• insanın en çok kullandığı yöntemlerden biri. yeni karşılaştığı bir şeyi daha önce karşılaşıp kayıt altına aldığı şeylerle karşılaştırarak tanımlama sürecinde kullanır bu yöntemi. beyni sözlük gibi düşünürsek; her maddenin altında "hmm şurası şuna benziyor, burası şundan farklı, aynı şu" gibi bol bakınızlı entriler görürüz heralde. yeni gördüğü şeyi daha öncekilerinden hiçbirine hiçbir şekilde benzetemezse beyin acır; acıyı dindirmek için alakasız da olsa benzetecek başka bir şey bulur, yanına da "uysa da kodum uymasa da kodum" maddesini bakınızlar, olur biter.
  • (bkz: sanrı).
  • başkası yaptığında, bir şeyi onun gözlerinden görme fırsatı verir insana.
  • farklı olmak, ne kadar rahatlatan bir eylemse benzetmek, bir o kadar ağrı yaratan bir eylemdir. benzetmenin kaderi, su üstündeki yazıyla aynıdır. tek fark, su ve yazı aynı güçtedir.
  • soğuk bir ankara akşamında, cebeci-emek arası çalışan dolmuşlardan birinde, eski/eskimeyen dostum ra * ile beraber yolculuk ediyorduk.
    iki öndeki ikili koltuğun kapıya yakın tarafında oturan esmer bıyıklı adamın dönüp dönüp bize doğru baktığını, bizden başka en son biz fark etmiştik.
    ra'nın dürtmesiyle ben de adamın bize baktığını gördüm ama akşamın alacakaranlığında adamın yüzünü hayal meyal seçmemle başka bir şey daha fark ettim: aman allahım! olamaz!
    yıllardır izini bulmaya çalıştığım, üniversite yıllarımızın bizi ilk kez öğrenci kahvesine götüreni, bize en çok çay ısmarlayanı, bizi döner yemeğe götüreni, güzel şiirler yazanı; yani bizi adam yerine koyanı, çok sevgili ağabeyimiz özkan mıydı neydi bu? (gerçi bize hep kıyak geçmesinin altında yatan benim ona verdiğim fransızca dersler ne derece rol oynardı bilemem ama) bize çok şahane bir abilik yapmış, bir gün ortadan kaybolmuştu.

    nice belalı öğrencilik günlerinden sonra * bi kıza sevdalandığını, kızın olmadık bi nedenle kayıplara karıştığını, yaşadığı büyük hayal kırıklığından sonra kapağı attığı bir şantiyede her şeyden ve herkesten uzak kendini işine verdiğini duymuştuk o kadar. özkan abiden hayır haber çıkmamıştı yıllarca. ve ben onu özlüyordum. yolda, şurda burda gördüğüm çok kişiyi benzetmeye başladığım günlerdi.
    rüya görüyorum sandım. fakat adamı enseden tanımak kolay değildi tabi. ara sıra dönüp bize baktığında da "ya o değilse" endişesiyle yüzüne bakamıyordum.

    ra ile "yav bu özkan abi herhalde, yok değil olamaz, o olsa direk konuşur bizimle" arasında gidip geldik bi süre. tam olarak da bakamıyoruz ama ortam bi garip, dolmuştaki yolcular ikilem içindeler sanki, adam bizi rahatsız ediyorsa şöfor de dahil herkes birlik olup adamı indirecek bi güzel dövecekler sanki. bizden işaret bekliyorlar. biz ise henüz “oydu, değildi” aşamasını geçememişiz…
    -o değil ya dedim, o bu kadar zayıf değildi.
    derken emek sekizinci caddede kırmızı ışıklarda durdu dolmuş bizim “özkan abi ya da değil” şahıs indi ve yolun karşısına geçti. biz kırmızı ışıkta bekliyoruz. son bi cesaretle adama baktım, ellerini göğsüne kavuşturdu, bana özür dilerim ne yapalım der gibi bi gülümsedi.
    -aha! bu özcan abi yav diye ra’ya sağlam bi dirsek atmamla yeşil ışıkların yanması bir oldu, dolmuş hareket etti.
    ra’dan “eyi inelim madem” şeklinde cesaret alınca da ayaklandık, telaşla durdurduk dolmuşu ve atladık yere.
    şöforün gaza hırsla basıp uzaklaşmasından içinden geçen “iyi niyet sözcüklerini” es geçiyorum.
    ra’yı indiğimiz tarafın kaldırımında bırakarak, özkan abi’ye doğru hem gülerek koşturuyorum hem de özürler diliyorum…
    -ya kusura bakma abi, hemen tanıyamadım, ben de geçenlerde leman’a diyordum ki * * nerelerde acaba özkan abi... sen nerelerdesin yahu… falan filan… diye diye diye adamın yanına kadar gittim.
    elimi uzattım tokalaşmak üzere, anaaaaa!.....
    adam kaldırımdaydı, tokalaşmak için yanıma indi. ulan bunun boyu benden sadece accık uzun!..
    bizim özkan abi dağ gibi bir civandı yahu!
    -ay! aman! kusura bakmayın ben sizi birine benzettim , diye geveleyip kaçmaya hazırlanıyordum arkadan arkadaşım ra yetişti. benim özkan abim ya bu adam, şirin şirin gülerek geliyormuş arkamdan…
    benden ümidi kesen adam ra’ya döndü.
    son derece sarhoş, son derece yavşamış bi sesle:
    -leman hanım… buyrun… soğuk bi şeyler… içelim..
    adamın bütün harfleri sallanıyo yahu! bütün harfleri sarhoş!!!
    ra’yı daha neye uğradığını anlamadan azarlayarak “yürü yürü, sırıtma şu adama!” diye çeke çeke kolundan karşı kaldırıma attım. geçen bir taksiye işaret ettim dooooru eve geldik.
    gıkı çıkmıyor ra’nın…
    ama gözlerinde sorular uçuşuyor. sadece “benim adım leman mı be!” dedi bana sitemle…
    sus dedim. hastanelerdeki hemşire resmi gibi hani…
    ama korkmuş ve panik halde bi hemşireyim tabi.
    indik taksiden eve geldik. kapıyı sıkı sıkı kapattım.
    yetmedi. kilitledim iki kez. nefes alışlarım normale dönünce de olayı anlattım. dedim ki böyleyken böyle…
    ra’dan bi cümle geldi:
    -bu soğukta “soğuk bi şeyler içelim" dedi kaybetti. "sıcak bi şey içelim" deseydi ben giderdim valla!
    ...

    özkan abiyi birkaç yıl geçtikten sonra gördüm ama ben.
    keşke ona benzetmiş olsaydım; keşke, esmer, bıyıklı, güler yüzlü vesikalık resmi. o'ydu.
    bir gazetenin üçüncü sayfasında, yüksek bi binadan koyvermiş kendini…
    üzerine gazete örtmüşler…
    içim sızladı.
    sızlar hala...
  • ...
    dün gece
    hiç tanımadığımbir erkeğe
    sırf sana benziyor diye
    usulca sokulup, merhaba dedim ***
    ...
  • birisinin, başka birisini fiziksel özellikleri ya da karakteri-davranışlarından ötürü anımsatmasındaki tanım.
    iz bırakana benzetilir, diğer bir kişi*

    öyle ki; "x ünlüsü"ne benziyorsun demekle, "x ünlüsü" sana benziyor demek arasında dünya kadar fark vardır. x ünlü olmasa bile çok fark vardır.
  • genelde toplu taşimada şoförü genellikle dikiz aynasindan baktigimda birine benzetirim. bu sefer oyle boyle degil adam bildigin abim yaa. gidip boynuna sarilicam simdi abi napiyon diye :)
  • saçlar öyleyken james blunt'a benzetiliyordum; şimdi nejat işlere, iyi bence : )
  • argo: şiddet kullanarak olduğundan farklı bir hala sokmak.
hesabın var mı? giriş yap