• maoist komünist parti-halk kurtuluş ordusunca öldürülen emekli piyade albay aytekin içmez tarafından 10 ekim 1981'de diri diri yakılarak öldürüldüğü ileri sürülen 18 yaşındaki genç.

    ayaklarını ateşe sokup, kor haline gelmiş kasaturayla insanın gözleri dağlanır mı hiç? hele ki ağaca bağlanmış bir haldeki abisinin önünde? tüm bunlara inanmak güç.

    törör örgütü revenge is a dish best served cold diye düşünmüş heralde. fazla film seyretmiş olmalılar...
  • babasının behzatı, canım efendim ...

    (bkz: firik dede)
  • (bkz: #16959775)
  • 12 eylül rejiminin üzerinden henüz 1 yıl geçmişti. cuntanın sıkıyönetim ilan edip hayat kararttığı şehirlerden biri de dersim'di. tarih yaprakları 10 ekim 1981'i gösterirken ovacık-hozat sınır bölgesinde yer alan hülükuşağı köyüne bağlı kale deresi ( derê garedesi) mezrası'na yüzbaşı aytekin içmez denetiminde bin kadar asker giriş yaptı.4 haneli köyde her zamanki gibi rutin hayat vardı. köylüler, kışlık yiyecek ve giyecek ihtiyaçları için son hazırlıkları yapıyordu. saat 14.00'ı vururken, alevi dedesi seyfi firik'e ait evin kapısı çalındı .evde seyfi dede nin yanısıra çocukları ekber firik ve hayvan otlatmaktan yeni g elen karadeniz öğretmen okulu 2. sınıf öğrencisi behzat firik de vardı .

    'komutanım o bilmez'

    eve bir grup askerle gelen yüzbaşı aytekin içmez için çay hazırlandı. çaylar yudumlandıktan sonra yüzbaşı niyetini açıkladı: ' genç bize yol göstersin.' tam o sırada abisi ekber atıldı ve ' komutanım o yol bilmez ' dedi .yüzbaşı 'hayır gelsin, sadece yol gösterecek' deyince ,ekber firik bir kez daha, ' o okul okuyor, buraları pek bilmez, isterseniz ben geleyim' diyerek itiraz etti. yüzbaşı behzat'la birlikte evden ayrılmış ancak ekber'in yüreğine büyük bir telaş ateşi düşürmüştü. daha fazla dayanamadı ve bir askere 'neden beni değil de onu götürdüler ' diye sordu. askerin verdiği yanıt, yüreğindeki telaşın daha da alevlenmesine neden olmuştu. çünkü asker, ekber firik'e ' şu karşı taşı görüyor musun.o taşın orda bir yüzleştirme yapacaklar. eğer o taşı geçerse bir daha geri dönmez' yanıtını vermişti.

    'komutanım nereye?

    'henüz hayatının baharındaki behzat'ın taştan öteye götürüldüğünü gören ekber firik, daha fazla dayanamadı ve koşar adımlarla, kardeşiyle birlikte yürüyen yüzbaşıya yetişti. henüz daha 'komutanım nereye götürüyorsunuz' demeye varmadan yüzbaşı aytekin'in tok sesi, ormanlarla kaplı vadide yankılandı. yüzbaşı her iki kardeşin kablo ile birbirine bağlanmasını emretmiş, ardından da imalı bir şekilde 'ilerde öğrenirsiniz' demişti. birbirine bağlanan iki kardeş ,askerlerle birlikte yol alırken sararmış meşe yapraklarıyla kaplı ormanda yürümekte zorluk çekiyor, bu yüzden sık sık ' çabuk çabuk 'diyen askerlerin dipçik darbelerine maruz kalıyorlardı

    .görürsünüz şimdi.

    ..güneş yavaş yavaş vadinin yamaçlarına doğru inerken iki kardeş hozat sınırına yakın kale mıntıkasına yetiştirilmişti. sık meşe ağaçlarıyla çevrili alandaki sessizliği yüzbaşının tok sesi bozdu. yüzbaşı, 'burada teröristler barınıyor, yerini söyleyeceksiniz' diye bağırdı. iki kardeşten, 'bilmiyoruz' yanıtı geldi. karşılıklı ' biliyorsunuz, hayır bilmiyoruz' şeklinde devam eden diyaloglar, yüzbaşının sinirlenmesine neden olmuş.' görürsünüz şimdi ' dedikten sonra da iki kardeşin karşılıklı meşe ağaçlarına bağlanmasını emretmişti.

    bir ağaca bağladı

    iki kardeş karşılıklı meşe ağacına bağlanırken askerler de soğuktan korunmak için ateş yakmışlardı. sonra ekber'in gözleri bi bezle sarıldı, bir süre sonra da vadide yankılanan kardeşinin acı çığlıkları ile kaskatı kesildi. çığlıklar sürerken ekber firik, başını meşe ağacına sürerek bezi aşağı indirdi. gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. yüzbaşı aytekin, askerlerin sırayla ateşte kor haline getirdikleri kasaturayla behzat'ın vücudunu dağlıyor, yetmiyor gözünü yüzünü çiziyordu. bir grup asker de, yüzbaşının emri üzerine behzat'a işkence yapıp ateş korlarını vücuduna serpiştiriyordu. behzat, daha fazla dayanamamış ve kan kusmaya başlamıştı. manzara karşısında dayanamayan bir kişi daha vardı. bingöllü kürt üsteğmen hüzeyin necatigiller , 'komutanım yapmayalım' demişti, ancak komutanın azarlaması üzerine susmak zorunda kalmıştı.

    dirhem dirhem yaktı

    ekber firik , çaresizdi.bir şeyler yapmak istiyor, ama elinden bir şey gelmiyordu. ağlamaya başlamıştı.. bunun üzerine askerler yeniden görmeyecek şekilde bezle gözlerini bağladılar. ancak yine aynı yöntemi denemiş ve gözlerindeki bezi aşağı indirmişti. bu kez gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp bayılıvermişti. çünkü askerler behzat'ın ayaklarını kor ateşin içine yerleştirmiş, kesif bi yanık kokusu vadiye yayılırken ayaklar dirhem dirhem topuklarına kadar yanmaya başlamıştı.

    sonra ateş etti

    ekber firik , kendisine geldiğinde yüzbaşının bir askere 'kafasına sık ' diye bağırdığını duydu. ancak asker, emri yerine getirmedi. bunun üzerine yüzbaşı, cansız bir şekilde yerde yatan behzat'ın kafasına arkadan bir el ateş etti. askerler, ekber firik'i sürükleye sürükleyerek evinin yanına bıraktıktan sonra bölgeden ayrıldı. ekber firik 'den olayı duyan köylüler ,olay yerine gittiklerinde hayatlarında hiç unutamayacakları bir insanlık vahşetiyle karşılaştılar.----

    kime ne söyliyeyim---

    -ekber firik, insanın kanını donduran işkence ve vahşet uygulamalarını aradan 15 yıl geçmesine rağmen bugün hala unutmuş değil.'benim hayatımı götürdü' dediği o günden sonra kendisi ve ailesinde meydana gelen değişiklikleri şöyle anlatıyor: 'ekonomik açıdan çok zor durumdayız ama hiçbir devlet yardımını kabul etmemeyi kararlaştırdık. böyle bir ilke kararı aldık.babam dede çoğudur, seyittir. dev gibi adam çöktü, sakal bıraktı .ölünceye kadar yasını tutacağım, sakal ve bıyığıma makas vurmayacağım yeminini etti.100 yaşına geldi, hala konuşunca ağlıyor. bize yapılanları allah'a havale ediyor. her gün bakıp ağlamaması için behzat'ın fotoğraflarını istanbul'a gönderdik. ben ise olayı anlatmak istemiyorum. çünkü o perdeye girmek istemiyorum. anlatırsam yeniden olayı yaşar gibi oluyorum. unutamıyorum, nasıl unutabilirim ki .her dakika, her saniye, gezerken, yürürken, bir iş yaparken o ses, o bağırma hala kulağımda. gitmiyor , gitmiyor, gitmiyor. aile içinde karar almışız, anlatmıyoruz. paramparça durumdayız

    .bir emeviler yakıyordu

    çok değerli bi insandı. çok zararsız, masumdu. ama değersiz insanlar tarafından harcandı. dünya tarihinde bir emeviler döneminde turabiler yakılarak yargılanıyordu. başka da böyle bi dönem yok. başka ne söyleyeyim. sonradan savcı ve askeri komutanlardan öğrendik ki , komşu köyünden olup bizimle rampa sorunları yaşayan zabit isimli bi şahıs behzat'ı şikayet etmiş. bu daha da bitirdi bizi.

    yasa kurtardı

    yüzbaşı osman hakkında erzincan dgm 'de kasten adam öldürmek suçundan dava açıldığını anlatan ekber firik, 'uzun süre dava erzincan dgm 'de takıldı. bize de böyle bir dava yok dediler. sonra canlı yayında kamer genç rahmetli turgut özal'la tartıştı. özal'ın sözü üzerine dava yeniden görüldü.5 yıl sonra mahkeme kasten adam öldürmekten yüzbaşıya ceza verdi. ancak gayri muayyen deyip cezasını ertelediler. sonradan öğrendim 12 eylülcüleri koruyan sıkıyönetim kanunu'nun 49.maddesinden yararlanmış ' diye konuşuyor.1980'de insanlık trajedisiyle sarsılan ekber firik , 1994 yılında bir kez daha sarsılmış. olaydan sonra hülükuşağı köyüne yerleşen firik , 1994 yılında askerlerin köyü boşaltın baskısı sonucu köyden ayrıldıklarını, köy boşalttıktan sonra da evlerinin ateşe verildiğini söylüyor.
    cengiz kapmaz
  • 12 eylül'den tam bir yıl sonra..

    10 ekim 1981'de ağaca bağlanarak öldürülen 18 yaşında ki genç. .behzat'ın ölümü bana hep sabahattin ali'yi çağrıştırır..ne zaman üşür ölüm bile türküsünü dinlesem gözlerim dolar..

    ekber firik....behzat firik'in abisi..kardeşinin işkence içerisinde öldürülüşünü izlemiş..hayatını şekillendiren bu acı olayı aşağılarda daha ayrıntılı yazılarla belirttim.

    firik dede..baba

    "bu fâni dünyadır güvenme boşa,
    ister elli yaşa ister yüz yaşa,
    gerek vezir olsun gerekse paşa,
    öyle de götürür şerri dünyanın..."

    dizeleriyle seslenmiş..oğlunun gözlerinin önünde öldürülmesinden sonra sakallarını hiç kesmedi fırik dede..ölene kadar hiç yıkanmadı ve kimse onu yıkayamadı..

    o hep "oğlum cayır cayır yanarken yağmayan yağmura ve kar'adır bütün isyanım, oğlumun yanışını izleyen gökyüzünün şimşekler çaktırıp onu söndürememesinedir kızgınlığım, yağmur neden yağmadı, kar neden yağmadı" diyerek suya asla girmedi ölene kadar..

    gözyaşları sel olur firik dedenin sözlerine kulak verirken..hüseyin ayrılmaz şöyle kaleme almış firik dedenin hayatını..

    1909’da qeredereşi’de doğdu. küçük yaşta babasıyla birlikte tunceli’yi diyar diyar dolaştı, sazıyla coştu, sözde ise ustalaştı. kendi deyimiyle bu meşakkatli yolun ilk desturunu çok sevdiği babasından almıştı. o, kırmanc cemaatleri içinde pişti ve “ocak” kültürünün deryalarından beslendi, o yaşta insan-ı kamil sırrına erdi. baba oğul bir gün olsun qeredereşi’de durmadılar. çünkü tunceli’nin başında dolanan kara bulutları görmüşlerdi, yavaş yavaş tunceli’in birliği bozuluyordu. öyle ki ikrar bile ikrarını tanımıyordu. bu durumun farkında olan baba oğul tunceli’in başında dolanan büyük felakete karşı aşiretlerin birliği için dört bir yana fikir taşıdılar…

    baba oğulun özellikle hozat ve ovacık aşiretleri arasında saygınlıkları tartışılmazdı. öyle ki toplumsal adaletin terazisinde onlar, toplumun ortak vicdanı olmuşlardı. en amansız aşiret kavgalarında onlar hep hakkaniyeti söylediler ve doğrudan yana oldular. işte bu sebepledir ki baba oğul, bu toplum nezdinde tartışmasız olarak haklı bir saygınlık kazanmışlardı… evet, isterseniz, pulur’un bu insan-ı kamil’i hakkında birkaç olay paylaşalım. fırik dede, 1926 yılında babasıyla birlikte erzincan’da taliplerine gider ve beyler köyü’nde cem tutarlar. bir ihbar sonucu güvenlik kuvvetlerince bulundukları ev basılır. baba oğul gözaltına alınır. bu duruma talipleri çok üzülür “biz çağırdık ve elimizle teslim ettik “ diye çalmadık kapı bırakmazlar. derken sağır oğlu mustafa bey’den yardım isterler. onun kefil olması sonucunda bir daha cem ayini tutmamak kaydıyla bir ay süren tutukluluğun ardından ikisi de serbest bırakılır. baba oğul tunceli’ye geri gelir. fakat konulan yasağı çok da ciddiye almazlar ve gizli gizli cem tutmaya devam ederler.

    1933 yılında ovacık’ın çexperi köyünde “xızır cemi” tutarlar. ama cem yeri yine ihbar edilir. ikisi yakalanır sırrı yüzbaşı’ya teslim edilirler. pirlerinin bu durumuna oldukça üzülen kurno, ibrahim sırrı yüzbaşı’ya gider, sıkı bir pazarlığa oturur. bu pazarlığın sonucunda on beş kilo bal, bir teneke yağ, bir kısır keçi ve yirmi kilo peyniri yüzbaşıya vererek pirlerini geri alır, ama olaylar peşini bırakmaz. sonunda firik dede her yerde aranır duruma düşer. 1937’de hozat zankirek muhtarı olan amcası çıla’dan firik dede’yi teslim etmesi istenir. çıla bu ihaneti kabul etmeyince eşi ve çocuklarıyla birlikte kurşuna dizilir. çıla’nın başına gelenleri duyan firik dede zankirek’e koşar, belki aileden birini bulurum diye, ama nafile, sadece çıla’nın kaynını bulur. amcasından geriye kimsenin kalmamasına çok üzülür, ağıtlar yakar, boş konakta dövünür durur ve sonra da bir köşeye yığılır kalır. firik dede bu haldeyken aynı gece “palancı qumas” (milis) peyik karakoluna haber vererek firik dede’yi yakalatır. yapılan üst aramasında firik dede’nin cebinden seyit rıza’ya ait bir mektup çıkar. seyid rıza ceza evindedir.) bu mektupta yazılı olan bazı deyimleri çözemezler ve ne anlama geldiğini söylemesi için de firik dede’ye günlerce işkence yaparlar. en çok da kime yazıldığını merak ederler, ama o inkar eder ve kendisinin de bilmediğini söyler.

    firik dede’nin gözaltı haberi ovacık’a ulaşır. bunun üzerine babası, hozat’a gelir ve oğlunu kurtarmak ister. derken, baba firik askeriyeyle ilişkileri iyi olan bazı insanları devreye koyar. bu arada bir gelişme olur. hozat’ta zalimliğiyle nam salmış tacim yüzbaşı gitmiş, yerine daha ılımlı olduğu söylenen “şevki yüzbaşı” gelmiştir. şevki yüzbaşı da bu hatırlı dostlarını kırmaz, bir süre sonra fırik dede’yi sürgün kafilesine dahil edilmek üzere serbest bırakır. herkes onları balıkesir dursunbey’de zannederken, baba oğul kaçarak ovacık’a dönerler ve ölüme meydan okuyarak dervişane dolaşmaya devam ederler. mahmut ağa bakar ki bunlar durmuyor, hem sürgünde görünmek hem burada olmak zaten ölüm kararı anlamına geliyor, bu iki bilgenin ölümüne gönlü razı olmaz. sonra eski pulur köprüsü’ne epey bir uzaklıkta munzur suyunun kenarında bunlara yer altında gizli bir mahzen yapar ve ikisini de oraya gizler. bu mahzenin yerini de ailesi dahil kimseye söylemez . otuz sekiz biter, ama onlar 1941 yılına kadar gizli yaşamaya devam ederler. ihanetin kol gezdiği bir ortamda kimseye görünmezler. sonra kaçak yaşayanlarla ilgili bir emir gelir; bu durumda olanların haklarında her hangi bir yasal işlem yapılmayacaktır diye. onlar da bu vesile ile meydana çıkmış olurlar…

    “ başımıza geleni sorma oğul , bir karanlık dönemdi. harami sofralarında yer kapma yarışına girdiğimiz gün zaten kaybetmiştik her şeyi. cellada kılavuz olma halimizi evliyalarımız da kabul etmemişti. kabul etmediği içindir ki bize “gidin ne haliniz varsa görün” demişlerdi…bil ki oğul, bütün karanlıklar kötüdür, ömrüm boyunca şafağa secde etmem bu sebepledir. çünkü, seherin vakti ilk ışığın habercisidir ve bil ki ışıkta leke yoktur. bilir misin oğul, toprak evlerimizin kapısı neden hep güneşe açılır? sence bu bir tesadüf müdür? unutma ki tunceli’in bütün ulu ağaçları gövdelerinde bize yer açmıştı, dağlarımızsa mazlumun sığınma eviydi. onların kerametinden bir gün olsun şüpheye düşmedim. ama gel gör ki her sabah kapımızın eşiğini ısıtan o yüce varlığa önce biz sırtımızı döndük, sonra da yol ve erkanı kaybettik. unutma ki harami sofralarındaki kan lokmasını biz hazmettik, ama onlar asla hazım etmedi. kendi gerçeğine hep sadık kaldılar kısacası. tunceli’in tılsımını biz bozduk oğul ve bedelini de ağır ödedik, şimdi anlıyor musun neden küstüğümü?”

    fırik dede son yarım asırda ne cem tuttu ne de taliplerini gezdi. sanki dili lal olmuştu. kolay değildi, onun yaşadıklarını yaşamak; çünkü otuz sekiz, yaralarına yeni yaralar eklenmişti ve bu son hesaplaşmaya da o, bir oğul ve bir de torun vermişti. bundandır ki bir asırlık ömrünün son yıllarından hakka yürüdüğü güne kadar kimse onun güldüğüne tanık olmamıştı.

    1980 askeri darbe günlerinde; ovacık'ta abisinin gözleri önünde ağaca bağlanıp, işkence yapılarak kulaksız yüzbaşı tarafından diri diri yakılan behzat fırik'in de babasıdır.. o günden beri, oğlunun acısıyla yas tutan frik dede, sakallarını bir daha kesmedi, acısı da gözyaşları da hiç dinmedi ve bir daha hiç konuşmadı..

    “mücevheri yerinde satın, tenekecilere vermeyin, sarrafını bulursanız verin” diyordu bir kaydında. sözünü anlayacak sarrafa mı rastlamadı yoksa bu bir sessiz protesto muydu kendince, hala merak ederim..

    70’lerin sonlarıydı sanırım.. fırik dede, piro newes, aydınã heşi, qeramanã mırci, rızaã berti gibi ovacık’ın o dönemki insan-ı kamilleri amcam weliağa’nın evinde toplanırlardı bazan.. önce sohbet, muhabbet, sonra saz-söz, ikram derken; uzun bir sessizliğin içinde öylece otururlardı.. 6-7 yaş hafızamdan kalan bu görüntüyü de hala merak ederim.. bu bilge adamlar niye susuyorlardı, öyle saatlerce.. bu ve benzeri yanıtlanmamış bir çok soru ve sırlarıyla hepsi çekip gittiler aramızdan..

    fırik dede, dersim'in yaşayan son ve önemli bilgelerinden de biriydi.. "yüzü şemsi kamber, gözleri nur” dolu bilge dedemizin hayatını anlatan bir film yapan yönetmen buket aydın, izlenimlerini şöyle aktarıyor: “bir hızır perşembesinde köhne ama içten hazinesine konuk olmuştum. bir kat yatak, bir kuzine, bir saz ve dört duvar… ama içten.. ama sıcak.. ama huzur dolu… ve bütün dünya mallarından arınmış arı bir mekandı. evden ayrılırken aklımda tek bir düşünce vardı. değerlerini kaybedenler bir daha asla kendileri olamazlar, kendileriyle olamazlar. asla geçmişlerini bilmez ve bu günü yaşayamaz ve yarına hazır olamazlardı. ”

    “ tam da dört dağ içinde terk edilmiş bir kentte bir asır yaşam… adımlar ağır ağır, bakışlar tane tane… ne acelesi var görünürde, ne de geride kalanlara söylenecek son bir sözü… belki bizim gibilerin aradığı adamdı o… belki beklediğimiz son klam onun dilinde saklı… bir sona yaklaşmaktayız hepimiz sahi kimin sonudur bu? bizim mi? yaşlı adamın mı? yoksa insan-ı kamilin mi…? “

    buket aydın

    ne yazacağımı ve cümlelerimi nasıl formüle edeceğimi sahiden bilemiyorum.. ne yazsak hep bir eksik kalacak o’na ve onlar’a dair.. onlar susarak, belki bizi korumak adına belleklerimizi de sildiler.. belki o eksik kalanlar tamamlayacak hikayemizi ya da bilemediklerimizin ızdırabını kuşanıp bizler sorularımızla aşındıracağız “sır”lı dağların ardını..

    fırik dede; “gizli bir sırdır” dediği hafızasını, acısını, suskunluğunu, kesmediği sakallarını alıp giderken aramızdan; bize de ondan geriye miras olarak bir asırlık hayat, halk bilgeliği geleneğinin değerleri ve hoş bir nida olarak sazı-sözü kaldı..

    fırik dede’den dinlediğimiz, virani’nin şu dörtlüğünü yine ondan dinleyerek, dindiremeyiz belki sızlayan yerlerimizi ama katlanılır kılarız hiç olmazsa; "seni sevenlerin can içinde canısın/ aşıklar katredir, sen ummanısın/ gönül bir gemidir sen dümenisin/ yelken açmak ister bu dervişlerin"

    sevgiyi din, aşkı yol eylemiş bir kavmin çocukları; bu bedbaht dünyada eteklerinde hep yolun yükünü ve kırılan dalların hüznünü taşırlar. yolun yükünü en ağır taşıyanımızı kaybettik.. birbirinin peşisıra, yitip giden, hakka yürüyen insan-ı kamillerimizin hatırası yolumuzu aydınlatan 'nur' olsun..

    hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz: "ölüm ölür biz ölmeyiz."

    eyüp hanoğlu
    10 temmuz 2007, köln

    aytekin içmez..namı değer kulaksız yüzbaşı..maoist komünist partisi yani tkp(ml) tarafından öldürüen emekli albay..

    30 eylül 2009 hürriyet gazetesi hüseyin tüccar- erdoğan paçin/bursa, (dha) haberine göre olay pazartesi günü, merkez yıldırım ilçesi'ne bağlı namazgah mahallesi meydan sokak'taki 5 katlı ilkkus apartmanı'nın en üst katındaki dairede meydana geldi. emekli albay aytekin içmez'in eşi 60 yaşındaki ismet içmez, kahvaltıdan sonra, ibrahimpaşa mahallesi'nde yalnız yaşayan eşi gibi emekli albay olan babası mehmet kırmızıoğlu'nu ziyarete gitti. öğleden sonra eve dönen ismet içmez, evininin salonunda eşi aytekin içmez'in cesedini buldu.

    şoke olan ismet içmez, polisi aradı. eve gelen polisler, başı masanın üzerine düşen ve çevresinde kan izleri bulunan aytekin içmez'in cesedi, savcının talimatıyla otopsi yapılmak üzere adli tıp kurumu morgu'na götürüldü. yapılan inceleme sonucu aytekin içmez'in boğazından giren tek kurşunla vurulup öldüğü belirlendi.

    evde de silah bulamayan polis, olayın cinayet olduğunu belirleyip araştırma başlattı. cumhuriyet savcılığı'nca da geniş çaplı soruşturma başlatıldı.

    soruşturma devam ederken, terör örgütü mkp- hko'nun aytekin içmez'i infaz ettiği iddia edildi. bir internet sitesinde yer alan mkp- hko'nun açıklamasında, “1981 yılında tunceli ovacık- hozat sınır bölgesinde yer alan hülükuşağı köyü'ne bağlı kale deresi'nde (deru garedesi) yoldaşımız behzat firik'i yakarak katleden, bölgede ‘kulaksız yüzbaşı’ olarak bilinen yüzbaşı aytekin içmez, hko milisleri tarafından ‘ölüm cezasıyla’ cezalandırılmıştır” denildi.

    ismet ve aytekin içmez çitinin tek çocukları olan oğullarının ankara'da turizmcilik yaptığı, emekli albay aytekin içmez'in eğirdir dağ komando okulu komutanlığı'nda görevliykenankara'ya tayininin çıkması üzerine 1996 yılında emekli olduğu ve daha sonra bursa'ya yerleştiği öğrenildi.

    cinayete kurban giden emekli albay aytekin içmez'in kayınpederi emekli albay mehmet kırmızıoğlu, damadının uzun süreden beri ölüm tehditleri aldığını belirterek, “bu tehditler üzerine kendi çapında önlemler alıyordu. bu cinayet, polis tarafından iyi irdelenmeli ve failleri bir an önce bulunmalıdır” dedi.

    emekli albay aytekin içmez'in cenazesi dün şehedat camii'nde kılınan öğle namazından sonra hamitler mezarlığı'nda toprağa verildi.

    gazeteci cengiz kapmaz'ın bu yazısına belki denk gelmişsinizdir. biraz daha bu acı katliamın içerisine adım attığınızı hissediyorsunuz.

    12 eylül rejiminin üzerinden henüz 1 yıl geçmişti. cuntanın sıkıyönetim ilan edip hayat kararttığı şehirlerden biri de dersim'di. tarih yaprakları 10 ekim 1981'i gösterirken ovacık-hozat sınır bölgesinde yer alan hülükuşağı köyüne bağlı kale deresi ( derê garedesi) mezrası'na yüzbaşı aytekin içmez denetiminde bin kadar asker giriş yaptı.4 haneli köyde her zamanki gibi rutin hayat vardı. köylüler, kışlık yiyecek ve giyecek ihtiyaçları için son hazırlıkları yapıyordu. saat 14.00'ı vururken, alevi dedesi seyfi firik'e ait evin kapısı çalındı .evde seyfi dedenin yanısıra çocukları ekber firik ve hayvan otlatmaktan yeni gelen karadeniz öğretmen okulu 2. sınıf öğrencisi behzat firik de vardı .

    'komutanım o bilmez'

    eve bir grup askerle gelen yüzbaşı aytekin içmez için çay hazırlandı. çaylar yudumlandıktan sonra yüzbaşı niyetini açıkladı: ' genç bize yol göstersin.' tam o sırada abisi ekber atıldı ve ' komutanım o yol bilmez ' dedi .yüzbaşı 'hayır gelsin, sadece yol gösterecek' deyince ,ekber firik bir kez daha, ' o okul okuyor, buraları pek bilmez, isterseniz ben geleyim' diyerek itiraz etti. yüzbaşı behzat'la birlikte evden ayrılmış ancak ekber'in yüreğine büyük bir telaş ateşi düşürmüştü. daha fazla dayanamadı ve bir askere 'neden beni değil de onu götürdüler ' diye sordu. askerin verdiği yanıt, yüreğindeki telaşın daha da alevlenmesine neden olmuştu. çünkü asker, ekber firik'e ' şu karşı taşı görüyor musun.o taşın orda bir yüzleştirme yapacaklar. eğer o taşı geçerse bir daha geri dönmez' yanıtını vermişti.

    'komutanım nereye?

    'henüz hayatının baharındaki behzat'ın taştan öteye götürüldüğünü gören ekber firik, daha fazla dayanamadı ve koşar adımlarla, kardeşiyle birlikte yürüyen yüzbaşıya yetişti. henüz daha 'komutanım nereye götürüyorsunuz' demeye varmadan yüzbaşı aytekin'in tok sesi, ormanlarla kaplı vadide yankılandı. yüzbaşı her iki kardeşin kablo ile birbirine bağlanmasını emretmiş, ardından da imalı bir şekilde 'ilerde öğrenirsiniz' demişti. birbirine bağlanan iki kardeş ,askerlerle birlikte yol alırken sararmış meşe yapraklarıyla kaplı ormanda yürümekte zorluk çekiyor, bu yüzden sık sık ' çabuk çabuk 'diyen askerlerin dipçik darbelerine maruz kalıyorlardı

    görürsünüz şimdi.

    ..güneş yavaş yavaş vadinin yamaçlarına doğru inerken iki kardeş hozat sınırına yakın kale mıntıkasına yetiştirilmişti. sık meşe ağaçlarıyla çevrili alandaki sessizliği yüzbaşının tok sesi bozdu. yüzbaşı, 'burada teröristler barınıyor, yerini söyleyeceksiniz' diye bağırdı. iki kardeşten, 'bilmiyoruz' yanıtı geldi. karşılıklı ' biliyorsunuz, hayır bilmiyoruz' şeklinde devam eden diyaloglar, yüzbaşının sinirlenmesine neden olmuş.' görürsünüz şimdi ' dedikten sonra da iki kardeşin karşılıklı meşe ağaçlarına bağlanmasını emretmişti.

    bir ağaca bağladı..

    iki kardeş karşılıklı meşe ağacına bağlanırken askerler de soğuktan korunmak için ateş yakmışlardı. sonra ekber'in gözleri bi bezle sarıldı, bir süre sonra da vadide yankılanan kardeşinin acı çığlıkları ile kaskatı kesildi. çığlıklar sürerken ekber firik, başını meşe ağacına sürerek bezi aşağı indirdi. gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. yüzbaşı aytekin, askerlerin sırayla ateşte kor haline getirdikleri kasaturayla behzat'ın vücudunu dağlıyor, yetmiyor gözünü yüzünü çiziyordu. bir grup asker de, yüzbaşının emri üzerine behzat'a işkence yapıp ateş korlarını vücuduna serpiştiriyordu. behzat, daha fazla dayanamamış ve kan kusmaya başlamıştı. manzara karşısında dayanamayan bir kişi daha vardı. bingöllü kürt üsteğmen hüseyin necatigiller , 'komutanım yapmayalım' demişti, ancak komutanın azarlaması üzerine susmak zorunda kalmıştı.

    dirhem dirhem yaktı

    ekber firik , çaresizdi.bir şeyler yapmak istiyor, ama elinden bir şey gelmiyordu. ağlamaya başlamıştı.. bunun üzerine askerler yeniden görmeyecek şekilde bezle gözlerini bağladılar. ancak yine aynı yöntemi denemiş ve gözlerindeki bezi aşağı indirmişti. bu kez gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp bayılıvermişti. çünkü askerler behzat'ın ayaklarını kor ateşin içine yerleştirmiş, kesif bi yanık kokusu vadiye yayılırken ayaklar dirhem dirhem topuklarına kadar yanmaya başlamıştı.

    sonra ateş etti

    ekber firik , kendisine geldiğinde yüzbaşının bir askere 'kafasına sık ' diye bağırdığını duydu. ancak asker, emri yerine getirmedi. bunun üzerine yüzbaşı, cansız bir şekilde yerde yatan behzat'ın kafasına arkadan bir el ateş etti. askerler, ekber firik'i sürükleye sürükleyerek evinin yanına bıraktıktan sonra bölgeden ayrıldı. ekber firik 'den olayı duyan köylüler ,olay yerine gittiklerinde hayatlarında hiç unutamayacakları bir insanlık vahşetiyle karşılaştılar.----

    kime ne söyliyeyim---

    -ekber firik, insanın kanını donduran işkence ve vahşet uygulamalarını aradan 15 yıl geçmesine rağmen bugün hala unutmuş değil.'benim hayatımı götürdü' dediği o günden sonra kendisi ve ailesinde meydana gelen değişiklikleri şöyle anlatıyor: 'ekonomik açıdan çok zor durumdayız ama hiçbir devlet yardımını kabul etmemeyi kararlaştırdık. böyle bir ilke kararı aldık.babam dede çoğudur, seyittir. dev gibi adam çöktü, sakal bıraktı .ölünceye kadar yasını tutacağım, sakal ve bıyığıma makas vurmayacağım yeminini etti.100 yaşına geldi, hala konuşunca ağlıyor. bize yapılanları allah'a havale ediyor. her gün bakıp ağlamaması için behzat'ın fotoğraflarını istanbul'a gönderdik. ben ise olayı anlatmak istemiyorum. çünkü o perdeye girmek istemiyorum. anlatırsam yeniden olayı yaşar gibi oluyorum. unutamıyorum, nasıl unutabilirim ki .her dakika, her saniye, gezerken, yürürken, bir iş yaparken o ses, o bağırma hala kulağımda. gitmiyor , gitmiyor, gitmiyor. aile içinde karar almışız, anlatmıyoruz. paramparça durumdayız

    .bir emeviler yakıyordu

    çok değerli bi insandı. çok zararsız, masumdu. ama değersiz insanlar tarafından harcandı. dünya tarihinde bir emeviler döneminde turabiler yakılarak yargılanıyordu. başka da böyle bi dönem yok. başka ne söyleyeyim. sonradan savcı ve askeri komutanlardan öğrendik ki , komşu köyünden olup bizimle rampa sorunları yaşayan zabit isimli bi şahıs behzat'ı şikayet etmiş. bu daha da bitirdi bizi.

    yasa kurtardı

    yüzbaşı osman hakkında erzincan dgm 'de kasten adam öldürmek suçundan dava açıldığını anlatan ekber firik, 'uzun süre dava erzincan dgm 'de takıldı. bize de böyle bir dava yok dediler. sonra canlı yayında kamer genç rahmetli turgut özal'la tartıştı. özal'ın sözü üzerine dava yeniden görüldü.5 yıl sonra mahkeme kasten adam öldürmekten yüzbaşıya ceza verdi. ancak gayri muayyen deyip cezasını ertelediler. sonradan öğrendim 12 eylülcüleri koruyan sıkıyönetim kanunu'nun 49.maddesinden yararlanmış ' diye konuşuyor.1980'de insanlık trajedisiyle sarsılan ekber firik , 1994 yılında bir kez daha sarsılmış. olaydan sonra hülükuşağı köyüne yerleşen firik , 1994 yılında askerlerin köyü boşaltın baskısı sonucu köyden ayrıldıklarını, köy boşalttıktan sonra da evlerinin ateşe verildiğini söylüyor.

    cengiz kapmaz

    ben behzat fırık

    tabi beni cogunuz tanimazsiniz, cok aziniz beni tanir. 12 eylul 1981’in 10 ekim’inde, karanligin dagilmaya yuz tuttugu bir fecir vakti, dersim’de ovacik’in dere karedesi’nde yani koyumde agabeyimle birlikte kayseri komando tugayinca yaka paca gozaltina alindik. operasyon timinin basinda “kulaksiz yuzbasi” lakapli aytekin ıcmez vardi. biliyorum hala beni tanimadiniz, ne demek istedigimi hala anlayamadiniz, taniyamadiniz beni. taniyamazsiniz tabi ki.
    12 eylul’un en karanlik doneminde 1981’in 10 ekim’inde fasizmin ordulari beni koyumden, evimden aldilar. agabeymi de benimle birlikte aldilar. koyumuz daglik, ormanlik bir vadinin yamacinda kurulu, dunya harikasi dogal guzellige sahipti. ben henuz 17’sine yeni girmistim. devrimci fikirlerle cocuklugumda tanistim. ozelimde kaypakkaya ıbrahim’e, onun kurdugu partiye gonlumu, sevdami kaptirmistim. tkp/ml’ye, onun partizanlarina katilmayi en buyuk hayalim bilirdim. tıkko’cu kirveler evimize geldiginde butun hayranligimla onlara bakakalirdim, peslerinden bakarak uzandiklari daglarimiza sevda besler, hayaller kurar gerilla olurdum daglarda, beni alip gotururdu kirvelerim, yoldaslarimin yanlarina, sonra ise gercege donerdim. ama yuregimin yarisi onlarda kalmisti hep.
    12 eylul karanligini dersim bir 38’de yasamisti, bir de simdi yasiyor. o nedenle karanlik bir donemde beni nasil, hangi vahsi iskenceyle oldurduklerini siz, evet siz, nereden bileceksiniz ki! karanlik bir donemdi, yapilan butun katliam, iskence, zulum ve kaybetmeler karanlikta kaliyordu. karanliga gomuluyor, unutturuluyordu, sesini duyurmak isteyenlerin ise sesleri boguluyor, ezilmek isteniyordu. bir tek daglar fasizme karsi ses veriyor, yapilan katliam, vahset ve zulme meydan okuyordu. yolu daglardan gecenler, fasizme karsi demokrasinin, ozgurlugun, sosyalizmin ve komunizmin sesini yutkseltiyor, onurluca direniyorlardi. bu direnis zindanlara ulasiyor, moral ve devrimci zindan direnisiyle butunlesiyordu.
    erdal eren’i hepiniz bilirsiniz, erdal’da idama giderken daha 17’sinde idi. erdal’in sesini duyurdunuz, gosterdigi onurlu direnisi sahiplendiniz ama benim gibi gozleri atesle daglanan, agaca baglanarak diri diri kardesinin, annesinin, babasinin gozleri onunde yakilan, onursuzluk gostermedigim, yoldaslarimin yerini soylemedigim icin azili fasist kulaksiz yuzbasi tarafindan yanip kul olan vucudum kursunlara hedef oldu. tabi ki, duymadiniz, agrilarimi, cigliklarimi, munzur daglari duydu. ali bogaz duydu, yilan dagi duydu, zel dagi duydu. ısyanim amed zindanlarinda yankilandi, metris’de alevlendi, mamak’ta direnis turkusune donustu. dagin direnisini size kullerimi ucurarak getirdim, duyasiniz diye. ama yasadiklarimi hissetmediniz, sitem ediyorum. cunku bu vahset gizli ve kapali kalmamaliydi, diyorum.
    katlederken agabeyimin yalvararak bana “kirvelerin yerini soyle, kurtul”, anamin, babamin ben yakilirken bin kere olduklerini, benim yerime kendilerinin yakilmasi icin kulaksiz yuzbasi’ya nasil yalvardiklarini kelimelerle sizlere anlatamam, mumkun de degil.
    sizce beni nicin, neden yaktilar? fasizmin beni yakmasi, gozlerimi ateste daglamasi tesaduf degildi. ellibinin uzerinde ordusuyla, tankiyla, topuyla, ucak ve helikopteriyle olum sacarak, teror estirerek partimi tkp/ml’yi imha ve yok etmek istiyorlardi. aldiklari istihbaratin direkt bana gelmesi, beni hedef almasi bilgi ve bilincli secimdi. ben ateslerde yakilirken, kirvelerime, yoldaslarima acilarimi bal eyleyerek attigim cigliklarla selam gonderdim. kara gozlerimle gunesin isiklarini emerek, acilarimi fasizmin karsisinda zafere tasiyordum. opucukler, gulucukler, sevgiler ve gelecek guzel gunleri mujdeliyordum yoldaslarima, halkima.
    kulagima partizanlarin sesi geliyordu, seni fasist kan emici katillerin elinden kurtaracagiz, diren behzat yoldas, topluca yok edilsek de seni bu zulumden kurtaracagiz diyerek bana, ben yakilirken gozleri dolu dolu bakiyorlardi. veysel’in, rustem’in, erdogan tekin’in, sefik ve digerlerinin beni fasizmin elinden kurtarmak icin karar beklediklerini goruyordum, seslerini, kin ve ofkelerini goruyordum. atesler bedenimi kul ederken ben, tekrar tekrar cigliklarimla yoldaslarima ses veriyordum. sakin ama sakin ortaya cikmayin, kendinizi koruyun, beni partinin genel cikarlari icin feda edin, intikamimi da mutlaka ama mutlaka alin yoldaslar diyordum. partim tkp/ml, kor osman’in sorumlulugunda toplanan yonetici yoldaslarim once birbirine yakin olan uc gerilla grubuyla saldiri karari aliyorlar. butun guclerini saldiriya hazir duruma getiriyorlar, hatta hareket halinde olan gerillalar saldiri isareti beklerken, kor osman operasyonun amacinin partiyi imha oldugunu, binlerce fasist kolluk gucun pusuda bekletildigini hesaba katarak yeniden durum degerlendirmesi yapar ve buyuk bir eziklikle, aci ve uzuntuyle yapilacak saldiridan vazgecildeigini aciklar. bazen genelin, partinin cikarlari icin bireyin kendini feda etmesi gerektigini gozleri dolu dolu yoldaslarina aciklar. bircok yoldasi sok olur, itiraz eder, karara uymayacaklarini aciklasalarda saldirmama kararinin gerekceleri anlatilir, gerilla gruplari ikna edilirler, duygusal karar alma yerine bilincli karar almayi tercih ederler, gozyaslari icinde behzat’i, yani beni sonsuzluga zafer sarkilariyla yolculayarak direnisim karsisinda, gosterdigim fedakarlik karsisinda zaferime selam duruyorlardi ve ben onlari sevinc gozyaslarimla ayri dustugumuz icin selamliyordum. yasama, ulkeme, halkima, yoldaslarima ve partime veda ederek opucukler yolluyordum. elveda elveda geride kalanlarim diyor, arkama bakmadan sonsuzluga kucak aciyordum…
    hasan aksu

    işte böyle acı olaylar karşısında ülkü tamer almış eline kalemi kağıdı bu şiiri yazmış..ülkü tamer.. ikinci yeninin önemli şairlerinden..gerçi cemal süreya ikinci yenilerin çocuğu diye seslenmiştir ona..kedi sevgisi dillere destan sinemasever şair..ben hep ülkü tamer'i kadın olarak bilirdim.ta ki sesini duyana dek..

    behzat'a yazılan bu şiirin güftesini ahmet kaya yapmıştır. 1986 yılında yayınlanmış olan an gelir albümünde de seslendirmiştir..

    bir ormanda tutup onu
    bağladılar ağaca
    yumdu sanki uyur gibi
    gözlerini usulca

    bir soğuk yel eser
    üşür ölüm bile
    anlatır akan kanı
    beyaz sesiyle

    diz çöktüler karşısında
    sonra ateş ettiler
    parçalanan yüreğine
    yuva kurdu mermiler

    bir soğuk yel eser
    üşür ölüm bile
    anlatır akan kanı
    beyaz sesiyle

    gelip kondu bir güvercin
    ellerine o gece
    kırmızı bir çelenk oldu
    bileğinde kelepçe

    bir soğuk yel eser
    üşür ölüm bile
    anlatır akan kanı
    beyaz sesiyle

    üşür ölüm bile
  • kendisi için yakılmış bir ağıtta şöyle diyor:

    ah tanrım dünya töhmettir sana
    bugün günlerden kerbela’dır bana
    yerim toprağın altıdır

    behzatım naçardı
    muratsız bir fidandı
    öyle zulümler edildi ki behzatıma
    ölümlerin ölümünden beterdi

    deccal bile utandı kendi zulmünden
    tanrım dedi üzerimden eksik et ki kerametini
    diyar diyar dolanıp yanayım bu acıyla
    öldüreyim kendimi kendi ateşimde

    behzatım naçardı
    muratsız bi fidandı
    öyle zulümler edildi ki behzatıma
    ölümlerin ölümünden beterdi
  • işte üniformalıların(subay ve generallerin) "yyaaaa bazı yanlış şeyler olduğunu biz de kabul ediyoroooz ama geçtii bunlar" dediği ve onların prenses eşlerinin (istisnalar elbette var hepsi böyle değildir carlamayın hemen) "ben inanmoyorom onlar yalaaan gözümüzle görmedik kiii" dediği olaylardan sadece biri

    geçti mi geçmedi mi sen onu git bu işkenceyi yaptığın çocuğun ailesine sor it
    sakın dönem şartı diye başlamayın işkence de zaman aşımı yoktur ve hiçbir dönemin şartı bir genci ağaca bağlayıp ayaklarından başlayarak diri diri yakmayı veya bir kadına tecavüz etmeyi ya da onun kocasının gözü önünde tecavüz etmeyi gerektirmez. suçlu mu öldür o zaman hapse at ne gerekiyorsa yap ama bu yapılanlar suçluların cezası değil senin sapık beyninin fantezileri..
    işte üniforma kafası siz herkese her şeyi yapabilir, her şeyi söyleyebilirsiniz ama siz dokunulmazsınız

    nazilerin toplama kampını izlemeye gerek yok insanlık hakkında atıp tutmak için maşallah bizim de çok aşağı kalır yanımız yok

    entryi yollamadan bu olayın türküsünü de şuraya koyuyorum: üşür ölüm bile
    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap