• immanuel wallerstein'in the end of the world as we know it adıyla 1999'da yayımlanan kitabının türkçe adı. metis yayınları'ndan çıkan kitabın çevirisi tuncay birkan'a aittir. kitabın alt başlığı yirmi birinci yüzyılın sosyal bilimi'dir. kapitalizmin dünyası ve bilgi dünyası başlığını taşıyan iki bölümden oluşan kitapta onbeş makale yer almaktadır.
  • (bkz: kapitalizm)
  • sina kısacık imzalı bir değerlendirmesi için; http://politikaakademisi.org/?p=3818
  • neo-marksist bir bakışı fazlasıyla bulabileceğiniz kitap. kapitalizm düşmanıysanız ve modern dünya sisteminin değişeceğine dair içinizde hala umut kıpırtısı varsa alıp okuyun bu kitabı. sizi daha da mutlu eder bulutların üzerine çıkarır.

    ben kitabı okuyunca onu fukuyamanın tarihin sonu tezine bir antitez olarak konumlandırdım. fukuyama amca nasıl ki "komünizm gitti kapitalizm kazandı, yaşasın kapitalizm" dediyse de wallerstein amca "komünizm giderken kapitalizmi de götürdü sen naber ya" şeklinde bir eser koymuş ortaya. wallerstein'e göre dünya kapitalizminin nihai zaferini değil ilk ve tek gerçek krizini yaşıyormuş. kapitalizmin en büyük destekçisi devletler egemenlik krizine doğru gidiyormuş ve özerk olmaktan uzaklaşıyorlarmış. yine kitaba göre ise her şey 1968'le başlamış. 1968'le birlikte insanlarda ümidin kalmadığını ve devlete olan bağlılıklarının zayıfladığını söylüyor. "liberal devleti siyasi bir yapı olarak makul ve kabul edilebilir kılan şey işlerin bir gün iyiye gideceğini, yakın bir gün kendisi için değilse bile çocuğu için iyi bir geleceğin olacağına dair inançtı. dünya bu inancı kaybetti."

    yazarın geleceğe dair önemli öngörüleri de yok değil. birkaç tanesi özellikle dikkat çeken cinsten.
    -önümüzdeki 50 yıl soğuk savaştan çok daha şiddet dolu olacak
    -batı avrupa ve japonya'yı kaybeden abd halk desteğini de yitirecek, zayıflamaya başlayacak bölgelerden çekilecek
    -önümüzdeki yıllarda zengin devletlerin göçmenleri dışarıda tutmak için sağcı hareketlerin güçlendiğini görücez

    yazarın neo-marksist olması ve kapitalin üzerinde çok durması kitabı sıkıcı bir hale sokabilir. ama sırf marksistlerin bu kaybolmayan umudu için kitabı okumanız lazım. kapitalizm yıkılacak, yıkılacak diyen marksistlerin en ufak bir ekonomik krizde heyecanlanmalarının trajedisine aldırış etmeyin, bu yalnız adamları anlamaya çalışın.
  • erlend loe 'nin 224 sayfalık yeni romanı.

    “zaman her şeyi silip süpürür.”

    eserleri yirmiden fazla dilde okunan norveçli yazar erlend loe’nun unutulmaz bir modern zaman figürüne dönüşen kahramanı doppler yuvaya dönüyor. doppler romanının devamı niteliğindeki bildiğimiz dünyanın sonu ormanın derinliklerinden sistemin derinliklerine uzanıyor: çemberin içinde duramayanların bütün oyunlardan kovulduğu bir dünyada özgür kalmak mümkün mü?

    ormanın derinliklerinde geçirdiği macera dolu ayların ardından bir ailesi olduğunu hatırlayan doppler, geyiği bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp soluğu oslo’da alır. kendisini ölesiye özlediklerine inandığı karısına ve çocuklarına kavuşacağı için çok heyecanlıdır ama küçük bir problem vardır: onca yıllık posta kutusunun üzerinde “andreas doppler” değil, “egil hegel” yazmaktadır! dibe vurduğunu düşünür ama aşağılanma nedir, görmemiştir henüz..

    hafiflemiş ve özgür hissediyordu kendini. gerçekten özgür. borcu yoktu, işi yoktu, yükümlülükleri yoktu. sadece kendisi vardı. iyisiyle kötüsüyle. ve güzel bir geyiği. vergi dairesinin bisiklet parkına bağladığı bongo’yu çözdü ve durup üst katlara baktı.

    her yerde toplantılar yapıldığını varsayıyordu; bu toplantılar ki, hem araştırmalar hem de deneyimler sonucu yalnızca yersiz olmakla kalmıyor, doğrudan verimi de baltalıyordu.

    bongo’ya tırmanırken yüzüne bir gülümseme yayıldı. artık bu hayattan elini eteğini çekiyordu.
  • yky tarafından doppler'in devamı olarak satışa sunulmuş kitaptır. aslında ikinci kitap bu değil volvo lastvagnar (volvo kamyon) isimli kitaptır fakat nedense yky bunu çevirip basmak yerine 2 yıl bekleyelim 5g'ye geçelim kafası ile hareket ederek son kitabı basmayı uygun gördü. ulan ben de diyorum iki kitap arasında acayip boşluk var. resmen karakterlerin ruhları değişmiş, yazarın ruh hali farklılaşmış. sonra uyandım bunun üçüncü kitap olduğuna.
  • yky utanmadan bir de şöyle diyor (bkz: erlend loe) kitabında “zaman her şeyi silip süpürür.”
    zamana bırkmadınız o işi!
  • doppler kitabı çok iyiydi. yalnız bu kitabın serinin 2. değilde 3. kitabı olduğunu öğrendiğimde hayal kırıklığına uğradım. hangi mantığa hizmet anlamıyorum.
    çeviride de sıkıntı var sanırım köpüklü ayran olarak hangi içeceği kastetti acaba. bizde ki susurluk ayranı olmadığı kesin.
    keşke bir dip notla açıklasaydı da bizde saçmalama demeseydik.
    spoiler
    konu olarak doppler'a yakın ilerlerken bir anda her şeyin en ucunu umursamazca yaşayan biri oluyor kişi. gerçek hayattan kopuyor
    adeta mahsun kırmızıgül filmi gibi her sektörden biraz ders vereyim derken, karakter; dilencilikten, tv programı yapan bir aşçıya, ardından dünyaca ünlü bir porno yıldızına dönüşüp çıkıyor. o saatten sonra karakterle kurduğunuz bağ kaybolup gidiyor zaten.
    tükenmişliği fazla tüketmek üzerinden vereceksin tamam da, karakteri her boka sokmadan da yapardın onu.
    doppler'daki bisiklet kazasından sonra hayatının değişmesini yedikte porno sektörü falan olmadı yani...
  • erlend loe'nin olani okudugum en berbat kitap olabilir. oyle ki parcalayip cope atmak gecti icimden, saglam atsam belki okuyacak biri cikar ve kitabi cope atana kufredebilir. doppler'in devami oldugunu sanip devaminin devami oldugunu ogrendigimdeyse sevinmedim degil.

    sevdigin bir film serisinde sevdigin oyuncu gider, yerine biri gelir de eskisinin yerini tutamaz ya doppler de bu kitapta hissiz bir nesne izlenimi birakiyor. ailedeki ve toplumdaki itilimi okuyucuya da yansiyip karakterden kacma iste uyandiriyor. sozun ozu zaman kaybi, berbat bir oyku.
  • erlend loe'nin kurgusunu ve measjlarını beğendiğim ancak yky'nin çevirisini beğenmediğim kitabı.

    kitap toplumdan kopup yeniden entegre olmaya çalışan, bu durumda da tökezleyen bir kişinin biraz absürd hikayesini anlatıyor. doppler serisinin üçüncü kitabı. yaz aylarında keyifle okunacak bir kitap. ancak çevirideki boşluklardan sanırım bazı cümleler kimi yerlerde rahatsız edici bir anlam kargaşasına sebep oluyor. mesela bir yerde internetteki bilgi kirliliği eleştirilirken bu çok bilmişlerin sonu oldu gibi bir çıkarım yapıyor. halbuki oradaki kurgudaki mesaj internetteki bilgi kirliliğinin cehaleti körüklemesi ve gerçek anlamda bilgili kişilerin bundan olumsuz etkilemesi. zira daha sonra artık gerçekten bilenin değil daha karizmatiklerin sözünün dinlendiği belirtiliyor. oradaki çok bilmiş muhtemelen ukalalar hakkında kullanılmış.

    sonuç olarak okuması keyifli bir kitap.
hesabın var mı? giriş yap