisinden başka kaybedecek bir şeyinin olmadığını kabullenmesidir. bunu boethius'ta okuyorsunuz; eckhart'ta coşkuyla duyumsuyorsunuz. ben insana ilişkin hiçbir şeyin mistik olamayacağını düşünüyorum (insan mistikliği kendinden uzaklaştırdıkça, kendine yabancı kıldıkça aslında kendine yaklaştırır. ne kadar uzak o kadar yakın. tanrı tasarımı da öyledir. benimle bütünleşen bir şey, bana şah damarım kadar yakın olamaz, "ben olur". bunun gibi.); oysa burada mistiklikle insana ilişkinlik iç içe giriyor. bilinmediği için aranıyor, arandığı için bilinmiyor. ama anlaşılıyor. çünkü burada bilmek yok, anlamak var. gözlem yok, görmek var. hatta bazen görmek de yok, gördüğüne inanmak var. bırakılmışlığıyla serinkanlı hale gelen insanın inancı da bu yönüyle kolayca çürütülebilir. ama işte "inanıyor" diyorsun ve orada mesele çözülüyor.

    bırakılmışlığın doğasında tanrı düşmanlığının yatmadığını anlatmaya çalışıyorum. bırakılan'ın bırakan'ı avam diliyle anlamaması gerekir; bırakan bırakılan'ın aynasıdır. oysa avam diliyle anlamaya çalışırsanız, "bırakılmak" başlı başına kötüymüş gibi zannedersiniz. oysa batılıların infinite resignation diye çevirdiği (r. schürmann, meister eckhart: mystic and philosopher, p.16, bloomington: indiana university press, 1978) gelâzenheit yani bırakılmışlık; aslında "sonsuz kere sonsuz tevekkül"ün insanda mecburiyetten doğduğunu anlatmaya çalışır. tanrı nasıl en üst değer olarak görünüyorsa, sonsuz kere sonsuz tevekkül durumun neticesi olarak görülmeli. insan durumuna bakıyor ve kendisini başka türlü bir ortama oturtamıyor. geri çekilmeye bırakıldığını düşünerek hiç değilse bu üst iyi'ye dayanmak istiyor; onunla tevekkül boyutunda olan biten'i paylaşmak istiyor. bırakılan'ın bırakan'dan kopamayışı onun tek çaresidir. bırakılanlar üzülmemeli, bırakılmak bile anlamlıdır.

    ama çoğu kere bütün, insanı tatmin etmez. bütünün parçaları onu parçalamaya yeter.
  • varoluşçu felsefede, özellikle sartre gibi tanrıtanımaz varoluşçu düşünürlerde geçen, tanrı'nın yokluğunda insanın dünyadaki durumunu, "tek başınalığını" vurgulamak için kullanılan kavram; terk edilmişlik.

    buna göre, tanrı'nın varolmadığı ya da bizi yüz üstü bırakıp gittiği bir dünyada yaşamımıza anlam katacak, bize yol gösterecek her türlü nesnel değerden de yoksunuzdur. insan, yaşamı anlamlandırma savaşımında "yalnız" kalmıştır; dünyanın içine sessizce bırakılıvermiştir. insanın yaşamı boyunca tüm kararlarında, doğruyu yanlıştan ayırma çabasındaki tüm seçimlerinde yalnız olduğunu dile getiren bu "bırakılmışlık duygusu" hemen her varoluşçu düşünürde önemli bir yer tutar.
  • "evler ev sahiplerini eleveriyor. hem de en umulmadık anda. hele bahçeler. yoksa delişmen ortancalar, mora kesmiş zakkumlar neden coşku değil de anlatılmaz bir bırakılmışlık duygusu uyandırsın, böyle? elle tutulur bir iğretilik." tomris uyar - dizboyu papatyalar

    "o dönemde, gururum ve tek başına bırakılmışlığım öyleydi ki, ya ölmüş olmayı ya da bütün dünyanın benim peşimde olmasını istiyordum." jean-paul sartre - les mots

    (bkz: bırakılmış)
    (bkz: terk edilmişlik)
hesabın var mı? giriş yap