bezik oynayan kadınlar
-
edip cansever'in, manastırlı hilmi beyin mektupları, seniha hanımın günlüğü, cemal'in iç deneyi, ester'in lakırdıları arasında gidip gelen şiir telleri, lirkuşu sülalesi..
-
oturup sessizce izlenmesi gereken kadinlardir. oyle hiiic karismadan, bulasmadan...
-
ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.
yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok evin içinde
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda..
yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler -seni anımsadığım zaman-
birden kurtuluş'tan taksim'e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektirik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı'ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu'ndayız, rus lokantasındayız
-ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
şarap içmişiz, üşüyoruz
dışarda dünya silinmiş
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.
biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
biz burda kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluşla asmalımescit birbirine geçiyor -
senin benim gibi insanlardir*
-
gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiç bir yere gitmiyor...
bu şiiri okuduğumdan beri gökyüzüne bakarken çocukluğuma bakıyor sayıyorum kendimi. sisli, açık, karanlık. açıksa o gün ve ışıl ışıl parlıyorsa güneş ve ısıtıyorsa hayatı ve hapisane avlusunda mahkumları; güzel anılar üşüşüyor aklıma: kırmızı bisikletim, istiklal marşının on kıtasını birden sular seller gibi ezberleyişim, öğretmenime topladığım çiçek, minare kadar uzun dedem... kapalıysa misal hep hüzünlü bir çocuk muydum diye arayıp sorasım geliyor öğretmenime, dedeme: ölümleri düşüyor akla, ölüm ölümü çağırıyor, o vakitten sonra gün geçirilmek zorunda.
bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar... -
(bkz: ester'in söyledikleri)
-
içinde penceresiz bir odayı da barındıran, dört kişinin (seniha, cemile, cemal, ester) ve onların düşlerinin, kırgınlıklarının, mutsuzluklarının yaşadığı bir evde geçer bu şiir. bütün günler birbirinin aynı ve tekdüzedir. aynı sürahi, aynı bardaklar, ışığın içkilerde hep aynı şekilde kırılışı, bezik tahtasının bazen sert bazen yumuşak ama hep aynı düzen içinde yükselen sesi, o sesin aynalarda çoğalması…
seniha, kendisini günlüğüne, günlüğünü çekmecesine kilitler. mutsuzluğunu çoğu zaman tersinden ifade ediyor. tıpkı kadınlığını garip bir erkek(si)likle dışsallaştırması gibi. aynı erkeklik seniha’nın kardeşi cemile’de de karşımıza çıkıyor. sanki erkek yüzü ön plandayken rakı, mutsuzluğa bürünmüş kadın yüzü ön plandayken konyak içiyor cemile. olmayan bir tanrının görevlendirdiği bir mesih gibi manastırlı hilmi bey’e mektuplar yazıp onun varlığına, dolayısıyla kendisinin dünyada oluşunun anlam(lılığ)ına inanmaya çalışıyor.
cemal, kırmızı bir balığı öperken dudaklarını kanatacak kadar kırılgan, dünyayı içine taşımış ve orda yaşamaya çabalayan bir erkek. cemile’nin oğlu. annesine ve teyzesine karşı hastalıklı bir bağlılığı var. annesine yönelen nefreti sanki erkekliğinden bir şeyler eksiltiyor ve cemal bu eksikliği gidermek için ester’i sık sık konuk ediyor iç dünyasına.
ester ise o evin ete kemiğe bürünmüş hali gibi. seniha ve cemile’nin içlerine gömdüğü dişiliği kendinde toplayıp dünyaya katıyor. evin bütün oluş ve olamayışları onun içinden akarak bize ulaşıyor. -
içerisinde şu harika dizileri de barındıran edip cansever kitabı:
işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
ben dediğim koskocaman bir oyuk
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
bir oyuk! sofrada, mutfakta, yatağımda
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
iyi
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
salıyı gösteriyor... -
soyları tükenmekte olduğundan -hatta belki hali hazırda tükendiğinden- şüphelendiğim kadın türü. bazen öyle zamanlar oluyor ki bu oyunu* bilen/oynayan bir ben, bir babam, bir de yazlık komşumuz kalmışız gibi geliyor şu kahpe dünya üzerinde.
(bkz: çok yalnızım be sözlük) -
(bkz: manastırlı hilmi beye birinci mektup)
(bkz: manastırlı hilmi beye ikinci mektup)
(bkz: manastırlı hilmi beye üçüncü mektup)
(bkz: manastırlı hilmi beye dördüncü mektup)
(bkz: cemal'in iç konuşmaları)
(bkz: seniha'nın günlüğünden)
(bkz: ester'in söyledikleri)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap